Sürdürülebilir Mimari Türkiye’ye Geç Geldi

Tuncer Çakmaklı

TCA

YTONG Sponsorluğunda

Fotoğraf : Can Görkem Halıcıoğlu

Türkiye nüfusunUN yüzde 80’i kentlerde yaşıyor, doğadan ayrılmış vaziyette ama ters döngüye gittiğiniz zaman bomboş bir yaşam bu. Şu anda İstanbul’un yeşil alanı yüzde 1,5. İngiltere’nin yüzde 35, Berlin’in yüzde 40. Bunları incelemek gerek. Biz kentlerde bir arada yaşıyoruz, burada alanlarımızı nasıl artıracağız, nelere dikkat edeceğiz?


Sürdürülebilir mimari ve mimaride ekoloji ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Sürdürülebilir mimari nedense Türkiye’ye biraz geç geldi. Biz 1992 yılında ofisimizin merkezini Almanya’dan İstanbul’a transfer ettiğimizde birçok yarışmada bu amaca yönelik çalışmalar yaptık. Yeşil çatı gibi ekolojik dünyanın parçalarını yavaş yavaş Türkiye’ye sokma isteği gibi durumlarda da duvarlarla karşılaştık. Bugün ise birden gündemde olmuş durumda. Bir bakıyorsunuz konutun içindeki dikey duvarlar bile bitkilendirilmiş. Ama inanılmaz maliyetlere... Bunun neresi ekolojik diye sorulması gereken noktalar var bence. Ayrıca bütün döngünün temelini tekrar kurmak zorundasınız; kuşlar, bitkiler, böcekler, kurbağalar, sulak alanlarınız, nefes alan ormanlarınız sizinle birlikte bu ekolojik dünyanın bir parçasıdır. Bunu sadece mimarlık üretenlerin değil genel anlamda herkesin; plancıların, belediyelerin, politikacıların da dikkate alması gerekir.

Hem üretilen malzemeleri hem ithal edilen malzemeleri göz önüne getirecek olursak; Türkiye yapı malzemeleri açısından tatmin edici bir noktada.

Peki bunun için ne gibi çalışmalar yapılmalı?

Enerji kaynaklarına ihtiyaç duyduğumuz bir ülkede yaşadığımız için devletin mecbur koyduğu yasalar veya teşvikleriyle ekolojik yapılar ilerleyebilir çünkü belli bir ekonomi ve maliyet söz konusu. Avrupa’da enerji sınırlaması var; ısı kayıp dereceni belirli bir seviyeni altında ya da üstünde yapamıyorsun. Çatılarda 40 cm’e kadar izolasyon yapmak zorundasın; bunlar hep yasalarla gerçekleşiyor.

Kentsel dönüşüm çok önemli bir fırsat ama bu fırsat da maalesef kaybolmak üzere. Çünkü kenti tekrardan, bu kez doğru şekilde ele alma zamanı geldi. Bunu çantası elinde apartman apartman dolaşan çantacı müteahhitlerin eline bırakmamak gerekir. Bunun için biz iki yıl üst üste hiçbir bedel almadan kentsel dönüşümde planlamalar nasıl olur diye projeler hazırladık.

Bu sayımızda konularımızdan biri cephe ve sürdürülebilir cephe çözümleri. Binanın iklimlendirmesi açısından cephelerde uygulanan enerji etkin çözümlerden ve malzemelerden bahsedebilir misiniz?

Bundan on yıl önce üste paneller koyuyorduk, şimdi camın içinde dışarıdan görünen foto voltaikler var. Demek istediğim; teknolojik gelişmeler daha da artacak. Cephedeki ısı kaybı camın bütün bağlantı noktalarından ve geçiş detaylarından kaynaklanır. Bu arada çift cephe yapmakla da iş bitmez; çift cephenin ekonomisi, getirisi, götürüsü aynı mı yoksa başka bir şey yapsak çift cephe yapmadan da aynı etkiyi elde edebilir miyiz… Bunları incelemek gerek. Özellikle cephenin öncelikli işlevinin içinde yaşayanları korumak olduğunu unutmayalım. Bir yapıya rastgele bir kılıf geçiremezsiniz; yapıları uzun vadeli düşünülmelisiniz. Binanın işlevi değişebilir ama binaların cephesiyle oynanmamalı.

Doğal kaynakların azaldığını, dünya nüfusunun ise çoğaldığını göz önünde bulundurarak kaynakların mantıklı kullanılmasını sağlayacak çözümlere yönelmemiz gerekiyor. Türkiye’de yapılan bir analize göre nüfus artışı; İstanbul’da yüzde 9, Hakkari’de yüzde 10. Bu bölgelerde nüfus daha çok artıyor ama karşılıklı kaynak yok. Yer yok. Bu dengeleri iyi kurmamız gerekir. Ekolojik demek aynı zamanda gereksiz fazlalıklardan kurtulmak demek. Yapı malzemelerinde çeşitlerin çok arttığını düşünürsek ki neredeyse tüm dünya piyasası elimizin altında; bu malzemeleri seçerken, mimar olarak, o ürünlerin değerlerini bilmek zorundayız. Bu da ancak iyi bilgilenme ve sürekli güncel kalabilmeyle olabilir. Hem üretilen malzemeleri hem ithal edilen malzemeleri göz önüne getirecek olursak; Türkiye yapı malzemeleri açısından tatmin edici bir noktada.

Çift cephenin ekonomisi, getirisi, götürüsü aynı mı yoksa başka bir şey yapsak çift cephe yapmadan da aynı etkiyi elde edebilir miyiz… Bunları incelemek gerek.

“İzmit Körfezi Ekolojik Parkı” konulu bir konuşma yapmıştınız. Projeden ve sonucundan biraz bahsedebilir misiniz?

İzmit Körfezi, Sapanca Göl’ü ile birlikte dünyanın en önemli sulak alanlarından, doğal kaynaklarından bir tanesi idi zamanında. Fay hattının tam ortasından geçen bu alana iş merkezi olarak damga vurulmuş ve ticari olarak buranın yeniden tasarlanması için bir yarışma açılmıştı. Biz olaya tamamen farklı baktık. Hatta yeni sulak alanlar oluşturduk çünkü Avrupa topluluğunun belli kuş türlerinin var olduğu bölgelere 20 milyon Avro ve üzeri desteği var. O destek fonlarını bile araştırdık fakat bizim projemiz bir kenara itildi. Kimler mi kazandı; yapılaşmalar, birkaç yat limanı koyanlar... Belki binalar LEED sertifikalı ama ne kadar ekolojikler? İstanbul’a bir saat mesafede dünyanın en önemli doğal parkını yaptıracaktık. Körfez’in kendi döngüsü içinde temizlenmesini sağlayacaktık.

Biz bu döngüleri oluşturursak kentimizi, yaşam alanlarımızı, kuşlarımızı ve bütün bakteriyel dönüşümleri doğru bir yaşam alanına çekmiş oluruz.

Dünyadaki nüfusun yüzde 95’i kentlerde yaşıyor, doğadan ayrılmış vaziyette ama ters döngüye gittiğiniz zaman bomboş bir yaşam bu. Şu anda İstanbul’un yeşil alanı yüzde 1,5. İngiltere’nin yüzde 35, Berlin’in yüzde 40. Bunları incelemek gerek. Biz kentlerde bir arada yaşıyoruz, burada alanlarımızı nasıl artıracağız, nelere dikkat edeceğiz? Genel anlamda bunlara dikkat etmemiz gerekiyor. Biz ne zaman doğru yerdeyiz? Bizim müşterilerimiz doğru mimarları buldukları zaman.

Şu anda İstanbul’un yeşil alanı yüzde 1,5.
İngiltere’nin yüzde 35, Berlin’in yüzde 40. Bunları incelemek gerek.

Venedik Bienali’nde bu yıl “Ticaret, Yaşam Alanı ve İnanç” kavramlarının altında birer projeniz sergileniyor. Bize bunlardan bahsetmeniz mümkün müdür?

14’üncü Uluslararası Mimarlık Bienali’nde, Palazzo Bembo’da üç farklı eserimiz yer alıyor. Venedik Mimarlık Bienali’nin ana teması olan “Mimarlığın Temelleri-Fundamentals” bağlamında “Zaman-Mekan-Varoluş” olarak bienalde, ticaret, yaşam alanı ve inanç kavramları altında birer projemiz sergileniyor.

“Ticaret”i; Bursa’da bulunan hal binası ile temsil ediyoruz. Bu fütüristik yapı, yüksek tonozlu alanları ile geleneksel çarşıları anımsatırken, Orta Asya’nın eski kültürel geleneklerini hem sembolik hem de fonksiyon olarak günümüze taşıyor. “Yaşam Alanı” ise Almanya’nın geleneksel ahşap strüktürünün gelişmiş olduğu Baden-Baden. Baden-Baden kentinde yeni bir mekansal algı yaratacak ve aynı zamanda Artı Enerji Evi olarak kendi enerjisini üretecek, sürdürülebilir bir tasarımla anlatırken, “İnanç” temasını ise özel bir cami projesi ile aktarıyoruz.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)