Kentsel Dönüşüm Ticari Kaygılar Barındırmamalı
Ahmet Alataş
Mimar, Alataş Archıtecture & Consultıng
Ne yazık ki Türkiye’de şu anda kentsel dönüşüm sadece bir fırsat ve yeni pazar üretiminden başka hiçbir şey değil. Yapılan çalışmaları kentsel dönüşüm olarak değerlendiremeyiz.
Bu sayımızın dosya konusu “Kentsel Dönüşüm Gerçeği, Konut Sektörünün Önündeki Fırsatlar, Yeni Pazarlar” bu konu hakkındaki genel değerlendirmenizi alabilir miyiz?
Kentsel dönüşümden bahsedeceksek öncelikle bunun nedenlerini anlamamız önemli. Hızla ve düzensizce büyüyen İstanbul’da kentsel dönüşümün bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. İstanbul’un
eskiden oluşmuş ve korunmuş bölgeleri dışında bugüne kadar düzensizce gelişen eski bir yapı stoğu var. Bu mevcut yapı stoğu, ne sosyolojik ne de psikolojik açıdan içinde barınan insanlar için uygun bir yaşam alanı oluşturmuyor. Bu yığılı blokların olduğu bölgelere doğru ilerlediğimizde İstanbul’dan çok farklı bir doku ile karşılaşıyoruz. Ne gelecek ne de içinde bulunduğu yer ile bir bağ kurmadan, aralarında nefes alınabilecek yeşil alanların ve sosyal alanların oluşmasına izin vermeyen bu yapılar çarpık bir şekilde, üst üste yığılarak büyüyor. Bu yığının altında ise her gün hepimizi sakat bırakan bir şehir oluşuyor. Yeni İstanbul bu aslında.
Kentsel dönüşüm denildiğinde ben öncelikle şehrin bu büyümesinin durdurulup, doğru imar ve şehircilik planları yapılması gerektiğini düşünüyorum. Böylece bütüncül bir konsept dahilinde konunun ele alınması ve içinde sağlıklı bireyler olarak üretebildiğimiz, tüketebildiğimiz ve yaşayabildiğimiz bir şehir dokusunun tasarlanması önemli. Şehrin, içinde yaşayan insanlara rekreasyon alanlarıyla beraber gerçek yaşam alanları oluşturulmalı. Bu belki birkaç senede bir bizi vuracak bir doğal afet olan depremden bile daha öncelikli bir konu. Çünkü şehirdeki bu düzensiz gelişim bireylerin gündelik yaşantılarını, sosyal hayatlarını ve kişiliklerinin oluşumunu da etkiliyor. Bununla birlikte deprem riskinden dolayı acil yapılması gereken bir takım çalışmalar ve alınması gereken önlemler de var.
Ancak İstanbul’da yapılanlara baktığımda, kentsel dönüşümün tamamen ticari kaygılarla ele alınarak uygulandığını görüyorum. Şu anda inşaat sektörü, ekonominin canlı tutulması için bir araç olarak, hükümet ve hükümetin politikaları tarafından kullanılıyor. Ve inşaat sektöründe yeni yapılara olan talebin azalması ile birlikte, hem ekonomiyi canlı tutmak hem de müteahhitlere yeni iş olanakları yaratmak için yukarıdan müdahalelerle konutların en değerli olabileceği yerlerde kentsel dönüşüm konusu gündeme getiriliyor. Yapılan imar ve şehircilik çalışmaları mevcut planlar üzerinden veya bir takım imar artırımlarıyla son derece ticari yaklaşımlarla yapılıyor. Bu noktada, depremin insanları korkutma aracına dönüştürülerek, bir fırsat olarak kullanıldığına inanıyorum. Son dönemde çıkarılan kentsel dönüşüm kanunları da deprem üzerinden insancıl olmayan bir şekilde dönüşümün yapılmasını mümkün kılıyor. Burada müthiş bir hile var. Binaların depreme dayanıklı olup olmadığı yeni yönetmelikler üzerinden kontrol ediliyor.Belli bir tarihten önce yapılmış hiçbir bina bugünkü deprem yönetmeliğine göre yapılmadığı için depreme dayanıksız çıkıyor. Bu sebeple de belirli bölgelerdeki bu binaların tekrardan yenilenmesi doğal olarak gündeme geliyor.
Kentsel dönüşüm adı altında bu şekilde yapılan çalışmalardaki en önemli sorunlardan birisi mal sahiplerinin haklarının korunmaması. İnsanların birikimlerinin müteahhitler tarafından kullanılmasıyla bu dönüşümler gerçekleşiyor. Konut sahiplerinin çoğunun dairesini yeniden yaptıracak birikimi olmuyor. Bu noktada ortaya yatırımcı isimli “hokkabazlar” çıkıyor. Bu “hokkabazlar” genellikle deprem riskinin en yoğun olduğu yerlerde değil, konutların en değerli olduğu yerlerde çalışıyorlar.
Diğer bir sorun ise insanların yer değiştirmeye zorlanmaları. Örneğin Sulukule’de işin sosyal boyutunun hiç dikkate alınmadığı bir dönüşümü yaşadık. İnsanlar işlerinden ve sosyal bağlarından koparılarak şehrin uzak bölgelerine sürüldüler, borçlandırıldılar. İş imkanlarından koptukları için evlerinin borçlarını ödeyemeyip evsiz kalan birçok insan oldu. Kentsel dönüşüm ile şehirdeki mevcut yaşam kalitesinin artması amaçlanırken burada tam tersi yaşandı.
Türkiye’de kentsel dönüşüm projeleri için alternatif bir model nasıl olurdu?
İlgili kurumların yeşil alanları imara açmadan, şehrin kontrollü büyümesine olanak sağlayan ve İstanbul’un bütününü kapsayan bir master plan yapması gerektiğini düşünüyorum. Kültürel ve sosyal donatıların iyi çözüldüğü, insanların doğa ile ilişkilerinin akıllıca kurgulandığı bir genel planlama yapılmalı. Şehrin içinde mevcut dokuyu koruyacak, içinde yaşayan insanların yaşamlarını ve kültürlerini sürdürebilecekleri bir kentsel dönüşüm projesi için, master plan üzerinden planlanan cazibe merkezleri çevresinde, şehrin yeni imara açılacak alanlarından müteahhitlere ikinci bir arsa verilebilir. Bu şekilde, onların ticari kaygılarının giderilebileceğini düşünüyorum.
İçinde yaşadığımız bu yozlaşmada yeni yapılan yapılar içinde yaşayacak insanlara sağlanan yaşam kalitesi bakımından yıkılan eski binalardan daha iyi olmuyor.Ve ne yazık ki okullarımızda iyi mimarlar yetiştiremiyoruz. İyi mimar yetiştirememek aslında iyi birey yetiştirememektir. Kendisine ve topluma karşı sorumluluğu olduğunu hisseden ve bu sorumluluk bilinciyle hareket eden insanlar Türkiye’de yetişmiyor. Bu konuda hepimizin sorumluluğu olduğunu düşünüyorum.
Soruya dönecek olursak, evet, ne yazık ki Türkiye’de şu anda kentsel dönüşüm sadece bir fırsat ve yeni pazar üretiminden başka hiçbir şey değil. Yapılan çalışmaları kentsel dönüşüm olarak değerlendiremeyiz.
‘Çağdaş Konut’ kavramının sizce tanımı nedir, çağdaş bir konut içeriğinde hangi kriterleri barındırmalıdır? Ne gibi estetik kaygıları taşımalıdır?
Çağdaş konut, ışığın ve hacmin doğru kurgulanmasıyla içinde yaşayan insanların yaşam kalitesini arttıran ve modern teknolojinin olanaklarını insanların tekrar doğa ile buluşmasını sağlamak için kullanan, iç mekan ve dış mekan ilişkisinin güçlendirildiği, içerisinde birbirleriyle doğru ilişkilendirilmiş alanların bulunduğu bir yaşam makinesidir. Bunlar sadece konut için değil her yapı için sağlanması gereken koşullardır. Konutların veya diğer yapıların işlevselliğinden bağımsız olarak taşıyabileceği bir estetik kaygı olabileceğini düşünmüyorum.
İçinde yaşadığımız hacimler, insanların davranış ve psikolojilerini etkiler. Doğru tasarlanmış yapıların insanların yaratıcılığına katkıda bulunabileceğini düşünüyorum.Nerede yemek yediğin, nasıl bir mekanda uyuduğun, nerede yıkandığın. Bunların hepsi insanın gündelik yaşantısını, öğrenme kapasitesini, motivasyonlarını etkiler.
Günümüzde insanların yaşam kültürleri değişiyor. Artık geniş aileler yerine daha çok çekirdek aile ve bireysel yaşam biçimleriyle karşılaşıyoruz. Bundan dolayı yaşam birimlerinin ufaldığını, metrekare ihtiyaçlarının azaldığını rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Ayrıca daha yoğun bir biçimde birlikte yaşadığımız şehirlerde, yaşam maliyetleri arttığı için ufak konut birimleri insanlar tarafından daha rahat finanse edilebiliyor. Bu gibi çevresel etkenlerden dolayı artık daha ufak alanlarda çözülmüş, fonksiyonel ve yeni yaşam şartlarına uyumlu konutlara ihtiyaç var.
Kentsel dönüşüm ölçeğinde Beyoğlu’ndaki uygulamaları değerlendirebilir misiniz?
Bu uygulamaları, müteahhitlerin kazanç baskısıyla, en kar getirecek şekilde, alanlardaki mevcut yoğunluğu daha da arttıran ve eski yapıların korunmadığı bir düzenleme olarak görüyorum. Tarlabaşı kentsel dönüşüm projesini ele alırsak, yapılacak yeni yapıların inşa edildikleri dönemlerin mimari özelliklerini taşıyan özgün mimari eserler olarak tasarlanmaları, mevcut mimari örneklerin taklitleri, kötü kopyaları olmaları yerine onlarla rekabete girmeden yan yana yer almaları gerektiğine inanıyoruz. Fakat, bu bölgede gördüğümüz çalışmalar, sakil bir şekilde, eskiye benzer olarak cephelerin yeniden inşa edilmesi ve içlerinin yıkılarak farklı bir şekilde yeniden yapılmasından öte bir uygulama değil. Ve sonucunda da oranın kültürel dokusunu oluşturan insanların orada yaşayamayacağını biliyoruz. Bu bizim onayladığımız ve düşündüğümüz bir kentsel dönüşüm projesi olamaz. Özellikle tarihi bir lokasyonda, Galata’da bulunan
‘IPERA 25’ projenizi hayata geçirirken ne gibi zorluklar yaşadınız?
Korumanın sadece eskiyi koruyarak ve yeninin eskinin taklidi şeklinde uygulanmadan da başarılı bir şekilde gerçekleştirilebileceğine inanıyorum. Bu sebeple, koruma altındaki tarihi Galata bölgesinde, bir depo binasının arsasında inşa edilen İpera25 projesinin tasarımını hazırlarken yapılı çevrenin kodlarını tekrar etmek yerine yeniden üreterek günümüze ait çağdaş çözümler aradık. Bu süreçte belediye yerleşik korumacılık anlayışının dışına çıkan yeni bir anlayışla karşılaştığı için ilk başta önyargılı durdu. Fakat, dünyada modern korumacılık anlayışının kabullerine uygun şekilde projemizi değerlendiren anıtlar kurulu başkanı Sayın Profesör Mete Tapan ve kurulun diğer üyelerinin desteğiyle Türkiye için yeni olan bir korumacılık anlayışının Galata’daki ilk örneğini gerçekleştirdik.
‘IPERA 25’ı tasarlarken ve o bölgede uygularken ne gibi kriterleri göz önünde bulundurdunuz? Projeye bunlar nasıl yansıdı?
İpera 25 projesinde tasarımımızı hazırlarken, yapılı çevrenin alışıla geldik kodlarının dışına çıkan ancak mevcut mimari dokuya saygılı, altyapıyı, çevre şartlarını, iklimi ve güneş hareketlerini, bölgenin gelişen yeni sosyo ekonomik yapısını dikkate alarak mimarinin bilinen problemlerine günümüzün teknolojik imkanlarını kullanarak yeni yanıtlar arama çabamızı sürdürdük. İpera 25’in çevresi ile ilişkilerinden en ufak detaylarının çözümüne kadar kendini gösteren serbestlik, sınırsızlık ve esneklik arayışlarını bir araya getiren insancıl bir yaklaşım ile eskinin yanında 21.yüzyılın çağdaş bir örneği olarak günümüzün yaşam kültürünü temsil ettiğini düşünüyoruz.
Projede çevre duyarlı bina ve akıllı bina adına yapılmış olan uygulamalardan bahsedebilir misiniz?
Yapının içerisindeki bütün konutların en iyi şekilde ışık ve hava alması için cephe üst katlarda geriye doğru çekildi ve konutların her biri doğu- batı istikametinde çift cepheli olarak tasarlandı. Fonksiyonları ayıran yapı elemanları, ihtiyaçlara göre ileride kolaylıkla yerleri değiştirilebilecek esnekliğe sahip ve tavandan kopuk olarak yerleştirilerek gün ışığının kesintisiz olarak daireler içerisinde süzülmesi sağlandı. Ön ve arka cephelerde yapının bulunduğu tarihi Galata dokusu ile ilişkisini güçlendiren cam cephelerin dışında binayı saran, geçirgen ve hareketli kabuk ile hem güneş kontrolü hem de konutların içerisindeki mahremiyetin korunması sağlandı.