Gelecekteki Dirençli Kentler- Yeraltının Gücü
Kentsel Direnç Kavramı
Günümüzde şehirler insanların çalıştığı, barındığı ve eğlendiği yerlerdir; insan varlığının özüdür. Geri dönüşü olmayan bir eğilimin parçası olarak, kırsal kesimden kentlere doğru kitlesel bir göç yaşıyoruz. Her zamankinden daha fazla insan yoğunluğu olan kentlerde, gelecekteki nüfusu tahmin etmek oldukça zor. Oluşan insan yoğunluğuyla birlikte, ortaya çıkan doğal ve beşerî tehlikeler, insanları her zamankinden daha savunmasız hale getiriyor. New Orleans’ı vuran Katrina Kasırgası'na (2005) atıfta bulunarak, Bloomberg ve Pope (2017) şöyle diyor:
“Dünyanın her yerinde New Orleans gibi yerler var. İnsanlar, bu gerçeğin yarattığı sorunlarla başa çıkabilmek için yeni yaklaşımlara ihtiyaç duymaktadır. Geleceğin iklimi bugünkünden farklı ve muhtemelen daha az stabil olacak. Kitapta da bahsettiğimiz gibi, Dünyadaki iklim değişiklikleriyle başa çıkabilmemiz için her ölçekte; yerel, bölgesel ve küresel olarak daha fazla dirençli olmalıyız.”
Bloomerg ve Pope’un iklim değişikliği için daha fazla dirençli olma fikri, stres ve şoka giren kentler için daha geniş bir bağlamda incelenebilir. Bu bağlamda kentsel direnç, kentlerin bu stres ve şoku özümseyerek onlardan kurtulma yetenekleridir.
2011 yılında, Japonya'nın Sendai kenti bir deprem geçirdi ve bunun sonucunda tsunamiye maruz kaldı. Bu felaketler ağır can ve mal kaybına sebep oldu; aynı zamanda Fukushima nükleer reaktörüne de yol açtı. Burada en dikkat çeken kısım, kentin kurtarılması ve ardından kentin 2015 BM Afet Riski Azaltma konferansına ev sahipliği yapmış olmasıdır. Konferans sonucunda 18 Mart 2015’te Sendai Framework For Disaster Risk Reduction (Sendai Afet Risk Azaltma Çerçevesi) oluşturuldu.
Sendai Çerçevesi, doğal afetleri içeriyor. Şunu belirtmek gerekir ki; iklim değişimi, doğal olayların sıklığını ve yoğunluğunu etkiliyor. Fırtınalar, yağışlar ve buna bağlı olarak heyelanlar gibi afetler, insanların savunmasız hissetmesine neden oluyor. Bu durum insanlar üzerindeki stres ve şoku artırıyor.
Tehdit Eden Şok ve Stres
Hajer ve Dassen (2014), Smart Cities (Daha Akıllı Şehirler) adlı kitaplarında “kentsel metabolizma” hakkında yazıyor. Renner, burada kent varlığı hakkında konuşuyor. Her iki kavram, şehir planlamacıları için kenti anlamak ve kent yaşamına bütünsel bakmak adına birer örnek oluyor. Rockefeller Kurumu 100 Resilient Cities (100 Dirençli Şehir) organizasyonunda aynı şeye atıfta bulunur: “Kentsel direnç kurmak için, kente bütünsel olarak bakmak gerekir: Kenti oluşturan sistemleri anlayarak bağımlılık ve risklerin saptanması asıl amacımızdır.” Bunun üzerine organizasyon, stres ve şok kavramlarını daha detaylı açıklıyor.
Stresler, bir kentin dokusunu tehdit eden, kronik ve yavaş hareket eden felaketler olarak tanımlanıyor. Şoklar ise, çok daha şiddetli ve hızlı bir şekilde kenti tehdit eden felaketler olarak görülüyor.
Kronik Stres ve Şiddetli Şok. 100 Resilient Cities (2018)’ den alındı.
Kentsel direnci daha fazla analiz etmek ve anlamak için,100 Resilient Cities organizasyonu bir “City Resilience” oluşturmak için alınacak önlemleri 4 kategoride inceliyor.
1) Sağlık ve Refah,
2) Ekonomi ve Toplum
3)Altyapı ve Çevre,
4) Liderlik ve Strateji.
Jeoloji: Dost mu Düşman mı?
Şehir planlaması olarak, yer altında kentsel planlama yaparken alandan ziyade “boşluğu” düşünmeliyiz. Bunun nedeni, “hava” yerine öncelikli sorunumuzun yer altındaki “jeoloji” olmasıdır. İnsanların yüzyıllardır yaptığı gibi, biz de eşsiz bir yer altı karakterleri oluşturmak ve kendimize alan yaratmak için boşluklar yaratmalıyız. İlk insanların barınakları olan mağaralar, çeşitli şaftların ve galeri boşluklarının açılmasıyla yaşanabilir hale gelmiştir. Yeraltı; kömürden bakıra, petrolden gaza kadar birçok yenilenemeyen enerji kaynağını bize sunuyor. Aynı zamanda, yer seçimi yaparken biyolojik çeşitliliği fazla olan yeraltlarını düşünmemiz gerekiyor. Buna örnek olarak toprakta ürün yetiştirmek için verimli toprakları seçmek ve yağmur suyunu doğal filtre yoluyla içme suyuna dönüştürme verilebilir. Sterling ve Nelson’un 2013’te tartıştığı gibi: "Buradaki soru bu sistemin nasıl çalışacağı ve bu sisteme insan müdahalesinin yaratacağı etkinin nasıl olacağıdır. Bu noktayı açıklamak için Hollanda’nın kuzeydoğusundaki kara tesislerinden çıkarılan doğa gaza bakabiliriz." “Groningen” gaz sahası 50 yılı aşkın bir süredir sadece evleri ısıtmak ve yemek pişirmekle kalmıyor; ayrıca yer altından çıkarılan ürünlerle ihracatın artmasını sağlıyordu. Ancak bu çıkarılan gaz daha sonrasında burada başlayan depremlerin sebebi oldu. Bu olayı halkın tepkisi izledi ve gaz çıkarımı durdurularak yeni alternatifler aranmaya başladı.
Dünyanın doğal süreçlerini etkilemek ve değiştirmek; enerji depolamak veya fiziksel alan kullanımları derin bilgi gerektiren durumlardır. Bundan dolayı biz dirençli şehirlere bakarken, geçmişteki insan müdahalelerini dikkate almalıyız. Mesela madencilikte oluşturulacak galeriler nedeniyle çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliriz. Bu bağlamda bakılınca kentsel dayanıklılık için yeraltının bir seçenek olmaması gerektiğini düşünebilirsiniz. Aslında durum öyle değil. Perspektife dengeli bir şekilde yaklaşırsak, hem sürdürülebilir kalkınma hedeflerimizi gerçekleştirebilir hem de kentsel dayanıklılık hedeflerimizi yeraltında planlayabiliriz.
Yeraltı Alanları Kentsel Dirence Nasıl Katkıda Bulunabilir?
Bu konu daha önce Sterling ve Nelson (2013), Bobylev, Hunt, Jefferson ve Rogers tarafından incelenmiştir. Bu soruyu daha fazla araştırmak için altyapı ve çevreyi üç kategoride ele almışlardır.
Doğal ve İnsan Yapımı Koruyucu Varlıkları Oluşturmak ve Artırmak
Bu kategori, kent sistemindeki fiziksel savunmasızlığı azaltarak, koruma altındaki doğal ya da insan eliyle yapılan varlıkları koruma ile ilgilidir. Bu noktayı inceleme yollarından biri, kentsel ısı adalarının etkilerini göz önünde bulundurmaktır. Yerleşim alanlarının beton ve asfalttan dolayı kırsal alanlara nazaran daha çok ısındığını biliyoruz. Aynı zamanda belirli arazilerde tepelerden gelen serin rüzgarların kent ısısını düşürdüğünü de görüyoruz. Maalesef, yüksek katlı binalar bu serinletici etkiyi ciddi oranda etkileyebiliyor. Yeraltı mekanları sayesinde, kent içindeki doğal hava akışı daha fazla mekânın serin hava ihtiyacını karşılayabilir. Başka bir örnek olarak Hollanda’daki Katwijk kentindeki bir yeraltı otoparkını gösterebiliriz. Bu Kum tepelerinin altındaki yeraltı otoparkı, doğal deniz savunması görevi görerek sel gibi taşkınlıkları önlüyor.
Kritik Hizmetlerin Sürekliliğini ve Güvenilirliğini Sağlamak
İklim değişikliğinin oluşturduğu tehditlerden biri daha sık ve yoğun yağışların oluşmasıdır. Bu yağışlar, drenaj sistemine sahip olmayan kentler için sorun teşkil etmektedir. Drenaj sistemine sahip olan kentlerin de ilerleyen süreçlerde yeterli kapasiteye sahip olamayacağı ve bu durumun kentlerde su baskınlarına yol açacağı düşünülmektedir. Örneğin bunu önlemek için Hollanda Rotterdam’da bulunan bir yeraltı otoparkı, su havzası ile birleştirildi. Bu şekilde oluşturulan yeraltındaki alan, arabaların ve suyun bağımsız bir şekilde depolanmasını sağlıyor. Aynı zamanda bu durum, kanallardaki ve kanalizasyondaki suyun, kritik seviyeye yükseldiğinde kontrollü bir şekilde havzaya taşınmasına yardımcı oluyor. Seviyesi düşen su, daha sonra drenaj sistemleri kullanılarak tekrar dışarı pompalanıyor. Aynı konseptte, Tokyo’da devasa bir yeraltı” tapınağı” tasarlandı. Buradaki amaç, kentte su taşkınlıklarını önlemek ve artan yağmur suyunu depolamaktır.
Bu kategorinin başka bir örneği olarak depremleri ele alabiliriz. Bilindiği üzere yeraltı altyapıları depreme karşı daha dirençlidir. Bu birçok deprem felaketinde kanıtlanmıştır. Bundan dolayı yeraltı sistemlerinin tek görevi sadece insan taşımak olarak belirlemeyip, deprem sonrası kentin ve insanların iyileşmelerine yardımcı olacak bir alan olarak yeni bir sistem kurmaktır.
Güvenilir İletişim ve Hareketlilik Sağlamak
Bugün serbest insan akışını sağlamak için birçok yeraltı ulaşım sistemi kullanılıyor. Londra, Paris, New York ve Moskova gibi şehirler hızlı kitle taşıma sistemlerinin öncüleri olmuş durumda. Uzun bir süredir şehirler bir kentsel hizmet yaratmak için yeraltını kullanıyor. İnsan taşımanın yanında, kapsamlı boru hatları ve iletişim kabloları da yeryüzündeki koşullardan etkilenmeyecek şekilde yeraltında kullanılıyor. Bu Sitemlerin yüzeyin altında olması, onları yüzeyden bağımsız kılarak fırtına gibi dışsal güçlerden koruyor. Buna en iyi örnek Prag şehrinin sistemidir. Sistem 90 km uzunluğundaki tünel ağında içinde bulunan gaz boruları, su şebekesi, yüksek ve alçak gerilim kabloları ve telekominasyon kabloları sayesinde kente hizmet veriyor.
Kentsel direnç, sürdürülebilir kalkınma göz önünde bulundurulduğunda şehirler için önemli bir kavramdır. Kentsel direnci anlamak için kentsel metabolizmayı ve varlıkları incelemek ve kent sistemlerine bütüncül bir şekilde bakmak gerekir. Kentimizin altındaki yeraltı, çeşitli doğal ve yapay felaketlerden korunmak için hayati bir önem taşır. Yeraltı, kronik stres ve ani şoklarımızı dindirmek için bir çözüm olabilir. Yeraltının dirençli kent oluşturmadaki rolünün ne olacağını belirlemek için derinlemesine bir jeoloji, sistem ve tarih araştırmasına gidilmelidir. Sürdürülebilir gelişmeyi sağlamak ve kentlerimizi ileri taşımak adına, yeraltında boşluk oluşturma fikrini gerek tehditleriyle gerekse yararlarıyla düşünmemiz gerekiyor.