Doğanın Kendi Ürünü Olan Bitki, En Sevdiğim Yapı Malzemesi...

Boran Ekinci

IsıcamKonfor T Sponsorluğunda

Fotoğraf : Can Görkem Halıcıoğlu

Aslında en çok hangi malzeme diyince aklıma ne geliyor biliyor musunuz? Bitki geliyor. Projelerimin gittikçe daha da büyük bir parçası açık alanlar, dış alanlar, yeşillik; en çok ağaç kullanmayı bitki kullanmayı ve onlarla ilişkiye geçmeyi seviyorum. Doğanın kendi ürünü yapı malzemesi olarak en çok sevdiğim malzeme o. Doğal olmayan binalardan çok hoşlanmıyorum.

Mimarlığın sürdürülebilir ve ekolojik boyutu ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz? Ülkemizde yapılan çalışmalarda bu kavramların özümsendiğini, doğru algılandığını ve uygulandığını düşünüyor musunuz?


Ülkemizde son yıllarda gündeme gelmeye başlayan bu konular daha biz mesleğe başladığımız yıllarda Avrupa’da yaygın olan konulardı. Önemi olan fakat her daim hayatın gerekleri, ekonomik şartlar, ülkenin kültürü, yapısı, üretim şekli veya sorunların öneminden dolayı bu konu hala bizim ülkemizde belki 2. sırada bile diyemeyeceğim 3.-4.-5. sıralarda... Ancak son zamanlarda bu konu yaygınlaştıkça ‘bizim projemiz sürdürülebilir’ demek istiyor işverenler, yatırımcılar, gayrimenkul firmaları...

Dolayısıyla sertifika alabilmek için daha projenin başında uzman firmalarla anlaşılması gerekliliğine ikna olmuş olmalarından biz de memnun oluyoruz ve böylece tasarım süreci buna göre başlıyor. Ama şunu eklemeliyim ki; tam anlamıyla sürdürülebilirlik derecesi çok yüksek bir yapı elde etmek değil hedef, iyi bir noktaya getirmek, yapabileceğimizin en iyisini yapmak. Bu noktaya gelinmiş olması bile iyi bir durum çünkü sertifika programları sayesinde inşaatçılar, yatırımcılar, mimarlar, mühendisler yani yapı üretim sektöründeki kişiler tarafından öğrenilerek ve her daim geliştirilerek daha da iyisini yapmamıza olanak sağlayacak. Bu konu Türkiye’de gittikçe yaygınlaşıyor ve umarız ki daha çok yaygınlaşır.

Kentsel dönüşümle birlikte bu süreçte bir hızlanma olacak mı sizce?
Mutlaka. Bir kere her yeni proje demek bunun yaygınlaşması için bir fırsat demek. Yeni projelerin bir çoğunda yatırım firmaları artık bu konudan haberdar olduğu için bir çok binada bu konu gündeme gelecektir, incelenecektir ve bir takım önlemler alınacaktır. Buna göre bir gelişme kaydedileceği garanti, ama ne denli bir gelişme olacak onu zaman gösterecek diyebiliriz.

Peki çevre dostu bir bina üretmek için mutlaka sertifika almak gerekli mi?

İlla sertifika almak gerekli değil tabi ki. Sertifika almadan da bir ev yapıyorsunuz ve tamamen çevre dostu olabiliyor. Bizim yıllar önce yapmış olduğumuz, tamamen kendine yetebilir, doğaya hiç zarar vermeyen projelerimiz de var. Mesela bir göl evi yapmıştık, yaklaşık 10 yıl önce, doğal tabiata dokunmadan ayaklar üzerinde duran bir binaydı. Yere birkaç noktadan değiyor, evden göle bir boru gidiyor ve oradan kendi suyunu çekiyor, güneş enerjisi ve rüzgar enerjisiyle ısıtıyor, elektriğini sağlıyor sonra atık sular arıtılıyor ve göle tekrar temiz su olarak veriliyor. Tamamen ekolojik bir projeydi ve o sene Wallpaper’a Türkiye’den giden tek proje olmuştu. Gerçekten çok zevkli bir projeydi...

Günümüzde çevre duyarlı yapı malzemeleri artık çağdaş teknolojilerle üretiliyor. Türkiye’de bu malzemelerin kabulü konusunda ne düşünüyorsunuz? Yatırımcıdan çevre duyarlı malzemeye karşı ne kadar ilgi var?

Bizim direkt birebir böyle bir deneyimimiz ve mücadelemiz olmadı. Bence ikna edilebilir. Özellikle bazı yatırımcılar bu konuya önem veriyor ve daha sıcak bakıyorlar ama birçoğu da pek önem vermiyor gibi duruyor.

Neden peki? Doğal malzeme kullanmak daha doğruyken neden daha az eğilim var?

Burada tamamen insan faktörü devreye giriyor, bizde hala çok oturmuş bir sistem değil yapı üretmek. Çok hareketli ve gelişmekte olan bir sektör ancak ‘yapı üretme kültürü’ diye bakarsanız aslında bu kültürümüz çok gerilerde. Bunu da şehre, etrafınıza bakarsanız anlıyorsunuz zaten... Dolayısıyla insanların çok farklı kriterleri var. Bu kriterlerden en önemlisi ekonomi, çevre duyarlı ve doğal malzeme daha pahalıysa direkt vazgeçebiliyorlar. Bazıları da görünüşünü beğenmiyor, böyle kişisel şeyler de olabiliyor.

Sizin mimar olarak kullanmayı en çok sevdiğiniz doğal yapı malzemesi ya da malzemeleri neler?

Tam o şekilde söylemeyeyim; çünkü malzemelerin hemen hemen hepsini severim, kötü olarak değerlendirmem. İşlem görmüş malzemelerde hoşuma gitmeyenler vardır; ama normal olarak her malzeme yerinde çok güzel olabilir. Ahşap mı, çelik mi, cam mı, beton mu, tuğla mı, harç mı, plastik veya bir takım kompozit malzemeler mi? bence tamamı uygun kullanıldığı zaman iyi. Aslında en çok hangi malzeme diyince aklıma ne geliyor biliyor musunuz? Bitki geliyor. Projelerimin gittikçe daha da büyük bir parçası açık alanlar, dış alanlar, yeşillik; en çok ağaç kullanmayı bitki kullanmayı ve onlarla ilişkiye geçmeyi seviyorum. Doğanın kendi ürünü yapı malzemesi olarak en çok sevdiğim malzeme o. Doğal olmayan binalardan çok hoşlanmıyorum. Zaten en temel malzemeler cam, ahşap, çelik, beton...

Bina kabuğunun özelliklerinin binanın iklimlendirmesi açısından da çok önemli olduğunu biliyoruz. Cephe tasarımlarınıza yönelik görüşlerinizi almak isteriz...

Buna iki açıdan bakalım. Birincisi yenilikçi ikincisi de klasikçi. Hayatı, toplumu, yapıları daha ilerilere götürmek için en ufak detayına kadar irdelemek gerekir. Yenilikçi yaklaşımımızın aslında temel özeti bu kadar. Yaptığımız bir takım binalarda Şişecam Ar-Ge binası, Şişli Belediye binası gibi projelerde yeni detaylar var; ama bunlar yenilikçi mi diye bakarsak aslında çok klasik kullanımlar. Kullanabileceğinin en sade şekliyle kullanılmış neredeyse bir mühendislik gibi...

Güneş kırıcı sistemlerse çok çeşitli ve çok eğlenceli bir iş... O malzemeyle yap, bu malzemeyle yap, açılanını yap, katlanırını yap, deliklisini yap, düzünü yap, sertini yap, paslısını yap... sürekli bir değişiklik ve binaya çok rahat espiri verebiliyor. Zevkli bir iş oluyor ve sürdürülebilirliğe, sertifika almaya da katkı sağlıyor. Hem gölge kontrolü hem de enerji tasarrufu sağlıyor. Daha önce ODTÜ binasında dikey güneş kırıcılar yapmıştık şimdi de Şişecam Ar-Ge binasında yaptık. Bir de mesela Şişli Belediyesi’nde uyguladığımız akıllı sistem; düğmeye basıyorsun, açıyorsun, kapıyorsun, karartıyorsun, tamamen full kontrol çift cepheli bir sistem. Matematik olarak mimarı demeyeyim bir mühendislik işi, o bir sistem ve bu sistemi biz de oluşturmuş oluyoruz.

Cephelerde uyguladığınız çözümlerden ve kriterlerinizden bahsedebilir misiniz?


Önceden bilmemek benim için en güzel kriterlerden biri çünkü her problem geldiğinde o yeni bir heyecanı ifade ediyor. Belirli sınıflandırma yapmam lazım mesela bir cephe vardır ki sağır olmak ister, bir cephe vardır ki sessiz olmak ister, bir cephe vardır ki ıslak olmak ister veya bir cephe vardır ki oraya bakan adamın olmak ister o da çok bireysel bir şeydir. Beyoğlu’nda yaptığımız bir binada ilk defa cephede desen çalışması yaptık ki ben desen çalışmazdım. O binanın Beyoğlu’nda olmasından dolayı çok bireysel o binaya mahsus bir şeydi. Sanki renkli bir pantolon giydirmişsin adamın birine gibi.. özel bir kişi. Beyoğlu’nda o şahsına münhasır tipler, yapılar, yaşamlar hep bir arada duruyorlar, barışıklar. Dolayısyla o da orada kendi kişiliğiyle ön plana çıkan ama diğerleriyle el ele bir bina. Gidince hemen orayı farkediyorsunuz bina antika bir bina değil modern, yeni bir yapı. Aykırı da hissetmiyorsunuz, bir dokunun içinde yeni bir bina, buraya da bu bina olur mu demiyorsunuz. Hemen oraya ait oldu. Taşlarda oymalar, bir tarafında çinkolar, bir tarafında paslı demirler, bir tarafında son teknoloji güneş kırıcı sistemleri... ama bina sokakta ötekiyle yan yana gayet sakin bir şekilde duruyor.

Kendiniz için bir yapı tasarlamanızı istesek bu yapı nasıl olurdu? Cephesi, mimarisi, formu..

Aslında tasarladığımız her şeyi seviyoruz; fakat gün geçtikçe ben sadeleşmeye başladım, lüzumsuz hiçbir şeyin olmamasından yanayım. Ben evimde duvara tablo asamam, sanata değer vermediğimden değil. Filmlerde Japon evleri vardır bomboş, kağıttan bomboş bir yerde adam oturur mobilya da yok gibi, şimdi gittikçe o sadelik daha çok hoşuma gidiyor. Tam Japon evi gibi değil ama hemen bahçeye açılmak isterim, benim derdim ağaçlarla, belkide bu şehirde yaşaya yaşaya çok uzak kaldığımız için bu konuyu abartmış olup elli bin türünü çalıştım bunun. Genelde bunu sonradan fark ediyorum ya avlu ya bir kat bahçesi koyuyorum ya da çatısına ağaçları dikiyorum. Kendi evim dediğim zaman evin içinde olmaktan ziyade dışarıda algıladığım şey beni heyecanlandırıyor. İlk aklıma gelen bir ağacın altında hışırtılarla uyuklamak eline kitabını almak gibi bir şey geliyor. Doğallık sadelik sakinlik olsun.

Akhisar’da bir bina yaptık iki sene önce, zeytin bahçelerinde, doğada bir yerde... Odaların hepsi bahçeye açılıyor, önde havuzu var, gölge alanları, çatıya inip çıkan ağaçlar... Büyük çamlar var, saçak gölge düşsün diye ve de bahçe o kadar. Ev dediğin budur bence. Orada da kapalı alan 300m2, evin saçağı 600, evin iki misli büyüklüğünde bir çatısı var. Çok kolay ve keyifli bir yaşantı, abartılı hiçbir şey yok; ama özensiz hiçbir şey de yok.


Yorumlar

ezel 29 Şubat 2016

çok beğendim çok güzel bir siye

Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)