Kalunborg Örneğinin Bize Öğrettikleri
Merve Titiz Akman
Ekopark ve endüstriyel simbiyoz kavramlarının oluşumu
İklim değişikliğinin her geçen gün kendini daha çok hissettirdiği günümüzde, biz kentliler de artık kaçışın kirli ve kötü havalardan kurtulmak kadar kolay olmadığını anlamaya başladık. Artık ‘korunaklı’ mekanlarımıza sığınsak da kuraklık yaşayacağımız ve önceden kolayca tükettiğimiz yiyeceklere, doğal kaynaklara ulaşmamızın zorlaşacağı tedirginliği bizi de sardı. Oysa ki uzun bir süredir, 1993 yılından itibaren, kaynak kullanımımız gezegenimizin yıllık üretim kapasitesini aştı.
Bu ne anlama geliyor? Dünya’nın kendini yıl boyunca yenileme hızından daha yüksek bir hızda tüketiyoruz demek oluyor. Üstelik Küresel Ayak İzi Ağının hesaplarına göre geçtiğimiz yıl limit aşımımız sekiz aya dayandı.
Gidişat böyleyken, iş dünyasında ve özellikle de endüstride kaynakların etkin kullanımı yani optimizasyon önem kazandı. Endüstriyel sistemlerin ekolojik sistemlerle uyumlu çalışmasına odaklanan Endüstriyel Ekoloji araştırma alanı da bu doğrultuda hızlı gelişti ve 1990’lar itibariyle bu alanda uluslararası bilinç oluşmaya başladı. Ekoverimlilik, ürün sorumluluğu, yaşam döngüsü analizi ve ekopark gibi kavramlar Endüstriyel Ekoloji çerçevesinde gelişerek günümüzde sıkça konuşulur oldu.
Bu kavramlar arasında kendine erken uygulama alanı bulan ekoparklar, hammadde kullanımını etkinleştirmeyi ve atık üretimini en aza indirmeyi hedefliyor. Endüstriyel ekoparklar, bir işletmenin atığının diğerinin hammaddesine dönüştüğü bir organizasyon öneriyor. Bu organizasyon modelinin dünyada kabul görmüş tanımı ise endüstriyel simbiyoz. Biyolojik sistemlerde nasıl ki her öğe ve madde bir veya birden çok fonksiyona sahipse ve sistem içinde değerlendiriliyorsa endüstriyel simbiyoz da benzer bir kapalı döngü sistemini öneriyor. İşletmeler aralarında hizmet, kaynak (ısı, enerji vb.) ve yan ürün paylaşarak çevre etkilerini azaltırken maliyetlerini düşürebilir ve değer artışı sağlayabilirler.
Endüstriyel simbiyoz modeliyle işletmeler çevre etkilerini belirgin ölçüde azaltsa da, sürdürülebilirlik hedefleri doğrultusunda tasarım ve üretim anlayışını tamamen değiştirmek isteyen kurumlar için bu model bir engele de dönüşebiliyor.
Endüstriyel simbiyozun stratejik sürdürülebilirlik yaklaşımı için uygun bir araç olmamasının nedeni bu yöntemin sadece malzeme kullanımının etkinleştirilmesine odaklanarak ekolojiye ve topluma sistematik etkileri göz ardı etmesi. Çevresel ve sosyal etkilerimizi bütüncül ele almamızı sağlayan ve bilimsel konsensus ile kararlaştırılmış sürdürülebilirlik prensiplerini hatırlayalım*:
Sistematik olarak,
1. Yeraltından hammadde çıkarılmaması,
2. Kimyasal ürünlerin ve eşyaların artmaması,
3. Fiziksel varlıklardaki bozulmanın (humus, yer altı suları, balık çeşitliliği, resifler vb.) önlenmesi
4. İnsanların ihtiyaçlarını karşılama kapasitelerini azaltan koşulların oluşmaması.
Sürdürülebilirlik ilkelerinin tarif ettiği durumları karşılamayan endüstriyel simbiyoz modeli, işletmelerin sürdürülebilirlik planlamasında bir stratejik araç olarak kullanılamasa da belli bir zaman diliminde uygulanarak işletmenin özellikle optimizasyon konusunda gelişmesine katkı sağlar. Ayrıca işletmeler arasında işbirliği kültürünün ve paylaşım anlayışının yerleşmesi açısından da etkili bir model. Ekoparkların birçok faydasına rağmen işletmeler birbirine bağlı hareket etmenin öncelikle esneklik kaybı gibi riskler içerdiğinin farkında olarak böyle bir sisteme girmek konusunda çoğunlukla çekimser kalıyor. Veya böyle bir oluşumun içinde yer almayı taahhüt eden şirketlerin birçoğu işbirliği sürecinde yeterli çabayı göstermeyerek sistemin verimini düşürebiliyorlar.
Dünya’daki İlk Endüstriyel Simbiyoz Örneği Kalunborg Eko Parkı
Endüstriyel simbiyozun tam olarak gerçekleştiği ilk ekopark Danimarka’nın Kalunborg bölgesinde yer alıyor. Burada işletmeler birbirlerinin yan ürünlerinden faydalanıyor veya kaynaklarını paylaşıyorlar bu sayede kapalı bir döngü oluşturuyorlar. Ticareti yapılan artık ürünler, buhar, kir, gaz, ısı, toz, çamur olduğu gibi bir noktadan diyerine taşınabilecek herhangi bir şey olabiliyor.
Kalunborg örneği 50 yıllık doğal bir süreçte, çalışanların işbirliği ile gelişim gösteriyor. Kalunborg’un ekonomik, kültürel ve çevresel kazançları yıl bazlı arttıkça gelişimi süreklilik kazanıyor. Projenin başarısı ve sürekliliği, endüstriyel simbiyoz uygulamalarının dünya çapında yaygınlaşmasını sağlıyor. Günümüzde simbiyoz modelinin uluslararası uygulamalarına baktığımızda birçok irili ufaklı projeyle karşılaşıyoruz. Dünyanın çeşitli yerlerinde simbiyoz projeleri geliştiren ve İngiltere’de Ulusal Endüstriyel Simbiyoz Programı’nı (UESP) başlatan Peter Laybourn’ın açıklamaları simbiyoz modelinin sunduğu olanaklar hakkında kabaca fikir sahibi olmamızı sağlıyor. Laybourn’nun belirttiği üzere UESP, şirketlere yedi yılda 1 milyar pound maliyet tasarrufu ve 39 milyon ton karbondiyoksit tasarrufu sağlamış.
Kalunborg’da endüstriyel simbiyozun ilk adımı, 1961 senesine kadar dayanıyor. Statoil bölgede kuracağı yeni petrol rafinerisi için belediye ile ilk işbirliğini başlatıyor. Rafinerinin ihtiyacı olan suyun yer altı kaynaklarından çekilmesi yerine Tisso gölünün yüzey suyundan alınması için belediye ile ortak çözüm geliştiriliyor. Böylece rafinerinin finansal desteği ile belediye tarafından boru hattı döşeniyor. Kalunborg Belediyesi ve Statoil’ün öncülük ettiği ‘birlikte çalışma anlayışını’ 1972’de Gyproc devam ettiriyor. Gyproc alçı levhalarını ürettiği fırınlarında Statoil’den temin ettiği doğal gazı kullanmaya başlıyor. Bir yıl sonra ise Dong Energy, Statoil ile birlikte boru hattından faydalanmak üzere Kalunborg işbirliği ağına katılıyor. 1989 itibariyle Kalunborg’daki işbirliklerinin bütünü endüstriyel simbiyoz olarak adlandırılmaya başlıyor. Ve zaman içinde Kalunborg ekoparkı, dünyanın en büyük ensülin (Novo Nordisk) ve enzim (Novozymes) üreticisinden en kapsamlı kanalizasyon arıtma tesisine (Kalundborg Forsyning A/S), Danimarka’nın lider enerji şirketinden (Dong Enerji) Baltık denizinin en büyük rafinerisine (Statoil) dokuz adet özel ve kamu işletmesini içine alıyor.
1980’lerin sonuna doğru, Kalunborg artık endüstriyel simbiyozun en tanınmış örneklerinden biri haline geliyor. Bu kapsamda, Kalunborg belediyesi birçok temiz enerji girişimini de kendine çekmeye devam ediyor. Bunlar arasında Avrupa’nın en büyük biyokütle işleme ve demonstrasyon merkezi, akıllı şebeke sistemi, Inbicon- ikinci jenerasyon biyo etanol projesi ve Danimarka biyo-yakıt kümelenmesi gibi birçokları var.
Kalunborg ekoparkındaki malzeme değiş-tokuşu, işletmelerin birçok yönden tasarruf etmesini sağlarken, çeşitli iyileştirmelerin ve yeni gelir potansiyellerinin oluşmasını sağlıyor. Endüstriyel simbiyoz sayesinde üretim, malzeme, enerji, sigorta ve bakım maliyetleri azalırken operasyonel etkinlik, kalite kontrol, yerel halk sağlığında iyileşmeler yaşanıyor ve böylece işletmelerin itibarı yükselirken gelir potansiyellerinde artışlar yaşanıyor. Kalunborg’da uçtan diğer uca yayılan çapraz boru ağı sayesinde işletmeler arası lojistik ihtiyaçlar en uygun şekilde çözülüyor.
Kalunborg’daki elde edilen bazı kazanımlar ve tasarruflara örnekler:
Karbon emisyon miktarı yılda 240 bin ton azalıyor.
Geri dönüşümle ve tekrar kullanımla 3 milyon m3 su tasarrufu sağlanıyor.
30.000 ton saman 5,4 milyon litre etanola dönüştürülüyor.
150.000 ton maya 800.000’den fazla domuzun ihtiyacını karşılayacak yem karışımı için gereken soya proteyinin 70%’ini sağlıyor.
Baca gazının kükürt giderme işlemi ile 150.000 ton alçıtaşının geri kazanımı sağlanıyor böylece doğal gypsum ithalatı azaltılıyor.