Mimar Selçuk Avcı'ya Sorduk...

Yapıda kullanılabilecek ekolojik malzemelerin çok açık kaynakları var ve kolayca araştırılabilir, ama mesele sıhhatli binalar yapmak ise bunun bir çok boyutu var. Bir açıdan hava kalitesi, doğal hava ile temas olup olmaması, yeterli gün ışığı alması, malzemelerin kasten alerjik reaksiyonlar yaratmaması gibi baz kriterler var. Fakat işin enteresan tarafı eğer bir mimar tasarımını gerçekleştirirken ekolojik tasarrufları düşünürse işin doğasıyla doğal kaynaklara doğru yönlendirildiği için bu yönde düşünmek zaten daha sağlıklı yapılara yol açıyorlar.


Yeşil, sürdürülebilir, ekoloji gibi kavramlar son yıllarda hayatımıza yoğun olarak girdi ve farklı mecralarda bir çok şekilde tartışılıyor. Sürdürülebilir mimarlık kavramı da günümüzün trend konularından bir tanesi. Mimarlığın sürdürülebilir ve ekolojik boyutu ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz? Ülkemizde yapılan çalışmalarda bu kavramların özümsendiğini, doğru algılandığını ve uygulandığını düşünüyor musunuz?

Mimarlığın sürdürülebilir boyutundan bahsettiğimizde zaten ekolojik boyutunu da kabul etmiş oluyoruz. Aslında artık ekolojik değil de esas olarak sürdürülebilir yapılaşmaktan bahsetmek daha doğru çünkü sürdürülebilirlik her şeyi içine alan sihirli bir kelime. Bu yüzden evvela konuyu baştan doğru açmak amacıyla iyi bir tarif ile başlasak iyi olur. Sürdürülebilirlik üç ana eksende değerlendirilmeli: Ekolojik, Etik, Ekonomik. Sürdürülebilir bir ürünün ortaya çıkması ilk andan itibaren bu üç faktörün sürece dahil edilmesine bağlı. Ekolojik eksenin ne olduğu ve bunu yönlendiren etkenlerin neler olduğu artık yaygın olarak biliniyor. Sürdürülebilirliğin Ekonomik boyutunu hayal etmek de zor değil: bir yapıya biçilen ekonomik değer günün şartları ile sınırlı kalmadan gelecek senaryolarını da hesaba katar ve gelecek nesillerin ihtiyaçlarını da düşünerek yapılırsa sürdürülebilir olur. Dolaysı ile gayrimenkul yatırımlarının uzun soluklu yatırımlar olduğunu iyi anlamak gerekir.

Mesela iyi bir örnek olarak günümüzde işlevlerini yitirmemiş tarihi binalardan söz edebiliriz. Örneğin ofisimizin yer aldığı yapı için yapılan ilk yatırım 120 sene evvel yapıldı ve hayatı boyunca tadilatlardan geçerek bugüne kadar kullanıldı ve muhtemelen daha yıllarca kullanılacak. Bu demektir ki o zamanın yatırımcıları, mimarları ve inşaatçılarının büyük ihtimalle dönemin daha uzun vadeli kalite anlayışına uygun olarak yaptıkları bu yapı bugünün koşullarına da ayak uyduruyor. Bu kararlardan en önemlileri bir yandan estetiği, öte yandan da esnekliğiyle ilgili. Dolayısıyla sürdürülebilirliğin ekonomik boyutundan bahsederken sadece harcanan paranın miktarından bahsetmemek gerekir.

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ BİR TREND OLARAK ALGILAYAN MİMAR VE MÜHENDİSLER OLDUĞUNU BİLİYORUZ. BU ALGI NE YAZIK Kİ İŞVERENLERİ DE YANLIŞ YÖNLENDİRİYOR. SÜRDÜRÜLEBİLİR DÜŞÜNCE TARZI TABİİ Kİ BİR TREND DEĞİL, KAÇINILMAZ BİR SONUÇ. BUNUNLA BU GÜN BAŞA ÇIKAMAZSAK YARIN, ARTIK ÇOK GEÇ OLSA BİLE, MECBUREN BAŞA ÇIKMAMIZ GEREKECEK. BU KİTLESEL EĞİTİMİMİZ VE ANLAYIŞIMIZLA İLGİLİ BİR ŞEY.

Sürdürülebilirliğin etik boyutu ise bir yapının kent yaşamına, sahiplerine ve kullanıcılarına yaşam döngüsü boyunca sağlayacağı sosyolojik ve psikolojik etkenlerdir. Trend tabiri ise bu noktada tehlikeli bir yaklaşım. Sürdürülebilirliğin geçici bir moda olduğunu ima ederek aslında sürdürülebilirlik kavramı ile en temelde çelişiyor. Sürdürülebilirliği bir trend olarak algılayan mimar ve mühendisler olduğunu biliyoruz. Bu algı ne yazık ki işverenleri de yanlış yönlendiriyor. Sürdürülebilir düşünce tarzı tabii ki bir trend değil, kaçınılmaz bir sonuç. Bununla bu gün başa çıkamazsak yarın, artık çok geç olsa bile, mecburen başa çıkmamız gerekecek. Bu kitlesel eğitimimiz ve anlayışımızla ilgili bir şey.

Mimarlık sürdürülebilir inovasyon için önemli bir arena denilebilir. Konut sektöründeki hızlı gelişim sürdürülebilir, çevreci ve yenilikçi tasarımları hayata geçirmek için iyi bir fırsat olsa da, kamusal ve işyeri binalarının bu gelişimi biraz geriden takip ettiğini söyleyebilir miyiz? Bu bağlamda mimaride sürdürülebilir tasarım aşamalarından bahsedebilir misiniz?

Türkiye için konut ve kamusal binalar arasındaki bu ayrım doğru olabilir. Genel olarak konut girişimciler tarafından hızlı gelir getiren elverişli bir yatırım olarak algılandığı için sektör daha hızlı büyüyor ve gelişiyor. Dolayısı ile konut binalarında daha sıklıkla sürdürülebilirlik düşünülmeye başlandı denilebilir. Fakat eğer bunu Dünya çapındaki gelişme açsından soruyorsak konut ya da kamusal binalar arasında Dünya da bir fark olduğunu düşünmüyorum. Hatta kamu binalarında yenilikçi fikirler daha egemen ve daha yönlendirici denilebilir çünkü yükler daha yoğun ve işleyiş daha karmaşık.

Sürdürülebilir tasarım aşamaları eğer daha evvel bahsettiğim gibi üç ana eksen olan Ekolojik, Etik, Ekonomik bağlamlar etrafında dönüşürse, Etik bağlamda mimar evvela istenilen yapının mevkiini sorgulamalı. İyi bir örnek mesela Sulukule kentsel dönüşüm projesi, ya da Taksim meydan projesi benzeri hassas projeler. Bir mimar bu mesuliyeti yükleniyorsa etik olarak bazı projelerde işvereni yönlendirerek “böyle olursa ben yokum” bile diyebilmeli. Bunu her mimar yaparsa o zaman işverenlerin projelerini sorgulaması sağlanabilir. Tabii ki bu cana yakın bir örnek olduğu için bundan bahsediyorum, çünkü Türkiye’de sürdürülebilirlik, sadece ekolojik eksende ele alınıp binalara akıllı bina sıfatı kazandırılarak sağlanabilecek bir kavram gibi ele alınıyor. Halbuki tam aksine Sürdürülebilirliğin Etik ve Ekonomik boyutu yapıtı şekillendiren ve konumlandıran en önemli etkenler olabilir.

Bunun dışında tabii ki ekolojik tasarımın büyük ölçekten küçük ölçeğe kadar bir çok katmanları var, bunu açıklamak amacıyla çizdiğimiz enteresan bir diyagramı sizinle paylaşıyorum burada.

İnşaat yöntemlerinin rasyonalizasyonundan sağlanacak ekonomik tasarruflar ile, yapıdan kaynaklanacak sağlık sorunlarının daha baştan oluşmamasının yaratacağı ekolojik tasarrufları karşılaştırmak konusunda ki düşünceleriniz nelerdir? Buna göre doğru bina yapım yöntemleri sizce nasıl olmalıdır?

Yapıda kullanılabilecek ekolojik malzemelerin çok açık kaynakları var ve kolayca araştırılabilir, ama mesele sıhhatli binalar yapmak ise bunun bir çok boyutu var. Bir açıdan hava kalitesi, doğal hava ile temas olup olmaması, yeterli gün ışığı alması, malzemelerin kasten alerjik reaksiyonlar yaratmaması gibi baz kriterler var. Fakat işin enteresan tarafı eğer bir mimar tasarımını gerçekleştirirken ekolojik tasarrufları düşünürse işin doğasıyla doğal kaynaklara doğru yönlendirildiği için bu yönde düşünmek zaten daha sağlıklı yapılara yol açıyorlar.

SADECE PUAN ALMAK VE SERTİFİKA ALMAK YETERLİ OLMAMALI. ALINAN PUANLARIN SONUÇTA VARILAN KABULLERE GÖRE SIKI BİR ŞEKİLDE DENETLENMESİ GEREKİYOR ÇÜNKÜ SIKLIKLA SERTİFİKA ALMIŞ BİNALARIN TAKİBİNDE VAAT EDİLENLER YAPILMIYOR VE BİR İTİRAZ GELMEDİĞİ SÜRECE SERTİFİKALAR KAYBEDİLMİYOR.

Bence tek bir doğru yapım yöntemi diye bir şey söz konusu olamaz. Bu yerine göre değişen bir şey. Bir yerde beton tünel kalıp kullanmak çok iyi bir fikir olabilir, başka bir yerde ahşap modüler sistemler kullanmak daha iyi olabilir, başka bir yerde çelik daha doğru olabilir. Önemli olan toplamda kavramın bütünleşik bir şekilde gelişmesi ve ana kavramı destekliyor olması.

Yapıların çevreci ve insan sağlığına uygun olabilmesi için mevcut sertifika sistemlerinden birine sahip olmaları yeterli midir? Asıl hedefin sertifika almak olmaması için sizce neler yapılabilir?

Asıl maksat tabii ki sertifika almış olmak olmamalı, ama eğer bir yapıt sertifika alıyorsa ve hakikaten o sistemin kurallarına uygun davranıyorsa o zaman bir şeyleri doğru yapıyor demektir. Sertifika sistemleri bu atılımların derecesini ölçümlendirip mukayese etmek için üretildi ve piyasada projeler arasında bir ayrıcalık olmasını sağladı. Buraya kadar bence çok iyi. Fakat tabii ki bu sistemler süistimal edilmeye açık ne yazık ki. Sadece puan almak ve sertifika almak yeterli olmamalı. Alınan puanların sonuçta varılan kabullere göre sıkı bir şekilde denetlenmesi gerekiyor çünkü sıklıkla sertifika almış binaların takibinde vaat edilenler yapılmıyor ve bir itiraz gelmediği sürece sertifikalar kaybedilmiyor.

Ayrıca sertifikalar yapıları estetik açıdan değerlendirmezler. Sertifikalı bir yapı mimari estetik açıdan iyi bir tasarım olmayabilir. Türkiye’de maalesef tasarım açsından iyi diyebileceğimiz sertifikalı binalar nadir olduğu için mimarları ve işverenleri bu konuya heveslendirmek zorlaşıyor. Genel algıda ekolojik bir yapının çatısının eğik, üstünde güneş panelleri olması bir şart, bir çok mimar bu kısıtlamalardan nefret eder. Oysa artık düz döşenebilecek güneş panelleri de yüksek verimlilikle çalışıyorlar. Fakat isin önemli tarafı sürdürülebilirliğin güneş panellerinin çok ötesinde bütünsel bir yaklaşım gerektiriyor olması ve tasarımın bunun çok önemli parçası olduğu.

BİZLER DE TÜRKİYE’DE BİR YEREL SERTİFİKASYON SİSTEMİNİ ŞU ANDA ÜRETMEKTEYİZ, VE ÇEDBİK’İN KONUT SERTİFİKASI ÖNÜMÜZDEKİ ŞUBAT 2014 ZİRVESİNDE PİYASAYA SUNULACAK.

Sertifikasyonun katkısı bir kalite kontrol mekanizması olması. Her iyi tasarlanmış bina muhakkak her hâlükârda en düşük seviyede puan alsa bile sertifikasyon alabilir. Bunun önemi süreç sırasında sertifikasyonun getirdiği kriterler mimarı kendini sorgulamaya yönlendiriyor, tabii ki özellikle eğer prosedür tasarımın başlangıç noktasında baslarsa.

Son yıllarda gündeme gelen ‘akıllı kent’, ‘akıllı bina’ gibi kavramlarda kullanılan ‘akıl’ terminolojisi sürekli gündemimizde. Yapı planlayan, kenti kurgulayan bir mimar olarak, insan ‘aklı’ ile kent ‘aklı’ sizce nasıl paralellikler göstermeli ya da nasıl paradokslar gösteriyor?

Dış ve iç etkenlere karşı algısı olan ve bu algıları bilinçli bir şekilde kullandıran sistemlere akıllı denilebilir. Bu sistemler elektromekanik kontrollü sistemler olabileceği gibi şartlara karşı değişik etkiler gösteren malzemeler ve yapısal özellikler de olabilir. Bu açıdan mesela bir mekândaki nemi emen bir maddeye de akıllı diyebiliriz, binanın içinde belirli kriterlere göre bir kapağı açıp kapayan elektronik alete de akıllı diyebiliriz. Akıllılık bir çeşit sorgulama ve yorum sonucunda bir seçimi kastediyor. Bu tip akıllı aletler veya malzemeler her ölçekte kullanılabilir fakat bunu bir insan aklıyla mukayese etmek bence bu aşamada çok doğru olmaz. Fakat akıllılık ve bu akıllılık sonucunda bir mekânın karmaşık bir şekilde ortama müdahale etmesi sadece bir teknoloji meselesi ve zaman geçtikçe hem mekanlar hem de şehirler daha da akıllı olacaklar.

Bizi tek düşündüren şey bu akıllılığın ne zaman otonom bir şekilde kendi kendini yönlendiremeye başlayacağıyla ilgili bir mesele. Sonuçta su anda bina ya da şehirlerde akıl, bilgisayarlar kontrolüyle becerilen bir şey fakat zaman içerisinde insan beyni gibi artık kendi egemenliğini hissetmeye başladığı anda is kopmuş olacaktır. Bu konuda dikkat gerekiyor, çünkü sonuçta insan aklı sadece bir mantık isi değil ayni zamanda hislerin de içine girdiği bir şey.

Bu sayımızın dosya konusu “biyolojik iç mekan kalitesi”. İnsanın biyolojik ve ruhsal sağlığını kaçınılmaz bir şekilde belirleyen iç mekanlara dair -toksinler, radyasyon, nem, hacim gibi kalite kriterleri bakımından- genel bir değerlendirmenizi alabilir miyiz?

İç mekan kalitesi ihtiyaç kriterlerine göre tanımlanan bir şey. Bir evin iç hacmi ile bir laboratuvar binasının iç hacmi arasında büyük bir fark olur doğasıyla ama her hâlükârda insanların kullandığı mekanlarda ayni mekan kalitesini tutturmak hepimizin ideali olmalı. Yani temiz hava, gün ışığı, doğayla yakın temas vs. vs. gibi. Bizim açımızdan bu baz kriterleri en doğal yöntemlerle ve harcadığımız enerjiyi ve çevreye zararımızı minimize ederek elde etmek önemli.

Mevcut bir bina her koşulda sürdürülebilirlik ilkelerine göre revize edilebilir. Burada ekonomik / ekolojik verim dengesi sizce nasıl olmalı? Aynı şekilde sürdürülebilir teknolojilerin tarihi yapılara adaptasyonunda nasıl bir yol izlenmeli?

Tarihi yapılar çok ayrı ve problematik bir alan. İç ve dış yüzeylerinin hiç bir şekilde etkilenmemesi ve değişmemesi söz konusuysa isimiz çok daha da zorlaşıyor tabii ki ama bunun için geliştirilmiş özel sistemler de var. Mesela Almanya’da “Temperierung Sistem” denilen metotla binaların iç ve dış yapısına müdahale etmeden pasif iklimlendirme sistemleri kurulabiliyor. Bu sistemi biz Almanya’da tarihi bir müze binası projesinde uyguladıktan sonra İstanbul’da bir Hamam Renovasyon / Müze projesinde önerdik. Tabii ki karşılaştığımız ilk problem sistemin Türkiye’de uygulaması bulunmadığı için burada ispat edilebilir bir sistem olmaması. Maalesef modelleme yaygın olarak kullanılmadığı için bu tip analizleri yapamıyoruz ve dolayısıyla mühendislerimiz de bu gibi yenilikçi fikirlerin arkasında durmakta zorlanıyorlar.

Hammaddesi ahşap, toprak ve saz gibi doğal yapı malzemeleri artık çağdaş teknolojiler ile üretiliyor. Bunların piyasaya kabulü konusunda ne düşünüyorsunuz?

Türkiye bence bu konuda çok muhafazakar bir piyasa. Bu gibi malzemeler ne kadar daha mantıklı, dayanıklı ya da ekolojik olsalar da evvela kullanıcıya bunu kabul ettirmek büyük bir mesele, kaldı ki belediyeler ve yönetmelikler de işi kolaylaştırmıyorlar. Bir arkadaşım adalarda kendisi için sıklaştırılmış topraktan ev yapmak istemişti fakat belediye bunu yönetmeliğe uyduramadığı için tabii ki toprak duvarları arkadan beton duvarlarla güçlendirmesi gerekti. Oysa yaratıcı bir mühendis eğer serbest bırakıldığı taktirde buradan çok güzel bir örnek proje çıkarabilirdi. Bu yüzden bu gibi malzemelerin burada tutunabilmesi için Türkiye’nin yerleşmiş kalıpları yıkması hatta bir çağ atlaması gerekiyor.

Ama bunların hepsi bir yana Türkiye ne kadar zor bir piyasa olsa da ben gelecek için iyimserim. Sürdürülebilirlik mesajı ancak son 5/6 sene içerisinde tam olarak oturmaya başlamasına rağmen ve hızla taban kazanıyor. Bunun en iyi göstergelerinden biri sertifikasyon için sunulmuş ve sertifika alma olasılığı yüksek olan proje sayısının son sene içerisinde 250 ye yaklaşmış olması. Sadece sertifikasyon deyip de geçmememiz gerekir. Bizler de Türkiye’de bir yerel sertifikasyon sistemini şu anda üretmekteyiz, ve ÇEDBİK’in Konut Sertifikası önümüzdeki Şubat 2014 Zirvesinde piyasaya sunulacak. Şimdiden bir çok pilot proje sıraya girmeye başladı. Sanırım bu düşünce akışı artık önüne geçemeyeceğimiz bir gelişme. Bence geleceğimiz parlak...

SELÇUK AVCI KİMDİR?

1961 yılında doğan Selçuk Avcı AVCIARCHITECTS’in kurucusu, Londra ve İstanbul’da yerleşik olan URBANISTA Gayrımenkul Danışmanlık Şirketi’nin kurucu ortağıdır. 1989 yılında kendisine ait ilk özel şirketi Hoxton Londra’da AVCI JURCA ARCHITECTS adı altında kurdu ve sonrasında İstanbul, Budapeşte ve Belgrad’da yerleşik olan multidisipliner bir tasarım öncüsü stüdyoya dönüştürdü. Konut sektörü, ticari sektör, ofisler, perakende, sanat, spor, hava alanı tasarımı, sağlık hizmetleri ve yüksek eğitim kurumları alanlarına yönelik çok çeşitli programların tasarım ve idaresinde birçok kişisel deneyime sahiptir

Yürüttüğü uygulamalar uluslararası ve ulusal sayısız ödül kazanmış ve çalışmaları birçok dergide yayınlanmıştır. Bunlardan en dikkate değer olanı şirketi AVCI (JURCA) ARCHITECTS’in “İngiltere’nin 50 En İyi Genç Şirketi Rehberi”nde yer almasıdır. AVCI’nın tasarım direktörü olarak 1989 yılında Avrupa Birliği Enerji Tasarruflu Mimari Yarışmasında ilk ödülünü kazanmış ve ECD Mimarlık’ta tasarım direktörü iken yaptığı projeler ile 1998 yılında RIBA Bölgesel Ödülü’nü almıştır.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)