​Mini Portföy Emre Arolat

Novawood Sponsorluğunda

Emre Arolat, 1992 yılında MSÜ Mimarlık Fakültesi’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. Çalışmalarına 2004 yılında Gonca Paşolar ile birlikte kurduğu ve 2008 yılında Şaziment Arolat ile Neşet Arolat’ın, 2009 yılında da Kerem Piker ve Sezer Bahtiyar’ın ortak olarak katıldığı EAA-Emre Arolat Architects’te devam ediyor. 1998 yılından beri, gerek atölye yürütücüsü, gerekse jüri üyesi olarak, UÜ, İKÜ, İTÜ, ODTÜ, YTÜ, Bilgi Üniversitesi ve MSGSÜ’de görev aldı. Tek konutlar, büyük ölçekli konut yerleşmeleri, kamusal ve özel yönetim yapıları, alışveriş merkezleri, müze, konser salonu ve kütüphane gibi kültür yapıları, spor tesisleri, eğitim kompleksleri, sanayi yapıları, havalimanı ve rekreasyon alanlarında farklı ölçeklerde proje ve uygulamaları var.

Katıldığı ulusal ve uluslararası yarışmalarda pek çok ödül kazanan Arolat; 2004 yılında “Proje” dalında, 2002 yılında “Yapı” ve “Proje” dallarında, 1992 yılında “Yapı” dalında olmak üzere toplam 4 adet Ulusal Mimarlık Ödülü, 2000 yılında ise Tepe Mimarlık Kültürü Vakfı’nın “Mimarlıkta Yeni Arayışlar Ödülü”nü kazandı.

Proje Yeri: İstanbul
Proje yılı: 2009-2014
Proje alanı: 29.000 m2

MASLAK NO.1 OFİS YAPISI

Adeta sadece göze çarpmak için inşa edilmiş olan bir bina

Yabancı sermayenin en görünür haliyle biçim kazandığı Mecidiyeköy-Maslak aksında, İstinye bağlantısı yakınlarında konumlanan ofis yapısının tasarımı, çevresel yoğunluktan kaynaklanan gerilim ve inşa edildiği arazinin darlığı gibi verilerle koşullandırıldı. İşveren, herhangi bir kural, plan ve düzene uymaksızın adeta sadece göze çarpmak için inşa edilmiş olan çevredeki diğer yapılar gibi “prestijli” bir bina beklentisi içindeydi.

İstanbul’un en önemli iş merkezi olan Büyükdere Caddesi’ndeki diğer projelerden farklı olarak, Maslak No.1 Ofis Yapısı’nda tipik ofis mekanlarının kalitesinin düşey bahçelerle zenginleştirilmesi hedeflendi. Bu hedefe ulaşmak için de 8.25 x 8.25 m ölçülerindeki ızgara sistem üzerinde planlanan ve bağımsız olarak biçimlendirilmiş şeffaf bir strüktürle giydirilen rasyonel bir ofis bloğu tasarlandı.

Güney ve batı yönlerinde adeta ikinci bir cephe gibi hareket eden örtünün yapıdan 17 metreye kadar genişleyen açıklıklarla kopartılması 20 metre yüksekliğinde düşey bahçelerin elde edilmesini sağladı. İki cephe arasında kalan bu hacmin aynı zamanda akustik ve iklimsel koşullara karşı bir tampon vazifesi görmesi de planlandı.

Cephenin 150 x 200 cm ölçülerinde dikdörtgen modüller yardımıyla biçimlendirilen dairesel planı yapının otobandan nasıl algılanacağı düşüncesiyle tasarlandı. Cephede, üzerinde yarı saydam film tabakası bulunan silikon esaslı bir cam giydirme sistemi kullanıldı. Film tabakasının opaklığının dairesel cephenin farklı yönlerine göre değişkenlik göstermesi; güney cephe için daha az geçirgen bir doku tercih edilirken, kuzey cephede ise neredeyse tamamen şeffaf bir filmin kullanılması tercih edildi.

SANCAKLAR CAMİİ

Cami mimarlığının Türkiye’de ulaştığı katılaşmış biçimci tutumla baş etmeye çalışan bir ibadethane...

Sancaklar Camisi proje süreci, Sancak ailesinin Büyükçekmece’de bir arazide cami inşa etme fikri ile ofisimize gelmesiyle başladı. Türkiye’de yeni bir cami tasarımı söz konusu olduğunda yüzleşilmesi gereken ilk mesele, içi boşaltılmış bir anakronizm haline gelen klasik Osmanlı camisi biçimi ve onun simgesel yükleri olarak ortaya çıkıyor. İnşa edildiği devirde bir tür yapısal mantık ve mimari incelik silsilesi ile geliştirilmiş olan fakat günümüzde yapım teknolojisinin farklılaşmasına rağmen biçimi değiştirilmeden uygulanan bu şablon, yüzyıllar içinde etrafında neredeyse sorgulanamaz bir meşruiyet kozası örmüş görünüyor. Buna karşın cami dediğimiz yapının herhangi bir kaynak tarafından belirlenmiş, sabit bir formunun olmadığı biliniyor. Aksine, tarih boyunca farklı kültürlerin etkisi altında çeşitlenen camiler, namaz ritüeline dair bir ‘öz’ün farklı zaman ve mekanlardaki farklı tezahürleri olarak düşünülebilir. Sancaklar Camisi’nin tasarımının, bu ‘öz’ün kendisine yönelik bir arayışın ürünü olduğu söylenebilir.

Tasarımın omurgasında yer alan ölçütler içinde en belirgin olanı, herhangi bir yapısal dile yatırım yapmaktansa ibadet sırasında mekândan alınan ruhsal ve bedensel zevkin ön plana alınmasıydı. Yapının yerle hemhal olmak üzere bulunduğu arazinin eğiminde kaybolması, sanki hep o yerde imiş gibi toprağa tutunması ve bu yolla tüm zamansal ve kültürel angajmanlardan özgürleşebilmesi amaçlandı. ‘Biçim’in olabildiğince geri plana çekildiği, tarihsel yüklerden olabildiğince arınmış, ışığın ve maddenin kendilerini en saf şekilde ortaya koyduğu, neredeyse ilksel bir iç dünya oluşturmak temel motivasyon olarak ortaya çıktı.

Bir diğer pencereden bakıldığında, bu projenin cami mimarlığının Türkiye’de ulaştığı katılaşmış biçimci tutumla baş etmeye çalıştığını söylemek pek de yanlış olmaz. Bu anlamda, mimari dilin neredeyse tamamen yok edilmeye çaba gösterildiği söylenebilir.

Proje Yeri: İstanbul
Proje yılı: 2011-2013
Proje alanı: 1.300 m2

Camiye yaklaşırken yatay avlu duvarlarının çevrelediği bir bahçe ve taştan örülmüş daha düşey bir kitleden başka neredeyse hiçbir şey görülmüyor. Cami, kullanılan malzemelerin kendilerini oldukları gibi ortaya koydukları, fazlalıklardan arınmış, sade bir iç mekâna sahip. Duvarlar ve tavan, hem arınma hem de tevazu hissini kuvvetlendiriyor. Çıplak beton duvarlar mekâna bir tür ilksellik hissi katıyor. Oldukça loş olan alanda, mihrap duvarından sızan ve gün içinde sürekli değişkenlik gösteren doğal ışık, belki de mekânın yegane tezyinatı. Işık, tam kıble duvarının üzerindeki yarık vasıtasıyla gün boyunca farklı perspektifler vererek duvarın hafif eğimli ve dokulu yüzeyinin üzerinde geziniyor.

İslam bilgini Seyyid Hüseyin Nasr, İslam mimarisinde yapıtın Hristiyan mimarisindeki gibi boşluğun ortasına yerleştirilmiş bir anıt, ya da boşluğun içinde bir varlık değil; “etrafını varlığın çevirdiği bir boşluk”, ya da varlığın içine “oyulmuş” bir boşluk olduğunu söyler. Çevrede içine yerleşilebilecek herhangi bir varlığın, parçası olunabilecek herhangi bir yapılaşmanın bulunmadığı bu yerde, Sancaklar Camisi’nin toprakla ilişki halinde, varlığın içine yerleşmiş bir boşluk olarak düzenlenmesi, İslam geleneği açısından da ayrıştırıcı bir özellik olarak değerlendirilebilir.

MAÇKA OTELİ

Kaldırımdaki yaşantıya eşlik eden bir yapı

20. yüzyıl başı kentsel hareketlerinin getirdiği yığılma sonucu artan nitelikli yapı ihtiyacı bitişik nizam gelişen, gabarisi 7-8 kata ulaşan, kentsel mekanın yoğunluk ve süreklilik üzerinden kurulduğu bir kent dokusu üretmiştir. Tüm bölgede devamlılık gösteren bir dizgenin ürünü olarak kavranabilecek bu doku, oran ve düzen ilkeleri içerisinden varlık bulmuş nitelikli mimari karakteri ile çoğunlukla üst/orta sınıfa mensup kentliler tarafından sahiplenilen fakat şehrin diğer kullanıcılarının da içinde bulunmaktan zevk aldığı mekanlar üretmiştir.

Maçka Oteli’nin yer aldığı parsel, bu dizgenin devamıdır. Yapı, bulunduğu dizinin sürekliğini korumak ve yapı adasını sonlandırmak için bulunduğu parselin tamamını doldurur. Mensup olduğu yapı dizgesinin kitlesel biçimlenmesine hakim olan Rönesansvari düzen (baza-gövde-taç) tereddütsüz takip edilir, fakat salt biçimsel bir tekrar olmaktan ziyade güncel kent kullanımı ile ilişkilendirilir: Tüm parselin zemin kotunu oluşturan baza -öncüllerinin aksine- saydamlaşarak kendisini dışa açar, kaldırımdaki yaşantıya eşlik eder. Bazanın üzerinde gövde kısmını oluşturan odalar parselin üç yanına açılır. Gövdenin üzerine cepheden geriye çekilerek yerleşen çatı (lounge ve restaurant) ile sözkonusu artikülasyon tamamlanır.

Ana girişin bulunduğu lobi Maçka Caddesi üzerinde yer alır. Lobi, üst kottan insan akışının daha yoğun olduğu Abdi İpekçi Caddesi’ne de açılarak bu iki cadde arasında bir geçit oluşturur. Kontrollü bir kısayol olan geçit, lobi mekanını Nişantaşı’nın gündelik yaşamına eklemler. Otele gelenler ile orada-yaşayan-orta-sınıfın süreksiz karşılaşmalar yaşayabileceği bir sınırlı-kamusal alan oluşturur.

Otelin cephe artikülasyonu Abdi İpekçi Caddesi ve Maçka Caddesi’nin birbirine karşıt denebilecek durumundan etkilenir. Bölgeyi karakterize eden yüksek katlı, nitelikli, ‘kentli’ binaların olduğu Abdi İpekçi Caddesi tarafı, mimetik biçimde tabi olunan dizgeyi temsil eder. Cephe söz konusu olduğunda mimesis yüz değiştirir: kuvvetli bir dolayım devreye girer. ‘Orada bulunan’ ile onu sevecek kadar vakit geçirilmiş, onun zamanına gidilip gelinmiştir, etkilenilmiştir. Onun yanında varolmanın tek koşulu ise ‘kendi’ olmaktır.

Proje Yeri: İstanbul
Proje yılı: 2010-2015

Maçka Parkı’ndaki doğal vadinin yarattığı garip ilksel boşluk insanı içine çekmeye başlamıştır. Burası kent içerisine yuvalandırılmış doğanın modern kentlinin kullanımına tahsis edildiği Avrupai kent parkı projesinin bugüne kadar hayatta kalabilmiş parçalarından biridir.

Otelin Maçka Vadisi’ne bakan bu cephesi de ‘doğal olan’a -güneşe, rüzgara- ve araya giren park sayesinde bir nevi ‘doğallaşarak’ iyiden iyiye bir seyirlik haline gelmiş İstanbul manzarasına açılır. Korunaksız hale geldiği güneybatı güneşine karşı kendine açılıp kapanan perfore yüzeylerden oluşan bir perde örer. Odaların kullanıcıları tarafından farklı kombinasyonlarla açılıp kapanabilen bu ‘kepenk’ler sayesinde Maçka Caddesi yüzü, oteldeki kullanıcı sirkülasyonuna, günün saatlerine ve günışığı/manzara kullanımlarına göre şekil değiştiren ‘canlı’ bir cephe haline gelir.

Güneye bakan köşe cephe ise boğaz manzarasına açılır. Köşeyi saran balkonlar, içe çekilmiş oda cepheleri için güneşi kesen bir saçak haline gelir. Köşe cephe, iki farklı cephe arasında duran, bulunduğu noktanın verilerinin şekillendirdiği bir üçüncü tür olarak var olur.

RAİF DİNÇKÖK KÜLTÜR MERKEZİ

‘Buyurgan ve öğretici tasarım yönelimi’nden olabildiğince kaçınan bir yapı,

Akkök tarafından inşa edilen ‘kültür merkezi’nin kentle kuracağı ilişkinin biçimi, bu tasarımın ana ölçütü olarak ortaya çıkıyor. Farklı mecralarda derinleştirilerek okunmaya çalışılan bir kentin ve onun kullanıcılarının, inşa edilecek yapıya karşı alacakları pozisyonun önemsendiği bu tasarım, “pırıltılı” bir yapının bu özgül yerde oluşturması söz konusu olan “baskı”dan uzak durmayı hedefliyor.

Çağdaş mimarlık söylemleri adına kolaylıkla düşülebilecek bir tuzak olarak neredeyse her an, her yerde beliriveren “buyurgan ve öğretici bir tasarım yönelimi”nden olabildiğince kaçınan yapı, arazinin batı yönüne çekilip en kenara yaslanarak önünde yer alacak olan “özel arboretum”a yer açıyor. Böylelikle inşa eden, kullanıcıya kültürün nasıl tüketileceğini “o” yere koyduğu yapı ile öğretmeye kalkmıyor. Tersine, söz konusu tasarım büyük ölçüde bir “ucu açıklık” içeriyor.

Yapı, tıpkı bulunduğu coğrafyada inşa edilen eski köşkler gibi suyun üzerine inşa edildi. Su şehri Yalova’da, kültür merkezinin kullanıcıları hem dışta, hem de iç alanda suyun serinletici etkisinden yararlanıyor.

Proje Yeri: Yalova
Proje Yılı: 2007-2011
Proje Alanı: 5.700 m2

Yapı içinde yer alan kitleler, farklı işlevlere göre ve tam kendilerine gereken ölçülerde biçimleniyor. Farklı kotlarda bağlantı noktaları oluşturan bu kitleleri birbirine bağlayan “gezinti rampası”, ziyaretçinin gündelik hayatını bir nebze renklendirmeyi deniyor. “Gezinti rampası”nın, Yalovalı’nın serbestçe girebileceği, iç kitlelerin yüzeylerinde yer alan ve her 3 ayda bir değişen “dijital medya sergileri”ni farklı kotlarda bulunan müze ve yerleştirmeleri izleyebileceği, kafe ve lokanta işlevlerinden yararlanacağı bir “iç sokak” olarak kentin sosyal hayatına girmesi bekleniyor.

Yapının dolaşım kurgusu, içinde farklı işlevlerin fragmanter kapalı kitleselliklerini barıdıran ‘kozmik’ bir fanus ile onu saran kentsel “arayüz” -interface- üzerinden biçimleniyor. Kentsel “arayüz” -interface- belirli ölçüde paslanmış ve pası özel bir kimyasal ile dondurulmuş metal plakalardan oluşuyor. Basit delikli sacdan imal edilecek olan metal plakalar, içten dışa doğru bakışın anlamlı olduğu yüzeylerde “plise” hale dönüşerek dış alana farklı perspektifler sunuyor. Diğer yüzeylerdeki “perforasyon” ise bir “tül perde” etkisi sağlıyor.

GÖKTÜRK ARKETİP EVLERİ

Ana yüzey tanımlayıcıları, doğal taş, ahşap ve çıplak beton gibi, zaman içinde “iyi eskiyen” malzemelerden oluşturuldu...

Aynı dönemde Göktürk bölgesinde tasarlanan dört yerleşmeden biri olan Arketip projesinde, diğerlerinde söz konusu olmayan farklı ölçütler gündeme geldi. Arazinin bulunduğu bölgenin göreli az katlı yapılarla tanımlanmış olması, güney yönündeki ormana yakınlığı, yapılanma kararlarının çatı arası kullanımını koşullaması ve yatırımcının daire büyüklükleri ile ilgili öngörüleri gibi veriler, projenin yerleşim ve kitlesel oluşum kararlarında etkili oldu.

Bu tür yerleşme projelerinde daha önce de önemseyerek hesaba kattığımız, özel ve ortak alanların, yaya ve taşıt alanlarının kendi aralarındaki tansiyon ve ilişkiler, kullanılan ana yapı malzemelerinin ve peyzajın belirgin ögelerinin zaman içindeki performansları, kullanım dönemindeki genel giderlerin optimizasyonu gibi ölçütler, bu tasarımın da ana koşullayıcıları oldular.

Proje Yeri: İstanbul
Proje Yılı: 2007-2010
Proje Alanı: 50.000 m2

Düzenli bir taşıyıcı sisteme oturan, ortak kat holü, daire içi servis ve ıslak alanlar, koridor, esas alanlar ve teraslar sıralaması ile geliştirilen doğrusal planimetrinin, her farklı büyüklükteki konut biriminde kesintisiz bir biçimde sürdürülmesiyle, dairelerin gün ışığından en iyi şekilde yararlanmaları sağlandı. Bu düzenek aynı zamanda yapım döneminde söz konusu olabilecek daire ebat değişikliklerini de olanaklı kıldı. Doğu-batı yönünde yerleştirilen doğrusal blokların orta bölümlerde gevşetilerek kopartılmasıyla kuzey-güney yönünde cazip bir ortak alana dönüşen derin boşluk, ana peyzaj kotunun bir altında düzenlenen sosyal tesisle de sağlam bir ilişki kurarken, bloklar arasında bırakılan boşluklar, özel bahçeler olarak düzenlendi. Bu gevşeme ve kopmalar, üst katlarda da daireler tarafından kullanılan üzeri kapalı geniş terasların oluşturulmasına olanak verdi.

Ana yüzey tanımlayıcıları, doğal taş, ahşap ve çıplak beton gibi, zaman içinde “iyi eskiyen” malzemelerden oluşturuldu. Zemin katlarda her konut birimi için düzenlenen özel bahçelerin yerini, üst katlarda “ayazlık” olarak kullanılabilecek geniş teraslar aldı. Bu terasların dış yüzeylerinde tasarlanan hareketi ahşap güneş ve rüzgar kırıcıların farklı kullanım biçimleri nedeniyle yapıların dış yüzeylerinde okunabilecek olan rastlantısallığın, yapıların özgün ve değişken estetik kurgusunu oluşturması hedeflendi.

ÇEŞME 7800 EVLERİ

Üzerine örttüğü peyzaj katmanı ile olabildiğince geride durmayı seçen bir yapı...

Çeşme, son on yılın turistik motivasyonları ile birlikte katlanarak artan bir yaz nüfusuna erişti. Tıpkı sonradan keşfedilmiş tüm Ege ve Akdeniz kasabalarında olduğu gibi, sonunun nereye varabileceği kestirilemeyen bu büyüme burada da hem fiziksel hem de sosyolojik bir dönüşümü koşullamakta.

Çeşme 7800 projesi, bu güncel durumun oluşturduğu yeni kimliklerin ve kitleselliklerin, mevcut dokuya olan etkileri bağlamında problemleştirilen bir tasarım yönelimi ile geliştirildi.

Ana kitle arka yol sınırına yaklaştırıldı. Böylece önündeki geniş plaj ve üzerinde bulunan doğal doku olabildiğince rahat bırakıldı. 5 katlı doğrusal blok, hem düşey hem de yatay dolaşımın örgütlendiği bir ara sokak ile çift yüzlü hale dönüştürüldü. Hedeflenen, kendisini merkezleştiren ve yapısal görünme biçimi ile öne çıkan, dikkat çeken ve gücünü bu tür bir ilgiden almayı bekleyen bir kitle yerine, üzerine örttüğü peyzaj katmanı ile olabildiğince geride durmayı, bu yolla da mimarlığın stil, üslup veya tarz olarak tanımlanabilecek kavramlarının yükünden uzakta kalmayı seçen bir yapı oldu. Ünitelerin bakış yönlerini oluşturan güney ve kuzey cephelerinde güneşten ve rüzgardan korunmak amacıyla tasarlanan iki farklı ahşap kırıcı sistem, her ikisi de olabildiğince basitleştirilmiş elemanlar olarak yapının dış algısının en önemli unsurları haline geldi. Kesitte birbirlerinin üzerinde kayarak geri çekilen üniteler, her iki yönde geniş teras-bahçeler oluşturdu. Bu bahçelerde yer alacak olan peyzaj katmanının yapıyı olabildiğince önemsizleştirmesi fikri, tasarımın ana ölçütü olarak her aşamada devrede tutuldu. Ünitelerin iç düzenlerinde konvansiyonel bir planlama yönelimi yerine oldukça şeffaf ve akışkan bir düzen benimsendi. Ana kitle ile plaj arasında kalan bölümde, sosyal alanların yanısıra tek katlı bir ünite zinciri konumlandırıldı. Bu alandaki tüm yapısal unsurların üzeri de düzenli bir peyzaj katmanı ile örtüldü.

Proje Yeri: İzmir
Proje Yılı: 2006-2008
Proje Alanı: 14.000 m2


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)