Bir Ağaç Ev Hikayesi

Emekliliğin yan yola sapması

Ben Joel Allen, 26 yaşımdayken emekli olmayı denedim ve başarısız oldum. Bunun ağaç evlerle ne ilgisi mi var? diyeceksiniz. Şöyle ki; esas mesleğim olan yazılım ve yeni kariyerim marangozluk arasındaki kritik bağlantı aslında benim emeklilik girişimimdi. Neler olduğunu daha net bir şekilde açıklayacağım.

2003 yılında Bilgisayar Yazılımcılığı bölümünden mezun oldum ve birkaç arkadaşımla birlikte Vancouver BC’nin kuzeyinde bir tatil kasabası olan Whistler’da ilgi alanları odaklı bir sosyal medya ağı üzerine çalışmaya başladım. Facebook gibi olur diye umutlanmıştık ama ne yazık ki 2006’yılında proje durduruldu.

Tam bu noktada dahiyane emeklilik planım devreye girdi. Kabaca planım; dünya çapında yaygınlaşmış bağışçılara kendi emekliliğim için dilekçeler yazmaktı.

Planımı hayata geçirmek ve önüme çıkan engellerden kurtulmak için, yaklaşık bir yıl hayatımı devam ettirmeye yetecek kadar birikimim de vardı. Tek problem bu engellerin kağıt üzerinde göründüğünden daha dişli olmalarıydı. Çok çalıştım ve planlar yaptım ama herhangi bir bağışçının dikkatini çekecek kadar başarılı olamadım.

Milyon dolarlık bir fikrin gökten inmesini beklerken, emeklilik öncesi deneyimlerimi kaydetmeye başladım. Deneysel sinema yöntemlerim beni yoldan çıkardı ve kendimi yaşlı bir adamla, dünyadan ve internetten uzakta, bir çiftlik evinde yaşarken buldum. Bu sırada birikimim ve 26 yaşında emekli olma hayallerim giderek tükeniyordu. Bu planın gerçekleşmesi için bir yıl daha beklemeliydim ve bu süre zarfında bir işe ihtiyacım vardı…

Marangozluğa Girişim

2008 yılının ilkbaharında, emeklilik hayalim gerçekler tarafından bozguna uğratıldı. Yazılım kariyerime geri dönme veya yeni bir iş bulma arasında gidip gelirken tamamen parasız kalmıştım. Tam o sıralar bana yeni ve heyecan verici bir gelecek fırsatı sunan, başarılı bir yaşlı adama (aynı zamanda iyi bir arkadaşımdır) rastladım.

Old Man John’la Kootenays’da Hills Garlic Festival’inde tanıştım. Uzun saçları ve bir tutam beyaz sakalıyla Yüzüklerin Efendisi’ndeki büyücü benzeri sihirli bir karakter gibi görünüyordu. Tipik bir hippiydi, günümüz hippileri gibi sonradan olma değildi...

Emekli olma yolunda farkında olmadan John’un yaşadığı hayatın izini sürüyordum. Zamanının büyük bir kısmını arazisinde koşturarak, küçük cennet bahçeleri, müthiş müştemilatlar ve çeşit çeşit hayvanı için kulübeler inşa eden özgün fikirlere sahip bir marangozdu. Yaşadığı bölge ve yaşam tarzı tam olarak benim ihtiyaçlarımı karşılamıyordu ama zinde ve meraklı bakış açısına hayran kalmıştım. Ve aklına gelen her yaratıcı fikri inşa edebilme becerisini edinmek istedim.

O an fark ettim ki; LCD bilgisayar ekranındaki bir pencereye bakmaktansa havalı bir binanın penceresinden bakmayı tercih ederim. John’un yaşadığı yer yani Kootenays; acemi bir marangoz için biraz fazla sakin bir kasabaydı. Bu yüzden ben de Whistler’a taşındım.
Benim gibi bir adam nasıl marangoz olur diye soruşturmaya başladım. İnsanlar genellikle meslek okulu çıkışlı olmanı veya birkaç yıllık deneyiminin olmasını bekliyordu. Çok fazla vaktim kalmamıştı, o yüzden kollarımı sıvadım ve kendime bir haftalık yoğun bir çalışma süresi verip, malzeme parası karşılığında ailemin arka bahçesine evlerine uygun bir kulübe inşa etmeye başladım. Bu sayede portfolyomda profesyonel bir marangoz olarak yaptığım ilk işim yer alıyordu ve bir hafta sonra ilk profesyonel işimi aldım; Alta Göl’ünün kenarında muhteşem manzarasıyla milyon dolarlık bir ev.

Ağaçta bir yumurta fikri

Ve sonunda, kendini geliştirmekte olan bir marangozdum, arabamda yaşıyordum, heyecanlı ve yeni bir işin içindeydim.

Günlerden bir gün Ryan adında bir genç adam geldi ve büyük karizmatik bir gülümsemeyle elimi sıkıp benim hakkımda çok şey duyduğunu söyledi. Bu kısa tokalaşmadan önemli biriyle tanıştığımı anlamıştım… ama öneminin boyutunu kestirememişim.
Ryan durdurulamaz bir ski bağımlısı ve efsanevi bir maceracıydı. Yaşam tarzımız ve macera anlayışımız birbirine çok yakındı.
Bulduğumuz en iyi duş alınacak yerleri, en iyi kamp alanlarını birbirimizle paylaştık. Kazara yeni bir ortak hobi edinmemiz çok da uzun sürmedi. Buna uyuma sporu adını koydum. Her araba sakininin aksine arabalarımızda uyumak yerine, konaklayacak komik ve ilginç yerler buluyorduk. Her sabah deneyimlerimizi ve başımıza gelen şanssızlıkları anlatıyorduk. Birkaç ayımı yatak dışında her yerde uyuyarak geçirdim. İskelelerde, su depolarında, traktörlerde, malzeme asansörlerinde uyudum.

Uyku sporu sadece deneysel bir dönemdi ama beni uzun vadeli konaklama yöntemleriyle ilgili düşünmeye sürükledi. Favori uyku mekanlarım yüksek yerlerdi, ağaç ev fikrine de böyle ulaştım. Bunu düşündükçe ormanda bir kulübede yaşama isteğim artıyordu. Biraz ön araştırma yaptıktan sonra anladım ki ağaç evlerin hantal görünüşünden hoşlanmıyordum. Daha zarif bir görünüm arıyordum.

Tanıdığım herkesten fikir almaya başladım ama özellikle mimarlıktan yeni mezun iki arkadaşım Mark ve Jayne’den. Taze tasarımları ve Ortodoks bir yaşamdan geldikleri için de sıradışı ağaç ev fikirleri vardı. Sonraki birkaç hafta boyunca tasarım yaptık. Bir gün Mark, Jayne ve ben oturuyorduk ve Jayne aniden bir öneri olarak yumurta şeklini ortaya attı. Yumurta şekli zarif, organik, alışılmışın dışında ve ayırt edici olarak strüktür formun içinde gizlenecekti.

Temel iskeleti kafamızda oluşturduk ve nalburdan aldığımız köpük plakayla Jayne’le birlikte bir örnek yapmaya başladık. Ama biz daha ağaç kısmını yeni bitirdiğimizde Mark 3D modellemeyi renderlamıştı bile. Şekil büyüleyici görünüyordu, bayılmıştım.

Hiç birimiz mühendis değildik, yapı tamamen sezgisel olarak ortaya çıkmıştı. Üçgenlerle desteklenmişti (bir kenarı eğilmiş üçgenler). Test etmek için bir arkadaşımın evinin önündeki bir ağaca çeyreği boyutlarında bir deneme yaptım. Örnek 1 metre civarındaydı ve bu ölçü değişik yönlerden güç uygulayarak sağlamlığını test etmeme olanak sağladı.

Örneği inşa ederken, proporsiyonunda ufak değişikler yaptım. Tam bir yumurta şekli yapmak yerine biraz daha şişkin bir görünüm verdim. Bu sayede iç mekan genişledi ve dışardan bakıldığında daha sevimli göründü. Büyüğünü inşa etmek için bekleyemiyordum ama önce doğru ağacı bulmam gerekiyordu.

Doğru Ağaç Arayışı

2008 yazında, yumurta ağaç evimi inşa etmek için mükemmel ağacı aramaya başladım. Whistler’ın taşra taraflarındaki ormanlarda bulacağıma inanıyordum. Bakir topraklara bir yapı koyma konusunda kendimce kurallarım var. Ormanda keşif gezileri yaparken, ormanın saf güzelliğine tecavüz eden bolca işgalciye rastladım. Kişisel eşyalardan arınmış temiz bir alan yaratma kararı aldım. Sonuçta orası otrak bir alandı ve buna saygı duymalıydım.

Bu el değmemiş topraklarda en uygun yere karar vermek çok da kolay değildi. Kendi kendime oluşturduğum bir gereksinimler listem vardı. İnsan trafiğinden uzak ama yola yakın olması bu gereksinmelerin en önemlilerinden biriydi. Bunlardan bir diğeri uygulamada biraz daha zor olsa da; yumurtanın çevreye ve ağaca tam olarak uymasıydı.

İkincil gereksinimlerim ise: güneybatıya bakması, mutlaka manzarası olması ve suya yakınlığı. Tabi ki suya yakın olması orada birinin uzun süreli yaşamasını kolaylaştıracaktı. Ama ben orayı daha çok gizli bir kamp yeri olarak görüyordum, ara sıra uğranan bir yer gibi. Ve sonunda arama başladı. Bildiğim yerleri gezdim ama aklımdaki gibi bir yer bulamadım. Sonraki iki ay boyunca bıkmadan usanmadan aramaya devam etim. Düzenli olarak iş çıkışı ormana gidiyor ve öylece dolanıyordum. Birkaç kere vazgeçmenin eşiğinden döndüm. Whistler’a akla yatkın uzaklıktaki her yeri karış karış aradıktan sonra, bir hafta ara verdim ve alternatifleri gözden geçirdim. Şansıma, bütün bu süreç boyunca doğru bölge burnumun dibindeydi. Ryan’la birlikte yapım aşamasındaki milyon dolarlık evlerin bulunduğu yeni bir mahallede vakit geçirmeye başladık.

Bir gün bu evlerden birine doğru yürürken, el değmemiş bir arsa dikkatimi çekti. Eğimli ve yokuş bir araziydi, ulaşmam zaman aldı. Yokuşun aşağısına indiğimde kendim kayalık bir alanda buldum. Gözüme çarpan ilk şey güneşte parlayan yosunlar oldu. Neredeyse doksan derece olan bayırda kayaların arasında dolanarak yukarı çıktım. Yukarıda mükemmel bir dağ manzarasıyla karşılaştım, nefes kesiciydi. Hafif bir esinti vardı ve güneş hareket eden ağaçların tepelerini ışınlarıyla filtreliyordu. Bölgeyi gözlemledim, oradaki en büyük ağaç gözüme takıldı. 45 derecelik bir yokuşta durmasına rağmen oldukça düz görünüyordu, proporsiyonu harikaydı. Ağacımı bulmuştum!

Strüktürün Yükselişi

2008’in sonbaharında, mükemmel ağaç arayışım bitmişti ve inşa etmeye hazırdım. Arsanın kime ait olduğunu sormak ihmal ettiğim bir konuydu. Orayı temiz tutacaktım, saygılı olacaktım ve gerisini kaderin ellerine bırakacaktım.

Oraya ilk defa malzemelerle gidişimi hatırlıyorum. 4 buçuk metrelik 2 tane kalas arabamın yolcu koltuğundan geçip arkasından dışarı sarkıyordu. Yola yakın birkaç tane büyük tadilat vardı. Bu sayede aletlerle dolu bir araba kesinlikle gözleri üzerine çekmezdi. Ama kucak dolusu malzemenin çalılara taşınması dikkat çekebilirdi. Birkaç haftam tehlike çanları, çalılarda gizlenme ve sadece etrafta takılıyomuş gibi yaparken işleri ilerletme çabasıyla geçti. Ağaç üzerinde inşa ettiğim ilk şey, giriş seviyesinde bir yürüme alanı oldu. Girişi yokuşun yüksek tarafına bakıyordu ve 4 metre civarındaydı. Aslında böyle dik bir yokuşta basamak inşa etmenin iyi bir fikir olmadığını biliyordum ama elimden gelen buydu. Fakat düşünmediğim başka şeyler de vardı. Mesela ağaç rüzgardan hareket ederse ne olacaktı.

Sonraki hafta bir iskele kurdum ve zemini inşa etmeye başladım. Bir ağacın etrafına tamamen düz bir zemin inşa etmek benim gibi acemi bir marangoz için oldukça ağır bir egzersiz gibiydi. Zekice bir teknik olan teneke levha kullanımını öğrenmeden önce, ip ve su terazisiyle bir takım sonuçsuz girişimim oldu.
Zemin tamamladığında sıradaki büyük görevim iskeleti yapmaktı. Çünkü iskelet için gerekli olan bükülmüş parçaları yapmak için birçok elektrikli alet kullanmam gerekiyordu ve bu yüzden parçaları başka bir yerde yapıp oraya götürmeliydim. Bu parçaları Joe’nun arsasında yaptım. iskelet için yüksek kalite deniz ahşabı kullandım.

Bu dev parçaların montajını yalnız yapmak hiç de kolay olmuyordu. En üstteki parçaya gelene kadar gene de işler yolunda gitmişti. En üstteki parça küçük bir dalda takılı kalmıştı, kurtarmak için biraz sallamayı denedim. Bu defa alt taraf yerinden çıktı, ağır çekim bir şekilde havada süzüldü ve büyük bir kayanın aşağısına düştü, dikey olarak ikiye bölündü. Evlat acısı gibiydi.

Kırılan parçanın yenisini yaptım ve Ekim ayının ortasında iskelet tamamlanmıştı. Montaja başladığımdan beri manzaranın keyfini çıkarıyordum. Eğimli arazide vakit geçirmek ağaçların tepelerinde durmak gibiydi. Rüzgar hışırdıyordu ve akşam üzeri güneş Tantalus Dağı’nın arkasından batıyordu. Gerçek üstü bir deneyimdi! Bu hissi asla unutmayacağıma dair kendime söz verdim.

Slovenya, Olimpiyatlar, Aşık Olmak

Bazen hayat beklenmedik şekilde yön değiştirir. Sonraki iki yılımın hikayesi buna dayanıyordu. Heyecan verici ve yoğun şeyler vuku buldu, ağaç ev dengeli bir şekilde geride kalmıştı. Asıl delilik, 2009’un baharında tez canlı bir şekilde Slovenya’ya gitmeye karar vermem oldu.
Arkadaşım John Slovenya’da dayanıklılık yarışı
yapıyordu ve destek ekibi olarak hizmet veren palyaçolar takımında görev almıştım. Planım yarışa yardım edip, herkes evlerine döndüğünde de birkaç hafta fazladan orda kalmaktı. Ağustos’ta Kanada’ya ulaştığımda 2010 Olimpiyat hazırlıkları başlamıştı ve helikopterler ağaç evimin üzerinde cirit atıyordu. Ağaç evim için endişelendiğimden temel iskeletine kadar söktüm ve bahara kadar tekrar monte etmedim.

Sonraki mevsim boyunca hayatımı değiştiren iki büyük olay oldu. Haziranın sonunda bir kuruluş için büyük özel tasarım bir evin baş marangozu olarak işe başladım. Ardarda başıma iyi şeyler geliyordu. Bir ay sonra Heidi adında bir kız hayatıma girdi. O ana kadar kendimi aşkın gücünden uzak tutmaya çalışmıştım ama bu kız farklıydı. Çok geçmeden, 2011 Ağustos’ta Kanada’yı gezerken, gelecek maceralarımızı planlıyorduk. Geri döndüğümüzde ağaç ev için bir teslim tarihi belirlemiştim.

Açıkçası, bunun üstesinden nasıl geleceğimi bilmiyordum. Ormanın derinliklerinde dev bir küre inşa etmek, pahalı ve vakit alan bir şeydi. 6.500$ harcamıştım bile ve tahmini 10.000$-12.000$ daha harcayacaktım. Zamanım da sınırlıydı. Karlar eridikten sonra, bir sonraki inşaata kadar Heidi ile geçirebileceğimiz akşamlar ve hafta sonları olmak üzere sadece üç aylık bir süremiz vardı.

10.000$lık Bedava Malzeme

Yeni takım arkadaşım ve partnerimle çok mutlu olsam da, ağaç evi bitirmek maddi ve manevi olarak beni zorluyordu. Daha sonra dahiyane bir keşif yaptım. Kaldığımız yerde bir kanepeye ihtiyacımız vardı ve Craigslist’deki ücretsiz paylaşımlara bakıyordum. Yaşadığım bölgede güzel bir şey bulamayınca, 45 dakika uzaklıktaki Vancouver’a bakmaya karar verdim. Birkaç dakikada bir sisteme eklenen inanılmaz mobilyaları görünce hayretler içinde kaldım. Beş dakikada çok güzel masif bir kapı bulmuştum. Sonra Hemloft’un zemini kaplamaya yetecek kadar yaklaşık 60 m2 ahşap parke buldum… ve bedavaya! Vancouver’ın hurdasıyla ağaç evimin tamamını bedavaya getirecektim.
Yeni bir takıntı edinmiştim. Her akşam Craigslist’in başına geçip birkaç dakikada bir sayfayı yeniliyordum. Tam bir hız oyunuydu. İyi bir parça düştüğünde birinin alması saniyeler sürebiliyordu. Neyse ki rakiplerimden daha hızlıydım.

Heidi Brezilya seyahatinden döndüğünde kaldığımız yerdeki boş alanlar inşaat malzemeleriyle dolmuştu. Yatağımızda paket paket kereste, kanepemizin altında parkeler ve duvarlara dayalı cam plakalar vardı.

Son Darbe

Karların erimeye başlaması Mayıs sonunu bulmamıştı ve malzemeleri taşımaya başlayabilmiştim. Birkaç haftada Heidi ile birlikte yüzlercesini ormana taşıdık. Malzemeler arsamızdaydı, başlamamak için hiçbir nedenimiz kalmamıştı. Tek yapmamız gereken zamanla yarışmaktı. Heidi ve ben, işlerin ne kadar hızlı ilerlediğine şaşırıp duruyorduk. Tıka basa malzememiz vardı ve şehre gidip gelmemize gerek kalmamıştı. Farkına bile varmadan ön kapıyı, pencereler için camları ve ön taraf için sürgülü cam kapımız hazırdı. Ağaç evimiz şekil almaya başlamıştı ve görüntüsü karşısında afallamıştım. Kaplama yapmak için bekleyemiyordum. Bir saunanın iç kısmından çıkarılmış sedir ağacı levhalarım vardı. Ağaç evin iskeletsi halinden sıcak bir yaşam alanına dönüşmesi heyecan vericiydi.

Heidi’yle eksiler üzerine çalışıyorduk. Heidi’nin yanımda olması yeni tasarımlar yaparken hata payını azaltıyordu. Aklımıza gelen fikirleri kağıt üzerinde tartışıp sonra uyguladığımızda tam aklımızdaki gibi ortaya çıkıyordu.

Hemloft’ta Yaşamak

2011’de rüya tamamlanmıştı… tek eksik onu yaşamaktı. Hemloft’u yapmaya başladığımızda arsa yaşanmaz haldeydi ve orda uyumuşluğum bir elin parmaklarını geçmezdi. Şimdi ise resmen orada yaşayacaktık! Yerleştikten bir ya da iki gün sonra kendimizi lüx içinde hissettik. Yakınlardaki akarsular ve göllerde duş alıyorduk. Sabahları günlük yürüyüşünü yapan Bay Ayı’ya merhaba diyorduk. Sonra saçımıza takılan dalları temizleyip merkeze gidiyor, ayılmak için espressolarımızı yudumlayıp gündemden haberler alıyorduk. Sonra marketten taze yiyecekler alıp ağaç evimizde açık havada yemek yemenin keyfini sürüyorduk. Hayat bize güzeldi. Gevşeyen parçaları onarmak, birkaç mobilya montajı gibi şeylerin dışında ordayken yapmak istediğim bir diğer şey de; Hemloft’un bitmiş halinin fotoğraflarını çekip belgelemekti. Bir ay kadar önce Heidi’yle aldığımız makine ile fotoğraflar çekiyorduk. O hafta hava güneşliydi ve bu da anın büyüsünü yakalamamıza yardımcı oluyordu. Fotoğraflar gayet iyi çıkmıştı. Biz de elimizden geldiğince bütün arkadaşlarımızla paylaşmaya çalıştık. Yaptığım şeyi insanlara göstermekten çok memnundum. Benim olmayan bir arazide benim olmayan paralarla kendime bir ağaç ev yapmam pek normal görünmüyordu. Kendi akıl sağlığımdan şüphe ediyordum ve fotoğrafları gösterdiğim insanların tepkileri bunu hoşça onaylıyordu.

HemLoft’un Kaderi

Heidi ile yaptığımız Empire State ziyaretimizde bana ağaç evin arkasındaki hikayeyle ilgili farkındalık kazandıran bir bayanla tanıştım ve beni HemLoft’u bir tasarım dergisinde tanıtmam için teşvik etti.
Heidi’nin annesinin çocukluk arkadaşı Benita hayatının büyük bir kısmını Ralph Lauren ve diğer büyük moda firmaları için sanat yönetmenliği yaparak geçirmişti. Mesleği gereği böyle şeylerden iyi anlıyordu ve o bu fotoğrafların bir dergide yer alması gerektiğini söylediğinde, ona gerçekten inandım.
Bana sorular sormaya başladı. Korktuğum oldu ve bana esas soruyu sorması çok da uzun sürmedi: bunu neden inşa ettin? Beni deli biri gibi göstermeyecek mantıklı bir cevap arıyordum. Hayatımda ilk kez, gerçekle yüzleştim. “Sanırım... Sadece havalı bir şey inşa etmek istedim.”

Çok basit görünüyordu ama gerçek buydu. Bütün olayın arkasında sadece önüne geçemediğim havalı bir şey inşa etme isteği vardı. Yoğun anlamları yoktu. Herhangi bir politik gönderme için değil...
HemLoft Dwell’in dış mekan ekinde yer alacaktı ve dergi bütün yaz satışta olacaktı. Oldukça heyecanlıydım ama bir yandan da açıklanamaz duygular içindeydim. Bu güne kadar HemLoft sadece benim ve yakın arkadaşlarımın bildiği gizli bir yerdi. Bir sürü insan bundan haberdar olacak ve tasarım çevreleri tarafından incelenecekti.

Büyük sırrım şimdi koca parlak bir derginin sayfalarında yer alıyordu. Dergi piyasa çıkmadan önce Hemloft’un başına neler geleceğini merak ediyordum. İnsanlar onu bulabilir miydi? Bulurlarsa ne olurdu? İki seçeneğim vardı; bir pit bull ve bir tüfek alıp takıntılı bir şekilde orayı koruyabilirdim... veya umursamayıp, meraklı ziyaretçilerime karşı misafirperver olabilirdim. Nasıl olduysa B planını seçtim ve orayı ziyaretçilere açık tuttum.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)