Göçer Zihniyet Çevresini Nasıl Örgütledi?
And Akman
Yaşadığı Yere aitliğin beraberinde getireceği kültürel gelişme yerine, yerinden edilmenin beraberinde getirdiği empati yoksunluğu devam ettiği sürece, yapısal çevremizin kanser hücreleri gibi betonlaşması da devam edecek ve buna çağdaşlaşma demeye devam edeceğiz.
Göçebe insanın, o anda bulunduğu yer ile herhangi bir kalıcılık duygusu da oluşmamış olduğundan, sürdürülebilirlik duygularının ve çevreyi koruyan duyarlılıklarının da gelişmemiş olduğunu görüyoruz. İnsanın yaşadığı çevresi ile kurmadığı bu ilişki, günümüzde Anadolu topraklarında körüklenen popüler bir göçerlik şeklinde devam etmektedir.
Göçer zihniyetin çevresini nasıl örgütlediğini, nasıl geçici ve yüzeysel yapısal çözümler ile yetindiğini görmek istiyorsak başımızı coğrafyamızın herhangi bir penceresinden uzatmak, ya da kapısından içeri bakmak yeterli. Hiç sıkılmadan şikayetini etmeye devam ettiğimiz yaşam alanlarımızı niçin böyle tasarımladığımızın özünde, kendimizi oraya ait görmemek gelmektedir.
Yaşdığı yere aitliğin beraberinde getireceği kültürel gelişme yerine, yerinden edilmenin beraberinde getirdiği empati yoksunluğu devam ettiği sürece, yapısal çevremizin kanser hücreleri gibi betonlaşması da devam edecek ve buna çağdaşlaşma demeye devam edeceğiz.
Buna ilişkin olarak seçtiğimiz iki örneğin ilk bakışta ortak yönleri yokmuş gibi görünse de, özünde ikisi de aynı zaman dilimini ve topoğrafyayı işgal eden, göçerliği ve yerine aitsizliği simgeleyen yapılardır.
Habitat 67 / Moshe Safdie
Habitat 67, ‘World Exposition 1967’ için İsrail-Kanada asıllı mimar Moshe Safdie tarafından tasarlanan bir proje. İlk başta yoğun kentlerde yüksek kalitede konut projeleri yapmanın getirdiği sorunlara deneysel bir çözüm olarak düşünülen ‘Habitat 67’, Safdie prefabrike modüler evlerin kullanımıyla fiyatları azaltırken bir yandan da yeni bir konut tipolojisi yaratmayı planladı.
Banliyö evlerinin kentsel yüksek binalara dönüştürülmesi
Safdie, projeninin öneminden ve “Habitat ‘67’ye bakışından bahsederken aslında Habitat 67’nin bir fikir gibi gözüken iki fikrin birleşimi olduğunu açıklıyor; “Biri prefabrikasyon, diğeri ise apartman inşaat tasarımına yeni bir bakış açısı.”
Proje, Safdie’nin McGill Üniversitesi’nde 1961’de yazdığı “Şehir Yaşamı için bir Vaka” adlı tezinden türemiş ve burada “Üç Boyutlu Modüler İnşaat Sistemi” olarak belirtilmiş. Bundan iki yıl sonra, 23 yaşında, Louis Kahn’ın stüdyosunda staj yaparken, Safdie’nin tez gözetmeni Sandy Van Ginkel, ona projesini World Exposition 1967’ye göndermesini tavsiye etmiş. Bunun üzerine Safdie teorilerini 1000 konut, bir okul ve mağazalardan oluşan tamamlanmış bir ana plana çevirdi ve çok genç yaşına rağmen projesi kabul edildi. Ancak Kanada Devleti tarafından 158 konutla sınırlandırıldı.
Habitat 67 “kutular” denilen 354 tane birbiriyle aynı prefabrike modülün farklı kombinasyonlarda dizilmesi ve çelik kablolarla bağlanmasıyla yapıldı. 55 metrekarelik kutulardan bir ila dört adet arası değişen dairelerin şekilleri ve boyutları birbirinden farklı. Her daireye yaya yolları, köprüler ve asansörlerle ulaşılabiliyor. Hizmet ve otoparklar ise giriş katına konumlandırılmış.
90 tonluk kutuların prefabrikasyon işlemi 12 x 5 metrelik çelik kalıplar halinde inşaat alanında yapıldı. Daha sonra bu beton kutular, elektrik ve mekanik sistemlerin kurulması için sıraya girdiler, bu sırada yalıtım işlemleri ve pencereler de yapılmış oldu. Bu seri üretim aynı anda modüler mutfak ve banyoların monte edilmesiyle son buldu. Tamamlanan evler bir vinç yardımıyla yerlerine koyuldu.
Safdie, beton kutulardan oluşan bu evleri farklı geometrik şekillerde yerleştirerek yüksek binaların geleneksel yapısını kırdı. Böylece her ev komşusundan bir adım uzakta ve bu sayede her dairenin bir çatı bahçesi, sürekli temiz hava sirkülasyonu ve doğal ışıklandırması sağlandı.
Bu sayede Habitat 67, iki ev tipolojisini birleştirdi; Bahçeli Banliyö Evleri ve Ekonomik Apartman daireleri…
Buna benzer projeler daha sonra dünyanın farklı yerlerinde yapılmaya başladı: New York (1967), Portoriko (1968), İsrail (1969), Rochester (1971) ve Tahran (1976). Sadece kendi zamanında yenlikçi olmakla kalmayıp Habitat 67 onyıllarca mimariyi etkilemeye devam etti.
GÜNEŞ ENERJİLİ, TAŞINABİLİR ÖRGÜ MÜLTECİ BARINAKLARI
Dünya’da 40 milyondan fazla insan evlerinden alınıp tanımadıkları topraklarda barınak bulma zorunda bırakıldılar. Belki bir çadır, bir tente bulabilirler ama hayatları neredeyse her zaman kederli. Ürdün-Kanada asıllı tasarımcı ve mimar Abeer Seikaly, bu sorunu çözmek için yeni bir tür barınak tasarladı. Bu barınak mültecilerin hayatlarını gururla yeniden yaratmalarını sağlayacak.
Şu an Ürdün’ün başkenti Amman’da yaşayan Seikaly, Ürdün’ün çöllerinde göçebe yaşam tarzı sürmüş atalarından gelen birikimle, mültecilere yakışacak bir yaşam alanı tasarladı.
“İnsanların Dünya üzerindeki arayışları yeni bölgeler bulup, oradaki insanlarla kentler, şehirler, milletler kurmalarını sağladı.” diyor Seikaly tasarım açıklamasında. “Bu keşif ve yerleşim, hareket ve durağanlık arasındaki bağlantı insan olmanın özünü oluşturuyor.”
Ama günümüzde bu göçlerin çoğu istekli yapılan göçler değil, savaşlar ve iklim değişiklikleri insanları göçe zorluyor ve sadece ceplerindeki az miktar parayla evlerinden uzaklaşıyorlar.
Kullanılırlığı kanıtlanmış olan bu taşınabilir örgü barınak konsepti insanlara evlerini de yanlarında taşıma şansı veriyor. “Yapıyla kumaş arasındaki farkı belirsizleştiren” bu yapısal örgü kumaştan oluşan barınaklar, kişisel bir alan oluştururken bir yandan da taşınabiliyor. Aynı zamanda modern insanların ihtiyaçlarını karşılayan imkanlardan bazılarını da kapsıyor, temiz su ve yenilenebilir elektrik gibi…
Barınakların cephesi güneş enerjisi emen bir kaplamayla kaplıyken, iç duvarlarının alt kısımlarında depolama için gözler bulunuyor. Ve barınakların üzerinde bulunan su depolarıysa insanlara hızlı duş alma imkanını veriyor. Bu su tankı termosifon sistemleriyle doldurulurken barınakta su taşmalarını önlemek için bir drenaj sistemi de bulunuyor.
Başarılı bir aydınlatma ve havalandırma sistemiyle barınak, yazları açılırken kışları soğuktan korumak için kapanabiliyor. Ama en önemlisi, mültecilere bir güven duygusu, bir ev sağlıyor.
Bu hafif, taşınabilir yapısal kumaşla insanlar, hayatlarını tekrar toparlamaya çalışırken, çevrelerini de hem yeni hem de tanıdık bir yere dönüştürebiliyorlar.
“Yakında ihtiyaç ve istek arasındaki boşluğu kapatabiliriz. Bu anlamda mülteciler bir süreliğine de olsa problemli yaşamlarından uzaklaşıp, hayatlarını tekrar oluşturdukları bir alana çevirebilirler. Barınaklarını evleri yapabilirler.” diyor Seikaly.