Mimarlık, Özünde Sürdürülebilir ve Çevreci Olmalı...”

KEREM ERGİNOĞLU

ERGİNOĞLU & ÇALIŞLAR

FİBROBETON Sponsorluğunda

Fotoğraf : Can Görkem Halıcıoğlu

Sürdürülebilirlik daha çok son dönem gündeme gelen bir konu, Mimarlık bence özünde sürdürülebilir ve çevreci olmalı. Bizim her yaptığımız projede mutlaka göz önünde bulundurmamız gereken bir bütçe, onun en iyi şekilde kullanımı, hayatta kalması VE gerektiği zaman dönüşebilmesi gibi kriterler var.

Mimari tasarım kararlarınızda sürdürülebilirlik ve çevre duyarlılığı üzerine yorumlarınızı alabilir miyiz?

Daha çok son dönem gündeme gelen bir konu, mimarlık bence özünde sürdürülebilir ve çevreci olmalı. Bizim her yaptığımız projede mutlaka göz önünde bulundurmamız gereken bir bütçe, onun en iyi şekilde kullanımı, hayatta kalması ve gerektiği zaman dönüşebilmesi gibi kriterler var. Zaman içersinde bu kriterler daha kurallı olarak karşımıza çıkmaya başladı. İyi bir mimarlığın bunları her zaman içermesi gerektiğini düşünüyorum.



Hem mimari hem iç mimari tasarım yapıyorsunuz, malzeme seçimi önemli bir konu, malzeme seçimlerini siz mi yapıyorsunuz yoksa yönlendirme mi yapıyorsunuz ve en çok neye dikkat ediyorsunuz?

Biz daha çok ofis fit out ve yüzde seksen mimari proje yapıyoruz. Mimari proje yaparken başka kriterler var ama ofis yaptığınız zaman daha farklı beklenti ve istekler olabiliyor. Çünkü her kurumun kendine göre bir karakteri var. Malzemeleri mutlaka biz seçmeyi tercih ediyoruz; fakat bunu yaparken seçenek sunuyoruz ve başlangıçta yola çıkarken belli bir bütçe hedefimiz oluyor. O hedef çok önemli çünkü o ofise geçecek olan kişiler bir yatırım planı ile oraya geçiyorlar, doğru zamanda ve doğru rakamla oraya geçmeleri lazım. Orada bunu iyi şekilde yönlendirmek gerekiyor, iş yapılırken doğası gereği mutlaka içinde bir takım oynamalar oluyor ama ana ruhunu mümkün olduğu kadar korumaya çalışıyoruz ve seçimlerin yanında oluyoruz.

Peki sizin kullanmayı tercih ettiğiniz malzemeler hangileri?


Bizim çok katı birtakım kurallarımız yok ama doğal malzemeyi seviyoruz. Bir şeyin bir şeyiymiş gibi olan malzemeleri sevmiyoruz, gerçeği varken gerçeğini kullanmayı tercih ediyoruz. Bununla ilgili teknoloji çok gelişti, bu iyi bir teknoloji ise o zaman kendisi gibi olsun illaki bir şeye benzemek zorunda değil. Kendi içindeki tutarlılığı bizim için çok önemli yani bir dilinin, hikâyesinin olması... Yine kullanıcı veya oradaki kurumla bir uyumunun olması, içeride yaşayanların bundan mutlu olmaları çok önemli çünkü biz tasarlıyoruz ama onlar için tasarlıyoruz.

Yapının kimliği olan cepheler kent mimarisi, dokusu ve sürdürülebilirliği açısından önem taşımakta. Sizce cephenin sürdürülebilir olarak nitelendirilebilmesi için tasarım ve uygulama esnasında dikkat edilmesi gerek kriterler neler?

Cephede kullanılan malzemenin dış ortama karşı dayanıklılığının ve iklim şartları ile uyumunun gözden geçirilmesi lazım. Bir örnek vereyim; 2003-2004 yıllarıydı sanırım, Anadir diye Rusya’nın en doğusunda bir proje yaptık. İklim şartları çok sertti ve cepheyle ilgili tüm taleplerimizde her firmadan bunun eksi altmış testlerini istiyorduk. Sonuçta şunu yaptık; Finlandiya’dan cephe kaplamasını getirdik, kendi iklim şartları da öyle olduğu için, onlar bize cevap verebildiler. Bu yüzden binayı hangi iklim koşullarına karşı tasarladığınız önemli. Antalya’da yapıyorsak başka, Erzurum’da yapıyorsak başka... Dolayısıyla tek bir reçete vermek yerine orada kullanılacak yapının bakımı ve çevresel şartlarına göre konuşmak daha doğru.
Bir yandan da şöyle düşünüyorum; doğru, iyi planlanmış bir cephe güzel yaşlanabilir, hepimizin olduğu gibi cephenin de bir ömrü var ve cephenin nasıl yaşlanacağını baştan düşünürsek yaşlanmanın kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bizim yaptığımız Pendorya Alışveriş Merkezi’nde prekast cephe sistemi kullandık ve cepheyi bir heykeltraşla çalıştık. Cephenin nasıl kirleneceğini, suyun zamanla patinalardan akarak hafif renginin nasıl eskiyeceğini planlayarak yaptık ve bu anlamda da tabi cephe yavaş yavaş güzel yaşlanıyor.

Pendorya Alışveriş Merkezi’nde prekast cephe sistemi kullandık ve cepheyi bir heykeltraşla çalıştık. Cephenin nasıl kirleneceğini, suyun zamanla patinalardan akarak hafif renginin nasıl eskiyeceğini planlayarak yaptık. Bu anlamda da tabi cephe yavaş yavaş ve güzel yaşlanıyor.

Yaşanabilir kent kavramı son zamanlarda konuşulan konulardan biri, sizin bu konu ile ilgili yorumlarınızı alabilir miyiz ?

Yaşanabilir kentler için öncellikle yürünebilir kentler yapmak, ulaşılabilir bir kent yaratmak gerekiyor. İstanbul engebeli bir topografya bunun getirdiği bir zorluk var, öte yandan da minimum şeyleri sağlayamıyoruz.
Yine kural koymayı çok sevmiyorum ama dikeyde büyürken de yataydaki hayatı sağlamanız lazım. Maslak’ta kocaman binalardan çıkıp daracık kaldırımlarda yürümek zorunda kalıyoruz, binaların önlerinde oluşmuş kamusal bir alan yok, hepsi kendi çapında bir şeyler yapıyorlar ama çokta birbirine bağlantılı değil. Dolayısıyla bizim kamusal çevreyi tasarlamamız lazım, oralardaki hayatı geliştirirsek yaşanabilir kentleri de hayata geçirebiliriz. Tekil olarak çok kaliteli binalar yapılıyor; ama onların yaşam çevresi hep sınırlı kalıyor. Örneğin Göktürk, bu kadar yeni bir konut çevresi yaratıyorsunuz; ama restorant, market, arabalar, her şey üst üste...

Yaptığınız yurtiçi ve yurtdışı çalışmaları mimari portallardan takip ediyoruz. Türk yatırımcı ile yabancı yatırımcı arasında farklılıklar var mı?
Türk veya yabancı diye ayırt edemiyorum, iyi mimari proje isteyen veya bu işi alalım daha sonra bir şekilde kurtarırız diyen yatırımcı olabiliyor. Biz genellikle bizim çalışabileceğimiz işvereni tercih ediyoruz, kendi adımıza aktif bir pazarlamamız yok. Bizim yaklaşımımızı duymuş olanlar bizi tercih ediyorlar, bu yüzden yerli ya da yabancı diye bir şey diyemem ama şu oluyor; bulunduğunuz ülkenin kuralları, proje oyuncularının o kurallar içinde yer alması farklı olabiliyor. Medeni ülkelerde bu daha iyi düzenlenmiş durumda, daha az tabular ve korkular var. Projeyi anlattığınızda neden olduğunu anladıkları zaman illa o kurallar ve çerçeveler içinde kalmayabiliyorlar. Bizde ise birtakım tabular var; oranın eğimi şu olacak, buradaki bu olacak şeklinde... Neden olduğunu bilmiyoruz, birisi oraya yazmış ve o kurallar insanları kör hale getirmiş. Bu yüzden bizim Türkiye’deki en büyük sıkıntımız mimarı sınırlayan çerçeveyi çizen çok fazla kural...

Sahibinden.com ve Yemek Sepeti ofis projelerinizde en çok gündeme gelen konu çalışan mutluluğu oldu. Bu kararları verirken işverenden mi talep geldi yoksa siz mi iş verene bunu önerdiniz ?

Bu konsept daha çok reklam ajanslarının ofisleriyle başlayan bir süreç çünkü onlar daha yaratıcı ortamlarda çalışmak istiyorlar. Biz ilk 2000’li yılların başında reklam ajansları yapmaya başladık yani reklam ajansları buna öncülük etmeye başladılar. Maslak’ta bir reklam ajansı yapmıştık, o zaman onların etrafında hiçbir şey olmadığı için iç mekânda bütün bu hayatı baştan tasarladık. Basket potaları, asma katları, geniş bir kafeteryaları vardı ve o zaman kendi çapında çok ses getirmişti. Özellikle son yıllarda teknoloji şirketleri ile çalışıyoruz. Teknoloji şirketlerinde çalışanların yaşları ve genel yaklaşımları nedeniyle sirkülasyon oldukça yüksek. Yeni hayata atılmış insanlar bir süre sonra sıkılıyorlar ve yeni arayışlar içine giriyorlar. Yemek Sepeti ve Sahibinden.com gibi firmalarla çalışırken ilk hedefimiz çalışan mutluluğunu artıracak bir mekan tasarlamaktı. Ne mutlu ki işverenden aldığımız bilgilere göre bu konuda başarılı olduk.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)