Erdem Mimarlar ile Mimarlık Gündemine Dair...
1998 yılında Sunay ve Günay Erdem tarafından kurulan Erdem Mimarlar, son zamanlarda hem yurtiçinde hem de yurtdışında gösterdiği başarılar ile kendilerinden söz ettiriyor. Erdem Mimarlar özellikle Kanada, Vancouver için geliştirdikleri kentsel tasarım projeleri ile elde ettikleri “Doğu Çekirdeğini Yeniden Kente Bağlanması” büyük ödülü ve ABD, New York’da “Hayatı Apartmanda Düzenlemek” yarışmasındaki birincilikleri ile dikkatleri üzerlerine çekmeyi başardılar.
Ankara’da çalışmalarına devam eden Erdem Mimarlar’ın aynı zamanda hem New York’da hem de Dubai’de şubeleri bulunmakta. Üzerinde çalıştıkları projelerinin her aşamasında görev alan kardeşler, “artık büyüdük, sadece tasarım yapacağız” fikrinden uzakta bir çalışma prensipleri var. Bizler de EkoYapı Ekibi olarak Türkiye’nin güncel mimarlık gündemine yönelik merak ettiklerimizi kendilerine sorduk.
EkoYapı: “Dünya genelinde köylerden kentlere göçün 20-30 yılda tamamlanacağını ve bununla birlikte tarım faaliyetlerinin şehirlere taşınacağını, aslında bunun köylüler ile birlikte doğanın şehre yeniden dönmesini de sağlayacağı” şeklinde bir ifadeniz var. Buradan 2050 yılına ait kimi öngörülerde olduğu gibi kentle köy arasında bir sınır kalmayacağını, bir bütünleşme yaşanacağını düşündüğünüzü çıkarabilir miyiz? Bu değişimlerin yapılı çevreye etkisi sizce nasıl olacak?
Sunay Erdem: Bu yüzyılımızın gerçeği, globalleşmenin sonucu. Avrupa Birliği çatısı altında nerdeyse bütün Avrupa ülkeleri birleşti, tek para birimine geçti, sınırlar kalktı. Kentlerin de büyümesiyle köylerin zaten ‘yutulmakta’ olduğu bir gerçek. Kentlerin içinde köyler var günümüzde. İstanbul'un çoğu ilçesi ‘köy’ hecesiyle bitmiyor mu?
E: Vancouver projenizde insanları dışarıya, açık havaya, sokağa çıkarmaya çalışırken, Yeşil İkiz Kuleler’de 32 m2’lik kutulara sokuyorsunuz. Burada bir çelişki yok mu?
Sunay Erdem: İki proje yapısal ve alan olarak farklı konular içermektedir. Vancouver'de atık bir kentsel alan vardı. Eskimiş ve artık kullanılmayan demiryolu ağılarından oluşan yumak bir alan. Bunu tabii ki rantçı yapılaşma zihniyetinin önüne geçmek için hemen yeşili ve doğayı devreye soktuk. New York'ta ise olmayan bir alana konut isteniyordu. Bizde kentin dikey koridorlarına yöneldik. Artık dikeyde de betonlaşmış New York siluetini yaşayan yeşil kuleler ile kırmaya çalıştık. Daireler 32m2, ama katlar arası bahçeler 300m2. Daireleri birbirinden koparan geniş ortak yeşil bahçeler var, dairelerden 10 misli büyük. Biz bir nevi insanların yine evlerinden dışarıya çıkmalarını teşvik ediyoruz, 32m2 dairelerde asgari ihtiyaçlarını karşılayıp (yeme içme, uyku vb.), onun dışında zamanını dikey doğa bahçelerinde geçirmelerini öneriyoruz.
E: Kontrol toplumu kavramı sıklıkla tartışılıyor ve mimarların kontrol dışı olana ilgisi artıyor. Karmaşık ve kendiliğinden bir kuvvet olarak Doğa’yı ve mimarın Doğa’yla değişen ve çeşitlenen etkileşimini Kontrol kavramı çerçevesinde değerlendirmenizi istesek...
Günay Erdem: Doğa rastlantısaldır. Bu rastlantısallığın çok zenginlik barındırdığını düşünüyoruz ve projelerimizde bunun üzerinde duruyoruz, mesai harcıyoruz. Çünkü bu kritik bir eşik. Doğa'ya yaptığımız müdahalelerde onu kontrol altına almama ve tamamen serbest bırakma arasındaki sınırı iyi çizmek gerektiğine inanıyorum. Çünkü serbestlik de bazen başıboşluk olarak size dönebilir.
E: Küçük parçalardansa büyük yeşil alanlara ihtiyacımız olduğunu savunuyorsunuz. Ama yapılaşmanın yoğun olduğu kentlerde bunu gerçekleştirmek çok kolay gözükmüyor. Bu durumda kimlere ne gibi önerileriniz olabilir?
Günay Erdem: Bütünlük ille de bir büyük parçanın hiç ayrışmaması anlamına gelmiyor. Küçük parçalar da süreklilik halinde bir bütünlük oluşturabilir. Bu konuda kesin bir kararımız yok. Ama kentlerde yeşil alanların, yapılardan arta kalan atıl alanlar olarak düşünülmesi durumu benim karşı olduğum bir görüş, yoksa alanın niceliği değil. Bu anlayışla kentlerin yüzde şu kadarının yeşil alana sahip olması bir anlam ifade etmiyor. Büyük ve nitelikli yeşil yaşam alanlarını bu durumundan dolayı ele aldık diyebilirim.
E: Görüyoruz ki Ankara’da kalma isteğiniz bilinçli bir tercih. Türkiye’nin mimarlık anlayışına farklı bir noktadan bakma şansı yakalamış tasarımcılar olarak sıklıkla tartışılan ‘yeşil’ kavramını değerlendirebilir misiniz?
Sunay Erdem: Bu Ankara'da kalma konusuna büromuzun proje müdürü Serhat Ulubay'ın cevap vermesini istiyorum. O Ankara'yı bizden çok seviyor (gülüyor).
Serhat Ulubay: Evet,doğru. Belki de tüm Ankaralılar gibi sevmekten çok alışmış olma duygusu da olabilir, bilemiyorum. Ankara'nın böyle bir yanı var, bir müddet yaşadıktan sonra sizi buraya bağlıyor. Hep dezavantajları var gibi görülüyor olsa da Ankara'da mimarlık ofisi olmanın bize kattıkları da var kuşkusuz. Mesela saatleriniz yollarda geçmiyor, bir akşamda birkaç yerde bulunabiliyorsunuz, daha az vakit kaybı yaşıyorsunuz. Canlı bir mimarlık ortamı da var, Ankara'da üniversiteler de bu ortama katkı sağlıyor bence. Türkiye'de sözü geçen birçok mimarlık ofisinin yola çıkış noktası burası, bu da bizi motive ediyor aslında. En azından bir gün Erdem Mimarlar olarak Ankara'dan ayrılıp yola İstanbul'da devam etme kararı alınırsa, Sunay Bey ve Günay Bey için Ankara'dan ayrılmak çok zor olmayacak, bu da iyi bir şey (gülüşmeler).
E: Bugünlerde her yerde bir ‘yeşil dönüşüm’ rüzgarı var. Herkes çevreci /ekolojik /çevreyle dost /yeşil /doğa dostu olma peşinde. Bazen söylemlerin kişiyi eyleme sevk etmekten ziyade, duyarsızlaştıran, içeriğini, etkisini yitirmiş klişe laflardan ibaret olduğunu görüyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Sizin en klişe bulduğunuz ‘yeşil’ söylemini öğrenebilir miyiz?
Günay Erdem: Evet, her ne kadar sloganlaşsalar da, bu kavramların gündemimizde olmasının iyi bir şey olduğunu düşünüyorum. Ama tabii bu durum karşısında farkında olmak gerek. Mesela bir yapının yeşil dostu olması onun yeşil sarmaşıklarla, cephelerle sarılı olması anlayışını çok klişe buluyorum. Örneğin bir taş yapı da veya bir betonarme yapı da bu konuda duyarlı olabilir. Aslında doğa, yeşil dostu yapılar ayrışmasını bile doğru bulmuyorum. Her meslek grubunun bu konuda bir sorumluluğu olması gerek aslında.
E: Ülkemizde iş yapan bir çok yabancı mimar var. Bu durum farklı bir çok görüşün meydana çıkmasına neden oluyor. Sizler ise Türk kimliği ile yurtdışında bir çok proje üretiyorsunuz. Bu ‘yabancı’ mimar olma durumunu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sunay Erdem: Ben bu kavrama karşıyım. Bence bir mimar, peyzaj mimarı dünyanın herhangi bir yeri için kendini yabancı hissetmemeli. Eğer böyle hissederse yaşadığı dünyayı tanımıyor demektir. Dünya yaşadığımız semt, şehir ve ülkemizden ibaret değil. Bizde Türk kimliğimizle birçok ülkede iş yapıyoruz, kabul görüyoruz. Bence yabancı-yerli kavramı yerine, nitelikli-niteliksiz kavramlarını tartışmamız lazım.
E: İnternet sitenizde takım arkadaşlarınızın içinde, kumruların da yer aldığını görüyoruz. Kumruların üretimlerinizdeki etkisini tarifler misiniz?
Sunay Erdem: Eski küçük büromuzda bir kumru çifti vardı. Büro Anıtkabir Ormanı ile bahçe sınırındaydı. Kumrulara altı sene baktık, üç nesillerini gördük. Yeni taşındığımız büro Ankara'nın villalar bölgesinde müstakil bina olmasına rağmen yeşilin azlığından burada kumrular yaşamıyor. Onlar bizim ilham kaynağımızdı, onları özlüyoruz açıkçası.