Mimari Sürdürülebilirlik, ‘Yerin’ Potansiyelini Keşfetmekle Başlar
Sponsorluğunda
Mimari sürdürülebilirlik, özellikle “yerin’’ potansiyellerini keşfetmekle başlar. Yer ile doğru ilişki kurmak, iklimsel verileri doğru okuyabilmeyi de beraberinde getirir. Bunun yanı sıra, yerden elde edilmiş malzemelerle üretimin olanaklarını zorlamak, bir şekilde yerden aldığını mimariyle tekrar oraya vermenin bir yoludur.
Mimar Durmuş Dilekci tarafından kurulan, İstanbul merkezli bir mimarlık firması olan Dilekci Mimarlık (DDA) odağında mimarlık, sanat ve tasarımın her alanı olan birçok ulusal veya uluslararası ödüllere değer görülmüş projeleri bulunan bir ofis. Türkiye’nin önemli üniversitelerinde konuk öğretim görevlisi olarak ders veren Durmuş Dilekci ekibiyle birlikte özel, kamusal veya yatırım sektörlerinde farklı projeler üzerinde gerek kent, gerek mimari konularına, farklı perspektiften bakarak ve bilgi-birikim zenginliği kullanarak geniş bir farkındalık yaratmayı amaçlıyor. Mimarlığın eğitici, bağlamsal bir öğreti ve kültürün bir parçası olduğunu savunan Durmuş Dilekci’ye mimarlık gündemine dair merak ettiklerimizi sorduk.
Sizinle en son 2019 yılında bir sohbet gerçekleştirmişiz. Aradan geçen bu 5 yılda ofis yapılanmanızda nasıl bir gelişme yaşandı? Süreci biraz sizden dinlemek isteriz.
Teknoloji ve buna bağlı gelişmeler, çalışma alışkanlıklarını değiştirmekte ve dönüşüme uğratmakta. Ve bu daha da hızla devam edecek. Pandeminin en önemli etkisi, uzaktan çalışma sistematiğinin öne çıkması oldu. Yerden bağımsız her yerden katılımın olacağı bir dünyaya ait yeni pencereleri araladı, farkına varmamızı sağladı. Bu disiplinler arası katılımı ve entegrasyonu da kolaylaştırdı. Ben her zaman mimarlığı çevreleyen farklı disiplinlerle iş birliğine önem veririm. Daha geniş bir açıdan baktığımızda ise dünyada genel eğilim, mimarlığın kelime repertuvarını genişletmek adına yeni kavramların ve modellerin denendiği, keşfedilmemiş iş birlikteliklerinden beslendiği bir dönem... Bu sayede denenmemiş olanın imkân sınırları farklı bilgi ve araçlar kullanılarak tekrar tariflenmeye çalışılıyor. Bu yeni kelimeler farklı katmanları, farklı deneyimleri ortaya çıkartıyor. Bu süreç, teknolojik gelişimleri keşfetme, tanıma sürecini hızlandırdı ve mimarlık gibi uygulamalı alanlar bu yeni bilgileri sindirmeye çalışmakta. Mimarlık mesleğinin son 15- 20 yılda tasarım ve üretim araçları zaten teknoloji temelli bir dönüşümün önünü açmaktaydı, günümüzde ise bu hıza ayak uydurmaya çalışıyoruz.
Ama bu sürecin hâlâ ortasında bir yerlerde olduğumuzun farkında olmalıyız. Bugünün bilgisinin üstüne sürekli yeni şeyler eklemlenerek gelişiyor.
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK KAVRAMI BUGÜN KARŞIMIZA KUTSANMIŞ BIR KAVRAM OLARAK DA ÇIKMAKTA... GÜNÜMÜZDE DOĞRULAR İLE YANLIŞLAR YER DEĞİŞTİRDİ. MİMARININ METALAŞTIĞI VE ÜRETİMİN PARÇASI HALİNE GELEN İÇİ BOŞALTILMIŞ "YEŞİL YAPI" SÖYLEMLERİ BU KONUDA KONUŞMAYI DAHA DA GÜÇLEŞTİRMEKTE.
Sürdürülebilirlik, her alanda olduğu gibi mimarlıkta giderek önem kazanan bir konu haline geliyor. Siz sürdürülebilir tasarım ilkelerini nasıl uyguluyorsunuz ve bu konudaki görüşleriniz nelerdir?
Sürdürülebilirlik kavramı bugün karşımıza kutsanmış bir kavram olarak da çıkmakta... Günümüzde doğrular ile yanlışlar yer değiştirdi. Mimarinin metalaştığı ve üretimin parçası haline gelen içi boşaltılmış “yeşil yapı” söylemleri bu konuda konuşmayı daha da güçleştirmekte. Türkiye ekonomisinde lokomotif rol üstlenen inşaat sektöründe; üretiminin yüzde 88’ini oluşturan masif konut üretimi ile sürdürülebilirlik üzerine üstüne bir şeyler koymak çok zor. Bu noktada farkındalığın artırılmasında biz mimarlara çok önemli rol düşüyor. Projelendirme sürecinde -en basit yaklaşımla yapılarımızı; pasif çevresel etkileri kapsayan toprakla ve çevresiyle akılcı ilişkiler kurmuş yapılar yapmak zorundayız. Kompleks projelere yeni yaklaşım modelleri geliştirilmeli, “üzerinde daha önce düşünülmemiş konuların çözümü konusunda ihtisaslaşmış, belki mimarlık veya mühendislik eğitim üzerine üst ihtisas yapmış mühendislik alanları oluşturulmalı. Tarifi yeniden yapılması gereken tasarım odaklı mühendislik disiplinlerinin alan verilmesi ve geliştirilmesi ile mümkün olacaktır. Mimari sürdürülebilirlik, özellikle “yer”in potansiyellerini keşfetmekle başlar. Yer ile doğru ilişki kurmak, iklimsel verileri doğru okuyabilmeyi de beraberinde getirir. Bunun yanı sıra, “yer”den elde edilmiş malzemelerle üretimin olanaklarını zorlamak, bir şekilde yerden aldığını mimariyle tekrar oraya vermenin bir yoludur. Bu da üretim için harcanacak enerji tüketimini minimize etmenin bir yolu olarak karşımıza çıkar. Yerel malzeme dolayısıyla yerel üretim ise bunun değişmez bir parçası haline gelir. Yapının kullanıldığı sürece az enerji tüketecek şekilde tasarlanması ise ön koşuldur. Örneğin yeni tamamladığımız Swissotel Çeşme oteli projesi son dönemde yapılmış çok doğru bir upcycled yapı örneği oldu. Proje, mevcut yapının mümkün olduğunca korunması fikri üzerine inşa edildi. Mevcut yapıların detaylı analizinin ardından ana binanın güncel deprem yönetmeliğine uygun olarak güçlendirilmesine karar verildi. Ayrıca eski kongre merkezinden elde edilen çelik yapısal elemanlar yeni eklentilerde tekrar kullanabilecekti. Sonuç olarak mevcut yapının yüzde 74’ü ve mevcut çekirdeğin yüzde 97’si korundu. Böylece bu projeyle 400 yolcu kapasiteli Boeing 747 uçağının 70.625 saatlik uçuşuna eş değer 5.650.000 kg karbon tasarrufu sağlandı.
Çevremizde her şey değişirken mimarlık, dünyamız için doğru, sürdürülebilir, mutluluk veren ve akıllı hedeflerin yanında yer almalıdır. Bu değişim sırasında bizler mimarlar olarak projelerimizle, nerede duracağımızı doğa ve insan ile kurduğumuz ilişki üzerinden tariflemeye çalışıyoruz, Swissotel Çeşme Otel ve Residences projesi de bunlardan birisi oldu.
Günümüzde teknolojinin de etkisiyle her şey çok hızlı değişiyor. Bazı meslekler önemini kaybetmeye başlarken yeni meslekler ortaya çıkıyor. Mimarlık mesleği elbette insan var olduğu sürece önemini koruyacaktır. Bu konuyla ilgili öngörünüz nedir? Mimarlık mesleği gelecekte nasıl icra ediliyor olacak?
Mimari tasarımda kullandığımız yazılım programlarının, uygulamada kullanılan sistemlere entegrasyonu file to factory dönüşümleri henüz emekleme aşamasında. Ancak takipte kalınması gereken bir süreç. Bunun yanı sıra VR teknolojilerinin ve tam zamanlı mekân tasarımı araçlarının gelişmeleri de heyecan verici bir noktada. Bunlar yakın gelecekte mimarlık endüstrisinin önemli aktörleri haline gelecekler. Bu gelişmeler yapı malzemeleri üretim ve uygulama sistemlerini de kaçınılmaz olarak değiştirecektir. Yeni malzemelerin endüstrinin içine girmesiyle, yapılabilirlik limitleri çok esnek bir dünyanın kapılarını açacaktır.
ÇEVREMİZDE HER ŞEY DEĞİŞİRKEN MİMARLIK, DÜNYAMIZ İÇİN DOĞRU, SÜRDÜRÜLEBİLİR, MUTLULUK VEREN VE AKILLI HEDEFLERİN YANINDA YER ALMALIDIR.
Teknolojik gelişmelerin mimarlık mesleğine yansıması nasıl olacak? Özellikle son dönemde çok gündemde olan ‘yapay zekâ’ uygulamalarını mesleki anlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son dönemdeki AI teknolojilerinin gelişimi inanılmaz. Daha zamanı var derken son bir yıldaki gelişim bile baş döndürücü. Büyük ofisler tüm mesleki pratiklerini kendi AI platformlarına data olarak yüklemekte. Bu data, kendi öğrenme sürecine evrilmeyle birlikte mimarlık dünyasını tamamen değiştirecek. Sonraki dönemlerde bu mimarlık ofislerinin bir tasarım platformu haline döneceğini düşünüyorum. Mimarlık, insan merakı çerçevesinde şekillendikçe elbette mimarlık ofisleri hayatını devam ettirecek ancak yapı ölçekleri mütevazileşerek, yapım ve üretim olarak daha öze dönüş sergileyecekler belki de.
SON DÖNEMLERDEKİ AI TEKNOLOJİLERİNİN GELİŞİMİ İNANILMAZ. DAHA ZAMANI VAR DERKEN SON BİR YILDAKİ GELİŞİM BİLE BAŞ DÖNDÜRÜCÜ. BÜYÜK OFİSLER TÜM MESLEKİ PRATİKLERİNİ KENDİ AI PLATFORMLARINA DATA OLARAK YÜKLEMEKTE.
Bir mimari proje inşa edildiği yerde kalıcı bir etki yaratıyor ve sadece bina içinde yaşayanları değil o yerde yaşayanları da yakından etkiliyor. Dolayısıyla mimar ve tasarımcıların sorumluluğu oldukça fazla. Bu konudaki düşüncelerinizi öğrenmek isteriz.
Biz mimarlar yaşanabilir çevreler oluşturmak zorundayız. Ama elbette “yaşanabilirlik”, anlam olarak çok değişkene sahip bir kavramdır; dünyanın bir yerinde yaşanılabilir olarak nitelenen, bir başka yerinde bu şekilde algılanmayabilir. Kentsel yaşanabilirliğin anlamı yere, zamana, değerlendirmenin amacına ve değerlendirmeyi yapanın değer sistemlerine göre değişir. Ne var ki, yaşanabilirlik kavramı yine de tüm durumlarda gücünü korumakta ve farklı paydaş gruplarının ortak kamusal politika hedefi olabilmektedir. Yaşanılabilir kent olgusu çerçevesinde baktığımızda ise; bu plansız büyümenin olumsuz etkilerini görmekteyiz. Yaşanıla - bilir kentin, sürdürülebilir düşüncenin temelini oluşturması gerekir. Bu kavramla birlikte üzerinde durulması gereken, bir diğer kavram da “kentsel yaşam kalitesi”dir. Burada söz konusu olan kalite hem doğal hem de yapılı çevre özellikleriyle ilgilidir ve sürdürülebilirlik arayışına odaklanan kaliteden farklı olarak, doğal kaynakların korunması, iklim, ekoloji vb. gibi değişmez ögelerle değil, kentsel donanım ve konfor ögeleri ile ilişkilidir; yer ve aidiyet duygusu, ortak bellek gibi kolay ölçülemeyen öznel yanları vardır. Bunların dışında, doğal olarak, kent - sel ekonominin belirlediği yaşam standartları kentteki yaşam kalitesine yansır. Son çeyrek yüzyıldır kentler, kentsel yaşam kalitesi kavramı ışığında yaşam kalitelerine göre sınıflandırılmakta, bu kavram karşılaştırmalı ve yarışçıl bir değerlendir - menin temel ögesi olmaktadır. İstanbul ise bu çerçevede maalesef sınıfta kalmaktadır.
YAPAY ZEKA VE DİĞER TEKNOLOJİK GELİŞMELERİ OLUMLU VE İLERİCİ BULUYORUZ. KULLANILAN ARAÇLARDAN ÇOK SONUÇLARA DEĞER VEREN BİR ÇAĞDA YAŞIYORUZ.
Şubat 2023 tarihinde yaşadığımız deprem felaketi ülkemizin gerçeği olan depremi bir kez daha çok acı bir şekilde bize hatırlattı. Depreme dayanıklı yapılar üretilmesinde mimarların rolü nedir?
Deprem gerçeği her defasında cahilliğimizi, vurdumduymazlığımızı, unutkanlığı - mızı ve yüzeyselliğimizi yüzümüze vuran acı bir gerçek. Mimarlık alanında -özellikle belirtilmesine gerek olmasa da- depreme dayanıklı tasarım bilinci, eğitim sürecinden başlayan bir eksiklik. Elbette tek başına mimarlık mesleği ile bitmiyor eğitimsizlik ancak biz mimarlar açısından, yapıların kütlesel geometrilerinin, farklı koşullar altındaki hareket davranışlarının öğretilmediği bir mimarlık eğitiminden bahsediyorum. Deprem sonrası, hasar tespit süreçlerinde bilirkişi olarak mimarların da atandığını düşündüğünüzde, hangi yapısal hareketlerin nasıl çatlamalara neden olduğuna iliş - kin temel fizik bilgisinin eksikliğinden de bahsetmek lazım elbette. Ayrıca tasarım sürecindeki disiplinler arası koordinasyon ve bütüncüllüğün iyi yönetilememesi veya ayrışması da üzerinde durulması gereken bir konudur.