Yüksek Kalitede İş Üretmenin Önündeki En Büyük Engel Süreç Yönetimi
CO-DO Mimarlık / Cenk Özden
Işıklar Yapı Ürünleri sponsorluğunda hazırlanmıştır.
Meslektaşlarımın yüksek kalitede iş üretebilmelerinin önündeki en büyük engelin süreç yönetimi olduğunu düşünüyorum. Eğer doğru süreç yönetimi sektörün geneline yayılır ise, fiziksel çevremizin pozitif yönde ciddi gelişmeler göstereceğine inanıyorum.
Öncelikle sizi ve CO-DO Mimarlığı tanıyabilir miyiz?
1999 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden mezun oldum. Aynı üniversitede yüksek lisansımı tamamladıktan sonra mimarlık piyasasında çalışmaya başladım. 2001 krizinin inşaat sektörünü de ciddi anlamda etkilemesi sebebi ile istediğim nitelikli projelerde çalışma imkânı bulamayınca İngiltere’de iş arayışına girdim ve orada lokal bir ofiste çalışmaya başladım. Burada 18-19. yy’dan kalan yapılarda renovasyon projeleri yapıyorduk. Deneyim kazandıkça daha büyük ofislerde çalışma fırsatları yakaladım. En son uluslararası bir mimarlık ofisinde tasarım lideri olarak 1.5-2 sene kadar çalıştım. Kişisel tercihimden dolayı Türkiye’ye dönme kararı aldım. 2008 yılında Türkiye’ye döndüm ve Tabanlıoğlu Mimarlık’ta dört sene proje kaptanlığı yaptım. 2012 yılında ise kendi ofisim olan CO-DO Mimarlık’ı kurdum ve yaklaşık altı senedir yüksek kalitede mimarlık hizmeti veriyoruz.
CO-DO Mimarlık olarak, karma ve büyük projeler bizim uzmanlık alanımız ve yoğunlukla bu tip projelerde çalışıyoruz. Proje tasarım sürecinin, projenin doğru kurgulanması ve verimli bir proje olması için çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu sebeple proje tasarım sürecini çok ciddiye alıyoruz ve çok yoğun çalışıyoruz. Tasarım sürecinde, işverenin istekleri ile mimar olarak bizim üreteceğimiz fikirleri harmanlayarak yaklaşık 4-5 toplantı sonunda konsepte ulaşmış oluyoruz; planlanması gereken çok fazla detay var ve biz buradaki belli başlı temel konuları elimizden geldiğince en baştan tanımlamaya çalışıyoruz. Konsept sürecini tamamladıktan sonra işin idare ile olan ayağına geliyoruz. Belediye süreci, ilçe veya büyükşehir belediyesi olsun her proje için aşılması gereken büyük bir hendek. Belediyeye sunduğumuz projeye, konseptte aldığımız kararları daha da netleştirerek uygulama projesi formatına yakın, detayları düşünerek hazırlanıyoruz. Bu süreçte sahaya vereceğimiz uygulama projesinin ilk altlığı ortaya çıkıyor ve bu altlık üzerinden işveren de bütçesini oluşturabiliyor. O projenin yanında malzeme bilgisini de veriyoruz ve zengin bir proje içeriği yaratıyoruz. Uygulama safhası ise bizim için çok uzun bir süreç. Nispeten küçük bir ofisiz ama iş kalitesi olarak konumumuzun üstündeki ligde iş üretmeye çalışan bir ekibiz. O motivasyondayız. Bu müşteri devamlılığı ve işin uygulamada problemsiz devam etmesini sağlıyor. Aynı zamanda her iş, bize de çok ciddi bilgi birikimi bırakıyor. Bu bizim için çok değerli, çünkü o bilgi birikimini biz bir sonraki projelerde kullanmaya devam ediyoruz.
Park Mavera
Son dönem projelerinizden ve tasarım süreçlerinizden bahsedebilir misiniz?
Son bir, iki senedir piyasa talebinden kaynaklı zemin katları ticari alan olan konut projeleri tasarlıyoruz. Yaptığımız konut projelerinde sadece blok adetleri azalıp çoğalıyor ve metrekaresiyle ilgili bazı formasyonlar değişiyor gibi gözükse de aslında her biri çok özel ve birbirinden farklı işler.
Halihazırda haziran ayından beri üzerinde çalıştığımız, kamu ihalesiyle kâr amaçlı alınmış bir arazide, Biga’da bir projemiz var. Şehir merkezinde bulunan bu proje, cumhuriyetin ilk dönemlerinden kalma bir idari binası ve taştan zarif bir depo alanı olan çok güzel bir pancar deposunu barındırıyordu. Bizim için mimari, hesap makinesinden çıkan rakamlardan ibaret değil, bu yüzden vereceğimiz önerilerin doğru mimari fonksiyonları barındıran nitelikte olması gerektiğini düşünüyoruz.
Biga Konakları
Arazi, geometrisi itibariyle çok derin ve uzun olduğu için konuta uygun değildi, bu verileri göz önünde bulundurduğumuz zaman istenilen metrekarede bir projenin çıkamayacağını çok net anladık. Ve dedik ki; içte bazı örüntüler yaparak araziyi parçalayabilir, kamusal sokaklar yaratabiliriz. Baktığınız zaman 20 bin metrekarenin 3- 4 bin metrekaresini kağıt üzerinde çöpe atmış olduk; ama böyle bir yarışma projesinde efektif, satılabilir ve dikdörtgen formda, düzgün, kullanışlı konutlar üretebildik. Ticari cephe anlamında ise mevcut sokak cephesinin üç katı bir ticari cephe ile ister istemez bir zenginlik yarattık. Cephede tuğla ağırlıklı çalıştık ve Işıklar Tuğla ürünlerini kullnadık. Projenin yaklaşık bir ay önce temeli atıldı ve şu anda yüzde kırka yakını satıldı. Bu durum müteahhit, girişimci ve yatırımcı açısından finansal bir başarı oldu. Bu iş bizim için lokomotif oldu, aslında o bölgenin doğru çözülmüş işlere ne kadar ihtiyacı olduğunu gördük. Oradaki fiziksel çevreye baktığınız zaman insanların barınma ihtiyacının sadece yan yana dizilmiş apartmanlar değil, doğru çözülmüş projelere ihtiyacı olduğunu görüyorsunuz.
Biga Çanakkale’nin ikinci büyük ilçesi, yaklaşık 70.000 nüfusu var, tarım ve hayvancılıktan sağladıkları kuvvetli bir ekonomiye sahipler. İstanbul’un İstiklal Caddesi gibi bir caddesi var hatta daha yoğun ve daha canlı. Bu yüzden ticari ve ekonomik kuvvet de bu tip yatırımları bir şekilde teşvik ediyor. Bu proje sayesinde ben de Anadolu’nun ciddi bir potansiyele sahip olduğunu gördüm.
Biga Konakları
İngiltere’de mimarlık yaptınız, Türkiye ve İngiltere arasında kıyaslama yaparsanız aradaki farkları nelerdir?
Süreçle alakalı çok ciddi farklar var. Türkiye’de her şey çok acil olduğu için planlama için yeterli zaman maalesef mimarlara tanınmıyor ve mimarlar olarak neredeyse işimizi gerektiği gibi yapamama noktasına geliyoruz. Ülke olarak çok iyi tasarımcılara ve mimarlara sahibiz ama verilen zaman çok kısıtlı. Bir işin kalitesini tanımlayan ana unsurlardan en önemlisi o işe ne kadar emek verdiğinizdir. Gerekli emeği verebilmeniz için ofis ortamı, maddi ortam gibi gerekli fiziksel ihtiyaçların yanı sıra gerekli zamanın da size tanınması gerekiyor.
Bir de Türkiye’de kapalı kapılar ardında işleyen bir süreç var. Örneğin Haliç’de tersanelerin olduğu yerde bir proje var şu anda ama kamuya yansımış değil. İngiltere bu anlamda çok şeffaf. Projenin ana tasarım kararlarını aldıktan sonra küçük bir proje de olsa oradaki komşuları toplayıp o komşulara sunum yapıyorsunuz, bu sunumlara genelde işveren müdahil olmuyor, tasarımcı ve oranın yerleşik halkı workshop çalışmasına katılıyor. Sonuç itibariyle ortak akılla veri topluyorsunuz, daha sonra gelen yorumlardan uygulanabilir olanları projeye entegre ediyorsunuz. Halkın yorumları değerli çünkü belediye meclis onayına kadar o grup projeyi takip ediyor. Belediye meclisinde proje açık oturumda oylanıyor. Oylama sonunda ya revizyon tarihi ve revize edilmesi gereken noktalar ile ilgili yorum alıyorsunuz ya da proje onaylanıyor. Projenin belediyeden onaylanma sürecine kadar geçen proje sürecinin yaklaşık 1,5-2 yıl olduğunu söyleyebilirim. Meclise gelene kadar çok ciddi bir hazırlık dönemi geçiriyorsunuz. Ülkemizde bu süreci kıyaslar isek çok daha kısa olduğunda hem fikiriz. Bu sürecin kısalığı yapılaşmanın kalitesini mimari ve teknik anlamda düşürüyor. Bu anlamda meslektaşlarımın yüksek kalitede iş üretebilmelerinin önündeki en büyük engelin süreç yönetimi olduğunu düşünüyorum. Bu süreci iyi yöneten mimarlık ofisleri mevcut ama hem sayıları hem de hitap ettikleri işveren profilinin kısıtlı olduğu aşikar. Eğer doğru süreç yönetimi sektörün geneline yayılır ise, fiziksel çevremizin pozitif yönde ciddi gelişmeler göstereceğine inanıyorum.
Ülkemizdeki sürdürülebilirlik ve sertifika sistemleri uygulamalarını İngiltere’yi görmüş bir mimar olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kıyaslamadan önce Türkiye’de biraz önce bahsettiğim gibi çok seçkin işlerde sertifikalı projeleri görüyoruz. Gerçekten kendini A++ olarak tanımlayan konut, ofis gibi işlerde vizyon sahibi yatırımcı sertifika sistemine değer veriyor. Bu yatırımcıları incelediğiniz zaman uluslararası işler yapan firmaların ağırlıklı olduğu gerçeği ortaya çıkıyor.
Uluslararası normun yakın gelecekte Türkiye’de standartlaşacağını ve bu sürecin öncülüğünü yapmak istedikleri için sürdürülebilirlik ve sertifika sistemini değerli bulduklarını ve lider pozisyonlarını korumak, sektör liderliğini devam ettirmek için de bu klasmanda projeler hayata geçirdiklerini düşünüyorum. Çünkü ülkemizde henüz sürdürürebilirlik standartlarının tam anlamı ile olmadığı aşikar.
Park Mavera
Bu noktada kanun koyucu ve uygulayıcının çok büyük rolü ve önemi olduğu kanısındayım. İngiltere’de olduğum süreçte, 2000’li yılların başında ‘zero home’ tartışmaları her zaman kanun koyucu ve uygulayıcı tarafından tetikleniyordu. Ve bu perspektifte sektörün bütününü oluşturan mimar ve mühendisler, yatırımcılar ve müteahhitlere seminerler düzenleyerek sektörün bütün bileşenlerinin ülkenin sürdürülebilirlik politikası ve vizyonu hakkında bilgilendirmeler yapılıyordu. Yakın gelecekte yürürlüğe girecek yönetmelikler önceden sektöre aktarılarak herkesin gerekli hazırlığını yapması konusunda bilgilendirme yapılıyor daha iyi nasıl olabileceği konusunda tartışma ortamı yaratıyordu. Bu aslında binalar bazında bir sertifikadan ziyade, bütün piyasayı oluşturan takım oyuncularının her birinin eğitilip o standarda yükseltilmesi ile ilgili çalışmaların yapılması gerektiği sonucunu ortaya çıkarıyor. Sertifikalı bir projenin sadece form doldurmaktan ibaret olmaması gerekiyor. Bu noktada kanun koyucunun, meslek odalarının süreç içerisinde aktif rol alarak sektöre yön vermesi gerektiğini düşünüyorum. Örneğin, Mimarlar Odası’nın bizden sürdürülebilir yapı konusunda uzman belgesini şart koşması, yerel /merkezi otorite veya müteahhitler birliğinin sürdürülebilir yapı konusunda uzman belgesi olan mimarlar zorunluluğu getirmesi gibi bazı formüller geliştirmesi gerekiyor ki sektörü oluşturan her bir bileşen bu sürece dahil olmak için çaba harcasın. Bu sürecin de ana bir master plan içerisinde yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum. Buna devlet politikası diyelim, meslek odalarıyla ortak akıl diyelim ya da yatırımcılar ve meslek gruplarının bir çatı altında toplanması diyelim ama herkesi kapsayıcı bir çatının oluşması gerekiyor. Bireysel örnekler olumlu da olsa o çatı oluşmadığı sürece sürdürülebilirlik ve sertifika sürecinin genele yayılmasının çok kolay olmayacağını düşünüyorum. Mimarların projelerde elektrikli arabalar için otoparkta şarj yerleri planlamasının dışına çıkıp, yapıların zero home standartlarına nasıl ulaşabileceğini tartışıyor olması gerekiyor.
Bir süredir kentsel dönüşümle ilgili belli bir süreç yaşanıyor ülkemizde. İstanbul’da kentsel dönüşüm projeniz var mı?
Evet Fikirtepe’de var. Etiler tarafında parsel bazlı bazı kentsel dönüşüm projelerinde çalıştık. Kentsel dönüşüm kavramını bir yerleşim bölgesinin dönüşmesi olarak tanımlayabiliriz. Kelime anlamı ile ‘Kentsel Dönüşüm’ çok büyük ölçekte bir dönüşümü tanımlıyor. Ülkemizde yapılan dönüşümün ise parsel bazlı dönüşüm ağırlıklı ilerlediğini söyleyebiliriz. Kentsel dönüşüm adı altında yapılan işlerin kaçırılmış fırsatlar olduğunu düşünüyorum. Birçok örnek verilebilir, Bağdat Caddesi’nin durumu malum. Biz kentsel dönüşümde parsel bazlı projelerde çalıştık. Etiler Bölgesi’nde üç proje üretme şansımız oldu. Bizim için değerli işler olsalar da, kentsel anlamda projeye bir katma değer katamadığımız için bizi çok farklı noktalara götürmeyeceğine karar verdik. Parsel ölçekte sınırları ile çok oynayamayacağımız işler yapmamaya çalışıyoruz, kendimizi tutmaya çalışıyoruz o noktada. Kentsel dönüşüm projeleri kentsel anlamda bir şeyler söyleyebileceğimiz kente bazı noktalarda cevap verebileceğimiz, bir şeyler bırakabileceğimiz bir iş ise bizim için değerli oluyor. Biga öyle bir işti bizim için. Kente bazı noktalar, sokaklar, sosyal alanlar bıraktık. Bu anlamda Anadolu’nun iyi bir potansiyeli olduğunu kentsel dönüşüm adı ile mimari olarak daha yaratıcı projeler üretmek yolunda potansiyelinin daha fazla olabileceğini düşünüyorum.
Port Royal
Malzeme tercihlerinizi nasıl yapıyorsunuz? Türkiye’deki malzeme sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ülkemizde malzeme sektörü çok canlı ve kuvvetli. Hem yerli hem yabancı markalarda çok kıymetli malzemeler var. Bizim malzeme olarak tercihimiz her proje özelinde değişiyor. Projenin ana fikri ile en iyi örtüşen malzemeyi bulmak ve o malzemelerin doğru uygulanabilirliğinin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Malzemelerin birbiriyle doğru birleşebilir olması da bir diğer önemli nokta. Doğru malzemeleri doğru bir şekilde birleştirmezseniz sahadaki arkadaşlar o sorunu bambaşka bir şekilde çözmeye çalışıyor. Bir yapıda mimari kalem altında yüzün üzerinde malzemeden bahsediyoruz. Cephe malzemesi, çatı, iç mekanlar vs… Bunların hem tedariğinin sağlanabilmesi, hem de işin bütçesinin bilinciyle seçilmesi lazım ve bunu uygulayacak ekibin de gerçekten doğru birleştirici sistemi öngörebiliyor olması gerekiyor. Eğer bunlar doğru kurgulanmıyorsa o iş ya sahada kurtarılmaya çalışılıyor ya da çok doğru çözülmemiş örnekler olarak karşımıza çıkıyor.
Alternatif malzemeleri çalışırken ofiste mimari sistemlerin nasıl çözüleceğini iyi çalışmak gerekiyor. Mimari ofisler olarak bizim en önemli işlerimizden bir tanesi de sistemleri doğru ve uygulanabilir çözmek. Bazı projeler bütçe olarak daha kaliteli malzeme ve işçiliği kaldırabiliyor ama piyasaya oranladığımız zaman bunlar çok seçkin butik işler ölçeğinde kalıyor. Belli coğrafyadaki projeler olarak da yorumlayabiliriz... Mesela tarihi yarımadada bir proje ya da İstiklal Caddesi aksında veya Nişantaşı bölgesinde bir proje olarak hayal edebiliriz... Malzemenin, bağlam ve işin bütçesi ile doğru orantılı bir gizli formülü olduğu konusunda hepimiz hem fikiriz. Mimarın üzerine düşen ise, çok farklı bileşenleri olan bu formülde doğru malzemeleri doğru sistemler ile birleştirme becerisini göstermesidir.