Çelik Yapı Sistemi İleri Seviyede Bir Sistemdir
‘‘Çelik yapıların inşasının, geleneksel yapılara göre pahalı olduğu düşünülüyor. Halbuki betonarme yapı, çelik yapı, ahşap yapı, taş yapı dediğimizde aslında binaların taşıyıcı sistemini konuşuyoruz. Bugün konut gruplarındaki binaların taşıyıcı sistemleri toplam maliyetin yaklaşık yüzde 25’ini oluşturuyor.’’
Türkiye’nin ilk hafif çelik yapı sistemi üretim tesisi Akkon Çelik A.Ş.’ni Çerkezköy’de 2001 yılında kuran, bu kapsamda yurt içinde ve yurt dışında artan talebe ve gelişen teknolojiye odaklanarak Türkiye ve komşu ülkelerde hafif çelik sistemlerinin tanıtılması konusunda önemli katkıları olan Consera, Akşan ve Akkon Çelik şirketlerinin kurucusu Melih Şimşek ile Çelik Yapı Sistemleri üzerine kapamlı bir söyleşi gerçekleştirdik.
Melih bey öncelikle faaliyet alanınızla ilgili kısaca bilgi almak isteriz.
Uzun yıllardır mesleğimizi; geleneksel yaklaşımlardan uzak, daha endüstriyel metodolojilerle icra ediyoruz. Türkiye’deki ilk çelik konutları pazara süren, onların mühendislik altyapısını oluşturan ve aynı zamanda ilk çelik konutlarla birlikte gayrimenkul projeleri geliştiren firmayız. İzmir’de hayata geçirdiğimiz 35. Sokak bizim çok gururlandığımız bir proje. Aslında bu projeyi Türkiye’ye yaymak istedik ancak o süreçte ülke gündemimiz karışık olduğu için gayrimenkulde beklenen büyük atılımlar gerçekleşemedi. Bu nedenle, bir süreliğine gayrimenkul geliştirme konusuna ara verdik. Bu projedeki asıl hedefimiz, ürettiğimiz ürünleri kullanıcıya ulaştırmak, bu deneyimleri öğrenmek ve öğrendiklerimizi kullanarak üretim metodolojilerimizi geliştirmekti. Ülkemizin karşı karşıya olduğu en önemli sorunlardan biri, deprem. Biz de bu sorunu çözen ve çevresel sürdürülebilirliğe zarar vermeden uygulanabilen bir inşaat yöntemi geliştirmeye çalışıyoruz. Şirket olarak 23 yıldır bu alanda öncü rol üstlendik. Biz küçük bir örneğiz ama yıllardır ne olursa olsun bu konuyla ilgilenerek önemli bir mesafe katetmiş bulunuyoruz. Son 23 yıldır geleneksel inşaat yöntemlerini kullanmıyoruz. Tamamladığımız yapılar 2,5 milyon metrekareyi aşıyor. Bunun yüzde 70’ini yurt dışında inşa ettik. Yüzde 30’u ise yurt içinde gerçekleştirilen projelerden oluşuyor.
TÜRKİYE, ÇİMENTODAN VE BETONDAN ÇOK DAHA FAZLA ÇELİK ÜRETİMİNE SAHİP VE DÜNYA GENELİNDE GERİ DÖNÜŞÜMDE EN FAZLA HURDA KAPASİTESİ OLAN ÜLKE OLARAK ÖNE ÇIKIYOR.
Türkiye’de çelik yapılar yeteri kadar yaygın değil, bunun sebepleri nedir?
Aslında çok net sebepleri var. Bunlardan biri, kültürel nedenler. Beton, ülkemizde yaygın kullanılan bir malzeme. Türkiye’de çimento fabrikalarının kurulduğu 50’li ve 60’lı yıllarda Avrupa, altyapı yatırımlarını büyük ölçüde tamamladığı için çimento fabrikalarına olan ihtiyaç azaldı. Avrupa’da ömürlerini tamamlayan çimento fabrikaları, genellikle gelişmekte olan ülkelere gönderilip orada kullanılmaları sağlanır. Bu nedenle ülkemizde bugün çimento sektörünün büyük kısmı Avrupalılara aittir. Ülkemizde çimento fabrikalarının kurulmasıyla betonarme dersleri üniversitelerde çelik yapı derslerine göre daha fazla yer almaya başlamış. Bu süreçte, çelik yapılarla ilgili arzın cesareti kırılmıştır. Halbuki bugün Türkiye’de çelik üretimi 50 milyon tonun üzerinde ve dünya genelinde üretim kapasitesi olarak yedinci sırada bulunuyoruz. Avrupa’da bazen birinci, bazen ikinci sıraya yerleşiyoruz. Ülkemizin ürettiği 50 milyon ton çeliğin yaklaşık yüzde 30-35’i inşaat sektöründe kullanılan inşaat demiri olup, geri kalanı profil, yassı mamul gibi ürünlerden oluşuyor; bunların önemli kısmı da ihraç ediliyor. Türkiye, çimentodan ve betondan çok daha fazla çelik üretimine sahip ve dünya genelinde geri dönüşümde en fazla hurda kapasitesi olan ülke olarak öne çıkıyor. Şu anda kullandığımız demir-çelik ürünleri, ham maddeden değil, ağırlıklı hurda ve atıktan elde ediliyor. Sürdürülebilirlik açısından oldukça değerli bir kaynak ve aslında ülkemizin önünde büyük bir fırsat var. Çelik yapıların yeteri kadar yaygınlaşamamasının diğer bir nedeni de, bilgi eksikliği. Çelik yapıların inşasının, geleneksel yapılara göre pahalı olduğu düşünülüyor. Halbuki betonarme yapı, çelik yapı, ahşap yapı, taş yapı dediğimizde aslında binaların taşıyıcı sistemini konuşuyoruz. Bugün konut gruplarındaki binaların taşıyıcı sistemleri toplam maliyetin yaklaşık yüzde 25’ini oluşturuyor. Yapılan karşılaştırmalar genel algının tersine, çelik yapıların ekonomik olduğunu gösteriyor.
Çelik yapıların avantajları hakkında bilgi alabilir miyiz?
Çelik yapı sistemi, geleneksel yapıdan daha ileri seviyede bir yapı sistemidir. Özellikle Amerika, Japonya, son dönemlerde Orta Doğu’da Dubai, Abu Dhabi, Katar gibi bölgelerde gördüğümüz yapıların önemli bir kısmı hibrit olarak adlandırılan, ağırlıklı çelik, kısmi betonarme olan yapılardır. Yüksek binalar inşa etmek istiyorsanız, çelik kullanmak zorundasınız. Çeliğin asıl önemi, insan hatasını minimize eden bir sistem olması. Betondaki gibi tercihinize göre şekil almayan, endüstriyel bir metodolojiyle üretilen çelik yapılar, taşıyıcılığına ve güvenirliğine insanın müdahale etme şansı olmaksızın sürekli kontrol edilebilir. Yapıya ait taşıyıcı sistemi kontrol etmek, büyük bir artıdır. İstanbul’da olası deprem senaryolarına bakıldığında, hayatın her yönünü olumsuz etkileyebilecek, hatta ülkeyi felce uğratabilecek sorunlar ortaya çıkabilir. İstanbul’da beklenen depreme karşı hazırlıklı olmak gerekiyor ve bu hazırlık sürecinde zaman kısıtlamasından bahsediyoruz. Çelik yapıların diğer önemli bir özelliği de geleneksel yapılara göre çok daha hızlı üretilmeleri. Endüstriyel ortamlarda üretilmeleri nedeniyle iklim şartlarından bağımsız olarak 7/24 çalışabilirler.
Dolayısıyla geleneksel yapılara göre 7-8 kat daha dayanıklı olan ve 2-3 katı hızlı tamamlanan çelik yapılar, ülkemiz için zaruri bir ihtiyaç. Deprem esnasında özellikle de sosyal binaların, okulların, hastanelerin, itfaiyelerin, polis merkezlerinin vb. yıkılmaması gerekiyor. Deprem sonrasında hizmet verecek olan bu binaların ayakta kalması kritik öneme sahip. Ülke nüfusunun yüzde 60-65’i doğrudan birinci derece deprem bölgesinde konumlanmış durumda. Burada oluşacak büyük hasarlar geri dönülemez sonuçlar doğurabilir. Konutları adım adım bu sürece dahil etsek de sosyal yapıları bir an önce bu sistemle inşa etmeye başlamak zorundayız. 6 Şubat depreminde yıkılan binaların yüzde 86’sı betonarme yapılar iken, bölgedeki toplam yapı stokunun yüzde 2,4’ünü oluşturan çelik binalarda hiçbir hasar veya yıkım görülmemiş. Bölgedeki 11 ilde bulunan çelik binaların tamamı sağlam kalmış, herhangi bir binada can kaybı yaşanmamış. Bu çelik binaların, ne kadar dayanıklı ve güvenlik açısından avantajlı olduğunu kanıtlıyor. Bu konuları içselleştirmek son derece önemli ve gücümüz bir noktaya kadar etkili. Gerek şirket gerek Türk Yapısal Çelik Derneği misyonunun bir parçası olarak mesleğimizin çeşitli yönlerini temsil eden sosyal medya, basın gibi platformlarda bunları ifade ediyoruz. Gerçekten de bu bizim öncelikli endişemiz ve üzerinde durduğumuz bir konu… Biz hep sorunu konuşuyoruz, çözümü de hep bildiğimiz metotlarla düşündüğümüz için bulamıyoruz. “Bakış açını değiştir” diye klişe bir deyim var ve bu değişiklik, dünya genelinde çok rasyonel örneklerle destekleniyor. Mesela, 1995’te Japonya’da meydana gelen Kobe depreminden sonra 2,5 yıl içinde 250 bin çelik konutun nasıl yeniden inşa edildiğini, toplumun nasıl normalleştirildiğini incelemek önemli.
6 ŞUBAT DEPREMİNDE YIKILAN BİNALARIN YÜZDE 86’Sı BETONARME YAPILAR İKEN, BÖLGEDEKİ TOPLAM YAPI STOKUNUN YÜZDE 2,4’ÜNÜ OLUŞTURAN ÇELİK BİNALARDA HİÇBİR HASAR VEYA YIKIM GÖRÜLMEMİŞ.
Ülkemiz inşaat sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ülkemizde inşaatı sadece inşaatçılar değil, bir miktar sermayesi olan her meslek grubundan insan yapabiliyor. Tekstilciler, kimyacılar, otomotivciler, o semtte iş yapmış manavlar, kasaplar bile bu sektörde faaliyet gösterebiliyor. Dolayısıyla mesleğimiz profesyonellik gerektirmeyen bir iş haline geldi. Ancak bu yaklaşımın sonuçlarını çok acı şekilde tecrübe ediyoruz. Depremlerde yıkılan binaların yüzde 95’ten fazlasının halkın kendi kendine yaptığı binalar olduğuna dair bilgiler var. Son dönemlerde kamunun yaptığı binalarda çok büyük bir yıkım söz konusu olmadı. Ayrıca geleneksel yapılar, günümüz dünyasında artık sürdürülebilir olmayan, doğaya zarar veren sistemler olarak konumlanmış durumda. Beton yerine ikame edebileceğimiz en önemli malzeme çeliktir. Gelişmiş ülkelere baktığımızda da bunu görüyoruz, daha önce bahsettiğimiz Japonya’daki Kobe depreminde 250 bin bina yıkılmış, ancak bu binalar 2,5 yılda yeniden inşa edilmiş. Bu hızlı iyileşmenin ardında endüstriyel bir akıl olduğu kesin.
Endüstriyel akıl, genellikle taşıyıcı sistemlerde çelik kullanımını tercih etmiş ve bu sayede hem depreme dayanıklı hem de endüstriyel nitelikte yapılar oluşturulmuş. Maraş depreminde yıkılan konutları en hızlı şekilde inşa edebilmek için belirli bir metodoloji seçmemiz gerekiyor. Şu anda tercih edilen metodoloji tünel kalıp kullanımı. Oysa çelik, bir şeyi çokça üretmenin ve ekonomik kılmanın en iyi endüstriyel yolu. Demir çelik cevheri, doğada en fazla bulunan elementlerden biri olmasıyla dikkat çekiyor. Bu nedenle çelik, endüstriyel üretim için en uygun, geri dönüşümü mümkün olan ve su tüketimini minimize eden bir malzeme olarak şu anda bize en çok fayda sağlayacak malzemedir. Günümüzde tüm ülkede hâkim olan sistem, aslında bu ülkenin tüm canlılarını tehdit ediyor. Yapılan işler, bir taraftan problemleri çözer gibi gözükse de diğer taraftan aslında büyük bir problemin tetikçisi olabiliyor. Bu noktada, kamu sektörü ilk adımı atmalı. Mühendislik dünyası olarak düşündüğümüzde, özel sektör olarak gerçekleştirdiğimiz faaliyetlerin, genel problemlerin çözümü konusunda yeterli olmadığını fark ediyoruz. Ama kamu sektörünün, İstanbul’da 700-800, İstanbul dışında da 700-800 okulu dönüştürmesi gerektiğini biliyoruz. Sadece bu okulların yapım yöntemini bu sistemle gerçekleştirseler bile önemli bir sorun ortadan kalkacaktır.
Çelik yapı sisteminin ülkemizde yaygınlaşması adına yaptığınız çalışmalar hakkında bilgi alabilir miyiz?
Ben aynı zamanda Türk Yapısal Çelik Derneği’nin başkan yardımcılığını yapıyorum. Bu konularda zaman zaman kamuya önerilerde bulunuyoruz. Önerilerimizi dinliyorlar ve doğruluğunu anlıyorlar. Bu sistemlere geçebilmek için geleneklerin sadece kullanıcıda değil, aynı zamanda yapımcıda, mimarda, mühendiste, üreticide ve kamuda da değişmesi gerekiyor. Genellikle bu tip durumlarda kamu eleştirilir. Kamu, hızlı değişimler için önemlidir çünkü bizde devletin bir babalığı vardır. Önce kamu, babalık yapmalı ve doğru yolu göstermelidir. Sonrasında ise halk, girişimciler bu konuda pozisyon almalıdır. Bu sistemi ülkenin ekonomisine zarar vermeden benimsemek önemlidir. Bugün inşaat sektörünü en üst sıraya koymuş bir ülke olarak, gayrimenkulü ekonomimiz için bir fırsata dönüştürebiliriz. İnşaatı ihraç edilebilir hale getirebiliriz. Normalde biz mühendislik dünyası olarak siyasi değiliz ki bunu siyasi bir söylem haline getirelim ancak bu bilgiyi siyasi açıdan ele alıp gerçekten bu ülkenin işine yarayıp yaramadığını değerlendirmek gerekiyor. Sonuçta bu tür devrimleri gerçekleştirmek kolay değil, maalesef ki depremler gibi doğal afetler, bu dönüşümleri sağlamak için büyük bir fırsat sunar. Bu dönüşümü sağlarsak, sadece güvenliğimizi artırmakla kalmayıp aynı zamanda ülkede yeni ekonomik fırsatlar yaratmış oluruz.
ŞU ANDA CONSERA OLARAK ÜRETTİĞİMİZ YAPILARI DOĞRUDAN İHRAÇ EDİYORUZ VE KATMA DEĞERİ ÜLKEMİZDE BIRAKIYORUZ. İŞÇİLİK, MALZEME HEPSİ ÜLKEMİZDE KALIYOR.
Consera olarak siz ihracat yapıyor musunuz?
Türk firmaları Avrupa’ya gidemiyor, hatta Avrupa’daki mevcut metodolojiler bile konut üretebilme konusunda sınırlı. Biz şu anda bu işi başarıyla gerçekleştiriyoruz. Ürettiğimiz ürünleri, Avrupalılar buraya gelip kontrol ediyor, onay verilince ürünleri yükleyip belirlenen lokasyona gönderiyoruz, montajını orada gerçekleştiriyoruz. Türkiye’de çözüm bulamazsak, geçim kaynağımızı genellikle yurt dışında arıyoruz. Bizim sektörümüz inşaat ve en büyük derdimiz deprem. Aslında en büyük faydamızın ülkemize olması gerekir. İhracat ekonomik açıdan güzel ancak bizim öncelikli bir derdimiz var. Zamanımızı ülkemiz için harcamak gerekirken, kendi yaramıza merhem olamıyoruz. 23 yıldır geçimimizin yüzde 70’ini yurt dışı kaynaklardan sağlamışız. Ben buna üzülüyorum. Kamu bu konuda başlangıç yaparsa, Türk insanı emin olun çok hızlı şekilde buna adapte olacaktır. Şu anda Consera olarak ürettiğimiz yapıları doğrudan ihraç ediyoruz ve katma değeri ülkemizde bırakıyoruz. İşçilik, malzeme hepsi ülkemizde kalıyor. Avrupa’da, Afrika’da ve diğer kıtalarda işlerimizi yürütüyoruz. Eğer geleneksel sistemden endüstrileştirmeye geçmeyi başarabilirsek, Türk inşaat sektörünü fabrika içine entegre ederek sahada değil, fabrikada üretim yapabiliriz. Bu hem kendi sorunlarımızı çok hızlı çözmek anlamına gelir, hem de ihraç edilebilir bir avantaj sağlar.
KÜRESEL ÖLÇEKTE İNŞAAT SEKTÖRÜ, KARBON SALIMININ YÜZDE 36’SINDAN SORUMLU, DOLAYISIYLA DÖNÜŞÜME EN ÇOK İHTİYAÇ DUYULAN SEKTÖR DİYEBİLİRİZ. DÖNÜŞÜMÜ SAĞLAMAK İÇİN DEPREM SORUNUNUN YANI SIRA İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE DİĞER SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK SORUNLARINA DA ODAKLANMALIYIZ.
Konunun sürdürülebilirlik boyutuyla ilgili görüşlerinizi öğrenmek isteriz.
Küresel ölçekte inşaat sektörü, karbon salımının yüzde 36’sından sorumlu, dolayısıyla dönüşüme en çok ihtiyaç duyulan sektör diyebiliriz. Sürdürülebilirlik kriterleri ve atık yönetimi gibi konuları sade bir vatandaşın anlaması kolay değil. Çelik ve modüler yapılar günümüzde inşaat sektöründeki en önemli trendler. Bu trendleri fark eden en büyük endüstrilerden biri, özellikle otomotiv sektörü. Toyota gibi şirketler, bu konuda pozisyon almaya başladı ve modüler yapılar üretmeye yöneldiler, fabrika ortamında parçalı üretilip sahaya gönderilerek monte edilebilen sistemler dünyada büyük ilgi görüyor. Geçtiğimiz haftalarda, Dubai’de düzenlenen ve yoğun ilgi gösterilen Big Five Fuarı’nda, Dubai ve Abu Dhabi belediyeleri 2025’ten itibaren tüm inşaat ruhsatlarının çevre sertifikası olması gerektiği konusunda bir karar aldı. Bu karar, Orta Doğu’da bizden çok daha küçük olan bir ülkenin sürdürülebilirlik konusunda attığı dev bir adım ve dünya genelinde birçok ülkeden ileri bir noktada. Ülkemizde ise milyonlarca konut ihtiyacı bulunuyor ve bu ihtiyaç her yıl giderek artıyor. Ekonomik sıkıntılar ve konut arzının yetersiz olduğu dönemlerde talep daha da fazlalaşıyor. Ekonomik durumun ne zaman düzeleceğini öngörmek ise zor. Bu noktada, ihtiyaç geleneksel yöntemlerle karşılanacaksa, sürdürülebilirlik açısından önemli hatalar yapabiliriz. Dönüşümü sağlamak için deprem sorununun yanı sıra iklim değişikliği ve diğer sürdürülebilirlik sorunlarına da odaklanmalıyız.
Dünyada inşaat sektörü henüz tam anlamıyla otomasyonla iç içe değil. Endüstri 4.0 kavramı inşaat sektöründe yeni yeni benimsenmeye başlıyor ve endüstrileştikçe otomatik kontrol sistemleri kullanmak zorunda kalıyoruz. Bu durum, bizim gibi ülkelerde depreme karşı çelik yapıların kullanılmasını sağlıyor. Çelik yapılar, geri dönüşümlü oldukları için tekrar tekrar kullanılabiliyor. Mesela, Maraş depreminde yüz binlerce bina yıkıldı ve bu yapıların molozları tabiatta koskoca yer kapladı. Ancak çelik yapılar depreme karşı direnç gösteriyor. Ekonomik ömürlerini tamamladıklarında bile geri dönüştürülerek ekonomiye kazandırılıyorlar. Amerika’da sıkça duyduğum bir ifade var: “Beş otomobil hurdası bir ev eder.” Yapı malzemelerinin geri dönüşümünün ne kadar değerli olduğunu vurgulayan bir söylem… Sürdürülebilirlik meseleleri yalnızca konutlarla sınırlı değil aslında. Pandemi sonrası insanlarda daha geniş yaşam alanlarına ihtiyaç duyma, daha fonksiyonel yaşam alanlarını benimseme ve mümkün olduğunca doğanın içinde bulunma düşüncesi oluştu. Diğer taraftan doğanın içinde olmak, doğaya zarar verecek eylemlerin endişesini de beraberinde getiriyor. Bizim yaptığımız şeylerden biri de doğanın içindeki yaşam alanlarında temelsiz çözümler yaratmak oldu. Bir kutu gibi taşıyıp yerleştirerek yaşanabilir alanlar oluşturmaya başladık. Bu konuda gerçekleştirdiğimiz testler ve geri dönüşlerle ilgili çalışmalarımızı tamamladık. Geçen ay lansmanını yaptığımız, Türkiye’nin ilk modüler konut markası Homera projeleri, endüstriyel çelik yapı sistemiyle sürdürülebilir tasarım ve mühendislik kriterlerine uygun hazırlanıyor. “Fabrikadan Halka” anlayışıyla anahtar teslim konut üreten, ev sahibi olma geleneğine alternatif getiren Homera, özellikle deprem bölgesinde bulunan ülkemizde güvenli binalar inşa ederken, sürdürülebilirliğe uygun yapı sistemlerini yaygınlaştırmayı amaçlayan Consera’nın lokomotif markalarından biri.