Koşullara Adapte Olabilen Yapılar Tasarlamalıyız...
Bob Allies / Allies and Morrison Architects
Işıklar Yapı Ürünleri Sponsorluğunda Hazırlanmıştır.
''Binaların gelecekteki küresel iklim değişikliklerine ve beklenmedik koşullara karşı esnek olmalarının yanı sıra iklimle birlikte çalışabilmeleri gerekiyor.''
Konferansın bu yılki yıldız konuşmacılarından biri ünlü İngiliz Mimar Bob Allies oldu. İngiltere’nin en büyük mimarlık ve kentsel planlama ofislerinden biri olarak 1984 yılında kurulan ve bugüne kadar 41 kez RIBA ödülüne layık görülen Allies and Morrison Mimarlık ve Kentsel Tasarım Ofisi’nin kurucu ortağı olan Bob Allies, konferansta yaptığı “Bir Süreklilik Olarak Şehir: Allies and Morrison’dan Mimarlık ve Şehircilik” (City as Continuum: The Architecture and Urbanism of Allies and Morrison) başlıklı konuşmasında gelecekteki yapıların ‘yüksek performanslı’ binalar olması gerektiğinin altını çizdi.
Konuşmasında, mimarların en önemli görevinin uzun ömürlü, kuşaklar boyunca koşullara adapte olabilen yapılar tasarlamak olduğunu söyleyen Allies, bu binaların gelecekteki küresel iklim değişikliklerine ve beklenmedik koşullara karşı esnek olmalarının yanı sıra iklimle birlikte çalışabilmeleri gerektiğini de savundu.
Allies konuşmasına, “Burada olmaktan büyük mutluluk duyuyorum, sizlere hitap etmek benim için çok güzel bir fırsat. Konuşmama hazırlanırken ve daha önceki konuşmacıları dinlerken bir takım notlar aldım, bunlar dahilinde bazı temalara değineceğim. “diyerek başladı.
“Şehirleri olağan dışı yapan şey, onların ortak maceralarının ürünleridir. Toplum, mühendisler, mimarlar, belediyeler bir araya gelerek fiziksel ve sosyal yapılar üretirler, bu yapılarda bizim günlük yaşantımızı mümkün kılar. Daha çok paylaşım biriminin hayatımıza girmesiyle şehirlerimizin dokusu da bu yönde ilerlemeye başladı. Örneğin ulaşım araçlarımızı, akıllı şehirleri paylaşıyoruz artık. Bir taraftan münferit, bir taraftan da tamamen birbirleriyle bağlantılı binalar yapılmaya başlandı. Kentleşmeyle ilgili bazı protokollere göre şehirlerde farklı bileşenler nasıl bir araya getirilebilir ve nasıl başarılı bir kentsel doku ortaya çıkabilir konuları tartışılıyor. “
“Kentleşmeyle beraber çok farklı bileşenler ortaya çıktığı için iş birliğimiz de azalmaya başladı. Bu bileşenlerden biri modernleşme sonucunda yeşil ve ışık alan alanlar önceliklendirilirken bir taraftan binalar arasında da sürdürülebilirlikten ziyade bir boşluk bırakılmaya başlanması. İkinci önemli sebep pragmatik olarak devlet kurumları binaları gizlice inşa ettiriyor ve meydana gelen bu gizli projelerde korumalı açık alanlar yapılıyor, bu durum da komşuluk ilişkilerini azaltıyor. Bu noktada gelir dağılımındaki dengesizlik sebebiyle güvenlik kaygılarının yükselmesi ile birbirinden uzak evler güvenli şehirleşmeyi de engelliyor.”
“Bir diğer önemli nokta arabaya sahip olma oranın artması, trafiğe ayrılan alanlar ile insanlara ayrılan alanlar arasındaki dengesizlik ve özelikle yeni yapılaşan şehirlerde çok yüksek katlı binalar ve çok sayıda otoyolun yapılmasıdır. Diğer bir nokta da günümüzü de kapsayan bir takıntı olup, dünya çapında kentleşme değerleri farklı olmasına rağmen ortak bir alanda ortak projelerin yapılıyor olmasıdır.” dedi.
Kentsel dokunun bir bütün olarak görülmesi gerektiğine değinen Allies, sözlerini şöyle tamamladı. “Bütünsel bir şehir dokusu ortaya konmalı. Fiziksel açıdan bu münferit parçalar nasıl bir araya getirilebilir, şehrin tarihi nasıl yansıtılabilir ve çağdaş dokuya nasıl entegre edilebilir başlıkları oldukça önemli...”
3. Yeşil Binalar ve Ötesi Konferansı için davetimizi kabul ederek konuşmacı olan Bob Allies’i konferansın ardından Londra’daki ofisinde ziyaret ederek kendisini daha yakından tanımak istedik.
UZUN ÖMÜRLÜ VE GELECEĞE ENTEGRE OLABİLECEK YAPILAR İNŞA ETMELİYİZ…
Sizi biraz daha yakından tanımak isteriz. Mimarlık mesleğini tercih etme sebebinizi ve Allies & Morrison’ın kuruluş hikayesini bizlerle kısaca paylaşabilir misiniz?
Öncelikle beni konferansınıza davet ettiğiniz için tekrar teşekkür ederim. Güzel bir deneyimdi benim için ve bu sayede İstanbul’u gezme fırsatım oldu. Ayrıca Londra’ya gelip beni ofisimde ziyaret etmenize de çok memnun oldum.
Mimar olmak benim çocukluktan beri istediğim bir şeydi ve 11 yaşımda mimar olmaya karar verdim diyebilirim. Çocukluğumda sık sık farklı şehir ve kasabaları ziyaret ediyor, binaları inceliyorduk. Aslında ailemde mimar yok ama ailem binalarla çok ilgileniyordu çünkü mimari, kültürün fiziksel bir yansıması, kültürün güçlü bir parçası ve gerçekten hepimizin çok ilgisini çekiyordu. Üniversite çağına geldiğimde ise Edinburgh Üniversitesi Mimarlık Fakültesine yazıldım ve beş yıl okuduktan sonra pratik deneyimlerimi Londra’da bazı mimarlık ofislerinde yaptım. Mimar olarak Edinburgh’da okumak gerçekten benim için çok önemliydi, tarihi dokusu ve muhteşem binaları ile ilham veren bir şehir.
Eğitimim bittikten sonra Londra’ya geldim ve iki üç yıl konut projelerinde çalıştım. 1981 yılında ise Roma Mimarlık Bursu kazandım ve bir yıl da Roma’da okudum. Döndükten sonra, ortağım olan ve daha önce aynı ofiste çalıştığım Graham Morrison ile birlikte çalışmaya karar verdik. Bu arada ben Cambridge Üniversitesi’nde akademisyen olarak çalışıyordum. Aynı dönemde Edinburgh’da bir proje yarışmasını kazanmıştık. Yarışmayı kazandıktan sonra da Graham ile birlikte Allies & Morrison’ı kurduk. İkimizde otuzlu yaşların başındaydık ve Londra’da küçük bir ofiste çalışmalarımıza başladık, bir kaç ofis değiştirdikten sonra da kendi ofis binamızı yapma kararı aldık. Bulunduğumuz bu bölgede, -Southwark Caddesi ve etrafı- o zamanlar pek çok boş arazi vardı ve biz bu bölgede yeni projeler yapıyorduk. Önce ofisimizin bulunduğu araziyi satın aldık ve kendi ofis binamızı tasarladık. Daha sonra da yanındaki Victorian Binayı satın alarak renove ettik.
Günümüzün önemli başlıklarından biri de sürdürülebilir mimari. Tasarım kriterlerinizde sürdürülebilirlik ve çevre bilincinin rolü nedir?
Biz çalıştığımız her projede sürdürülebilirliğin tüm kriterlerini uyguluyoruz, elbette yatırımcının nereye kadar gideceği çok önemli... Günümüzde, hem yatırım projelerinde hem de bireysel konut projelerinde, binaların olabildiğince sürdürülebilir olması isteniyor ve buna inanılıyor... Dolayısıyla sürdürülebilirlik kriterlerini tüm tasarımlarımızda uyguluyoruz. Meselâ, biz Cambridge’de bir kolej tasarlayıp inşa ettik. Bizden, binaların hem etik olarak hem de finansal anlamda sürdürülebilir ve ekonomik olması istendi. Biz de bu bağlamda bazı özel çalışmalar yaptık. Çatılar güneye bakıyordu ve biz bütün çatılara fotovoltaik paneller koyduk. Binaları da pasif ev olarak tasarladık ve böylece sürdürülebilir ve ekonomik olması sağladık...
Sürdürülebilirlik açısından baktığımızda, bence binaları yıkıp yenilerini yapmak yerine önce onları kurtarmaya yönelmek önemli. Bundan on - on beş yıl önce, eski binalara ısıtma ve havalandırma boruları ya da kablolama yapmada zorlanıyorduk ancak günümüzde, gelişen teknolojiler sayesinde, bu sistemleri kolayca eski binalara entegre edebiliyoruz. Bence sürdürülebilirlik bilinci burada başlıyor. Yeni bir yapılaşma ise daha uzun ömürlü yapılar, geleceğe entegre olabilecek yapılar inşa etmek önemli. Çünkü, ne kadar da tahmin etmeye çalışsak geleceği bu günden net olarak görmek mümkün değil...
King’s Cross, Avrupa’nın en büyük kentsel dönüşüm projelerinden biri... Proje hakkında biraz bilgi alabilir miyiz?
King’s Cross projesine 2000 yılında başladık. O zamanlar küçük bir geliştirme şirteki olan Argent, King’s Cross’taki arsa sahipleri ile işbirliği yaparak bu bölgede kentsel geliştirme çalışmalarına başlamıştı. 24 hektarlık bu alandaki bazı arsalar, Fransa’dan gelecek olan yeni Eurostar hattının geliştirilmesi ve inşası için, bazı firmalara devlet tarafından verilmişti. Firmalar, bölgenin kentsel gelişimi planlayarak değerini arttıracak ve elde ettikleri gelirden Eurostar hattının geliştirilmesine maddi katkıda bulunacaklardı. Böylece Argent, King’s Cross projesinin asıl geliştirme partneri oldu ve bizimle de çalışmaya başladılar. O zaman bizimle birlikte Yunan Mimar Dimitri Porphyrios da çalışmalar yapıyordu. Bizim ilk yaptığımız şey bir master planı hazırlamak oldu; bunun için önce lokal çevre ile iletişime geçip, tünellerin nerede olduğunu ya da nereden geçebileceğini belirleyip ve olası tüm doneleri toplayıp bir planlama yaptık. 2008 yılında tamamladığımız kentsel planlamanın başlangıcından bu güne yaklaşık on yıl geçti ama bu süreçte tamamlanan master planlar üzerinde çalışmalar başladı. Masterplan, Birleşik Krallık’ın en önemli endüstriyel miras alanlarından birinde yer alan, çeşitli kullanım alanlarının aşamalı olarak geliştirilmesi için bir çerçeve oluşturmaktaydı. Bunlar; konut alanları, ofis alanları, perakende alanlar, sokaklar, meydanlar ve parkları olan bir kamusal açık alan ağından ve kent bloklarına nüfuz eden bağlantılardan oluşmakta. Hazırladığımız master planın en önemli özelliği ise geleceğe entegre olabilecek şekilde dinamik bir planlamaya sahip olması...
King’s Cross master planı haricinde; King’s Cross Central, King’s Cross Tunnel, Two Pancras Square, The German Gymnasium, King’s Cross St Pancras, Building R2 gibi projelerimiz var ve devam ediyor. Yeni bir ticaret bölgesi olan King’s Cross ve St Pancras istasyonları arasındaki yapılaşma, bizim projelerimiz dışında, David Chipperfield, Eric Parry, Dimitri Porphyrios ve Rab Bennetts gibi yüksek profilli mimarların tasarladığı ayrı bloklarla çevreleniyor.
İngiltere deyince aklımıza ilk “tuğla ev”ler geliyor. Siz de tasarımlarınızda tuğla kullanıyorsunuz. Çağdaş mimaride tuğla kullanımı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Evet, İngiltere mimarisi deyince akla yan yana dizilmiş tuğla evler geliyor. Geleneksel İngiliz mimarisinde tuğla kullanımı önemli ve günümüzde de mimarlar tuğla kullanmaya başladılar. Özellikle cephe kaplamalarında iç duvarlarda dekoratif anlamda tuğla kullanılıyor, sıcak bir malzeme...
Eskiden evlerde tuğla kullanımının sebebi, aslında tuğla üretiminin ülkemizde yapılıyor olmasıydı. Tuğla, geleneksel bir malzeme olmasının yanı sıra hem doğal hem de sağlam olması nedeniyle sürdürülebilir bir malzeme… Ayrıca rengi ve farklı gölgeler yaratan dokusuyla da ortaya güzel cepheler çıkıyor. Cam, çelik ve yapay renkli paneller aslında doğal dokudan yoksun bir mimari ve umarım tuğla geri döndü diyebiliriz.
Sürdürülebilir ve enerji tasarruflu malzeme kullanımı önemli. Bu bağlamda sizce neden tuğla sürdürülebilir ve enerji verimli bir malzemedir?
Sürdürülebilir malzeme demek çevreye zarar vermeyen, uzun ömürlü ve geri dönüşümü olan malzeme demek. Dolayısıyla tuğla, tamamen doğal bir malzeme, uzunca yıllar sağlam kalabilen ve süresi dolduğunda tekrar dönüştürülebilen bir malzeme. Elbette tuğlayı üretirken de, diğer malzemelerde olduğu gibi, enerji tüketiyorsunuz ancak tuğlayı çok uzun yıllar kullanıyorsunuz. Ayrıca, tuğlanın ısı tutma özelliği olduğundan dolayı da ısı tasarrufu da yapmış oluyorsunuz.