Mimarlar Olarak Sorumluluğumuz Çok Büyük
Mimar Alper Derinboğaz röportajımız Velux sponsorluğunda hazırlanmıştır
Her ne kadar hepimiz sürdürülebilirliği savunsak da bu konuda çok zayıf olduğumuzu düşünüyorum, kendimizi de dahil ederek söylüyorum. Piyasadaki mimari ekiplerin tamamının kendini geliştirebilecekleri çok şey var bu konu hakkında.
Alper bey öncelikle sizi ve ofisinizi kısaca tanımak isteriz. Ofis yapılanmanız hakkında bilgi verebilir misiniz?
2005 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun olduktan sonra yüksek lisans eğitimimi Los Angeles’da School of Architecture’da tamamladım. Ayrıca Los Angeles’da çalışma imkânım da oldu. O yıllarda çalıştığım ofislerde yüksek yapılar, müze ve kampüs projelerinde tasarımcı mimar olarak sorumluluklar üstlendim. Tabii orada sürdürülebilirlik konusu işlerin önemli bir parçasıydı ve hemen hemen her projede sürdürülebilirlik konusu odaktaydı. Aynı dönemlerde Türkiye’den birçok proje için davet geldi ve ben de işlere Türkiye’de devam etmeye karar verdim. 2011 yılında Türkiye’de iyi işler üretme prensibi ile Salon’u kurdum.
Ofisimizde genç arkadaşlar ile çalışıyoruz. İşin başında oldukları için belli önyargıları da bulunmuyor, böylelikle projelere daha özgür bakabiliyorlar, diğer yandan uzun iş deneyimi olmuş arkadaşlarla da çalışıyoruz. Onlar da Salon’da nasıl farklı bir işleyişi kurmaya çalıştığımızı hissedebiliyorlar. Ofis olarak; herkesin gerekli olan her işi yaptığı, ihtiyaç duyduğumuz her alanda aktif olarak rol aldığı, fikirlerini rahatça paylaşabildiği, kendilerini ifade edebilmeleri için olabildiğince yer açtığımız bir yapı kurmaya çalışıyoruz. Bir memuriyet veya kurumsallık zihniyetiyle belli işlerin iyi bir şekilde tekrar edilmesi değil de gerçekten insanların kişilikleri ile birlikte kendilerini geliştirebilecekleri bir ofis olmaya özen gösteriyoruz.
2019 yılında 40 Under 40 Ödülü’nü alarak Avrupa’nın en başarılı genç mimarlar listesine girdiniz. Bu ödülün sizin için ne ifade ettiğini nasıl bir motivasyona sebep olduğunu öğrenmek isteriz.
Bu ödülün çok iyi bir motivasyona sebep olduğunu söyleyebilirim. Elbette bu başarıların bireysel olarak elde edilmesi pek mümkün değil. Bu bir ekip işi. Dünya ile ilişki kurma biçiminizle, kendi ekibinizle nasıl çalıştığınızla, dünyadaki mevcut durum ve problemlerle nasıl ilişki kurduğunuzla da alakalı konular. Biz hep güncel meseleleri dert etmeye çalıştık, işin başından beri bunun görünür olması bizim için mutluluk verici bir konu. Bizim gibi ofisler dünyada başka hangi insanlar ile bir araya geldiği ile ifade buluyor. O anlamda bir Avrupa ofisi olarak Avrupa’nın beğendiğimiz, sevdiğimiz ve takip ettiğimiz genç ofisleri ile bir arada olmak bizim için çok anlamlı.
Mimarlık mesleğini yaparken temel değerleriniz ve felsefeniz nedir? Kırmızı çizgileriniz var mıdır?
Mimarlık felsefemiz mimarlığın özgün bir şey üretmek üzerine olduğu yönünde. Her iş, her yeni buluşma, her yeni müşteri ya da her yeni problem daha önce benzeri olmayan bir deneyim. Öncelikle farklı dönemlerde hayata geçiyorlar, farklı arsa koşulları ve coğrafi özellikler söz konusu oluyor. Bunları çok iyi anlayarak bunların içinden türeyen fikirler geliştirmemiz gerekiyor. Diğer önemsediğimiz bir konu da yaptığımız her işin doğaya ve çevreye bir katkısının olması gerektiği. Yani doğa için şehir için bir katkı sağlamadığı sürece bir şey üretmenin anlamlı olmadığını düşünüyoruz. Kırmızı çizgimiz, mesleğe bir katkı sağlayamayacağımızı ya da yaptığımız işin bir başka işten pek de bir farkı olmadığını düşündüğümüz noktada onu yapmaya gerek ve ihtiyaç olmadığını yönünde. Daha iyisi daha önce onlarca defa yapıldıysa onu tekrar etmenin bir anlamı olmadığına inanıyoruz.
Mimarlar olarak dünyadaki karbon ayak izinin %40’ından sorumluyuz. Bunun büyük bir bölümü yapıların yönetilmesinden diğer bir bölümü de yapıların inşasından geliyor.
Türkiye dinamikleri değişken bir ülke yurt dışından Türkiye’ye döndüğünüzde en çok zorlandığınız konu ne oldu? Değişen dinamiklere nasıl uyum sağlıyorsunuz?
Ben nispeten günümüzden çok daha iyi bir dönemde Türkiye’ye döndüm ve standartların çok fazla olmadığı bir dünyada gözümü açtım. Türkiye’deki iş yapış şekli anlamında söylüyorum. Aslında herkesin kendine göre bir mimarlık tanımı ve standartları söz konusu, gerek müşteriler gerekse iş sahipleri bu standartlara maruz kalıyor. Veya onların standardı mimarın standardı oluyor. Böyle normların çok olmadığı bir durum söz konusu Türkiye’de. Aslında bu bir yandan iyi bir yandan da kötü bir durum. Farklılıklar üretmek istiyorsanız ve bu konuda azimliyseniz mimari açıdan özel şeyler ortaya koymak istiyorsanız avantaj olabilir. Diğer taraftan da bir şeyi çok da detaylı düşünmek, hayal etmek istemiyorsanız buna da imkân veren bir düzen söz konusu. Bu bence herkesin işini çok zorlaştırıyor aslen meslektaşlar kendi mesleklerini kendilerine zorlaştırıyorlar. Bunu en büyük problem olarak ifade edebilirim. Bu fiyat politikası, teslim çizim kalitesi, tasarım düşüncesi olarak da geçerli. Belli beklentilerin veya standartların olmadığı ya da bunların hep düşürüldüğü bir piyasanın herkese zarar verdiğine inanıyorum.
Dünyada ve ülkemizde son yıllarda daha fazla üzerinde durulan sürdürülebilir yapılar hakkında ne düşünüyorsunuz? Buna istinaden yeşil bina sertifika sistemlerini nasıl yorumlarsınız?
Sertifika sistemleri çok eleştirilebilir bir konu ama bence keşke daha fazla sertifika sistemi olsa ve bu tür tasarımlar daha fazla ödüllendirilse. Sertifika sistemlerinden rahatsız olan insanlar olduğunu biliyorum, haklı oldukları yanlar da var ama genel olarak iyi bir motivasyon olduğunu ve bu nitelikleri genele yaymak açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Evet eleştirebiliriz. Çünkü nitelikli mimarlık zaten sürdürülebilirliği ön planda tutmak zorundadır, ama ne yaparsak yapalım, ne dersek diyelim dünyanın neresine gidersek gidelim, nitelikli mimarlık dediğimiz durum bütün mesleğin yüzde birini geçemiyor maalesef. Yani çok küçük bir oranda nitelikli mimariye rastlıyoruz, yapıların çok büyük bir bölümü de geri kalan alanda üretiliyor. Dolayısıyla oranı artırmak için bir motivasyon düzlemi oluşturmanın ve bir standart benimsetmenin çok önemli ve faydalı olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle yeşil bina politikaların takip edilmesini önemli buluyorum.
Biz malzemeden çok onun nasıl kullandığı konusuna odaklanıyoruz. Yeni dijital sistemler ile klasik malzemeler üzerinde çok özel işlemler uygulayabiliyorsunuz asıl o zaman çok farklı ürünler ortaya çıkıyor.
Mimarlar olarak dünyadaki karbon ayak izinin %40’ından sorumluyuz. Bunun büyük bir bölümü yapıların yönetilmesinden yine başka büyük bir bölümü de yapıların inşasından geliyor. Bu durumda birebir kontrolümüz ve müdahalemiz var. İşte bu nedenle mimarlar olarak bize çok büyük bir sorumluluk düşüyor. Her ne kadar hepimiz sürdürülebilirliği savunsak da bu konuda çok zayıf olduğumuzu düşünüyorum, kendimizi de dahil ederek söylüyorum. Piyasadaki mimari ekiplerin tamamının kendini geliştirebilecekleri çok şey var bu konu hakkında. Çünkü her ne kadar hep iyi yapılar yapmak istesek de bazı konular kontrolümüz dışında kalıyor, bu konuda daha fazla zaman harcanması gerekiyor, ülkemizde bu konunun danışmanlığı da yeteri kadar gelişmiş değil. Daha derinlikli danışmanlıklara ihtiyacımız var. Yani çok yolumuz olduğuna inanıyorum bu konuda.
Sizin için malzeme nedir, malzeme seçim süreçleriniz nasıl işliyor? Sürdürülebilir malzeme tedariki konusunda sıkıntı yaşıyor musunuz?
Bütün malzemelerde sürdürülebilirlik iz düşümünü, karbon ayak izini görebileceğimiz ifadeler olması gerekiyor. Biz malzeme tercihlerimizde en az fiyat kadar bunu da değerlendiriyoruz. Çoğunlukla birbirleri ile karşılaştırabilir olmuyorlar. Türkiye de bu anlamda malzeme tedarik etmek konusunda zorluk yaşıyoruz. Bu nedenle çoğunlukla ön yargılarla hareket ediyoruz. Yeşil yapı malzemeleri konusu belki bazı insanlar tarafından bohem konular olarak algılanabilir. Yapı üretmenin birçok ekonomik faydası var, onlarla ilgilenelim diye düşünebilirler ama aslında biz dünyadaki değişmeleri biraz daha yavaş hissediyoruz. Dünyada bu konular oldukça önemli hale geldi henüz birebir mekânlarımıza yansımamış olabilir ama eninde sonunda yansıyacak. Malzemenin çevresel etkileri en az fiyat kadar önemli bir nitelik. Biz de bu niteliklere sahip malzemeleri daha fazla görmek istiyoruz.
Kullanmayı en çok sevdiğiniz malzeme hangisi?
Malzeme holiganlığımız yok aslında, Zumthor gibi malzemeyi merkeze koyan bir tarzımız olmadığını söyleyebilirim. Biz her malzemenin özelliklerini anlamaya gayret ediyoruz. Mesela, sevdiğimiz malzemelerden bir tanesi ahşabın konstrüktif olarak nasıl kullanabileceğimiz konusunda çalışmalar yapıyoruz. Yine severek kullandığımız bir diğer yapı malzemesi de çelik. Çelik, prezisyonlu üretimi, daha tasarruflu malzeme kullanımı açısından bize cazip ve ekolojik geliyor. Kaplama malzemelerinde ise olabildiğince brütal yani her şeyi olduğu gibi görebildiğimiz malzemeleri tercih etmeye çalışıyoruz. Malzeme beton, cam, çelik olur ama hep kendi niteliklerinde korumak istiyoruz, bu nedenle kaplamadan çok, asıl yapısal malzemenin mekân içinde aktif olarak kullanılmasını araştırmaya çalışıyoruz. Mimaride brütalist bir eğilim var son zamanlarda. Ama bir türlü hayata geçemiyor çünkü müşteriler hep farklı bir şeyler görmek istiyor. Halbuki o son yüzeyde görecekleri şeyin bir farklılık değil de onun altındaki şeyin bir farklılık yarattığını hissettiremiyoruz.
Biz malzemeden çok onun nasıl kullandığı konusuna odaklanıyoruz. Yeni dijital sistemler ile klasik malzemeler üzerinde çok özel işlemler uygulayabiliyorsunuz asıl o zaman çok farklı ürünler ortaya çıkıyor. Yeni bir malzeme oluşturmaktansa, malzemelerin narinleştiği, malzeme tüketiminin azaldığı dijital yöntemler ile birleşebilen prensipleri tercih etmeye çalışıyoruz.
Hızla gelişen teknoloji dünyamızı hızla değiştiriyor ve dönüştürüyor. Bu değişim mimarların üretiminde ve iş yaşamında neleri değiştirecek?
Mimarlık çok yavaş değişen bir meslek, her ne kadar hızlı değişiyormuş gibi görünse de herkes yaptığı şeyin yeni olduğuna inanmak istese de, aslında çok yavaş değişen bir meslek. Bu yüzden de çok fazla keşfedecek konu olduğunu düşünüyorum. Bu keşiflerin temelinde daha mimariye ve uygulama aşamasına gelmeden önce bunların ortaya çıkabileceği doğru parametrelerin bir araya gelmesi gerekiyor. Yani problematik olarak gördüğümüz birçok fonksiyonun, mesela küçük bir arsada yapı yapmak ya da olmayacak bir yerde, şehir dışında veya olmayacak bir coğrafi noktada bir şey imal etmek, olmayacak sürede bir şey üretmek... Bu tür problematiklerin baştan reddedildiği, çok bildik noktalarda üretimler yapıyoruz. Bu tip problemli durumlar ile baş etmeyi seviyoruz biz. Ve asıl yeniliklerin de oradan çıktığına inanıyoruz. Örneğin dijital üretim teknikleri ile saha dışı üretimlerin bir araya getirip, her şeyin daha önceden planlanıp sahada sadece montajın yapıldığı çözümlere de gidebiliyoruz. Bazen de konvansiyonel olduğunu düşündüğümüz malzemeleri nasıl konstrüktif hale getirebiliriz, onları farklı malzemeler ile yani ahşap bir kirişi çelik bir gergi ile nasıl destekleriz fikrinden yola çıkarak ürettiğimiz şeyler olabiliyor.
Ofis olarak müze projeleri ile dikkat çekiyorsunuz. Bu konudaki görüşlerinizi almak isteriz.
Müze mimarisi özgünlükle çok ilgili bir konu, her müze temasının sahiplenmesi gereken ve üstesinden gelmesi gereken özgün bir durum oluyor. Bununla ilişkisinin çok iyi kurulması gerekiyor. Mesela İstanbul Kent Müzesi kapsamında kara surlarına yakın olması, UNESCO’nun koruma bölgesi içerisinde yer alması, belli bir yüksekliği geçmeden fonksiyon sağlaması, sadece kent müzesi değil şehirdeki diğer kamu müzelerine de hizmet edebilecek bir alt yapıyı barındırması, bir kültür merkezi olma amacı, çocuklardan kadınlara kadar birçok farklı sosyal gruba hitap edebilecek bir kültür alt yapısı olmaya çalışması projenin en önemli sosyal taraflarını oluşturdu. Müzede sergilenecek içeriğin barındırılacağı sergileme kütlesinin yanı sıra parkla ve çevreyle bütünleşen, kamusal sosyal sorumluluğu yüksek mekânlar olası mimariyi belirleyen kriterlerden oldu.
Özgürce üretmek istediğiniz bir proje hayaliniz ve bu hayalin bir hikayesi var mı?
Aslında hayalimizdeki işleri yapıyoruz, örneğin şehre fayda sağlayacak bir müze yapmak bizim için çok önemli. Bir İstanbullu olarak yaşadığınız şehre katkıda bulunabilmek, gelecek kuşaklara miraslarını tanıyabilecekleri ve benimseyebilecekleri bir eserin yaratılmasına aracı olabilmek çok güzel bir duygu. Bireylerin tarihini bilmesinin çevresini algılayabilmekte önemli bir yapı taşı olduğunu düşünüyorum, şehre pozitif bir katkımız olduğu sürece hayallerimiz de yerini bulmuş olacaktır.