Mimar Dünyaya Her Yönüyle Objektif Bakabilmeli
Dilgün Saklar, Mehmet Emin Çakırkaya
Tekeli Sisa Mimarlık
Fibrobeton Sponsorluğunda
Çok kapsamlı kentsel dönüşüm projeleri uygulanıyor; fakat işler bizim temenni ettiğimiz gibi yürümüyor. Kentsel dönüşümün itici gücü tamamen yoğunluk artırmakla sağlanıyor.
“Mimarlık yalnızca bir sonuç değil, bir süreçtir” yaklaşımıyla Türkiye’de ve dünyanın farklı ülkelerinde farklı ölçek ve tipolojide projelere imza atıyorsunuz. Genel anlamda projelerinizden bahsedebilir misiniz?
Dilgün Saklar: Tasarım aslında çok zor bir süreç, sonuca ulaşabilmek için ciddi aşamalardan geçmemiz gerekiyor. Bu çalışmaları yaparken işverenin talepleri, konuyla ilgili veriler, tasarım sürecinde bizi yönlendiren kaynaklar oluyor. Tasarım süreçlerinizi işverenin yorumlarıyla geliştirmemiz gerekiyor ve böylece tasarım bir takım değişikliklere uğrayabiliyor.
Son yıllarda ağırlıklı havaalanı, terminal binaları ve endüstri yapıları üzerinde çalışıyoruz. Antalya Havaalanı’nın 1. ve 2. terminal binalarını, Sabiha Gökçen Havaalanı ve Priştina Havaalanı projelerini yaptık. Şimdi Sabiha Gökçen Havaalanı’na ilave bir iskele bloğu projesi yapıyoruz. Aşkabat Havaalanı’nın tasarımı bizim olmamakla birlikte verilen kuş şeklinde kabuk üzerinden uygulama projelerini yaptık. Bu sırada iç planlamasına da büyük katkılarımız oldu.
Endüstri yapılarında ise Unilever’e iki adet fabrika yaptık, Sanovel şirketine yakın geçmişte bir şarap fabrikası yaptık. Bunların dışında ofis, idari bina ve AVM projelerimiz var.
Mehmet Emin Çakırkaya: Masterplan anlayışında çözdüğümüz konut projelerimiz de bulunuyor. Erbil’deki projelerimizin birinde üç bin villa ve iki tane de yüksek konut alanlarından oluşan bir yerleşim planladık, böyle bir projeyi ele aldığımız zaman önce bir kent planlaması yapmak durumunda kalıyoruz.
D.S: Erbil’de yaptığımız masterplan düzeyindeki proje toplam 20 bin konuta ulaşan küçük bir şehir planlaması. Biz proje içinde şehir planı da hazırlamış olduk. Şu anda proje etap etap inşa ediliyor.
M.E.Ç: Projeler zaman zaman ihtiyaçlar doğrultusunda değişikliğe uğruyor, özelikle ticari alanlar taleplere göre tekrar şekilleniyor. Ekonomik koşullar, talepler, ihtiyaçlar ve gelişmeler çok stabil değil; günden güne değişiyor biz de bu değişim ve gelişmelere göre adapte oluyoruz.
D.S: Mimar bir mühendisten farklı olarak dünyaya çok objektif ve her yönüyle bakabilmeli, belli bir sentez ortaya koymalı projesini ve tasarımını yaparken. Biz, aynı tipolojide yapılarda bile projenin özgün olmasını istiyoruz.
Son yıllarda gerçekleşen kentsel dönüşümün de etkisiyle inşaat sektörü Türkiye ekonomisinde lokomotif rol üstleniyor. Kentsel dönüşüm kavramı altında gerçekleşen konut sektöründeki bu hızlı değişim hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
M.E.Ç: İnşaat sektörü Türkiye ekonomisi içinde büyük bir yer kaplıyor, Batı Avrupa ülkelerini ziyaret ettiğinizde neredeyse hiç yeni inşaat göremiyorsunuz; sadece bir miktar renovasyon uygulaması var. Batıdaki uygulamalarda planlama süreçleri daha uzun tutularak çok nitelikli yapılar elde ediyorlar; çünkü bir ihtiyaç ve talep baskısı da yok. Bizde hem siyasal hem ekonomik olarak inşaat sektörünü büyük tutmak, önünü açmak bir öncelik olarak görülüyor, kentsel dönüşüm de bunun bir parçası. Çok kapsamlı kentsel dönüşüm projeleri uygulanıyor; fakat işler bizim temenni ettiğimiz gibi yürümüyor. Kentsel dönüşümün itici gücü çoğu zaman yoğunluk artırmakla sağlanıyor. Örneğin Fikirtepe’de şöyle bir yaklaşım var, iki kat emsal verelim ada bazında birleşsinler, öyle bir imkân önlerinle koyalım ki itiraz eden de olmasın. Türkiye’deki kat mülkiyeti kanunu ve sağladığı bireysel haklar çok kuvvetli. Bizim hayal ettiğimiz ve anladığımız kentsel dönüşüm modelinde ana prensip bir bölgenin donanımlarını, yollarını, ambiyansını yeni bir planlama ile daha çekici hale getirmek; dolayısıyla insanlara yoğunluk artırmadan yükselen bir değer sunabilmek. Bu şekilde daha nitelikli yerleşim alanları elde edilebilir. Bu yaklaşım daha uzun bir süreç, iş gücü, farklı finans modelleri gerektirdiği için kolay bir şey değil. Keşke bu yaklaşımlar her yerde olamasa bile belli bölgelerde yapılsa, bu bölgelerde kentin gurur duyacağı herkesin mutlulukla vakit geçirdiği yerler oluşsa.
Konut sektöründe bekçili siteler, kapalı duvarlar tercih ediliyor, bu da sokak yaşamı olmayan arabasız bir yerlere ulaşmayacağınız, kaldırımda yürürken bile tedirgin olacağınız kent alanları ortaya çıkartıyor.
D.S: Burada rant da çok önemli, bu işi yapanlar elbette para kazanacaklar ama bu kazançlarını ciddi anlamda ranta dönüştürmek için çok hızlı süreçlerde mimari ürünü olumsuz etkileyen örnekler ortaya koyuyorlar. Süreç olması gereken zaman ve şartlarla olsa daha elit ve nitelikli ürünler elde edilebilir diye düşünüyorum.
Kentsel mekânlara kimlik kazandıran binaların cephe örgüsü, malzeme dili ve kent dokusu ile kurduğu ilişki nasıl olmalı?
D.S: Bugün Türkiye’deki kentlerimize baktığımızda hepsinin birbirine benzeyen kimliksiz kentler olduğunu görüyoruz. İstanbul’da bile semtlere dışarıdan baktığınızda kimliksiz cepheleri olan hiç hoşunuza gitmeyecek binalar görüyorsunuz. Cepheler şehrin kimliğini oluşturduğu için çok önemli. Sivas’a, Adana’ya gittiğimde her şehirde aynı yapıları görüyorum. Bunun sebebi de imar koşullarının oluşturduğu gereklilikler olabilir, geri çekme mesafeleri, blok ve kütlelerle ilgili tanımlanmış imar kuralları olabileceği gibi ayrıca cephelerdeki doluluklar, boşluklar, müteahhitlerin kolay uyguladıkları ucuz malzemelerle yapılmış binaların cepheleri kimliksiz bir doku oluşturuyor.
Biz mimarların görevi burada bu kimliği oluşturacak şekilde bina ve cephe tasarımlarımızı yapmak. Kullandığımız malzemelerle kalıcı olacak, detayların doğru uygulandığı nitelikli cepheler oluşturmak önemli. Cephe örgüsünde malzeme ve renk çok özenli seçilmeli. Biz bu konuya kendi çalışmalarımızda çok hassas yaklaştığımızı düşünüyoruz, tabii ki toplumun kültürel yapısıyla alakalı olarak kişisel beğeniler de işin içine giriyor. Bulunduğu çevre içerisinde yabancı durmayacak, renkler açısından gözü rahatsız etmeyecek yaklaşımlarla cepheleri tasarlamak gerekiyor.
M.E.Ç: Esasında 20.yy başına kadar kentlerin kendi gelenekleri vardı ve benzer mimari dil içeren yapılar yapılıyordu. Bu yapıların bir araya gelmesiyle de çarpıcı bir bütünlük ve güzellik ortaya çıkıyordu. Mesela Barcelona Sokakları, Paris Caddeleri gibi… 20.yy’dan sonra o tarz bütünsel bir keyif yakalamamız modern kentte artık mümkün değil. Modern kentlere artık bir kaos ortamı var ve o kaos içinde her bir bina ayrı ayrı çok doğru ve çekici olsa bile; birbirleriyle uyumları tartışılabilir.
D.S: Burada mimarlara da düşen bir görev var, ben yaptım oldu anlayışı her zaman doğru sonuç vermiyor…
M.E.Ç: Belki de önemli yapıları kentlerde çok ikonik, farklı yapmak da bir tarz.
Uzun süreçlerde baktığımız zaman malzemenin çevresel etkilere maruz kalması çok doğal. Malzemeler elbette ki eskiyecek, birtakım değişimlere uğrayacak.
Hayatın tüm alanlarında “engelsiz” yaşama uygun planlamalar ve erişim senaryoları geliştirilmesi önemli, ülkemizde engelliler için çalışmalar yapılıyor ama sizce yapılanlar yeterli mi, yeteri kadar yasalarla destekleniyor mu?
D.S: Türkiye’de de artık engelsiz yaşama uygun planlamaya özen gösteriliyor. Son yıllarda konutlara engellinin girebilmesi için özel kapı ve rampalar talep ediliyor ve yapılıyor. Bir havaalanı yapısında yolcuyu alanın giriş kapısından başlayarak uçağa götüren rotalar ve senaryolar planlanıyor. Bu yaklaşımların başarılı olabilmesi için engelsiz yaşama tüm tarafların daha duyarlı olması gerekiyor.
M.E.Ç: Türkiye’de yapılar hızla yenileniyor ve modern yaklaşımlar uygulanabiliyor. Bu yüzden engelsiz yaşam planlamasında yapı ölçeğinde sıkıntı daha az. Kentsel ölçekte ise problem büyük, Engellinin kendi başına sosyal hayatını yaşayabilmesi gerekir, sokağa rahatlıkla çıkabilmesi gerekir. Bu konuda mimarlardan çok belki belediyelere kent planlamacılarına görev düşüyor. Bu güne kadar yapılan çözümler ise işlevsel ve gerçekçi değil.
Yapı malzemeleri yaşam döngülerinin her evresinde farklı çevresel etkilere sebep olabilir. Bu sebeple malzeme seçimi süreçlerinde çok boyutlu kriterler rol oynar. Bu bağlamda malzeme seçiminde öne çıkan kriterler neler olmalı? Sizin kullanmayı en çok tercih ettiğiniz yapı malzemeleri hangileri?
D.S: Uzun süreçlerde baktığımız zaman malzemenin çevresel etkilere maruz kalması çok doğal. Malzemeler elbette ki eskiyecek, birtakım değişimlere uğrayacak. Tarihi yapılara baktığımızda hala ayakta kalıp yaşadıklarını, adeta eskimediklerini gözlemliyoruz. Bu da dış hava şartlarına direnebilen cephe malzemeleri sayesinde oluyor. Kullanılan taş kaplamalar, özel sıvalar, boyalar tarihi yapılarda az bozularak kalabiliyorlar. Bizim bu gün tasarladığımız yapılarda ve değişen küresel beklentiler içerisinde geldiğimiz noktada ne yapılmalı derseniz; doğal kaynaklarımızı tüketmeyecek ölçekte doğal malzemeler kullanılmalı. Bu anlamda, malzemenin sürdürülebilir kaynaklardan temini ve geri dönüştürülebilir olması önemli diye düşünüyorum. Bir binayı yıktığınız zaman ortaya çıkanların bir anlamda tekrar kullanılabilir olması gerekir. Biz projelerimizi yaparken taklit, öyleymiş gibi duran malzemeler kullanmaktan kaçınıyoruz.
M.E.Ç: Mimarlık var oldukça bir malzeme seçimi var ve kriterleri çok da değişmiyor. Bulunabilirlik, sağlamlık, estetik gibi… Fakat bugün geldiğimiz noktada çevreyi koruyan faktörler yani malzemenin sürdürülebilir kaynaklardan temini, yapı içerisinde insana zarar vermemesi ve yapı ortadan kalktığı zaman da tekrar dönüşümü gibi kriterler yeni. Biz artık bu kriterleri de değerlendirmeye başlıyoruz, sektör bu yöne gidiyor.
D.S: Doğal malzemeler yatırımcı açısından biraz daha pahalı oluyor. Fiyatı, bulunurluğu açısından uygun olmadığı zaman A malzemesi yerine B malzemesini tercih etmemizi istiyorlar.
M.E.Ç: Genellikle biz büyük ölçekli yapılarda çalıştığımız için, maliyet, tedarik kolaylığı açısından doğal malzeme kullanımı çok sorgulanıyor. Örneğin havaalanlarında zemin malzemesi eskiden granit, mermerken artık PVC olmaya başladı, çünkü büyük metrekarelerde doğal malzeme her zaman temin edilemiyor.
D.S: Sevdiğim malzeme olarak mermeri söyleyebilirim, Cephelerde cam elyaflı hafif beton panelleri sık sık kullanıyoruz. Hem geri dönüşümlü olması hem de mimari olarak bizim yaklaşımlarımızla örtüştüğü için seviyoruz. Aynı etkiyi çok iyi bir sıva işçiliği ile de ifade edebilirsiniz ama form verebilmek, uygulama kolaylığı ve hatasız bir yüzey oluşturmak açısından bu tür malzemeleri tercih ediyoruz.
Mimari projelerde doğal ışığın mekana girişi önemli ve ışık mimarinin hiyerarşisini yöneten önemli bir kriter. Bu bağlamda siz projelerinizde neleri göz önünde bulunduruyorsunuz, hangi alanlarda ne tür çözümler üretiyorsunuz?
D.S: Işık bir mimari öge ve yapı elemanı olduğu için mimariyle birlikteliği çok önemli. Biz projelerimizi yaparken binanın dış kütlesinde veya içinde ışık, gölge, derinlik gibi etmenleri çok önemsiyoruz. İç mekânda doğal ışığın kullanımına öncelik veriyoruz. Çok fazla güneş ışığının da binalara getirdiği başka problemler oluyor. Doğal ışık alayım derken binayı çok fazla ısıtıyorsunuz ve yazın ağır soğutma yükleri ortaya çıkıyor. Ona karşı alacağınız önlemler binayı mekanik tesisat olarak pahalılaştırıyor. Bu yüzden güneş ışığının kontrollü olarak kullanılması gerekiyor.
M.E.Ç: Cephenin algılanmasında ışık ve yine ışığa bağlı oluşan gölge algıdaki en önemli iki faktör. Cephedeki üç boyutluluğu, derinliğini ancak ışık verebiliyor. İç mekanlara doğal ışığı almayı önemsiyoruz, hatta sanayi yapılarında bile iç mekâna ışık almaya çalışıyoruz, iç bahçeler yapıyoruz.
Son olarak, projeleriniz ile uluslararası ödüllere imza atıyorsunuz. Ödüle layık görülmek sizin için ne ifade ediyor?
M.E.Ç: Ödül almak insanı gururlandıran, mutlu eden bir şey. Yaptığınız çalışmaların başkaları tarafından da beğenildiğini hissediyorsunuz. Diğer yandan da çok fazla ödül programı var. Bu ödül programlarını ticari bir tarafı olduğu gibi tanıtım ve halka ilişkiler eyleminin de bir parçası haline geldiler.
D.S: Ödül programlarının ticari tarafından ziyade mimarlık felsefesindeki anlamını düşünürsek önemleri daha fazla ortaya çıkıyor. Bazı ödül programlarında, yüksek mimari beceri ile tasarlanmış yapılar yerine, sosyal çaba veya çevresel mesajlar veren yapılar ödüle layık görülmeye başlandı. Bir yandan bu sosyal bir yaklaşım ama en iyi mimari eseri tespit etme iddiasında olan ödül programının da kriterleri ile her zaman uyuşmayabiliyor.