OMA Tokyo'daki İlk Yüksek Sürdürülebilir Binasını Tasarladı
Nüshet Çamuşoğlu / nushet@ekoyapidergisi.org
OMA, ortağı Shohei Shigematsu ile birlikte kısa süre önce Toranomon Hills Station Tower'ın tamamlandığını duyurdu. 49 katlı karma kullanımlı kule, uluslararası firmanın Tokyo'daki ilk sıfırdan inşa edilen yapısı ve bugüne kadar inşa edilen en büyük projesi. Mori Building tarafından geliştirilen kule, Tokyo'nun merkezini ve Toranomon Hills bölgesini Global Business Centres için gelişmekte olan bir merkeze dönüştürme vizyonunun son aşaması olarak hizmet verdi.
Kule, Tokyo Körfezi'ni şehir merkezine bağlayan ve yakın zamanda yeniden tasarlanmış bir erişim yolu olan Shintora-dori Avenue'nun sonunda yer alıyor. Kulenin formu, Shintora-dori Avenue'nun eksenini genişleterek, çeşitli toplumsal faaliyetler için bir odak alanı olarak kamusal işlevini vurguluyor.
"Tokyo'daki ilk zemin üstü binamız ve Japonya'daki ilk yüksek binamız olan Toranomon Hills Station Tower'ın şehirdeki yerini almasından dolayı çok mutluyum. Kule, Tokyo Metro ağı, yenilenen Shintora-dori boyunca çevre bölge ve yakındaki diğer gökdelenlerle mekansal ve programatik olarak bağlantı kuruyor. Son derece kamusal tabanı, tepesi içinde ve çevresinde yaşam, çalışma ve kültürel faaliyetleri bir araya getiriyor. Ortaya çıkan çok katmanlı, üç boyutlu mekan deneyimi, Tokyo'daki yaşamın bir imzası olarak, şehrin dokusuna sorunsuz bir şekilde örülmüştür." Shohei Shigematsu, Ortak, OMA
Açık bir yaklaşım modeline dayanan bina, yakın kentsel bağlamda yoğun bir arayüz örerek binayı şehre bağlar. Yapı, yeni yer altı Tokyo Metro İstasyonu kulesini, iyi aydınlatılmış bir istasyon atriyumunu, bir perakende satış alanını ve zirvede Tokyo Node olarak bilinen bir kültür merkezini barındıran geniş bir kamusal tabana sahip. Ayrıca 266 m²'lik kulede, çalışanlar ve Toranomon Hills Hotel arasında iş birliğini teşvik etmek için çift yükseklikli atriyumlara sahip 32 katlı bir ofis alanı bulunuyor.
Kulenin merkezi çekirdeği yükseltilmiş ve halkı içeri çekmek için tabanın her iki tarafından bölünmüş. Yükseltilmiş bir yaya köprüsü caddeyi binaya bağlayarak Toranomon Hills Area içinde bir yeşil alan ve etkinlik döngüsü yaratıyor.
Köprü binanın tabanının iki perakende bölgesine etkin bir şekilde bölünmesiyle sonuçlanmış. Station Atrium olarak adlandırılan alt bölge, Tokyo Metro ağındaki Hibiya Line'ın bir parçası olan ve yeni kurulan Toranomon Hills Station'a doğrudan erişim sağlıyor. Bu çok katlı yer altı istasyonu dışarıya açılarak doğal ışığın mekana nüfuz etmesini sağlıyor ve kulenin iç kısmına kesintisiz bir geçişi kolaylaştırıyor.
Tabandaki kamusal faaliyetler bina boyunca dikey olarak serpiştirilerek, kiracılar için çeşitli olanak ve hizmetlere adanmış merkezi bir bölge oluşturulmuş. Yapısal form bu bölgeyi stratejik olarak ortaya çıkararak Tokyo'nun birçok noktasından görünür kılıyor. Bu merkezi bölgeyi çevreleyen iki döşeme ters bir simetri sergiliyor. Kuzeydeki döşeme yükseldikçe daralarak Imperial Palace'a saygı duruşunda bulunurken, güneydeki döşeme yükseldikçe kademeli olarak genişleyerek Tokyo Tower ve Roppongi Hills silüetinin geniş manzaralarını sunuyor.
Kule, kültürel ve ticari faaliyetler için yeni bir merkez oluşturuyor. Binanın kentsel çevredeki varlığı, sergi alanları ve sanat eserleriyle ayrılmaz bir şekilde bağlantılı. Komplekste Larry Bell, Leo Villareal, Oba Daisuke ve N. S. Harsha'nın eserleri de dahil olmak üzere bir dizi mekana özgü kamusal sanat eseri yer alacak.
Kulenin en üst katında, OMA ve Mori Building iş birliğiyle tasarlanan ve kültürel faaliyetler için çok yönlü bir merkez olan TOKYO NODE yer alıyor. Bu çok yönlü merkezde son teknoloji ürünü bir laboratuvar, üç galeri, havuz ve restoranların yer aldığı bir gökyüzü bahçesi ve Rhizomatiks x ELEVENPLAY tarafından özel olarak yaptırılan bir enstalasyon yer alıyor.
Yapı aynı zamanda Neighborhood Development kategorisinde ön LEED Platinum sertifikası alarak toplu taşıma ile entegre gelişim çabalarının altını çizmiş. Sonuç olarak Toranomon Hills Station Tower, Tokyo'nun sürekli gelişen kentsel ortamında yenilik, kültür ve sürdürülebilirliğin bir sentezini simgeleyen dinamik bir merkez olarak öne çıkıyor.