‘Doğalmış gibi durup’ Doğal Olmayan Malzemeyi Sevmiyorum...

Serter Karabatan

Teamfores

Efesus Stone Sponsorluğunda

Fotoğraf : Can Görkem Halıcıoğlu

Sürdürülebilirlik; malzemelerin çok uzak mesafelere gitmemesi, lojistik maliyetlerin, bakım ve onarım gibi giderlerin artması ya da karşılanamayacak duruma gelmesi sebebiyle yerel çözümler üretilmesi aslında. Bu yerel çözümlerin; akılcı, uzun süreli üretilmesi sonucunda sürdürülebilirlik, kavram olarak dilimize yerleşmeye başladı.

Mimarlığın sürdürülebilir ve ekolojik boyutu ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz?


Sürdürülebilirliği kavram olarak geçen yüzyılın sonlarına doğru duymaya başlasak da; Anadolu’da, geleneksel dünyadaki konut tipolojilerinde ya da yerleşkelerde sürdürülebilirlik kavramı hep vardı.

Bu konuyu inceleyen bilim adamları sürdürülebilirliğin bir şeyin zamansal anlamda devam etmesinden ziyade kolay, yerel ve dayanıklı malzemelerin kullanılmasını da kapsadığını söyleyip, bunları metrik bir takım sınırlar içerisine yerleştirmişler.

Sürdürülebilirlik; malzemelerin çok uzak mesafelere gitmemesi, lojistik maliyetlerin, bakım ve onarım gibi giderlerin artması ya da karşılanamayacak duruma gelmesi sebebiyle yerel çözümler üretilmesi aslında. Bu yerel çözümlerin akılcı, uzun süreli üretilmesi sonucunda sürdürülebilirlik, kavram olarak dilimize yerleşmeye başladı.Araştırmalarımda rastlamıştım -yanlış hatırlamıyorsam- sürdürülebilirlik terimi 1400-1500’lü yıllarda mimaride kullanılıyormuş. Ama Türkiye’de daha yeni yeni bilinen bir kavram sürdürülebilirlik. Biz özellikle iç mimari projelerde bunu bir sosyal sorumluluk görevi gibi üstümüze aldığımız için daha çok işliyoruz. Fakat mimari projelerde bunu söylemek ne kadar doğru ne kadar yanlış bilemiyorum. Bizim mimari projelerimizden bazıları yoğun olarak bu konuyla paralel yürüyor. Genelde doğal olan malzemeyi kullanmaya özen gösteriyoruz. Bir bakıma; sürdürülebilirliğin parçası olan projeler üretiyoruz diyebilirim.

Çevre duyarlı yapı malzemeleri artık çağdaş teknolojilerle üretiliyor. Bunların piyasa kabulü konusunda ve Türkiye’deki durumu ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?


Öncelikle Türkiye’de yapı sektörü çok dik bir şekilde büyüyor. Yapı malzemelerinin de inşaat ve yapı sektörüne paralel gittiğini söyleyebilirim. Fakat Türkiye’de çevre duyarlı çalışmaya özen gösteren ya da özen gösterdiğini beyan eden firmaların çoğu yabancı firmalardı ve distribütör bayii ağıyla satışlarını devam ettirdiler. Sonrasında, bildiğim ve duyduğum kadarıyla Türkiye’de de üretilen yabancı lisanslı ya da yerli lisanslı, ar-ge çalışmaları bitirilmiş malzemelerle, yapı malzemeleri üretilmeye başlandı. Ama Türk insanının malzeme kullanımından bahsedecek olursak biz her zaman mevzuatlarla hareket etmeyi seviyoruz. Bizi biraz zorlamak lazım. Her ne kadar mimari sektörün entellektüelinin biraz daha arttığı, araştırma geliştirmenin ya da çevre duyarlılığının daha fazla olduğu bir meslek grubu olduğunu söyleyebilsek de müşteri talepleri, maddi kısıtlılıklar veya kaynakların yetersizliği gibi çeşitli sebeplerden bu malzemelerin kullanılması zorlaşıyor.

İlk kez bir LEED danışmanıyla çalışmayı düşündüğümüzde elimizdeki projeyi bitirmiştik. Aslında planlamaya başlamadan önce LEED danışmanıyla çalışmak gerektiğini bilmiyorduk. Çünkü bu paralel yürümesi gereken bir süreç. Artık öyle yapmıyoruz. Müşterileri de buna paralel eğitmek lazım. Türkiye’de biliyorsunuz enerji ve sürdürülebilirlik kavramları Avrupa Birliği müktesebatıyla bir takım mevzuatlara bağlandı. O mevzuatlar zar zor kural haline geldi ve işletilmeye denetletilmeye çalışılıyor. Oysa dünyada birçok mimar bu işi, herhangi bir mevzuat dikta ettiği için değil, canı gönülden yapıyor. Çünkü dünyadaki kaynaklar çok sınırlı ama insan sayısı sürekli artıyor. İleride bu kaynaklar yeterli olmayacak... Biz konuyu incelemeye başlayınca teknolojik olarak her şeyin yapılabileceğini gördük; ama teknoloji beraberinde başka yan etkileri ya da dezavantajları da getiriyor.


Mimari ve iç mimaride kullanmayı en çok sevdiğiniz yapı malzemeleri hangileri? Sizce neden bu malzemelere yakın duruyorsunuz?



Doğal taş işleme tesislerinin uygunluğu ve iyiliği sebebiyle son yıllarda yaptığımız binalarda doğal taşı ve mermeri çok kullandık. Kompozit gibi malzemeleri, doğalmış gibi durup da doğal olmadığını bildiğimiz malzemeleri oldum olası sevmedim, kullanmadım. Bizim kafa yapımıza uyan müşterilerimiz de oldu. Beton brütse brüt, çeliği oksitlenmiş korten çeliği, camı cam halinde bıraktık. Alüminyumu yeni yeni elektrostatik boya yapmaya başladık; ama genelde onu da eloksallı doğal haliyle kullanmayı tercih ediyorum. Doğal taşı da artık büyük ebatlarda rahat işliyoruz. Montaj teknikleri de çok geliştiği için daha sık kullanmaya başladık. Balmumcu’dan Ortaköy’e inen yolda bir bina yaptık, bina 7 katlı ve çok cepheli bir bina diyebilirim. Her cephesinin taşları ayrı ebatlandı. Taşlar Kayseri’den Afyon’a gitti. Orada tek tek ebatlı kesildi, işaretlendi ve geri geldi. Taşın doğal halini kullanmayı sevdiğim için de üzerinde basit bir kumlama ve sıfır efekt kullandık.

Bu sayımızda sürdürülebilir ofisler konusunu mercek altına alıyoruz. Tasarımda sürdürülebilir yaklaşımlarınız ve sürdürülebilir malzemeler üzerine görüşlerinizi alabilir miyiz?



Bundan on sene öncesine kadar ülkemizde ofis dizaynı şu anda olduğu kadar önemli değildi. Dünya, ofis içi konforun bir miktar farkına varmıştı. Ofis tasarımının verimliliğe, yaratıcılığa bunun da sonucu olarak o ofisin kuruluş amacına hizmet edecek olan ticaretin doğasına katkıda bulunduğunu Amerikalılar, İngilizler biliyordu. En azından 1960’lar 1970’lerde fark etmeye başlamışlardı. Türkiye’de bu 2005-2010’dan sonra biraz fark edilmeye başladı diyebilirim. Özellikle yabancı firmaların çoğalması ve yabancı yönetici sayısının Türkiye’de artması bunu hızlandırdı diye düşünüyorum.

Ofis tasarımı yaparken dikkate alınması gereken birçok girdi var. Bizim için o girdilerin en önemlileri; mekanın boyutları, doğal ışık alıp almadığı, iyi havalandırılıp havalandırılamadığı gibi doğal girdiler. Bunlar yoksa da tabi ki çözüm üretiyoruz, iyi çözümler üstelik ama öncelikle doğal olarak mekanı havalandırıp iyi bir şekilde gün ışığını içeri alabiliyorsak bu şekilde çalışmayı tercih ediyoruz. Doğal ışığın olduğu bölümleri genellikle birkaç kişinin çalışabileceği alanlar olarak tasarlamaktansa ofisin kamusal alanı olarak nitelendireceğimiz, şirket içi faaliyetlerin grup halinde yapabilecekleri mekanlar olarak kurguluyoruz. Çalışma alanlarında daha çok homojen hareket etmeyi seviyoruz, aydınlatmasından havalandırmasına kadar bu sistemi kurmaya çalışıyoruz.

Sürdürülebilir ofisler için önemli konulardan biri de çöp ayrıştırma. Bildiğim kadarıyla bu ilk Amerika’da ve Japonya’da başladı. Artık evlerde bile tekil, her şeyin iç içe atıldığı çöp kutularını bulmak mümkün değil. Biz de artık her ofise kendi mekanına özel tasarlanmış ayrıştırma üniteleri koyuyoruz. Ben mobilya tasarımına meraklı bir adam olduğum için hem de bünyemizde endüstriyel tasarımcı arkadaşlarımız olduğundan büyük çaplı ve zaman sıkıntısı olmayan projelerde sadece o firmaya özel üretim yapıyoruz. Mobilyalarını, mobilya ayaklarını, aydınlatma armatürlerini, kanepelerini, çöp kutularını, ayrıştırma ünitelerini vs. her şeyi tasarlıyoruz. Bu da projeyi bütünsel olarak ele almamızı sağlıyor. Fazlasıyla işin içine giriyoruz, projenin içinde yaşıyoruz. Böyle projeler gerçekten başarılı oluyor.

Son yıllarda gündeme gelen akıllı kent ve akıllı bina gibi kavramlara yayınımızda düzenli olarak yer vermekteyiz. Sizden akıllı binalar ile ilgili genel bir değerlendirme alabilir miyiz?



Şimdi teknolojinin aklına güvenerek binalar yapmaya başladık. Bunun negatif yansıması olarak da çevreye verdiğimiz zararı zaten hep beraber görüyoruz. Teknoloji öyle bir ivmeyle hareket ediyor ki hayatı bir yandan kolaylaştırırken var olan düzeni yıkıyor. Sonra o kolaylaştırdığı hayatı devam ettirirken bir yandan da yıkıcı olmadan yeniden yapılandırma yoluna gidiyor. 

Mimaride de geriye dönüşleri teknolojinin de yardımıyla kullanmaya başlayacağız. Binalar, kentler daha akıllı olacak; ama daha az zarar verir şekilde akıllı olacak. Tasarımın akıllı olması gerçeğini de mimarlar yeni anlamaya başladı. Malkaf bu yüzden önemli bir örnek. Farsçadan gelen bir kelime, aslında bir nevi rüzgar tüneli, kelimenin anlatmak istediği. Hava tabi ki bu kadar sıcak değildi o zamanlar. Küresel ısınmadan bahsetmiyorduk; ama yine de çöl her zaman sıcaktı ve insanlar klima denen şeyin farkında değildi. Ama yine de ısınmanın ve soğumanın, bunların yan etkilerinden korunmanın yöntemini bulmuşlardı. Biz şimdi onlara geri dönmeye başladık. İnceleyebilecek materyal çok, dünya bu konunun üzerine fazlasıyla gidiyor. O yüzden de şanslıyız aslına bakarsanız.

Özellikle Türk konut tipi ya da geleneksel Anadolu mimarisi her yöresiyle buna örnek teşkil eder. Rüzgarı nerden alır nereye veririm, evimi nasıl soğutur, nasıl ısıtırım, ısıyı nasıl içeride muhafaza ederim, soğuğu nasıl dışarıda tutarım ya da tam tersi, sıcak bölgelerde hangi yapı malzemeleri doğru malzemelerdir... Bunları denemiş, bulmuş ve bunları kullanmış, uygun planlar ve tipoloji geliştirmişler.

Son olarak hayal gücünüzü biraz zorlasak ve bir yapı tasarlamanızı istesek, ortaya nasıl bir yapı çıkar ve hangi malzemeyle nasıl bir formda olurdu?


Sanırım bu yapı en basit, en kolay bulunan malzemelerle, en rasyonel formda, hiçbir abartısı, süsü olmayan bir yapı olurdu. Lükse, gereksiz ayrıntılara boğulmayan ama var olan her detayı da en ince ayrıntısına kadar çözümlenmiş, kolay inşa edilen bir yapı sanırım her mimarın hayalidir. Formuna takılmaksızın, mümkün olan en kompakt binayı yapmaya gayret edeceğime eminim. Ne bir eksik, ne bir fazla…

Malkaf Sistemi



Malkaf, etimolojik açıdan Farsça kökenli bir kelime. Bugün İngilizler tarafından çok kullanılan bir sistem olduğu için “windcatcher” diye adlandırılıyor. Bildiğim kadarıyla Türkçe’de rüzgar yakalayıcı diye bir kavram yok. Sistem, özellikle çöl ikliminde gündüz çok sıcak olan havayı çeşitli mekanların içerisine hapsedip akşamları da soğuk havanın içeri girmesini önleyecek bir yalıtım bölgesi yaratarak kuruluyor. Havayı içeride dolaşıma rutubeti ve nemi engelliyor. Bize Denizli’de kentsel dönüşümden dolayı 3 katlı bir bina projesi geldi ve mal sahipleri kendileri oturmak istedikleri için de ticari bir yanı yoktu. Binayı malkaf sistemin prototip bir örneği şeklinde tasarladık. Simülasyonlarını yaptık. Tasarımda çok yalın bir yalıtım olmasına rağmen proje belediyeden çok zorlanarak geçirdik. Aslında görsel olarak bitişik nizamdı; ama ahşap dokusu içinde boşluklar vardı. Arayı 120-130 santimlik bir kopartmayla zaten bir koridor haline getirmiş, binayı gerçekten hem statik anlamda güvenli hem de rüzgarı ve güneşi kontrol altına alan bir duruma taşımıştık. Ama bunu anlatmak çok uzun zaman aldı. Proje şu an inşaat halinde, yapılıyor. Mal sahibimiz meteoroloji mühendisi, konuya oldukça vakıf ve çok dirayetli bir şekilde projenin arkasında durdu. Başka türlü çok zor olurdu. “Altı ay geçti arkadaşlar, boş verin” de diyebilirdi. İnatla projenin üstüne gittik ve başlattık projeyi. Seneye de hayata geçecek. Küçük bir bina ama bizim için önemliydi; çünkü onu yapamasaydık her tarafı klimalarla soğutmaya çalışacaktık. Bu şekilde ilerlemeyi tercih etsek projenin neresi ekolojik bir yaklaşıma sahip olacaktı?


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)