1.Oturum: Geleceğin Şehirleri Nasıl Gözükecek?

Ekoyapı Dergisi’nin Dünya Şehircilik Günü kapsamında düzenlediği Yeşil Rapido 3. Yeşil Binalar ve Ötesi  konferansında “Geleceğin Şehirleri Nasıl Gözükecek” konulu bir oturum gerçekleştirildi. Başkanlığını Nihat Sandıkçıoğlu’nun gerçekleştirdiği oturumda ‘Şehirlerimizi nasıl bir gelecek bekliyor? Bir kentin sürdürülebilir olması için kriterler nelerdir? Kent planlama ve toplum geliştirme kavramları sürdürülebilirlik ekseninde ne ifade ediyor? Şehirlerde yüzde yüz yenilenebilir enerji gerçekten mümkün müdür? Otomobil sektöründeki inovatif yaklaşımlar insanlığa ve gezegenimize yardım edecek mi? sorularının cevapları arandı.

Oturum Başkanı: Nihat Sandıkçıoğlu, AYD. E. Genel Sekreteri
Konuşmacılar: WRI Yol Güvenliği Projeleri Yöneticisi -  Tolga İmamoğlu, Aydemirler A.Ş. İş Geliştirme Yön. Yazar - Rahmi Aydemir
CRE Consultancy Kurucu Ortak - Gülcemal Alhanlıoğlu,  Mental Design Works - Salih Çıkman, Yeni Birlik Gazetesi Genel Y. Yönetmeni - Okan Sarıkaya

Oturum başkanı Nihat Sandıkçıoğlu, sözü ilk olarak WRI Yol Güvenliği Projeleri Yöneticisi Tolga İmamoğlu’na verdi. 

Tolga İmamoğlu  WRI Yol Güvenliği Projeleri Yöneticisi 

“Dünya kentlerinin birçoğu yolların ve yaşam alanlarının yeniden planlanmasıyla daha güvenli ve sağlıklı hale gelebilir. Motorlu taşıt trafiğine öncelik ve hatta ayrıcalık verecek şekilde tasarlanmış caddeler bu kez yayalara, bisikletlilere, toplu taşımaya ve diğer kamusal aktivitelere hizmet etmek üzere etkin bir şekilde planlanırsa bütün yol kullanıcıları için çok daha güvenli hale gelebilir. Her yıl 1,24 milyon kişi trafik çarpışmalarında  hayatını kaybetmektedir. Bu rakamın %90’dan fazlası ise düşük ve orta gelirli ülkelerde meydana gelmektedir. Hâlihazırda, dünya genelinde trafik çarpışmalarına bağlı can kayıpları ölüm nedenleri arasında sekizinci sırada yer almakta, bu şekilde devam etmesi durumunda ise 2030 yılına kadar beşinci sıraya yükseleceği tahmin edilmektedir.

Gelişmekte olan ülkelerde trafik çarpışmalarında ölenlerin pek çoğu, başta yayalar ve bisikletliler olmak üzere, kendilerine genellikle motorlu bir aracın çarpması sonucu hayatlarını kaybeden savunmasız yol kullanıcılarıdır. Bu can  kayıplarının ülkelerin ekonomik kalkınmasında ağır bedelleri olabilmektedir. Ölümlü trafik çarpışmalarının yaklaşık yarısı şehirlerde; ağır yaralanmalı çarpışmaların ise bundan daha büyük bir oranı kent içi alanlarda meydana gelmekte ve savunmasız yol kullanıcılarını etkilemektedir. Bu küresel sağlık sorununun temelinde yatan büyük tetikleyici unsurlar vardır. Başta Brezilya, Çin, Hindistan, Meksika, Türkiye ve diğer gelişmekte olan ekonomiler olmak üzere tüm dünyada özel taşıt ve motosiklet satışları yüksek bir hızla artmaktadır. 

Günümüzde 1 milyarın üzerinde olan toplam taşıt sayısının 2050 yılına kadar 2,5 milyara ulaşması beklenmektedir. 2007 yılında dünya nüfusunun %50’sini barındıran kentlerde bu oran 2030 yılına kadar %70’e ulaşacaktır. Kentsel alanların da 2020 yılına kadar, 2000 yılına kıyasla, iki katına çıkması beklenmektedir. Artan nüfus ve büyüyen ekonomiye bağlı olarak, bir yol ağına ve dengeli kamusal mekân dağılımına sahip olan ve bunları diğer işlevlerle birleştirebilen yeni konut alanlarına yönelik büyük bir talep bulunmakta, bu durum kentsel yayılma ile sonuçlanmaktadır. 
Bu sorunların hepsine birden verilebilecek ortak yanıt, yolları ve yaşam alanlarını otomobillere göre planlamak olabilir; ancak bu, taşıt trafiğini rahatlatmaktan ve yalnızca taşıt sürücülerinin güvenliğini arttırmaktan öteye gitmeyen kısa vadeli bir çözüm olacaktır. Dahası, böyle bir çözüm araba kullanımını özendirecek, ihtiyaç duyulan yol miktarını arttıracak ve trafikten kaynaklanan can kayıplarının artmasına neden olacaktır. Neyse ki başka bir yol daha bulunmaktadır. Yerel yönetimler, tıpkı yeni gelişme alanlarında olduğu gibi, mevcut mahalleleri ve yolları da tasarım yoluyla değiştirebilir ve bu şekilde hem cadde ve sokakları hem de yapılı çevreyi daha güvenli hale getirebilirler. Kapsamlı bir kent içi ulaşım ağı ve kullanıcı hiyerarşisi sayesinde, kent için önem taşıyan toplu ulaşım koridorlarının yanı sıra mahalleleri çevreleyen kent içi yollar için de fırsatlar yaratılabilir. Trafik güvenliği açısından “güvenli sistem” olarak tanımlanan bu yaklaşımın amacı, trafik kaynaklı yaralanma ve can kayıplarının azaltılması için hedefler belirlemek ve yol koşullarını buna uygun olacak şekilde değiştirmektir. “

Rahmi AydemirAydemirler A.Ş. İş Geliştirme Yön. Yazar 

“Enerjide arz güvenliği Türkiye’nin yumuşak karnı… Türkiye yüzde 93 petrolde ve yüzde 98 doğalgazda dışa bağımlı olmasına rağmen hâlâ nükleer enerjinin geleceğini tartışıyor durumda!  Bugün burada 50-60 yıllık nükleerden bahsetmek yerine Almanya’nın,  AB’nin 2020 yenilenebilir enerji politikalarını vizyon edinmek gerekiyor.

Geleceğin kentlerini tasarlarken, sürdürülebilir kentleşme kavramı karşımıza çıkıyor. Çevre, ekonomi ve toplumsal açıdan ele aldığımız bu kavram aynı zamanda enerji endeksli çalışıyor. Gerek ekonomi gerekse çevre konularını enerjiden ayırmamız bu anlamda mümkün değil. 

Güneş enerjisinde maliyetler bir önceki yıla göre sürekli düşüş eğiliminde, dünya temiz enerji ve teknolojiye doğru evrilirken  yüzde yüz yenilenebilir enerjinin mümkün olduğunu söyleyebilirim. Enerji verimliliği ve malzeme seçimi sürdürülebilir şehirleşmede ya da yeşil binaları tartışırken sürekli eylem planı olarak karşımıza çıkıyor. Fakat şehir şebekenizden geçen ya da binanızda kullanılan elektriğin tamamı yenilenebilir enerjiden sağlanmıyorsa sürdürülebilirlikten bahsedemeyiz.

Şehirler geleceğin daha adaletli ve sürdürülebilir olmasını sağlayabilir. Ancak sürdürülebilirliğin sağlanması yalnızca fiziksel dönüşümle yeterli olmuyor. İşin toplumsal boyutu bence  daha fazla önem arz ediyor. 1980’lerde yapılan metropolitan planlamasında İstanbul’un 5 milyonluk bir nüfusu göğüsleyebileceği öngörülüyordu, ancak bugün 15 milyonu aşan nüfus ve aşırı kalabalık beraberinde kent planlamasındaki başarısızlıklar ve kentleşmenin bir sonucu olarak; işsizlik, suç, çevre kirliliği, yabancılaşma, gelecek belirsizliği ve trafik gibi problemler,  günümüzün en temel sorunları olarak karşımıza çıkıyor. 

Toplum geliştirme kavramının öncelikle barınma ilkesine dayandığını düşünüyorum. Barınma hakkı ile eğitime ve sağlığa erişim ancak mümkün olabiliyor. Eğitim ise toplumsal dönüşümün tamamlanması konusundaki hedef mottomuz olmalı. Şiddet özellikle eğitimsiz, genç ve işsiz nüfusta karşımıza çıkıyor.

1990’larda Medellin dünyada cinayetlerin başkentiydi. Yolda yürürken cinayete kurban gitme olasılığınız çok yüksekti. Ancak uzun vadeli bir politikayla şiddete şiddetle karşılık verilmeden bu oran takip eden yıllarda azaldı. Medellin şehri bunu,  gelir seviyesi düşük ve şiddetin yoğun olduğu bölgeleri teleferik ağıyla, toplu taşımayla ve kaliteli altyapıyı orta sınıfla buluşturarak başardı. “

Gülcemal Alhanlıoğlu CRE Consultancy Kurucu Ortak 

                           

“Türkiye’de mevcut 18 milyon konutun 14 milyonu afet riski altında. Kentsel Dönüşüm Yasası kapsamında 20 yılda 6.7 milyon konut yenilenecek. Her yıl 334 bin konut yıkılıp yapılacak yani. Bunun için yılda 23, 20 yılda 465 milyar dolara ihtiyaç var. Pek çok finans modeli mevcut bu sorunu çözmek için. Ancak önemli olan husus şu ki; her model her yerde geçerli ve efektif olamayabilir. Her proje için farklı model uygulanabilmeli. Mekansal Planlama Yönetmeliği çok önemli bir açığı gidermiş olsa da içeriğinde kentsel dönüşüme ilişkin tanımların bulunmadığına özellikle dikkat çekmek isteriz.”

 “TÜİK verilerine göre nüfusun yüzde 50’si dar gelirli kabul edilmektedir. Halkın üçte biri için ev sahibi olmak bu piyasa koşulları ile imkânsız. Gayrimenkulün hammaddesi arsa olduğu için ve arsa fiyatları çok yüksek olduğu için özel sektör, orta ve üst gelir grubuna konut üretmeye devam etmektedir. Yaşanılan satış sıkışıklığının ana sebebi de burada yatmaktadır.

Türkiye’de konut sahipliliği oranı yüzde 70 mertebesindedir ve bu yüksek bir orandır. Sağlıklı bir kent ekonomisinde, konutların yüzde 30’dan fazlası kiralıktır ve  yüzde 5-7’si sosyal konut olarak kiralıktır ve yüzde 1-3 aralığında dezavantajlı gruplar ve yardıma ihtiyacı olanlar için tasarlanmaktadır. 

Türkiye’nin henüz bir çok farklı kurum ve kuruluşu içeren, entegre edilmiş, farklı gelir grupları için ulusal bir konut politikası ve stratejisi bulunmamaktadır. Dar gelirliler için konut politikaları Türkiye’deki kentleşme stratejisinin temel taşı haline getirilmelidir. Planlama mevzuatında yer alan, sosyal kiralık konut piyasasını canlandırmakla bu gelir gurubunun konut ihtiyacına cevap verilebilir.  Türkiye’de dar gelirliler için konut politikalarının en etkili biçimi kamunun özel sektörle birlikte hareket etmesidir. Bu sayede hesap verebilir organlarla uzun vadeli politikalar üretilebilir.”

Salih Çıkman Mental Design Works

“Geleceği düşünmek ve hayal etmek gerçekten çok heyecan verici. Geleceğin kentlerini düşünmeden önce bugünün kentlerini anlamamız, kentlerin bugünkü sorunlarını ele almamız gerekiyor. Günümüzün mega kentleri halihazırda tüm kaynakların dörtte üçünü tüketiyor, yüksek miktarda çöp ve sera gazı üretiyor. 

Yapılar doğayla savaşıyor. İnsanlar aideyetlik duygusundan uzaklaşıp, 4 duvar arasına sıkışıyor. Geleceği hayal ederken genelde çok kısır ve bizden uzak görürüz. Oysaki geçmiş bugüne geldi. Geçmişte hayal ettiklerimiz bugün gerçekleşti. Geleceğin Şehri” bunlara alternatif bir çözüm sunmalı. Gelecek mimarisi ve şehirlerini hayal etmeye başladığımızda farklı geometrik formlar, zorlama strüktürel kurgular, farklı düzlemlerdeki yaşam alanları, dijital şeffaf iç mekanlar ilk olarak akla gelmekte.

Geleceğin Şehirlerinde: Mimari

Geleceğin şehirleri doğanın kendisi olacaktır.Kentleri önce biz şekillendiririz, sonra kentler bizi şekillendirmeye başlar.  Bu nedenle geleceğin kentlerini planlarken insan ve insana hizmet eden doğayı ön plana almalıyız.  Doğal olan, doğaya rağmen değil onunla birlikte yaşayabilen herşey geleceğin izlerini taşıyacaktır.

Geleceğin şehri tasarlanırken doğadan ilham almak, doğada var olan eşsiz düzenden yararlanmak en olasıdır. Doğadan esinlenerek mimari tasarım yapmaya BİYOMİMİKRİ denir.
Biyomimikri ile mükkemmel formlar, kanal sistemleri, yaşam ağları ya da strüktürel yapılar yapılabilecektir. Mimarlık mirasında doğadan öğrenilmiş çok sayıda form ve strüktürel uygulama bulunmaktadır.

 Ağaç gibi dallanmış yapılardan, çiçek formlarına, ağ yapılaşmalarından kabuklara, 
kristallerden yıldızlara kadar metaforlardan yararlanıldığı görülebilir.

Geleceğin Şehirlerinde:  Sürdürülebilirlik

İnsanlar, şehirleri yaşayan birer organizmaya dönüştürür ve bu organizmanın bir dengeye ihtiyacı vardır. Bu dengeyi sürdürülebilirlik ile ifade etmek mümkündür.

Sürdürülebilirlik bir sistem modelidir. Sistemin en önemli parametreleri ise yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, ekolojik uyum ve yaşam kalitesidir. 

Türkiye’de  yıllık enerji faturamızın 70 milyar dolara ve enerjide dışa bağımlığımızın %72’ye ulaştığı gerçeği çok açık. Almanya 1973-2013 arasında son 40 yılda enerjide dışa bağımlılığı %50 azaltmış ve 2050 yılına kadar da %100 azaltmayı hedeflemiştir.
Geleceğin sürdürebilir yapıları, iklim verilerine ve yere özgü koşullara uygun, yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanan, inşaasında insan sağlığına zarar vermeyen, doğal ve atık üretmeyen malzemelerin kullanıldığı, ekosistemlere duyarlı yapılar olarak tarif edilebilir. Geleceğe bırakacağımız en güzel miras temiz bir doğa olacaktır.

Gelecekte Yaşam Nasıl Olacak

Bugün nasıl elektriğin varlığını sorgulamıyorsak, yarında nano teknolojiyi ve yapay zekayı fark etmeyeceğiz. 

2050’yi hayal ettiğimizde; Sabah 6.15’te ışıklar yanıyor ve duvarda tanıdık bir yüz beliriyor, bu Molly, kısa bir süre önce satın aldığınız yazılım programı.Molly sadece düşünce gücüyle dairenizin sıcaklığını konfor koşullarında ayarlıyor, robot aşçınız kahvaltınızı hazırlıyor, manyetik otomobilinize garajdan çıkıp kapıya gelmesini emredebiliyorsunuz. Yatağı terk edip tuvalete gidiyorsunuz, yüzünüzü yıkarken; aynada, tuvalette, lavaboda gizlenmiş yüzlerce sensör harekete geçiyor, analiz ederek sağlık durumunuzu kontrol ediyor.

Gözünüze bir kontakt lens yerleştiriyorsunuz. Retinanızda parlayan ekranda internete bağlanıyor, günün manşetlerini okuyorsunuz. Ofise varıyorsunuz, giriş kartınız artık bedeniniz, iş arkadaşlarınız toplantıya yetişemese de sorun yok çünkü holografik görüntüleri sandalyelerde oturuyor.

Kendinizi iyi hissetmediğinizde , Dr. X organlarınıza check-up yapmak istiyor. Elinizde cep telefonu büyüklüğünde bir kart var. Organlarınız üzerinde gezdirip MR çekiyorsunuz. Sonuçları doktorunuza aktarıyorsunuz...

Gelecek gerçekten heyacan verici…”

Okan SarıkayaYeni Birlik Gazetesi Genel Y. Yönetmeni

“Hayatın  her anının matematik olduğunu savunanlardanım. Dolayısıyla; yaşadığımız çevre, soluduğumuz hava, mekânlar, yollar hemen her şeyin bir matematik olduğunu savunuyorum. Sosyal yaşam da öyle ve her şeyin bir maliyeti var. Mesela, İstanbul’un gerçeği trafik sıkışıklığı. Geçtiğimiz günlerde açıklandı, İstanbul’daki trafik yoğunluğunun yıllık maliyeti 6 milyar lira. Öte yandan hiç trafik kazalarının maliyetini düşünme fırsatınız oldu mu? Bir kişiyi yaşatmak çok daha ucuz ve uzun vadede getirisi çok daha yüksek bir durum. Avrupa Birliği’nde (AB) uzun yıllar önce hesabı yapılmış ve trafik kazalarında yaşanan her bir can kaybının AB’ye maliyeti 1,9 milyon Avro olarak tespit edilmiş. Kaybedilen bir canın bedeli olmaz tabii ki,  trafik kazaları keşke hiç yaşanmasa ancak bu da bir gerçek.

Tam burada bir parantez açarak benden önce konuşma yapan hocamız Prof.Dr.M.Rifat Sağlam’ın bahsettiği bir konu ile ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Hocamız  İstanbul Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi’nde görevli olduğu sürede İstanbul Büyükşehir Belediyesi için yapılan çalışmalardan söz etti. 2004 yılında sözü edilen kuruma da sevgili Osman Ataman ile birlikte önerdiğimiz, -o günlerde deprem dolayısıyla İstanbul genelinde okullarda yenileme ve depreme dayanıklılık çalışması yapılacaktı- ayrıca tüm ulusal gazetelerde de yayınlattığımız, içinde çeşitli proje önerileri olan pakette, tüm İstanbul genelinde yıkılıp yeniden yapılacak okulların altına yenileme sırasında otopark yapılmasının, bölge trafiği açısından çok önemli olacağı ve otoparktan elde edilen gelirle de okul, dolayısıyla Milli Eğitim’in bir masraf kaleminden kurtulacağını, böyle bir kaynağın mutlaka değerlendirilmesi gerektiğinin önemini vurgulamıştık. O dönemde Hocam da dahil bizi dinleyen olmadı maalesef.

Geleceğin kentlerinden bahsediyorsak Akıllı kentleri konuşmamak olmaz. Dilimize İngilizce Smart Cities kavramından çevrilerek kazandırılmış bir tanım olmakla birlikte “Akıllı Kent” tanımı aslında Bilişim Kentleri (informatic cities), Sayısal Kentler (digital cities) olarak da adlandırılmakta. Akıllı Kent tanımının itici gücü olan birinci bileşen, yenilikçi teknolojiler. İkinci içeriği, akıllı çözümlerin can damarı olan “veri.”  Ama, çok daha önemlisi üçüncü ve en önemli temel taşı “akıllı insanlar.”
Akıllı insan demişken, gelişmişlik ve toplu taşımanın hayatımızda ne denli önemli olduğunu hatırlatmalıyım. (Bu arada her konuda aceleci ve sabırsız olduğumuzu da unutmadan). Bizde maalesef toplu taşıma kullanımı bir statü göstergesi olarak algılanıyor. Oysa, dünyanın en zengin 16. kişisi ve bir dönem New York belediye başkanlığı da yapan Michael Bloomberg yaygın olarak metro kullananlardan. 

Akıllı insana ilk örneğim, metrobüsleri içeriyor, ilk seferlerinden birine konuk olmuştum. Gelen araçlar Hollanda’dan ithaldi. Uzay aracına benzeyen bu süper otobüsler gerçekten görülmeye değerdi. Ancak Hollanda şartlarına göre yapılmış, belli kapasitede yolcu taşıyabilecek ve düz yollara uygun hesaplarla üretilmiş bu araçların Avcılar rampasına geldiğinde tıka basa doldurulmuş halleri yolda kalmaları için yeterliydi. Bu “akıllı” araçlara düz yolda ve belli bir kapasitede yolcu ile gideceği öğretilmişti. Öyle programlanmıştı çünkü. 

O ilk seferde ineceğim durağa geldiğimde araç durunca gayri ihtiyari kafamı kaldırıp elektronik tabelada durağın adına baktım ve “Rotterdam” yazısını gördüğümü hatırlıyorum.  Henüz Türkçe de öğretilmemişti.

Bu arada trafiği unutmamak gerek.. Buna da Amerika’dan bir örnekleme yapacağım.
Los Angeles, San Diego, Irvine ya da o taraflarda bir yere gidiyorsanız, hele bir de otoyolu kullanmak niyetindeyseniz, arabanın hangi süratle gittiği, markası, gayri medeni bir şekilde “çakar lamba” takıyor olması bir şey ifade etmez. En sol şeritte gidebilmenin, yani pool (havuz) diye adlandırılan sol şeridi -özel şeridi demeliyim- kullanabilmenin yegâne şartı araç içinde en az iki kişinin bulunuyor olması. Tek başına iseniz yolun yoğun tarafında kalmak zorundasınız.  Akıllı bir çözüm değil mi?
Biliyor musunuz, eğer her şeyi “akıllı”ca yapabiliyor olsak, yani kurallarına uyarak, hesaplamalar ortaya koymakta ki, en az 4 nükleer santrallik enerji tasarrufumuz olacak. 

“Akıllı insan” dedim.. Bunun bir başka sebebi de yavaş yavaş tüm insanlar olarak el birliği ile “insanı” denklemin dışına itiyor olmamızdan kaynaklı...

İnsansız ve Otonom Kara Araçları (Mercedes Benz insansız otobüsleri görücüye çıkardı), insansız hava araçları, insansız ambulanslar (AirMul, Uluslararası Füze Teknolojisi Kontrol Merkezi’nden de sertifika aldı), insansız otomobiller (Apple ve Google geliştiriyor), insansız gemi denizciliği, akıllı insansız otonom gemiler (Rolls Royce’un Blue Ocean adlı araştırma ekibi tarafından geliştirilen insansız gemisi 2020’de denizde), insansız fabrika (Changying Precision Technology Company isimli bir Çin firması, Dongguan kentinde başladı).. 

Kimin için, biz “insanlar” için..

Dolayısıyla “Akıllı Kent” tanımının içinden “akıllı insan”ı alırsak Bilişim Kentleri (informatic cities) Sayısal Kentler (digital cities) dışında bir tanıma henüz ihtiyacımız olmadığını görürüz. “


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)