Refah Seviyesi Yükseldiğinde Nitelikli Konut Talebi Artar

Hakan Günderen

ELMOR A.Ş. Genel Müdürü

Türkiye’nin nitelikli konut üretimine ihtiyacı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu üretimin önündeki en büyük engel ise; ülkemizin gelişmişlik düzeyi ve refah seviyesi. Önce halk belli bir refah seviyesine ulaşacak ki; beslenmeden sonra gelen barınma ihtiyacının daha nitelikli hale gelmesi talebinde bulunsun.

Sürdürülebilirlik kavramı son yıllarda ülkemizde çok konuşuluyor, tartışılıyor. Bu kavramın doğru algılandığını düşünüyor musunuz? E.C.A. ve SEREL markalarının kurum kültüründe sürdürülebilirliğin yeri ve önemi nedir?


Sürdürülebilirlik kavramı günümüz yaşantısında tüm süreçlerin içerisine girmiş durumda. Doğadan ölçüt alınarak, ekolojik dengelerin sürdürülebirliği zorunluluğundan doğan kavram, daha sonraları ekonomi dahil bütün literatürlere dahil oldu. İnsanoğlu ne üretirse üretsin zaten doğayı taklit ediyor, oradaki gerekliliklerden hareketle icatlar yapıyor. Bence aslında sürdürülebilirlik kavramı da yine doğanın bize sunmuş olduğu bir bilgi. Bu bilginin çok farklı boyutları var, eğer sürdürülebilirliği çevrecilik boyutunda değerlendiriyorsak ve kurumumuzun bununla olan ilişkilerini ölçüyorsak başka bir boyuttan bakmamız gerekiyor. Sürdürülebilirliği ekonomik alanda veya iş süreçlerinin değişebilir-gelişebilir ve bu gelişimin sürdürülebilir olmasının tasarlanmasından bahsediyorsak başka bir bakış açısı gerekir.

Mimaride sürdürülebilirlik kavramının önemli iki yönü olduğunu düşünüyorum. Birincisi yeni yapılan binaların doğayla uyum içerisinde, doğayı daha az tahrip ederek varlığını sürdürülebilmeleriyle ilgili gereklilikler. İkincisi ise ekonomik kısmının sürdürülebilir olması. Biz kurum olarak işin bina yapan kısmında değiliz, bu müteahhitlerin işi, ama biz müteahhitlere yapmış oldukları binalarda kullanacakları ürünleri üreten bir firma olarak, ürünlerimizin endüstriyel tasarım süreçlerinde, doğal kaynakları tasarruflu kullanmak gerektiğinin bilincine zaten uzun bir süredir sahibiz. Ayrıca bu bilince bir de insan sağlığı faktörünü ekliyoruz.

Ürünlerinizin LEED Yeşil Bina Sertifika sistemine katkıları nelerdir?

“Ecologic”de bizim için bir marka aslına bakarsanız, ürünlerimizin genel mottosu diyebilirim. Ürünlerimizin %80-90’ı özellikle son yıllarda çok gündemde olan LEED Yeşil Bina Sertifika sistemine uygun özellikleri taşıyor. Bu sistemlerde tüm binanın toplam puan değerinin hesaplanması için oldukça fazla ürün ve süreç çözümleri var. Biz kendi ürünlerimizin sisteme sağlayabileceği maksimum puan değerlerini baz alarak üretim yapıyoruz.

Mimar ve yatırımcı malzeme seçiminde nelere dikkat etmelidir?

Mimarlar elbette projelerini sürdürülebilirlik düzeyinde gerçekleştiriyorlar. Ancak binanın çevreye verdiği zarar, yanlış malzeme seçiminde başlıyor. Ülkemizde maalesef mimarlar ithal marka kullanmayı önemli bir prestij olarak değerlendiriyorlar. Ancak genellikle ürünlerin nitelikleriyle ilgili herhangi bir sorgulama yapılmıyor. Zaten müteahhit de seçilen ürünün, projesinin ekonomisine uygun olmasını önemsediği için ithal olan ürünün en ucuz versiyonlarına bir yönelim gerçekleştiriyor. Oysa ki bu ürünlerin üzerindeki markanın yabancı olması dışında, ne enerji verimliliğine ne de su tasarrufuna bir katkısı olmayabiliyor. Belki de ithal ürünlerin prestij sağlayacağı algısından uzak, objektif bir seçim yapılsa, binada kaç kişi yaşayacağı, su tüketiminin ne kadar olacağı, ne gibi önlemler ile tasarrufa gidilebileceği, bu tasarrufun ülke ekonomisine katkıları gözönünde bulundurulsa çok daha verimli sonuçlar elde edilebilir.

Ülkemizde su tasarrufu konusundaki yasal süreçlerin yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?

Ülkemizde enerji verimliliğine yönelik bazı yönetmelikler mevcut ancak bunlar elektrik, doğalgaz, petrol gibi enerji kaynaklarını kapsıyor. Suya yönelik herhangi bir yasal mevzuat henüz yok. Aslında olmalı çünkü su tüketimi de direkt enerjiyle ilgili. Konuyu sadece suyu tüketmek olarak görmemeliyiz. Suyu kaynağından kullanım yerine taşımak için de bir enerji harcanıyor. Enerji verimliliği mevzuatı ile bazı ürünlerin kullanılması zorunlu hale getirildi. Örneğin termostatik radyatör vanasının kullanımı 2012 yılının başından beri zorunlu ancak ne kadar kullanılıyor... Ben yeni ruhsat almış projelerde dahi bu vananın kullanıldığını görmüyorum, çünkü diğer vanaya göre iki kat daha pahalı. Aslında ülke ekonomisine 10 kat faydası var, ilk yatırım maliyeti yüksek olabilir, ancak orta ve uzun vadede sağlayacağı faydalar çok daha fazla... Bu tip uygulamaların ancak cezai yaptırımlar ile uygulanabilir olduğunu düşünüyorum.

Konut sektöründeki gelişmelerden firmanız nasıl etkileniyor?

Elbette olumlu etkileniyor, aksi düşünülemez. Türkiye’de son 3-4 yıldır sevindirici bir durum yaşanıyor. Yılda ortalama 800 bin adet konut ruhsatı alınıyor. Türkiye genç nüfusa sahip bir ülke. Son 15 yılda nüfusun yaklaşık %75’i kentlerde yaşıyor olmasına rağmen hala çok niteliksiz konutlarda oturan vatandaşlarımız var. Dünya standartlarına baktığımız zaman sosyal konut bile diyemeyeceğimiz standartlarda evlerde yaşıyorlar. Niteliksiz konut stoğu çok fazla, her şehrin neredeyse %75’i bu tip konutlardan oluşuyor.

Bu durumda Türkiye’nin nitelikli konut üretimine ihtiyacı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu üretimin önündeki en büyük engel ise; ülkemizin gelişmişlik düzeyi ve refah seviyesi. Önce halk belli bir refah seviyesine ulaşacak ki; beslenmeden sonra gelen barınma ihtiyacının daha nitelikli hale gelmesi talebinde bulunsun. Halkın refah seviyesi yükseldiği, ekonomik gelişme yaşanmaya başlandığı zaman Türkiye’nin bugünkünden çok daha büyük bir konut yapımına ihtiyacı olacak. Kabaca yapılacak bir hesaplama ile kentsel dönüşüm sürecinden ve evliliklerden dolayı oluşacak hane ihtiyacı önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde 10-12 milyon adet olarak hesaplanabilir. Yani yılda 1 milyon ila 1 milyon 200 bin adet konut üretimi anlamına gelir ki; çok ciddi bir sayı ile karşı karşıyayız. Ancak bu konut üretimi, modern şehircilik anlayışı ve geleceği planlayan belediyecilik yaklaşımı ile bir bütün olarak gerçekleşirse ortaya olumlu sonuçlar çıkabilir. Eğer bu zorunluluklar ıskalanırsa kendimizi yine memnun olmadığımız bir durumun içerisinde bulabiliriz.

Kentsel Dönüşüm sürecinde yılda yaklaşık 1 milyon konutun yenilenmesi gündemde . Özellikle Çin malı ürünlerin pazara girmesi söz konusu. Kurum olarak bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Araştırmalar gösteriyor ki; her yeni kurulan eve 42 bin kalem ürün giriyor. Toplu iğneden, mutfak eşyasına, televizyona kadar her türlü tüketim ve dayanıklı tüketim ürünleri... Dolayısıyla bu sürecin tüketimi artıracak bir unsur olduğunu düşünüyorum. Bu kadar konutun yapılması sadece inşaat sektörünün gelişimini değil, tüm sektörleri ilgilendiren bir sonuç doğurur. Önemli bir iç pazar dinamiği yaratır, ancak bu durum bizim gibi gelişmekte olan pazarlara yabancı yatırımcıların ilgisini çekecektir.

Ülke ekonomisindeki sanayi kuruluşlarının bu rekabete hazır olması gerekir, bizim için önemli olan bu büyümenin içerisinde kaynakların israf edilmemesi, niteliksiz ürünlerin pazarda yer bulamamasının sağlanması olmalıdır. Ürettiğimiz ürünler mümkün olduğu kadar nitelikli ürünler olduğu takdirde Çin malı ürünlerden korkmamıza gerek kalmaz. Nitelikli ürün üretimi dünyanın her yerinde belli maliyetleri gerektiren bir üretimdir. Bu anlamda baktığınız zaman Çinli firmaların da burada o nitelikli ürünleri satmasının bizim için hiç bir mahsuru kalmaz, biz onlarla rekabet ederiz.

Burada önemli olan, standartların dışında, denetim olmadığı için çok ucuz ve niteliksiz üretilen, tüketicelerin 6 ay kullanıp sonra atacakları ürünlerin Türkiye ekonomisi için bir kaynak israfı yaratacağının farkında olmaktır. Aslında ülkesini seven insanlar olarak buna izin vermememiz gerekmektedir.

Ürün gruplarınız ile ilgili raflardaki fiyat farkları dikkat çekiyor. Bunun sebebi nedir?

Kaliteli olmanın farklı maliyetleri vardır. Ürünler üzerindeki fiyat farkları da bunun yansıması. Armatür örneğini verirsek eğer, rafda yer alan biri ucuz diğeri pahalı olan armatürden, pahalı olan birçok gerekliliği yerine getirmiş olanıdır, bu gereklilikler tüketiciye güveni sağlar. Tüketici de bunu bilerek bedelini öder. Ancak toplumda böyle bir bilinç ve beklenti yoksa, o zaman kalitesiz ürünlere yöneliş yaşanır, bu her zaman olacaktır. Ama bizim gibi çok bilinen, değer verilen markalar için kalite anlayışı kesinlikle ve kesinlikle esnetilemez ve feda edilemez...

Takip ettiğimiz kadarıyla kurum olarak tasarruf ve enerji verimliliğinin altını çizen kampanyalara imza atıyorsunuz. Bu kampanyaların altında yatan öngörü neydi? E.C.A. ve SEREL’in kısa, orta ve uzun vadede neyi amaçlıyor. Bu anlayış kurum bünyesinde ilk olarak ne zaman başladı?

Biz yaklaşık 4 yıldır, gerçekleştirdiğimiz reklam kampanyalarında ürünlerimizin kaliteli ve güvenilir olmasının yanısıra çevreye / insan sağlığına duyarlı olduğunun da altını çiziyoruz. Bunu yapmaktaki amacımız, toplumun belli bir bilinç düzeyine ulaşmasına katkı sağlamak. Tüm üretim süreçlerimizi bu yönde dizayn ettiğimiz için, deklare etmenin de bir sakıncasını görmüyoruz. Algılardaki önemli değişimi hissedene kadar bu konuyla ilgili duyurular yapmaya devam edeceğiz.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)