Biyolijik Yapılaşma ile Sağlıklı Yerleşimin Temel İlkeleri

And Akman

Geçmiş sayımızda, 1. Yapı Biyolojisi yazı dizimizi şu söylem ile bitirmiştik: “Günümüzde güvenli bir çevreye, yaşantımızın tüm dönemlerindeki gelişmelerin doğadan ve biyolojiden kopuk olmamasına duyulan özlem, tarihin hiç bir döneminde bu kadar fazla olmamıştır”.

“Doğa kendisini insana değil, insan kendisini doğaya göre yönlendirir” temel gerçeği altında günümüzde biyolojik yapılaşma ve yaşam, gün geçtikçe önem kazanmaktadır. Bu doğrultuda yapı biyolojisinin temel ilkeleri nelerdir ve bunlardan beklentilerimiz ne olmalıdır? Bunlar: Yapıların ve yerleşim alanlarının hastalıklara ve çevre kirliliğine ne denli sebebiyet verdiklerini araştırıp belirlemek. Bu belirlilikler doğrultusunda çevre sağlığı ve insan sağlığına yönelik alternatif yapı, kent tasarımları ve yapı detayları geliştirmek ve yapı malzemelerine biyolojik bir eleştiri getirmek biçiminde özetlenebilir.

İNŞAAT ALANININ JEOLOJİK UYGUNLUĞU

Yerkürede radyasyon vardır. Bu radyasyon bitkilere, hayvanlara ve insanlara bir uyum ya da uyumsuzluk şeklinde etki eder. Yeryüzündeki tüm canlıların oluşumu ve hayatta kalabilmeleri yersel radyasyonlara bağlı olup, yerkabuğunun doğal dengesinin bozuk olduğu, biyolojik eşik değerinin aşıldığı bir alanda ağaç nasıl hastalanır, kurur ve üreyemez ise, aynı yerde yıllarca yaşayan bir insan için de aynısı geçerlidir. Yerkabuğunda ki zararlı radyasyonlar insanın özellikle hassas olan sinir sistemine ve beynine stress seklinde (uyarım bölgeleri) etki etmektedir tıpkı yanlış yönlendirilen bir bilgisayar gibi.

Yersel radyasyon anomalilerinin ana nedenleri şunlardır:

1- Kabuk altındaki madenler, tuzlar, kömür ve petrol yatakları, taş yapıları,
2- Yeraltı suları, çökmeler, boşluklar, yarıklar, manyetik alan anomalileri.

Durumun bir sonucu olarak prensipte bu tür sorunları olan bir alan üzerinde en azından konut amaçlı yapılaşmamak gerekir. Eski dönemlerde, örneğin Helen uygarlıklarında, Kelt’lerde ve Çin’de konuya önem verildiği ve yapıların konumlandırılmalarında dikkate alındığı bilinmektedir. Yersel radyasyon anomalilerinin olduğu bir yere yapılaşmak herhangi bir sebepten dolayı kaçınılmaz ise, bu durumda en azından yatak odalarının ve yatakların yerleri dikkate alınmalıdır.

KONUTLARIN ENDÜSTRİ MERKEZLERİNE VE ANA CADDELERE UZAKLIĞI

Gelişen teknolojiler, sanayileşme, nüfus artışı ve göçler, yüzyılımızda şehirlerin çok hızlı büyümelerinde ve dev yoğunlaşım bölgelerinin, anakentlerin oluşmasında en önemli önemli rolü oynamışlardır. Kentsel donatım ve altyapı çalışmalarının yetişemediği, endüstrileşmenin ön planda tutulmasından dolayı yanlış kararların alındığı, uygulamaların yapıldığı bu dev yoğunlaşım bölgelerinde doğa ve insan olguları arka plana itilmiştir.

Yaşadığı ve çalıştığı makro çevrenin giriftliğinden kaynaklanan yoğunluğun yol açtığı gürültü, zehirli ekzoz ve baca gazları, huzursuzluk, yoğunluktan kaynaklanan stress, estetik ve kültürel gerilemeler yüzünden insan, şehirlerde kendisini doğal olmayan bir yaşamsal çevreye sokmuştur. Bu ilişkiler günümüzde bilimsel olarak ortaya konulduğu gibi, kentliler tarafından da gözlemlenmekte, algılanmaktadır. Kentlerdeki ve kasabalardaki bozulma kültürel sorunları da beraberinde getirmektedir. Her insanın doğa ile bütünleşik, sağlıklı ve huzurlu bir yaşama olan hakkına inat, günümüzde hastalığın - sağlığa, stresin - huzura, yapayın - doğala tercih edildiği bir kentleşme çabası söz konusudur.

Bugün yaşadığımız ve çalıştığımız çevreyi ulaşım olanakları ile bütünleştirirken, fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarımızın ötesinde ekolojik dengenin korunması birincil kriterdir. Bu bağlamda gerçekleştirilen uygulamaların ve başarıyla sonuçlandırılan bazı kentsel boşalma çalışmalarının da kanıtladığı gibi, metropolleşmek yerine daha insancıl küçük birimler halinde, yani doğal bir bitki örtüsü ile bezenmiş desantralize gevşek yerleşim ile gelişmişliği sağlamak mümkündür.

İNSANCIL, AİLE VE CEMİYET HAYATINA YÖNELİK ENDİVİDÜEL KONUT VE YERLEŞİM ALANLARI

Her insanın, konutunda ve mahreminde kendisine hizmet eden bir yaşam alanına gereksinimi vardır. Bir şahsiyet olarak küçümseyemeyeceğimiz çocukların dahi kişisel ruhsal ve akli gelişimleri için bir barınaklarının bulunması gerektiğini, aksi taktirde ise özellikle bu hassas yaşlarda sıkça görülen konut koşullarından kaynaklanan çevre hastalıklarının kaçınılmaz hale geldiğini biliyoruz.

Konutumuzun dışında geçirdiğimiz günlük süreçlerde de, doğa ile temasımızı sağlayan yeterli zamanı ve imkanları bulmalıyız. Aksi taktirde, nicel yığılmalara neden olan kentsel yoğunlaşım bölgelerinde, insanın maruz kaldığı dayatma ve yaptırımlar sonucu bireysel gelişiminin zedelendiğini görüyoruz. Bu öğesel anlayışın dikkate alınmamasının yol açtığı yıkıcı sonuçlar, uzun zamandır sadece tecrübelerle değil, aynı zamanda insan ve hayvanlar üzerinde yapılan bilimsel araştırmalarla da kanıtlamnıştır.

Varlığı özlense de, günlüğümüzden uzak olan yapı kültürünün oluşmasında, kişiliğin, sağlığın, yaratıcılığın ve haysiyetin temel kavramları meydana getirdiği, holistik, desantralize, doğasal ve insancıl bir yapı ile yerleştirim olgusu, aynı zamanda bugün temelinden sarstığımız ekolojik ve etik çöküşe karşı bir çıkış yolu olarak ta kabul edilmelidir.

DOĞAL YAPI MALZEMELERİ

Konuya, inşaat günlüğünden alıştığımız tuğla, beton, ahşap, cam, vs. gibi yapıda kullandığımız malzemelerin tekdüzeliğine inmeden önce, bütünsel bir anlayışla yaklaşmak doğru olacaktır. Bütünsel yaklaşımın birinci kaidesi, yapı malzemelerinin tıpkı besin maddeleri, hava ve su gibi yaşamın temel taşları arasında yer almalarıdır. Yeryüzünde herşey bir mikro yada makrokozmos düzeni içinde yaşamakta olup, bu düzende her atom, dalga yada ışın şeklinde yayılan enerji yüklü kuvantlardan oluşmaktadır. İnsanoğlu da işte bu kozmik evrim içinde gelişmiş ve varolabilmiştir.

Bu açıdan bakıldığında binalar da birer yapı organizmasıdır. Yapı organizmaları içlerinde barındırdıkları insanlar ile bir uyum yada uyumsuzluk ilişkisi içindedirler. Canlı bir bedenin içindeki organlardan bir tanesi hasta ise bu hastalık nasıl tüm vücudu etkiler ise, insan ve yapı da aynı paralelliği gösteren bir bütünü oluşturmaktadır. Yapı, vücudumuzu saran üçüncü bir deridir.

Yapı malzemelerinin kabulunu belirleyen, kanunların öngördüğü şartlar, standartlar ve fonksiyonellikleri bakımından uygun olsalar da, en önemlisi, sağlıksal sakıncasızlıkları olmalıdır.

NEFES ALABİLEN CEPHELER (İÇ MEKAN DİFÜZYONU)

Bizi kuşatan üçüncü bir deri olarak himayesinde yaşadığımız, yaşamsal ve çalışma eylemlerimizi gerçekleştirdiğimiz iç mekanların, sürekli havalandırmaya gereksinimleri vardır. Bu, yapı biyolojisinin birincil istemleri arasında olup, günümüzde eski zamanlara göre çok daha önemlidir. Çünkü: Yeni yapılan doğramaların (özellikle plastik) derz kalafatı nedeniyle, pencereden sağlanan havalandırma, öncesine oranla ~10 kat düşüktür, İç mekanlardaki havanın, yapının coğrafyası ve insan eylemlerine göre saatte ~1-2 defa değiştirilmesi gerekirken, kentlerdeki “çağdaş” betonarme yapılarda bu sadece ~0,1 defa olmaktadır ki bu oranların vahimliği karşısında doğru dürüst kapanmayan bir pencereye artık neredeyse sevinmek lazım.

Özellikle şehirlerde soluduğumuz hava küçümsenmeyecek şekilde kirlenmiştir (CO², CO, miktarları sık sık normalin ~10-25 kat üzerinde olabilmekte. SO², azotoksit ve birçok kimyevi zehirli madde gaz şeklinde soluduğumuz havaya karışmakta. Radyoaktif yayılmalar artmakta ve atmosferdeki hava iyonları azalmaktadır.

Modern yapı malzemelerinin zehirli terlemeleri ve açığa çıkarttıkları radon bileşimleri, iç mekanlarda sürekli bir hava değişimini zorunlu kılmaktadır. Yapıların iç mekanlarında meydana gelen smog yoğunlukları, dış ortama göre daha sık oluşmakta ve daha tehlikeli olabilmektedir.

Günümüzde “ileri teknolojiler” ile meydana getirilen yapılarda insanın temel ihtiyacı olan soluduğu hava unutulmakta, yapı bir organizma olarak değil de, bir mekanizma olarak değerlendirilmektedir.

İÇ MEKAN HAVASINDAKİ NEM ORANININ DOĞAL KONTROLU

Havadaki relativ nem oranı doğada %40-70 arasındadır. Modern yapılarda ise, özellikle kış aylarında iç mekanlar ısıtıldığında bu oranın %15-30 arasına kadar düştüğünü görüyoruz.

Fizyoloji ve tıp alanında, insan sağlığına en uygun nem oranının ise %50 civarında olduğu bilinmektedir. İç mekanlardaki nem oranı %40-60 arasında olduğunda, bu değer insanın konfor sınırları dahilinde kalmaktadır.

Nem oranı düşük olan kuru bir hava bünyesinde daha çok toz ve mikrop barındırır, mekandaki elektrostatik yükleri arttırır, havadaki önemli negativ oksijen iyonlarını azaltır, toz ve mikropları iyonize ederek agresivleşmelerine neden olur.

Bu vücudumuzda solunum yollarındaki kirpikli epitellerin fonksiyon dışı kalmalarına, mükoza zarının kurumasına, uyarılmasına ve enfeksiyonuna neden olur. Vücudun kendi kendini iyileştirememeye başladığı iç mekan havasındaki nem yetersizliğine bağlı olarak, enfeksiyon hastalıkları, sinirsel gerilim, başağrısı, yorgunluk, potansiyel düşüş ve göz enfeksiyonları görülebilir.

HAVADAKİ ZARARLI MADDELERİN FİLTRASYONU VE NÖTÜRLENMESİ

Doğada hava sürekli temizlenmekte ve yenilenmektedir. Doğada kullanılan metabolizmaların uğradıkları madde değişimi yaşamın bir kuralı olup, her organın yaşaması ya da ölmesi bu madde değişimine bağlıdır. Temiz havanın fizyolojik açıdan uygun bir bakteri florası vardır, iyonları optimal ölçüdedir, bünyesinde zararlı gazlar barındırmaz ve hoş kokar. İnsanın refah algıları önemli ölçüde soluduğu havanın kalitesine bağımlıdır.

Günümüzde kentsel yerleşim alanlarındaki hava, bünyesindeki zararlı gazlar bakımından kırsal alanlara oranla ~100 kat daha kirli olduğundan, bahçeler, koruluklar, kısa ve yüksek bitkiler, açık toprak zeminler ve uygun yapı malzemeleri ile regenerasyonlarına öncelikle ihtiyaç vardır. Kendi mikro iklimi içerisinde sirküle ederken toksit maddeler ve radyoaktivite ile zenginleşen iç mekandaki solunmuş havanın, solumamız için bize tekrar tekrar döndükçe, oksijen oranı da giderek düşer. Bu kısır döngünün sonucunda insan ve mekanı paylaşan diğer canlılar zehirlenebilir, hücre yenilemeleri yavaşlar, alerjiler artar.

ISI YALITIMI VE ISI DEPOLANMASI ARASINDAKİ UYUMLU ÖLÇÜ

Güneş, bir kuş yuvası ve eski insanların yaptıkları doğal barınaklar bize en doğru, bütünsel ısısal öğretileri gösterirler. Bu öğretiler salt ekonomik bir yönelimde olmadıklarından yanlış ve aldatıcı değillerdir.

Isı, ortama etkiyen tüm faktörler bir uyum içinde sıralandığında doğruluk kazanır. Bu faktörlerin belli başlıları: depolama, yalıtım, ısının düşürülmesi, yüzey ve hacim sıcaklıkları, ayak sıcaklığı, enerji kayıpları, ısınma süresi, ısısal dengeler, kuruma süresi, ısı köprüleri, su buharının yoğunlaşması, iç ve dış ısı kaynaklarının kullanımı ve hava akımlarıdır. Ayrıca bölgedeki iklim koşullarının, havadaki nem oranının, ısıtma sisteminin (ışınım, konveksiyon), havalandırmanın, havanın elektriksel komponentlerinin (iyonizasyon, elektromanyetik yükler ve alanlar) göz önünde bulundurulması gereklidir.

Günümüzdeki ısı izolasyonu anlayışında ise yukarıda belirtilen faktörlerin sadece bir kısmı, kısmen hesaba katılmaktadır. Örneğin kuzeye bakan bir pencere tüm yapıdaki ısı kayıplarının %80’ine kadar neden olabilmektedir.

İÇ MEKANDA İDEAL YÜZEY VE HAVA SICAKLIKLARI

Konveksiyon ısısı ile optimum sıcaklığa ulaşmak olanaksızdır!

Evlerde, iş yerlerinde ve okullardaki alışılmış çalışma ortamı sıcaklıkları genellikle yüksek tutulduğundan, sağlığımız ve refahımız bakımından hiç de uygun olmayıp, bu durum genellikle yerinde doğru olmayan ısıtma sistemlerinin, yapı malzemelerinin kullanılmasından ve alışkanlıklarımızdan kaynaklanmaktadır.

Fazla sıcak havanın oksijen oranı azdır ve kurudur, bünyesindeki kolibasili ve zararlı gaz bileşimleri daha aktiftir. Bu çabuk yorulmamıza, konsantrasyon azalmasına, potansiyel düşüşüne, başağrısına, nabzın yükselmesine, vücutta ısı birikimine ve kendimizi rahat hissedememize yol açar. İç mekanda etkili olabilecek hava akımları yüzey ve oda sıcaklıkları arasındaki farklılıklara bağlıdır. Bu hava cereyanları romatizmal ve nevraljik rahatsızlıklara yol açmaktadır. Halk dilinde “başını serin tut, ayaklarını sıcak!” deriz. Bu tabir aynı zamanda, derin nefes alma, zindelik, soğuğa dayanıklılık, konsantrasyon kabiliyeti ve performans gücü gibi sağlıksal-bilimsel kuramları da dile getirmektedir. Alışılmış termik monotonluk, hayvanlar ve insanlarda da olduğu gibi, sera bitkilerinin yetişmesini ilk başta desteklese de, doğada hassaslaşırlar.

ISITMADA IŞINIM SICAKLIĞI VE GÜNEŞTEN FAYDALANMA

Alışılagelmiş kaloriferli ısıtma sistemleri her ne kadar konforlu çözümler gibi görünseler de, sağlıklı olmadıklarından, ısıtma sektöründe günümüze kadar hüküm süren ekonomi ağırlıklı gelişmelerin bir sonucu olduklarını kabul etmemiz gerekir. Özünde ekonomik bile olmayan bu yanılgının kaçınılmaz sonuçları, tamamen fosil enerjilere olan bağımlılığımızdan, ekolojik döngüleri hiçe saydığımızdan, güneş enerjisini kullanmadığımızdan (ya da yanlış kullandığımızdan) ve hala inatla, pahalı, tutumsuz ve zararlı olan konveksiyon sıcaklığı ile ısındığımızdan, bugün ciddi boyutlara ulaşmıştır.

Isınmanın sembolü olan güneşin ve ateşin doğallığını, yeniden hatırlamak zorundayız. Sıcaklık kalitesinin aslında ne olduğunu -psikolojik ve fizyolojik olarak- bir alevin önünde durduğumuzda, ya da güneşin altında his edebiliriz. Bu ışınım sıcaklığında gerçekleşen sağlıksal faydalanımda, kızıl- ve morötesi ışın terapileri ile renk ve iyon terapileri bir arada etkimektedir. Madde olarak ‘ateş’, kan dolaşımına, cildin kan deveranına, metabolizmal asimilasyona ve hormon dengesinin regülasyonuna olumlu etkimekte, bunun yanında bağışıklık sisteminin güçlenmesini, vücut direncinin artmasını ve uyumlu, rahat bir atmosferin oluşmasını desteklemektedir.

YENİ YAPILARDA HEM DÜŞÜK HEM DE ÇABUK AZALABİLEN NEM ORANI

Aklı başında hiç kimse ıslak giysiler giyinmez. İkinci derimiz giysiler için geçerli olan, üçüncü derimiz olan yapılar için de geçerli olduğundan, yeni yapıların da içinde oturmaya başlamadan önce kurumuş olmaları gerekmektedir.

Örneğin betonarme karkas sistem, ~ 900 m³ hacminde bir konutun inşası için yapıya dahil edilen ~ 80.000 litre suyun tamamen buharlaşması yıllar sürdüğünden, malzeme ve sistem seçiminin bu konuda ne kadar önemli olduğu açıkça görülmektedir.

Nemli bir yapının bünyesinde patojen rüşeymler (mantar, bakteri, virüs) gelişir. Bunların açığa çıkarttıkları gazlar ise çoğu kez hoş kokmaz. Yapıda yoğun bir şekilde zehirli toksinler açığa çıkaran küf mantarlarının da alerjik ve kanserojen etkileri olabilmektedir. Günümüz çağdaş yapılarından açığa çıkan su buharında ayrıca kimyasal zehirler de (beton ya da ahşaptaki koruyucu katkı maddelerinden, sentetik reçineli yapıştırıcılar ve cilalardan) buharlaşmaktadır. Ayrıca ıslak yapıların havalandırma (temiz hava ikmali) ve ısı yalıtımı kapasiteleri de daha düşüktür. Buna örnek olarak betonun bünyesindeki nem oranının % 2 artması halinde, ısı iletkenliğinin % 25 artmasını gösterebiliriz. Önemli diğer bir faktör de, yeni masif (betonarme karkas, yığma) yapıların buğulandırıcı soğuma etkisi yüzünden ısınma için daha fazla enerjiye gereksinim duyduklarıdır.

KOKUSAL NÖTÜR ORTAM, TOKSİK GAZLAR AÇIĞA ÇIKARMAYAN ORTAM

Dünya Sağlık Örgütü: WHO, yayınlarında “indoor-air-pollution” olarak tanımladığı iç mekanlardaki hava kirliliğini, bugün inanılmaz bir hızda yayılan uygarlık alerjilerinin birincil sebebi olarak göstermektedir.

Metropollerde yetişen insanların koku duyuları öylesine dejenere olmuştur ki, ’çağdaş’ dediğimiz bir konuta adımımızı attığımızda, içerisinin bir kimya laboratuvarı ya da bir hastane gibi itici koktuğunu farketmeyiz bile. Farketsek bile doğal karşılarız, kanserojen ortamı kabulleniriz. Bu duruma zamanla alışıyoruz ve normal olmayan sonunda normal oluyor.

Bize yabancı gelen ve kötü kokan, sadece tiksindirici ve cansıkıcı değil, aynı zamanda rahatsızlığa ve keyifsiz bir ruh haline de neden olduğundan, etki süresi uzadıkça ve yoğunluğu arttıkça, sağlığımızı da giderek artan oranda olumsuz etkileyebilmektedir. Etkiler akut, kronik ve/ya da mutajen (kalıtım lezyonu) olabilir.

DOĞAL IŞIK, AYDINLATMA VE RENK ORTAMI

Günümüzde doktora bu kadar çok ihtiyaç duymamızın nedenlerinden birisi de, özellikle kentlerde, güneşi az görmemizden kaynaklanmıyor mu? Bugün bir de doğruymuş gibi, ışığın, ısının, renklerin ve yaşamın kaynağı olan güneşi, evimizden ve yaşadığımız çevreden giderek uzaklaştırmaktayız. Kentlerdeki yoğun yapılaşma ve smog, camlar arkasında geçirdiğimiz günlük hayat, bizi bu yaşamsal önemi olan enerjiden izole etmektedir. Yaşantımız körelir ve renksizleşir.

Bildiğimiz pencere camı ultraviyole ışınlarını %100’e varan bir oranda tutar, geçirmez. Ultraviyole ışınlarının olmadığı kapalı bir ortamda soğukalgınlığı, astım, bronşit gibi hastalıkların mikropları ürer ve D-vitamini oluşamaz. Bedendeki D-vitamini eksikliği ise, raşitizm (kemik hastalığı), kari (diş çürüklüğü), gelişim bozuklukları ve tansiyon düşüklüğüne neden olur.

Yapay ışık ve renkler doğal olanın yerini doldurmada yetkinsizdirler ve yabancı bir cisim olarak gereken doğasal ilişkiyi kuramazlar. Nitelik niceliğin yerini dolduramamaktadır. Doğal ışık spektrumunun morötesi, kızılötesi ve renk çeşitliliği, fizyolojik açıdan bedenimizi, psikolojik açıdan da ruhsal durumumuzu olumlu etkilemektedir.

SES VE TİTREŞİMLERİN İNSANA GÖRE YÖNELİMİ

Bugün kentlerde yaşayan insanların ~%75’i, konutlarındaki gürültü ortamından yakınmaktadırlar. Bu insanların ~%10’u da bir rahatsızlık düzeyine daha az, ya da ağır işitmektedir. Nüfus yoğunluğu ve trafik arttıkça, endüstri bölgeleri genişledikçe ve sosyalleşmeden çok bireyselleşmeyi körükleyen metropol yaşantısında ‘birey’ düşünmeden gürültü edebildikçe, ses ve titreşimlerin sağlığımız üzerindeki olumsuz etkilerinden kurtulamamız mümkün olmayacaktır. Diğer bir gerçek te şudur ki, sanayileşmiş günümüzde konu ile ilgili normların belirlenmesinde baz alınan değerler insan kulağı değil, motor, iş makinaları, otomobil gibi endüstri ürünlerinin akustik şiddetleridir.

Bilinen bir çok gürültü ve titreşimden kaynaklanabilen hastalık vardır. Bunlar : sinirsel gerilim, nevroz, baş, göz ve kulak ağrıları, depresyonlar, uyku düzensizliği, solunum rahatsızlıkları, vazokonstriksiyon, baş dönmesi, salgı sistemi, kalp ve tansiyon rahatsızlıkları ve düşük doğumlardır. Bunun ötesinde ses ve titreşimler özellikle küçük yaştaki çocuklarda davranış bozukluklarına, gerginliğe, agresiv davranışlara, hoşnutsuzluğa, yaşamdan korkmaya ve konsantrasyon eksikliğine yol açmaktadır. Fareler üzerinde yapılan deneyler, gürültüden kaynaklanan stres ortamında kanserin iki katına çıktığını göstermiştir.

İnsan metabolizmasının ses ve titreşim yoğunluğuna biyolojik adaptasyonu mümkün değildir. Aksine, artan gürültü nisbetinde hassasiyetimiz de artmaktadır.

YAPI MALZEMELERİNİN RADYOAKTİVİTELERİNİN DOĞAL ORTAMDAN DÜŞÜK OLMASI

Radyoaktivite de zararın başladığı bir alt limit yoktur. Limit “sıfır” noktasıdır.

Radyoaktivitenin uzun zamandır bilinen zararlılığı, yapı sektöründe bugüne kadar dikkate alınmamıştır. Tersine, yapı malzemelerindeki radyoaktivite araştırıldığından ve zararlı etkileri ortaya konulduğundan beri, radyoaktif atık maddeler içeren yapı malzemelerinin artan oranda üretilerek piyasaya sürüldüğünü görüyoruz. Kimyasal alçı, yüksek fırın çimentosu, cüruf tuğlası, cüruf yünü, cüruf kumu, sunni ponzataşı, ponza taşlı beton, kırmızı çamurlu tuğla gibi.

Yapılar, salt yapı malzemelerinden dolayı bile tamamen radyoaktiviteye bulaşmış olabilirler. Örneğin cüruf betonu ile yapılan binalarda radyoaktivitenin çevredeki doğal değerden ~ 3 kat daha fazla olduğu ölçülmüş olup, benzeri paralellikler kimyasal alçı plakaların kullanıldığı yapılarda da tespit edilmiştir. Tersine, ahşap evlerde bu etkilenim çevredeki doğal radyoaktivitenin %20 altındadır. Kötü havalandırılan kapalı ortamlarda soluduğumuz havanın radyoaktivitesi, kimyasal zehirleri de ilaveten göz önünde bulundurusak, difüzyona açık iç mekanlara oranla ~ 10 kat a kadar daha fazla olabilmektedir.

Kimyasal bileşimleri ve biyolojik aktiviteleri bilinmeyen tüm yapı malzemeleri radyoaktiviteleri bakımından araştırılmalı ve bu faktör bir malzemenin piyasaya sürülmemesi ya da kullanımının denetlenmesi için yeterli neden olmalıdır.

HAVADAKİ DOĞAL ELEKTRİKSEL ALANIN KORUNMASI

“Havadaki doğal elektriklenmenin sıfır potansiyelinde olduğu bir ortamda insan türü iki, en fazla üç nesil sonra kısırlık ya da organik deformasyonlar yüzünden tükenir”. (Prof. Dr. J. Pech)

Yaşadığımız çevredeki hava değişikliklerinin kendimizi iyi hissedip etmememize etken olduğu bilinmektedir. Havadaki doğal elektriksel iklim dengesinin bozulması virüslerin, bakterilerin, mantarların ve haşerelerin kitle halinde çoğalmalarına neden olur. Bu çoğalma bitkilerde muzayakaya, hayvanlarda epidemilere yol açabildiği gibi, insanlarda da: grip, çocuk felci, beyin zarı iltihabı, tüberkiloz, tifo, kolera ve kalp rahatsızlıkları ile bağıntılıdır. Ayrıca ölüm oranının yükselmesinin, kazaların, intiharların ve kriminalitenin artmasının, birçok etkenin yanında radyasyona da bağlı olduğu istatistiklerle kanıtlanmıştır.

Yapılaştığımız çevrede, doğal elektriklenmesini uyum içinde koruyan bir mikro atmosfer istiyorsak ahşap, mantar, yün, kerpiç gibi malzemelere yönelmeliyiz. Bu malzemeler elektrostatik olarak yüklenmezler. İyonları, fizyolojik açıda insan sağlığına uygun bir şekilde dağıtırlar. Elektriksel doğru alanların azalmasına ve kutupların değişmesine neden olmazlar. Yeryüzündeki tüm canlılar ve insanlar için hayati önemi olan atmosferdeki elektriksel alternatif alanları izole etmezler.

YERKABUĞUNDAKİ DOĞAL MANYETİK ALANIN KORUNMASI

Doğa, elektriksel ve manyetik enerjiler ile yoğunlaşmıştır. Bu enerjiler bir uyum ya da uyumsuzluk şeklinde etkili olur. Her enerji biçiminin, her atomun ve hücrenin ayrıca manyetik bir momenti vardır. Manyetik alanların etkisi sonucunda kanserli hücrelerin gelişebildiği bilinmektedir. Ayrıca manyetik alanların doku yenilenmesine, anzim aktivitesine, oksijen kullanımına, vücut ağırlığının değişimine ve yaşam süresine etkili olduğu ispat edilmiştir.

Bu bağlamda, yapılarda dikkat etmemiz gereken hususların başlıcaları şunlardır:

1- Topraktaki manyetik alanların, manyetik ekran etkisine uğramamaları (örneğin çelik levhalar ile).

2- Ferromanyetik distorsiyonun (deformasyon) oluşmaması (demirli beton, çelik taşıyıcılar, tesisat boruları, demir, ısıtma sistemleri gibi elemanlar ile).

3- Yapay manyetik alternatif alanların önlenmesi (elektrik tesisatlarından, evde kullanılan elekrtikli araç ve gereçlerden yayılan).

Ayrıca, metabolizmamız uyurken dış etkenlere karşı daha hassas olduğundan, içimizdeki manyetik alanın çevremizdeki manyetik alanlar tarafından bozulmamasına önem göstermeliyiz. Bu olumsuz etkilenim, yatak çevresindeki elektrik tesisatına ve yaylı yada demir taşıyıcılı bir yatak üzerinde uyumamıza bile bağlı olabilir.

TEKNİK ELEKTROMANYETİK ALANLARIN YAYILMAMASI

Elektroteknik, insanlığın -tarihinin herhangi bir zamanında- yaşam ile giriştiği, aydınlatıcı elektrobiyolojik bilgilerden yoksun uygulanmaya devam eden, en büyük deneydir. Bu tehlikeli teşebbüste meydanın elektrotekniğin fenomen uzmanlarına terk edilmesi ve bizi körelten gelişim histerimize hakim olamayıp biyologların, tıp doktorlarının, psikologların, vs. uyarılarına kulak verilmemesi, sonunu öngöremeyeceğimiz büyüklükte bir sorumsuzluktur.

Etki alanında yaşadığımız yapay radyasyon ikliminin doğal nispetlerinden ciddi oranda saptığını biliyoruz. Bu uyumsuzluğun ve kangren durumun zararlı olabileceği kuşkusu bile, aslında dikkatleri ve sorumlulukları üzerine çekmeye yeterli olmalıdır.

Bedenimizin, değişen elektromanyetik çevre niteliğine adapte olamayacağı, bundan hassas organik yaşam sürecinin etkileneceği ve elektrostresin diğer stres faktörleri gibi, sonu kansere kadar varan etkisinin olacağı, bilimsel olarak sabittir. Lösemi vakalarının ve intihar oranlarının atmasının, konutlarımızda giderek yaygınlaşan teknik elektromanyetik alanlarla doğru bağlantılı olduğunu istatistikler ortaya koysa da, gerekli sonuçların çıkarılması ve önlem olarak uygulamaya aktarılması için yetersiz kalmaktadır.

YAŞAMSAL ÖNEMİ OLAN KOZMİK-ARZİ RADYASYONUN DEĞİŞİME UĞRAMAMASI

“Kozmik izolasyon ortamında yaşam ölür”. Prof. Bose’nin Hindistan’da yaptığı deneylerde bitkiler seralarda daha zayıf düştüğünden, düşük elektriksel uyarımlara dahi direnç gösteremeyerek çürümüşler, aynı dozajdaki elektriksel uyarımlara maruz bırakılan açık havadaki çiçekler ise normalin üzerinde bir gelişim göstermişlerdir.

Betonarme karkas ve çelik yapılar sıkça “faraday kafesine” benzetilir. Atmosferik radyasyonların perdelendiği bu iç mekanlarda sıfır-potansiyel şartları oluşur ki, bu da sadece doğadaki doğru alanları değil, diğer yaşamsal önemi olan, manyetik alanları, düşük frekanslı elektriksel alternatif alanları ve hakkında az bilgi sahibi olduğumuz kozmik-arzi radyasyonları da kapsar.

Mikrodalgalardan özellikle andokrin güdümler etkilenir ki, bu da tüm organizma düzeninin bozulmasına yol açabilir (’yanlış programlanma’). Böyle durumların ilaçla önüne geçmeye çalışmak, kısır bir semptom tedavisinden başka bir şey değildir. Olası bir çıkış yolu ise yapı-biyolojik yönelimli bir konut değişimi olabilir.

MEKAN ÖRGÜTLEMELERİNDE FİZYOLOJİK BİLGİLERİN UYGULAMAYA AKTARILMASI

Sanayileşmiş toplumlarda her yıl nüfusun ~ %2.4’ü ev kazalarında yaralanmakta, bu kazaların ~ %0,7’si ise ölüm ile sonuçlanmaktadır. Özellikle çocuklarda lordoz ve skolyoz (çarpıklık) omurga giderek artan oranda görülmeye başlanmakta olup, buna örnek olarak Almanya’da muayene edilen ortaokul ögrencilerinin %60’ında omurganın dejeneratif olduğu tesbit edilmiştir. Yetişkin insanların %50’si de yaşamları süresince herhangi bir omurga rahatsızlığı geçirmişlerdir. Masa başındaki ofis çalışanlarının ~ %85’inde omurlararası ağırşak, omuz ya da diz ağrılar vardır.

Fizyolojik bilgiler ışığında örgütlenmiş mekanlara olan talep, topluma bir anlayış kazandırılıp sorumluluk duyguları aşılandığında oluşabilir. Bu gerçekleştiğinde konutların, okuların, iş yerlerinin, dinlence mekanlarının, hastanelerin, vs. teşekkülü ve donanımı için gerekli olan üretim randımanlı olur, talebin karşısında arz artar.

Ancak böyle bir gelişme, salt fizyolojik fonksiyonları açısından ele alınıp günlük eylemlerin giderilmesine indirgenmemelidir. Fizyolojik sağlığımızın yanında psikolojik sağlığımızın, kültürel ve kreativ ihtiyaçlarımızın ve ferdiyetimizi korumaya olan ihtiyacımızın da büyük önemi vardır. Bu bağlamda yarınımızın ve gelecek nesillerin sorumluluğunda, kreativ, bütünsel, sanatsal, organik ve canlı yaşamalanları oluşturmak zorundayız.

ÖLÇÜ, ORAN VE FORMLARIN UYUMLU OLMASI

Ahenk: doğasal, bütünsel, tam, malzeme uygunluğu, insancıl ve nitelikle nicelik arasındaki uyum demektir.

Yapı ve yerleştirim olgusu da, bu gözlem perspektifiyle değerlendirilir. Yapılaştığı çevresi, bir toplumun zihinsel maneviyatının (durumunun) suretidir. Bu nedenden dolayı yapı kültürünün çöküşü de birincil olarak zihinsel boyutta başlayacaktır. İnsanlarda iç ahenk eksik olduğu sürece, çevremizde bir dış ahenk inşaa etmek nasıl mümkün olabilir? Betonlaştırdığımız çevremizin kaçınılmaz olarak yaşam karşıtı, doğaya yabancı, basit formlardan (uzunluk x genişlik x yükseklik) meydana geliyor olmasının temelinde çöküş yatmıyormu? Hapishaneyi andıran beton kutularımız fiziksel-materyel bir minimumda varolmayı sağlasa da, ruhsal gelişimi, sağlıksal ve zihinsel evrimi bastırmaktadır.

Konutlarımızın, köylerimizin ve kentlerimizin, geçmiş kültür çağlarında olduğu gibi, doğa ile uyum içinde, organik bazda tekar bütünleşebilmeleri ve gelişebilmeleri gerekmektedir. Bu uyumu sağlayan, endividüel çoğulluk ve özgürlükle seçilmiş ölçü, oran ve formların öğretmeni ise canlı ve cansız evrendir. Mimaride ahenk, bireyin doğa ve evren ile barışıklığına hizmet eden, ruh güzelliğini destekleyen bir eğitim faktörüdür. Yapı biyolojisinin ve yapı kültürünün özlüğü bu bağlamda aynıdır.

YAPININ, OLUŞUMU VE YIKIMINDA ÇEVRE SORUNLARINA VE YÜKSEK ENERJİ TÜKETİMİNE NEDEN OLMAMASI

Uygarlığımızı gelecek nesillere taşıyabilmemiz, doğayı bütünselliğiyle kavrayıp, ona uyum göstermemize bağlıdır. (F. Capra, ABD, fizikçi)

Materyel ve psikolojik açıdan var olan çevre dejenerasyonu, bugüne kadar görülmemiş bir hastalık ve rahatsızlıklar salgını, yaşanan kreativ ve kültürel çöküş. İşte statükomuzu bu kadar açık bir dille haykıran işaretçiler. Ne yazık ki günümüzde çoğumuz hala insanlık tarihinin bugüne kadar gördüğü en ciddi krizi yaşadığımızın bilincinde değil.

Yapı sektörünün konuya olan yakınlığı nedir? Yapılar bedenimize en yakın çevreyi oluştururlar. Yaşantımızın %90’ını da bu yapay çevrede geçiririz. Günlüğümüzün kaçınılmaz ekipmanları olan ve çoğunluğu zehirli maddeler içeren yapı ve endüstri ürünleri, örgütlediğimiz iç mekanlarda kullanılmakta ve burada az ya da çok sağlığımızı tehtid etmektedir. Sağlığımızı olumsuz yönde en az etkileyen ahşap ve yün gibi doğal malzemeler bile endüstriyel bir dejenerasyona uğradıklarında, örneğin kimyasal çözeltilerle boyandıklarında, emprenye edildiklerinde, cilalandıklarında, sağlığımızı tehtid edici bir nitelik kazanırlar. Bir çok yapı malzemesinin üretimi sırasında toprak, hava ve sular kirletilmekte, zehirlenmekte ve geleceğimizin varolmalarına bağlı olduğu sayısız canlı türünün habitatı ortadan kaldırılmaktadır.

Yapı malzemelerinin ve mobilyaların seçiminde her fert örgütlediği ve yaşadığı çevresinin sağlıksal geleceğini düşünmeli ve seçimini bu bilinç ışığında yaparak, çevreyi korumaya imkanlarınca katkıda bulunmalıdır.

AZALAN VE SAKINCALI HAMMADDE TÜKETİMİNİN KÖRÜKLENMEMESİ

“Benden sonrası tufan” parolasıyla, bolluk ve fuzul içinde yaşayan uygarlıklara, tüketim toplumu denir. Doğayı ve kültürü yok eden. Çöp üreten.

Gezegenimizi bu denli sömürmemize ve taşıma sınırlarının bu denli zorlamamıza rağmen, gelişmeyi sözde sembolize eden birtakım rakamlarla övünerek, kendimizi kandırmaya devam ediyoruz. Yapı olgusunda da hala inşatın, yerleştirimin, ısıtmanın, vs. konuyla ilgisi yokmuş gibi bir tutum içerisindeyiz.

Çıkış yolunu açan gerekli önlemler ne olabilir? Bunlar:

•Yenilenebilir yapı- ve hammaddelerin kullanımı (ahşap, saman, kokos elyafı, mantar, yün, pamuk, saz kamışı, sisal keneviri...)
•Her yerde yeterince bulunan yapı malzemelerinin kullanımı (kerpiç, killi toprak, kireç, kum, magnezit, doğal taşlar...)•Enerji gereksinimi az olan yapı malzemelerinin kullanımı (üretim, uygulama, taşıma, geri dönüşüm, arıtma)•Çevre dostu ham- ve atık maddelerin yapıda kullanımları (ahşap, saman, kerpiç, saz kamışı, arıtılmış elyaf, vs.)•Isıtma, sıcak su ve aydınlatmada kendi içinde işleyen kapalı sistemler (örneğin: güneş ve rüzgar enerjisi, geotermi, tezek + atık ahşap...

YAPILAŞMADAN KAYNAKLANAN ZARARLI YAN ETKİLERİN, SOSYAL PROBLEMLERE DÖNÜŞMEMESİ

Sağlığın tanımı: “kusursuz bedensel, ruhsal ve sosyal refah durumu” (WHO Dünya Sağlık Örgütü)

Dünyadeki her bir insanın, WHO’nun tanımladığı bu yaşamsal hedefine hizmet etmek, bir topluluğun başlıca görevidir. Çalışmamıza anlam veren en basit - en yakın nedeni bu görevin içinde bulabiliriz. Yapı ve yerleştirim olguları da, temel hak ve özgürlüklerimiz arasında öncelikle bulunan “sağlıklı yaşama” hakkının gerektirdiği yaşamalanı koşullarını yerine getirerek, konuda nihayi bir hisse sahibi olabilir. Bu, bütünsel, aydın, insancıl, ekonomik, sosyal ve sorumluluk bilincindeki bir yönelim demektir.

TEMEL İLKELERİN AMACI İSE ŞUDUR :

•Yapıyı ve yerleşim olgusunu, hastalıklara neden olan ve çevreyi tahrip eden bir faktör olarak ortaya koymak.
•Tapısal çevrenin, global çevrecilik hareketleri içerisindeki elemanter önemliliğini aktarmak.•Bir taraftan yapı / yerleşim, diğer taraftan da sağlık / refah / hastalık arasındaki yakın ilişkileri göstermek.•Eğitim ve bilim, ekonomik, politik, idari ve sağlık kurul ve organların konuya yönelik sorumluluklarına dikkatlerini çekmek.•Yapı-biyolojik bilgilerin tabana yayılmasını sağalmak.•Konuya duyarlı, geniş görüşlü kişileri dayanışmaya çağırmak.•İnşaat piyasasında tüketicilere yapı malzemeleri ve uygulamaları konularında objektif bir danışman olmak.•Yerleşim ve imar alanlarının yoğunlaştığı bölgelerdeki konsantrasyon sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak.•Biyoloji ile ekolojinin biçimlendirdiği gerçek bir yapı-kültürünün, aynı zamanda toplumsal bir eğitim olarak gelişmesi için fikir vermek.•Yaşamayı ve yerleşmeyi daha insancıl kılmak için, yaşam koşullarının düzelmesine yardımcı olmak ve insanı yapı olgusunun odağına yerleştirmek. •Araştırmalar ile uygulamalar arasında aracı olmak.


Yorumlar

ahmet angın 3 Mayıs 2016

doğruları bulmamıza yardımcı oluyorsunuz..ben emekli diş hekimiyim..birkaç arkadaş ..örnek bir doğal yaşam alanı yapıp örnek olmak istiyoruz..sizlerden yararlanmak isteriz.

Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)