Enerji Verimli Yapı Üretimi Mevzuatlar İle Desteklenmeli... ​

Buğrahan Şirin
HPP International Türkiye Ofis Yöneticisi, Mimar
HPP Architects

Almanya’daki mevzuatlar yapı üreticisini  sürdürülebilir yapı yapmaya zorluyor. Enerji verimliliği konusunda çok ciddi uygulamalar mevcut. Normal şartlarda bu mevzuatlara uymak zorundasınız ve sadece bununla bile  proje yeşil sertifika seviyesine ulaşabiliyor.

HPP’Architects’in Almanya ofisinde uluslararası projelerde çalıştıktan sonra HPP’nin Türkiye ofisini açtınız. Uluslararası bir mimarlık ofisinin Türkiye kolu olarak sizi ve ekibinizi tanıyabilir miyiz?

HPP Architects 1933 yılında Prof. Hentrich tarafından kurulan bir mimarlık firması. Hentrich 1950-60 yıllarında yüksek ofis binaları yapmaya başlıyor ve daha sonra farklı partnerlerin katılımı ile ilerliyor. Şu anda 4. jenerasyonda ve 7 ortak tarafından yönetiliyor. Toplamda 350 kişilik mimari tasarım ekibi ve mühendis kadrosu var. Merkez ofisi Almanya Düsseldorf’da bulunan HPP Architects’in Almanya’da 8, yurt dışında 3 ofisi bulunuyor. HPP Architects’in diğer ofisleri Berlin, Köln, Frankfurt, Hamburg, Leipzig, Stuttgart ve Şangay’da bulunuyor. Türkiye ofisi 2012 senesinden itibaren aktif olarak mevcut, HPP Architects’in birebir sahibi olduğu bir ofis. Burada da yaklaşık 15 kişilik bir ekip var, AND Kozyatağı ile başlayarak ağırlıklı olarak ofis binaları, konut ve endüstriyel yapılar yaptık. Şu an itibariyle bitmiş iki projemiz var. Projelerin konsept taasarımından itibaren teslimine kadar bütün süreçlerinde yer alıyoruz.

Türkiye ekibimiz genç ama çok yetenekli bir ekip, HPP içerisinde en iyi tasarım ekiplerinden birine sahibiz ve bu yüzden yaptığımız binalar Avrupa’da da  beğenilen binalar oluyor.

Türkiye’de imar planı yapılıyor, iki sene sonra bakıyorsunuz plan değişmiş, parseller birleşmiş, planda konut alanı ayrılan alan ticaret alanı olmuş... 

Kendimden de kısaca bahsedecek olursam; İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Almanya’da kentsel tasarım odaklı multidisipliner araştırma programına katıldım. Eğitimimin ardından iki sene Rusya ve Hollanda’da çalıştıktan sonra Almanya’da HPP Architects ekibine katıldım. HPP Architects ile yerel ve uluslararası projelerde yer aldım. Türkiye ofisini kurmadan önceki altı sene içerisinde HPP Architects bünyesinde tasarım departmanında farklı ölçek ve fonksiyonda pek çok projenin tasarımında ve uygulamasında bulundum.  2012 yılından beri de İstanbul’daki ofisi yönetiyorum, İstanbul’a gelmek ve ofisi kurmak benim fikrim idi, HPP Architects de bana destek verdi.  

Türkiye’de gerçekleştirdiğimiz projelerde, proje yönetimi ve üretimi Türkiye ofisimizden yürütülüyor. Projede belli aşamalara gelindiğinde Almanya’daki 7 ortak ve 20 kişilik uzmandan oluşan bir jüriye projenin kritik noktaları ile ilgili sunumlar yapıyor, değerlendirmeler sonucunda projenin yönünü belirliyoruz. Üretim Türkiye’de gerçekleşiyor; çünkü maliyetler açısından orada olması mümkün değil, o yüzden oradaki bilgi birikimini kullanıp üretime buradan devam ediyoruz. 

Şu ana kadar Türkiye’de aldığımız projelerin hemen hemen hepsi yarışmalardan kazanılan projeler, ihale usulü bir iş almadık ve alamayız muhtemelen. Sektörde çok orantısız ve düşük fiyatlar mevcut.

Mimarlar olarak sizler, kentleri onyıllarca hatta yüzyıllarca karakterize edecek binalar tasarlıyorsunuz. Bilinmeyen bir gelecek için binalar tasarlamak ne kadar zor?

Burada da yine Avrupa, Türkiye farkı ortaya çıkıyor. Avrupa’daki şehir planlamaları yapıldığı gibi devam ediyor; ama Türkiye’de imar planı yapılıyor, iki sene sonra bakıyorsunuz plan değişmiş, parseller birleşmiş, planda konut alanı ayrılan alan ticaret alanı olmuş... Yani imar planına bağlı kalarak mimarlık yapmak zor. Bizim mimarlığımız daha çok göçebe kültür mimarlığına dönüyor, özelikle İstanbul gibi sürekli değişen bir şehirde çok uzun süreli projeler yapmak pek mümkün olmuyor. Almanya’da HPP Architects’in yaptığı ve 60 senedir var olan ve hala kullanılan yüksek ofis binaları var. Örneğin Dreıscheıben Haus, 1960 yılında yapılmış yirmi katlı bir çelik bina ve geçen sene LEED Platinum aldı. Dolayısıyla önce şehir planlamasının düzgün yapılması lazım, mimar onun içerisinde  bir aktör olarak yer alıyor.

Türkiye’de de son yıllarda ciddi bir bilinçlenme söz konusu binalar eskiye oranla daha az enerji harcıyor en azından ısı yalıtımı ve merkezi ısıtma sistemleri teşvik ediliyor.

Peki sürdürülebilir mimariyi nasıl değelendiriyorsunuz?

Türkiye’de de son yıllarda ciddi bir bilinçlenme söz konusu binalar eskiye oranla daha az enerji harcıyor ve en azından ısı yalıtımı ve merkezi ısıtma sistemleri teşvik ediliyor. Bu uygulamalar mevzuatlar ile daha fazla desteklendiğinde enerji verimliliği ve sürdürülebilirlik konularında daha iyi sonuçlar alacağız diye düşünüyorum.  Sürdürülebilir yapı malzemeleri konusu ise genellikle bütçeler ile ilgili, tercihlerde bütçeler etkili olduğu için yeteri kadar yol alınamıyor. 

Almanya’daki mevzuatlar yapı üreticisini  sürdürülebilir yapı yapmaya zorluyor, özelikle bu sene yürürlüğe girecek olan bir ısı korunumu yasası var ve bu yasa ile maliyetler yüzde beş yükselecek. Enerji verimliliği konusunda çok ciddi uygulamalar mevcut. Normal şartlarda bu mevzuatlara uymak zorundasınız ve sadece bununla bile proje yeşil sertifika seviyesine ulaşabiliyor.

Normal koşullarda binalardaki giydirme cephelerin yirmi yılda bir yenilenmesi gerekiyor, eskiyen cephe camları tüm yalıtım özelliğini kaybediyor. Özellikle ofis binalarında en fazla enerji tüketimi iklimlendirme sistemlerinde gerçekleşiyor dolayısıyla en önemli tasarruf da bu sistemlerden yapılabiliyor.  

Bu sayımızda değişen ofis kavramını ve geleceğin ofis tasarım yaklaşımlarını mercek altına alıyoruz. Günümüzde daha fazla esneklik ve mobiliteden kaynaklanan çalışma dünyasındaki değişiklikler gelecek nesil ofis tasarımlarına nasıl yansıyacak sizce?

Aslında ofis binası tasarım yaklaşımında çok dramatik bir değişiklik olmayacağını düşünüyorum.  Sonuçta geniş çalışma alanları ve açık ofis mekanları eskiden beri talep gören ve uygulanan tasarım yaklaşımları. Değişiklik yaşanan konu daha fazla iç mimari ve teknik altyapı olacak. Mesela HPP Architects güncel bir proje olarak Münih’teki Microsoft Headquarter’ın iç mimarisini yaptı, çok ilginç bir proje oldu; çünkü tekil ve açık ofisten ziyade çok sayıda küçük toplantı odaları var ve bu toplantı odaları toplantı yapmak için değil. İnsanlar orada iki gün boyunca bir kamp yapar gibi çalışıyorlar. Yani kendi masasında üretip toplantıya gitmek yerine sürekli toplantı halinde üretim gibi bir konsept var ve konsept gittikçe yaygınlaşıyor. HPP Düsseldorf’da kendine yeni bir ofis yapıyor, orada da toplantı odalarının artmasına yönelik bir kurgu var. 

Malzeme seçimlerinizde öne çıkan kriterler neler? Vazgeçemediğiniz ve kullanmayı en çok tercih ettiğiniz yapı malzemeleri hangileri?

Malzemeleri doğal halleri ile kullanmayı tercih ediyoruz. Kaplama ahşap yerine doğal ahşap, maliyet engelimiz var ise de en uygun doğal ahşabı kullanıyoruz. Gerçek olanı kullanmamız  hiç mümkün değilse de kullanmıyoruz ve başka alternatiflere yöneliyoruz. Doğal taş gibi görünen seramik kullanmaktansa, bütçemiz kısıtlı ise seramik kullanalım, bütçemiz yeterli ise de gerçekten doğal taş kullanalım diye düşünüyoruz. Alüminyum veya metal bir malzeme kullanıyorsak kendini gösterir şekilde kullanmayı tercih ediyor, birbirine karıştırmayı sevmiyoruz. Palanmaz çelik de, severek ve sık kullandığımız uzun ömürlü ve şık bir malzemedir.

Malzemeleri doğal halleri ile kullanmayı tercih ediyoruz. Kaplama ahşap yerine doğal ahşap, maliyet engelimiz var ise de en uygun doğal ahşabı kullanıyoruz. 

Türkiye’de yapı malzemelerinin alternatiflerine ulaşmakta  zorlanıyor musunuz?

Almanya ofisimizde malzeme konusunda şöyle bir işleyiş söz konusu; büyük bir malzeme odamız var  ve orada iki kişilik küçük bir ekip çalışıyor, onlar sürekli bu odada bulunan malzemeleri güncelliyorlar, yeni çıkan malzemeleri tedarik edip teknik özellikleri hakkında bilgi ediniyorlar. Güncelliğini yitirenleri sistem dışına çıkarıyorlar. Tüm ekibin çok sayıda malzeme hakkında yeterli bilgiye sahip olması hem mümkün değil, hem de gerekmiyor aslında. Malzemeler konusunda uzmanlaşan kişiler belli zamanlarda düzenlenen workshoplar ile diğer ekibi bilgilendiriyor. Türkiye’de ise bu iş biraz da el yordamıyla ilerliyor, öyle olunca bazı spesifik malzemelerde kalitesini bildiğimiz ürünlere/markalara yönelmek durumunda kalıyoruz. Yerel malzeme kullanmaya çalışıyoruz ancak bazı konularda alternatifsiz yurtdışından kullanılıyor. Türkiye’deki inşaat sektörü ne kadar ileri görünürse görünsün, çoğu ürün kategorisinde inovasyon yurtdışı kaynaklı. Özellikle çevreye duyarlı ürünler konusunda.



Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)