MANNAHATTA PROJESİ Manhattan’da bir kunduz...
Söyleşi: Tuğyan Kepkep, Peyzaj Mimarı
Aralık 2008 tarihinde, 200 yılın ardından Manhattan’nın Bronx bölgesinde ilk defa bir kunduz bulundu. Wildlife Conservation Society (WCS)’de çalışan Dr. Eric Sanderson, haberi duyduğunda inanmadığını belirtiyor. “Yanılmış olabileceğine, başka bir hayvanla karıştırdığına inandım” diye sözlerine devam eden Dr. Sanderson, bunun doğanın bizi halen şaşırtabileceğinin bir kanıtı olduğunu söylüyor.
Oysa Dr. Sanderson, gerçekleştirdiği Mannahatta Projesi ile doğanın şaşırtıcılığına yakından şahit olmuş biri. 1999 yılında kişisel bir merak olarak, 400 yıl önce Manhattan adasının nasıl olduğunu ortaya çıkarmaya başlayan Dr. Sanderson, çalışmasının gördüğü büyük ilgi ile WCS kapsamında bir projeye dönüştü. Mannahatta Projesi’nin hikayesini Dr. Sanderson’ın ağzından aktarıyoruz.
WCS’de ekolojinin korunması üzerine bir çok projede görev alan Dr. Sanderson’ın en dikkat çeken ve ses getiren çalışması 1999 yılında bir hobi olarak başladığı Mannahatta Projesi. Dr. Sanderson’ın bu ismi seçmesinin önemli bir nedeni var; eskiden adada yaşayan yerlilerin, Lenape kabilesinin “bir çok tepenin adası” anlamına gelen bu ismi kullanıyor olmaları. 1609 yılında Henry Hudson’ın Manhattan adasına ayak basmadan evvel, adanın nasıl bir coğrafi ve ekolojik yapıya sahip olduğunu öğrenmek amacıyla araştırmasına başlayan Dr. Sanderson, en büyük arzusunun burada yaşayan yerlilerin adayı nasıl kullandıklarını, ilişki kurduklarını ve yaşadıklarını bulmak olduğunu belirtiyor.
Manhattan’ın geçmişi üzerine araştırmaya yapmaya başlayan Dr. Sanderson, önce iş arkadaşlarının ardından basının ilgisini çekmeye başlıyor. Sonradan WCS’nin çatısı altında projeyi yürütmeye devam eden Dr. Sanderson, yaklaşık 10 yıl süren çalışmalarının ardından Mannahatta Project: A History of New York City adlı kitabı yayınlıyor.
Dr. Sanderson kitapta projeyi şu sözlerle tanımlıyor:
Mannahatta Projesi’nin hedefi hiçbir zaman Manhatta’yı ilkel haline döndürmek olmadı. Hedef, orada yaşayarak veya televizyonda görerek çok iyi bildiğimiz bir yeri keşfederek orası hakkında yeni bir şeyler öğrenmek.
(…) New York’un gelecek vizyonu nedir? Cevap Mannahatta’nın altında, New York’un yeşil kalbinde, Hudson adaya varmadan birkaç saat evvelinde yatıyor olabilir mi?
Tuğyan Kepkep: Mannahatta Projesi’ne başlarken ana hedefiniz neydi? Dr. Eric Sanderson: Manhatta’nın bir çok ekolojik sorunu var; yağmur suyu yönetimi, karbon salımı, sera gazı etkileri... Şehirler insanların doğal yaşama alanları ve kent nüfusu durmadan artıyor. Fark ettim ki eğer yapılaşmadan evvel Manhattan’nın ekolojisi hakkında daha fazla bilgiye sahip olursak, New York’u daha iyi bir yer haline getirebiliriz.
T: Projenizde bir takım eski haritalardan yararlanmışsınız. Ayrıca ortaya çıkan görseller oldukça etkililer. Araştırmalarınıza nereden başladınız? Projenizde ne gibi teknikler kullandınız?E: Aslında çok şanslıydım. Bir gün Manhattan’da da bir kitapevinde, New York hakkında yazılmış kitaplara bakıyordum. Eskiden New York’da yaşamanın ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyordum. Manhattan’nın yaklaşık 500 yıllık geçmişinden günümüze kadar ait olan haritaların bulunduğu “Manhattan In Maps” isminde bir kitap buldum. Kitapta bulunan 1782 yılına ait bir harita, şimdiye kadar gördüğüm en olağanüstü haritalardan biriydi çünkü kent daha küçük bir kasaba olduğu zamana aitti. O zamanın topografyası, su yolları, sahil şeridi gösteriliyordu. Adanın ucunda konumlanan yerleşim yerlerinin gerisinde kalan her yer ya ağaçlık ya da tarım arazisi olarak kullanıldığı görülüyordu.
Biz de bu haritadaki verileri aldık GIS (Geographic Information Systems) haritalama programı ile kentin bugünkü haliyle eşleştirdik. Eski su yollarının, ıslak alanların ve tepelerin izlerini takip ettik. Böylece adanın ideal bir fiziksel coğrafyasını oluşturduk ve diğer ekolojik modelleme teknikleri ile o zamanın toprağını, ekolojik toplumunu anlamaya çalıştık. Daha sonra New York’da yaşayan yerlilere ait arkeolojik verilere ulaştık. Onların bu coğrafyayı nasıl kullandıklarını ve adayı nasıl gördüklerini anlamaya çalıştık.
T: Projeniz WCS altında hayata geçti. Peki devletten, özel kurum veya kuruluşlardan destek aldınız mı?E: Projeye ilk başta bir hobi olarak, kişisel merak üzerine başladım. Benim için sadece kendi başıma peşinde koştuğum bir fikirdi. Ama bir süre sonra çevrem ve iş arkadaşlarımın haberi oldu ve proje basının ilgisini uyandırdı.
2009 yılında, Henry Hudson’ın New York’a gelişinin 400. Yıl kutlamaları olmasından dolayı New York Belediyesi’nden fon aldık. O yıl bir çok etkinlik ve kutlama gerçekleşti. Biz de eğitim alanında aldığımız fonla etkinlikler düzenledik, bir web sitesi ve sergi açtık. Ayrıca projenin sonunda yayınlanan kitap içinde özel bir kurumdan sponsorluk aldık.
T: Projede elde ettiğiniz sonuçlar neler? Sizi şaşırtan bir şeyle karşılaştınız mı?E: Mannahatta Projesi üzerinde çalışırken, burada var olan bütün canlı ve cansız bileşenlerin birbirleriyle bir şekilde bağlı olduklarını saptayarak var olmaları için nelere ihtiyaç duyduklarını gösteren bir veri tabanı oluşturarak muir ağını ortaya çıkardık. Böylece herşeyin ne şekilde birbirine bağlı olduğunu ortaya koyabildik. Örneğin bir hayvanın ne tür bitkilerle beslendiğini, bu bitkinin orada yetişmesi için ne tür toprağa ve suya ihtiyaç duyduğunu, o tür toprağın olabilmesi için ne tür koşullara ihtiyaç duyduğu gibi. Bütün bu ilişkileri anlatan bir ağ yaptık. Bu süreçte gördük ki daha önce hiç kimse böyle bir şey yapmamış. Yani bir çeşit soy ağacı çıkardık, ama sadece canlıların değil cansızlarında birbirleriyle ilişkisini gösteren bir soy ağacı.
Günümüzde google, facebook veya myspace gibi sosyal ağlar gibi, muir ağıda doğadaki bu ilişkileri göz önüne sermeyi sağladı.
Elde ettiğimiz verilerle bütün adanın üç boyutlu haritalamasını yaptık. Su yolları, gölleri, tepeleri, bitki örtüsü, canlılarını, kısacası her şeyini ortaya döktük. Manhattan’ın orijinal yapısını oluşturan yaklaşık 1600 katmanlı haritayı tamamladık; yaşayan canlılar, toprak yapısı, su kanalları, tepeler... Manhattayı anlatan kocaman bir veri tabanı ortaya çıktı.
Kişisel olarak süreç boyunca beni en çok şaşırtan şey adadaki ekosistemin çeşitliliği idi; 55 adet farklı ekolojik topluluk haritalayabildik. Bu çok yüksek bir sayı. Yellowstone Ulusal Parkı’na bakacak olursanız, yaklaşık 1 milyon hektarlık alanda toplam 57 çeşit bitki bulunuyor. 400 yıl evvel yüz ölçümü 45 metrekare olan Manhattan adasında ise 55 tür var; bu neredeyse 1/10’un %1’ine denk geliyor.
Sanırım halen uzun vadede neler olacağını bilmiyoruz. Aslında eskiden var olan bitki çeşitliliği, şimdi ki mevcut kültür çeşitliliğine benziyor. Şehirler karışıklık ve ilginç bağlantılar açısından belki de bizim değer verdiğimizden çok daha doğallar.
T: Bir de 2008 yılında kentte 200 yıl sonra ilk defa görülen bir kunduz hikayesi var. Bu tip gelişmeler ve ortaya çıkan sonuçlar sizce Manhattan’a ve diğer büyük kentler için vahşi yaşamla ilgili bir ilham kaynağı olabilir mi?E: Kunduz hikayesi çok ilginç bir hikaye. Bronx’da neredeyse 100 yıldır kanalizasyon gibi kullanılan bir nehir var. İnsanlar buraya çöplerini atıyorlardı ve çok kirliydi. Sonradan insanlar nehri temizlemeye başladılar. İlk başta yerel bir hareket olarak başladı. Ama sonradan özel şirketlerden ve belediyeden maddi destek aldılar. Bronx’un meclis temsilcisi José E. Serrano nehrin temizlenmesi için devletten ödenek ayrılmasını sağladı ve bundan dolayı da kunduzun adı José oldu.
Nehrin temizlenmesi uzun bir zaman aldı ama sonunda kunduz yolunu buldu! Kentin kuzeyinden başlıyarak kentin bütün havalı mekanlarını geçtikten sonra buraya gelmeye karar verdi. Kunduzu ilk fark eden iş arkadaşlarımdan biriydi. Bana ilk söylediğinde yanılmış olabileceğini, yüzyıllardır burada bir kunduz bulunmadığını söyledim. Sanırım bu durum doğanın bizi şaşırtabileceğini kanıtlyor. İnsanların amacı kunduza yaşayabileceği bir yer yaratmak değildi, ama işte oradaydı!
Kentte vahşi doğayı isteyebileceğimizi zannetmiyorum, örneğin bir siyah ayıyı görmek istemeyiz. Ama tahmin ettiğimizden daha fazlasına sahip olabiliriz. Bina yapma, iş dünyası ve ekonomi yaratabileceğimize inanıyoruz ama bir yandan da doğadada aynı şeyi yapabiliriz. José bu duruma iyi bir örnek.
İnsanlar ekosistemler gibi çalışan yapılar istiyorlar; suların geri dönüştürüldüğü, atıkların çevreyi kirletmediği… Doğa oldukça dirençli bir yapıya sahip ve biz 400 yıl evvelin durumunu ortaya koyduk, bence ondan bir şeyler öğrenebiliriz. Ayrıca çocukların bu konularda eğitilmesinin şart olduğuna inanıyorum. Mannahatta Projesi coğrafya, tarih, doğa, ekoloji gibi konuları aynı anda içinde barındıran bir proje. Çocuklarına öğretebileceğimiz bir çok şey var.
T: Sanırım proje yaklaşık 10 yıl sürdü. Bundan sonra ne yapmayı planlyorsunuz?E: Evet, halen devam ediyor. Kapsamını genişleterek bütün şehre yayılıyoruz. Welikia adını verdiğimiz bu daha büyük çaplı projenin adı gene burada yaşayan yerlilerin kullandıkları dilden geliyor. Welikia “benim güzel evim” anlamına geliyor.
Bir diğer hayata geçmek üzere olan projede bir internet sitesi kurmak. Bir vakıfdan aldığımız finansal destek ile oldukça ilginç ve interaktif bir proje hayata geçirmeye çalışıyoruz. Sitenin adı Mannahatta 2049 olucak. Sitenin ana fikri dilediğiniz yapı bloğunu seçerek burada eskiden ne olduğunu, suyun, karbonun ve biyoçeşitliliğin nasıl işlediğini, sonrada benzer ölçüleri günümüzde nasıl olduğu görmek. Seçtiğiniz bloğun ekosistemini boyayabileceksiniz ve kendi fikirinizin o bloğu nasıl değiştirebileceğini görebileceksiniz. Böylece orayı sıfır karbon yapabilmek veya biyoçeşitlilğini %10 arttırmak için neler yapmanız gerektiğini görüceksiniz.
Ben kişisel olarak bütün cevaplara sahip olmadığımı biliyorum. Ve bence hiç kimse buna sahip değil. Bilimi, yaratıcılığı ve internet ile insanları birbirine bağlıyarak şehir için yeni fikirler ve vizyonlar bulunabilinir. Belediye başkanı olmak zorunda değil, bir turist veya yıllardır orada yaşayan biri de cevaba sahip olabilir.
MUIR AĞI
1838-1914 yılları arasında yaşayan doğa bilimci John Muir, vahşi doğadaki deneyimlerine dayanarak yazdığı mektup, deneme ve kitaplarıyla ünlü bir bilim insanı. Aynı zamanda bir çok aktivist harekete katılarak etkili olmayı başaran bir isim olmasından dolayı adı bir çok farklı yere verilerek onurlandırıldı; Muir Woods Ulusal Parkı, John Muir Koleji, Muir Sahili...
Not defterine yazdığı bir cümle Mannahatta Projesi çalışanlarının dikkatini çekdi:
Herhangi bir şeyi tek başına ele aldığımızda, evrendeki herşeye, kırılamayacak görünmeyen yüzlerce bağ ile bağlı olduğunu bulduk.
Bu açıklamadan ilham alan Dr. Eric Sanderson ve ekibi, habitat ilişkileri üzerine oluşturmaya başladıkları veritabanını gönsel hale getirdiklerinde karşılarına çıkan ağa “Muir Ağı” adını verdiler.
Mannahatta Projesi ekibi, adada var olan bütün canlı türleri için ve onları var olmaları için ihtiyaç duydukları koşulların bir şemasını oluşturdular. Örneğin vaşakların var olması için kunduzlara, kunduzların kavak ağacına, kavak ağaçlarının güneşli alanlara ihtiyaç duyduklarını ve güneşli alanların ne tür koşullara ihtiyaçları olduklarını ortaya koyarak yüzlerce bağ ile birbirine bağlı olan Mannahatta üzerindeki bütün habitat ilişkilerini ortaya çıkardılar.