Güneş Tahtına Geri Dönecek!
Ronald Rovers
SBScentre, Direktör, Zuyd Üniversitesinde Profesör
Son 150 yılda şehirler devasa boyutlara ulaştılar. Geçmişte yakın çevrelerindeki yerel kaynaklara dayalı, kendi kendilerine yetebilen küçük topluluklar iken, günümüzde; küresel kaynak dağılımına dayalı metropeller haline geldiler. Bu nedenle de insanlar etkileyemedikleri çevreden etkilenebiliyorlar...
Kaynak dağılımındaki politik sebeplere dayalı adaletsizlikler, doğal afetler ve kıtlık gibi sebeplerle insanoğlu kapana kısılmış durumda. Maalesef bu durumdan kaçabileceğimiz başka bir senaryo da yok. Bu durum konuya birinci bakış açısını oluşturuyor.
İkinci bir bakış açısı ise; büyük şehirlerin genellikle endüstrileşmiş ya da hızla endüstriyelleşen ülkelerde bulunuyor olması ve bu büyükşehirlerin genellikle gelişmemiş ülke ve kültürlerin kaynaklarını tüketiyor olmaları. Yağmacılık bu yönden yasallaşmış durumda.
Dünya nüfusunun 7 milyardan 9 milyara çıkacağı gerçeği ortaya koymaktadır ki; artık başkalarının kaynakları ile yaşamaya devam edemeyiz. Hiçbirimiz bu durumdan memnun olmasak da; her geçen gün daha çok yemek, eşya ve eğlenceye bağımlı olduğumuz bir gerçek. Şehir yaşamının bu nedenle kişiye özel ve asosyal bir hale geldiği söylenebilir. Büyük apartmanlarda ve gökdelenlerde yaşıyoruz, ihtiyaçlarımızı karşılamak için asansörle yeryüzüne inerken komşularımızı farketmiyoruz bile. Arabalarımıza binerek çevremizden soyutlanıyoruz. Şehir merkezlerinin uzaklarına konumlanmış alışveriş merkezlerine giderek, kimse tarafından tanınmadan alışveriş yapıyoruz. Herşeyi internetten sipariş edip, münzeviler gibi yaşamak da elimizde olan bir lüks. Eğlenmek için hafta sonları, başka şehirlere gezme amaçlı gidiyoruz, hafta içinde ise internette yüzyüze iletişimden kaçınarak ‘sosyalleşiyoruz’.
İlk iki gözlem üçüncüyü geliştirmemize yarayan bir ipucu olabilir aslında... Kentsel alanları yenilememiz gerekiyor, yerel kaynakların kullanımı ve yerli ürün üretimini destekleyen sorumluluklar geliştirmek, enerji, su ve gıda gibi ihtiyaçları yerel kaynaklardan sağlamak, kaynak kıtlığı çekilen dönemlerde uygulanması gereken hareketler olarak sıralanabilir. Tüm seçimlerimizi daha tasarruflu bir şekilde yerel üretimden yöne yapmamız köklü sürdürülebilirlik anlayışıyla doğru orantılı ve bu da bizi sosyal birleşmeye, iş gücüne ve yerel ekonomiyi geliştirmeye yönlendirir.
Bugün görülüyor ki; biz istesek de istemesek de, küresel sistemler işe yaramamaya başladığında, bu değişimler yaşanacak. Uğrayacağımız şok ile istemsiz olarak gelişecekler.
Sanayi devriminden önce, güneş ana kaynaktı ve zenginliğin kaynağıydı; gıda ve enerji güneşten geliyordu. Gelecekte güneş tahtına geri dönecek ve dünyevi sistemlerimize kalite katan tek kaynak olmaya başlayacak. Bu zaman zarfındaysa, bizler tüm olumsuz etkileri ile beraber milyonlarca yılda üretilmiş stoklarımızı
tüketeceğiz. Sürdürülebilir geleceğimize dair tek gerçek değer, tüm üretimin güneş enerjisi potansiyeli ile sağlanması olacak.
Ve bu insanoğlunun kurtuluşu: Her yüzeyi gıda, enerji ve malzeme üretimi için kullanmak...
Şehirlerin kullanılmayan boş ve büyük alanları var. Örneğin çatıları ele alalım; enerji, gıda ve su üretimi sağlamak için potansiyelleri yok mu? Romalılar çatılarında su toplarlardı. Güneş enerjisi ile ilgili bugün bildiklerimizi biliyor olsalardı eminim ki çatılarını bu amaç için de kullanırlardı. Ancak biz 2014 yılında hala çatılarımıza kiremit döşemiyor muyuz? Daha ne kadar müsrif olabiliriz ki... 15.Louis’in deyişiyle “Benden sonrası tufan.”
Yeşil ve Üretken Alanlar
Yeşil alanları neden sadece yeşil yapalım? Yeşil ve üretken olabileceklerken. Meyve ağaçları, sebzeler, hem güzel hem de üretken olabilirler. Neden her yol çift taraflı tasarlanır? Bu büyük bir yer kaybı, şehir yaşamını destekleyip, cimriliğimizi uzak alışveriş merkezlerine gidebilmemizi sağlayan yollarla sağlıyoruz...
Peki kentler bütün alanlarını kullanarak kendi ihtiyaçlarını karşılayabilirler mi? Tüketiciden üreticiye nasıl dönüşürler? Bu sorular gerçek bir kentsel alanda yapılan araştırmalarda soruldu ve günlük hayatta değişiklikler yaparak bunun mümkün olduğu anlaşıldı.
Peki nedir değişilikler; en önemlisi gıda, ve biz de vejeteryan olarak yaşayabileceğimiz alanları sağlamalıyız. Bu yüzden et yemeyi bırakmamız gerekecek. Güneş panelleri ve rüzgar gülleri için gerekli malzemelerin üretimi sorunlu olsa da enerji üretimi sorun değil. Hizmetleri sağlamak için çok yaratıcı çözümler bulmamız gerekiyor. Evlerin 24 saat her odasının ısıtılıp soğutulması şart mı? Evleri bölümlere ayırarak sadece kullandığımız mekanları ısıtabiliriz. Bu da bizi eski aile yaşamına geri götürür...
Yolların yarısını tek yönlü olarak değiştirerek üretim için daha fazla arazi sağlayabiliriz. Daha da önemlisi yolların bakımı için harcanan kaynakları da yarıya düşürebiliriz.
Kentsel yapıda bir çok müdahele olabilir. Yaşam yeniden organize edilebilir. Örneğin: herkese bir çamaşır makinesi ne kadar enerji tasarruflu da olsa kaynakları inanılmaz ölçüde harcar. Yerel bir çamaşırhane çok daha etkili bir yöntemdir ve sosyal iletişime geçmemizi sağlarken insanlara iş olanağı da açar. Asıl amaç olan temiz çamaşır ihtiyacı da karşılanır. Gerçek ihtiyacın gözden geçirilmesi daha bir çok çözüm yolu bulmamızı sağlar. Günümüzde yaşanan ekonomik krizler, genç insanların bunun gibi çözümleri bulmalarını sağlıyor zaten. Araç paylaşımlı ulaşım, eşyaların ortak kullanımı, şehir dışı ve ülke dışı seyahatlerde otel yerine evlerin takas edilmesi.
Örneğin Hollanda’da tamirci-kafeler yaygınlaşıyor; Gönüllüler her hafta bir akşam yerel bir kafede tamir hizmetlerini sunuyorlar. Bu kafenin sahibini de, tamirciyi de, eşyası bozuk olan kişiyi de mutlu ve kazançlı yapıyor. Kendini kaynak ve alan kullanımı konusunda yeniden organize eden şehir veya mahalleler “İnsan” ve “Kazanç” sağlıyorlar.
Curitiba, Küba ve Detroit de bunları yapıyorlar; enerji bağımsızlığı yaratırken bir çok iş olanağı ve dinamik bir şehir oluşturuyorlar. Bizim bölgemiz olan güney Hollanda’da biz de bu tip konularda denemeler yapıyoruz: Potansiyelleri gösteren projeler yaratıyoruz. Çevremizdeki yapılara karşı yeni bir bakış açısı kazanmamız gerekiyor. Bu değişim tekil projeler ile gerçekleşemez, bir şehri tamamen yeniden yaratmak, şehrin tüm sahiplerinin hep birlikte uğraşımıyla elde edebilecek bir kazanım.
Bu durum büyümekle değil gelişmekle ilgili çünkü büyümenin yerel ve küresel olarak sınırları var. Avrupa’da örneklerine rastladığımız gibi kaynaklarda kıtlık, pahalılaşma ve ekonomik krizler yaşanıyor.
Gelişmek ise sistemleri yeniden organize ederek zaten varolan yapıları ve çevremizi kaynak ve iş olanağı sağlamak için geliştirmek anlamına geliyor. Bunu mevcut stokları alıp, geliştirip, değiştirip, üzerlerine yeni şeyler ekleyerek yapabiliriz.
Her yönüyle kentsel dönüşümde yapı ve inşaat endüstrisi de beraber değişecek; yenilenebilir yerel malzemelerin kullanılması, geri dönüştürüp yeniden kullanımı, prefabrike kaynaklarda yenilik yapılması, satmak yerine kiralama yöntemleri gibi...
Bu süreçte sorunumuz teknoloji değil yeniden organize olabilme problemi...Alışkanlıklarımızı, üretim yöntemlerimizi, sosyal konulardaki açık fikirliliğimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Burada alan ve arazi anahtar kelimeler... Sosyal bir kentte yaşlılar dahil tüm şehir sahipleri katkı sağlayabilir. Bu değişim kendi kendine birden olmasa da birkaç küçük şokla gerçekleşebilir.