Peter Barber ile Mimari Bakış

Peter Barber Architects

Mimarlık, bir yandan tasarım, zanaatkarlık ve malzemeler birleşimi iken bir yandan da sosyal, ekonomik ve politik boyutları olan bir meslek.

İngiltere’nin en seçkin konut mimarlarından biri olan Peter Barber, günümüzün önemli konularından biri olması gereken sosyal konulara yönelik mücadelelelerinden ve girişimlerinden ötürü adından övgüyle söz edilen bir mimar. Evsizler için barınakların olmaması, toplumsal konut desteğinin eksikliği gibi konularda kentlerin iyi tasarlanmış olmasını savunan ve destekleyen Barber skeçlerinde; kültür-mimari ve insan-mekan arasında var olan kırılgan ve karmaşık ilişkinin bir imgesini sunuyor…

Holmes Road Studios

1989’da Peter Barber Architects Ltd’yi kurduğundan beri pek çok sayıda sağlık, ticaret ve eğitim binaları tasarlayap inşa eden Barber spekülatif tasarımlarıyla da dikkat çekiyor. En son Londra’nın kronik konut sıkıntısı ile mücadele konusundaki iddialı girişimi olan “100 Millik Şehir”; Londra’nın banliyölerinin sınırları etrafındaki yoğunluğun ve geleceğin kentlerinin çözümü olabilecek bir proje... 

2006 RIBA Stirling Ödülü’nde shortliste kalan Barber’ın projeleri birçok ödüle layık görüldü. 2016 yılında evsizler için tasarladığı Holmes Road Stüdyoları ile “NLA-New London Award Yılın Binası Ödülü” alan Barber 2013 yılında da Beveridge Mews projesiyle RIBA Ulusal Ödülü’ne layık görülmüştü. 

Ekoyapı Dergisi olarak her yıl düzenlediğimiz ve bu yıl 8 Kasım 2017’de Mimar Sinan Üniversitesi Odütoryumun’da gerçekleştirecek olduğumuz ‘Yeşil Rapido Konferansı’nın bu yılki konuk konuşmacısı İngiliz Mimar Peter Barber ile Londra-King’s Cross’daki ofisinde yaptığımız söyleşiyi sizlerle paylaşmak istedik. 

Kentsel konut projelerinin tasarımındaki en önemli kriterlerin başında şehrin yoksul ilçelerindeki sosyo-ekonomik koşulları iyileştirmek ve sokak aktivitelerini artırarak kentsel yaşamın yüksek yoğunluklu modellerini o bölgelere tanıtmak geliyor.

Öncelikle neden mimarlık mesleğini tercih ettiğinizi sormak isteriz...

Aslında iki şey mimar olmama sebep oldu diyebilirim. İlki; liseyi bitirdikten sonra bir şantiyede iş bulmuştum ve inşaat işçisi olarak çalışmıştım. Çimentoyla harç hazırlayıp tuğla duvarların örülmesine yardım ediyordum ve binaların inşa edilme süreci beni çok etkilemişti. Bahsettiğim yıllar 80’li yıllardı ve o yıllarda endüstriyel üretim yurtdışına gitmeye başlamış, insanlar da daha çok bilgisayar başında ofislerde çalışmaya başlamıştı. Bense bir inşaatta iş bulmuştum ve fiziksel bir şeyler üretiyordum. İskeleler kurup tuğla ve çimento gibi malzemelerle binalar üretmenin yaratıcı süreci bana çok sihirli gelmişti ve çok etkilenmiştim. Diğeri ise, bir yıllığına Afrika’ya gitmiştim ve bakım-onarım takımındaydım; bir okulun sınıflarını inşa ediyor, mevcut okul binasının da bakımını yapıyorduk. Aslında bu süreç, beni mimarlığın sosyal boyutu ile tanıştıran bir süreç oldu diyebilirim. Orada, mimarlığın insan hayatında sosyal bir dönüştürücü olabiliceğini gördüm. Çalıştığımız bölge pek çok açıdan dezavantajları olan bir bölgeydi ve iyi tasarlanmış binaların insan hayatında ne kadar önemli olduğunu anladım.

Mimarlık ve inşaat bir yandan tasarım, zanaatkarlık ve malzemeler birleşimi iken bir yandan da sosyal ve politik boyutları olan bir meslek. Dolayısıyla benim mimar olmamdaki en büyük etken bu süreçleri birebir yaşayıp görmem oldu. Bir çok insan daha on iki on üç yaşında mimar olmak istediğini söylerken ben ise on dokuz yirmi yaşında mimar olmaya karar verdim. 

Makro ölçekte sürdürülebilirlik; insan, doğa, yapı, tarım ve ekonomi ile bütünlük çevçevesinde ele alındığı taktirde sürdürülebilir olur.

Grahame Park

Peki tasarım kararlarınızda öne çıkan kritelerler neler? Projelerinizde sürdürülebilirliğin önemi nedir? 

Bence mimarlığın en etkileyici ve ilgi çekici tarafı insan ve bina arasındaki ilişki... Bazı insanlar için bina bir ‘obje’ iken benim için insanların binaları nasıl kullandıkları, nasıl sahiplenip benimsedikleri önemli... Ben daha çok, yaşam alan koşullarının toplum ve kültür tarafından uygunluğunu düşünüyorum ve bu zorunlu uygunluk karşısında mimarlığın “sosyal eylem ve aktivite potansiyeli yaratabileceğini” düşünüyorum.

Benim için önemli olan ilk şey; binanın yapılacağı bölgenin /caddenin konumu, orada insanların nasıl hareket ettiği ve nasıl şehrin bir parçası haline geleceği... tabi insanlar tarafından da özümsenip sahiplenilmesi önemli... Bu çok enteransan bir ilişki; aslında mimarlık insanları bazı davranışlarda bulunmaya zorlamaz ama insanların davranışlarını etkiler. Bu etkileşim, şehirlerin sürdürülebilir olması, ekolojik olması ve sosyal sürdürülebilirliğiyle de bağlantılı bir etkileşim. Benim için sürdürülebilirlik bir yandan ekoloji ile bağlantılıyken bir yandan da sosyal sürdürülebilirlikle ilgili... Bina ile insan arasındaki ilişki şehirlerin formuyla doğru orantılı. Dolayısıyla şehirleri doğru tasarlamak bölünmüşlük yerine bütünleşik bir toplum yaratır. Zengin ile fakirin anyı mahallede yaşayabilir olması önemli, aksi durum benim için bir cehennem... Cennet ise zenginin, fakirin, farklı ırk ve dinlerin bir arada olduğu bir toplum... İşte bunlar bizim kararlarımızda öne çıkan asıl kriterler.

Hepimiz biliyoruz ki Dünyamız yavaş yavaş yok oluyor ve bizler bunun için birşeyler yapmalıyız. Türkiye’yi bilmiyorum ama bizim ülkemizde tarımsal arazileri kullanmıyoruz ve inanılmaz verimsiz haldeler. Bundan elli veya seksen yıl önce ülkemizin her metre karesi tarım için verimliydi ama şimdi değil... Verimli olan alanlarda ise tarım ticareti yapılıyor ve örneğin Londra’nın etrafındakiler Londra’ya üretim yapmıyor, aksine mesela Yeni Zelanda’ya tedarik sağlıyor. Dolayısıyla sürdürülebilirlik, bina duvarlarının nasıl olacağının ötesinde, ekonomimizi nasıl organize edeceğimiz ile ilgili... Makro ölçekte sürdürülebilirlik; insan, doğa, yapı, tarım ve ekonomi ile bütünlük çevçevesinde ele alındığı taktirde sürdürülebilir olur.

Donybrook

Ofisinize gelirken bu bölgede, King’s Cross’da ve Londra çevresinde, gerçekleşen yeni yapılaşma dikkatimi çekti. Bu yeni yapılaşma hakkında ne düşünüyorsunuz? Sürdürülebilirlik açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu biraz komplike bir soru... Bizim ülkemizde bina talimatnamesi, yapım kuralları biraz sıkıntılı ve külfetli; binaları yalıtımlı inşa etmek zorundasınız, binalarda solar sistemler kullanmak zorundasınız, kullandığınız enerjinin yenilenebilir enerji olması şart vb... Bunlar olmazsa olmaz sürdürülebilirlik kriterleri ve tüm yeni yapılar bu kriterler doğrultusunda inşa ediliyor. Ama benim dikkat çekmek istediğim nokta ise ülkemizdeki arsa ekonomisinin durumu. Maalesef mülkiyet bir meta gibi altyapının bir parçası olarak görülüyor ve bu çok üzücü... 

Bu yeni yapılan binaların çoğunun içi boş çünkü insanlar, King’s Cross gibi, çok değerli yerlerden daireler alıp yatırım yapıyor ve buraların değerinin artmasını bekliyorlar. Dolayısıyla etrafta pek çok boş daire olmasına rağmen Londra’da çalışan bir çok insan ev bulamıyor ve Londra dışında yaşamak zorunda kalıyor. Aslında bu durum ülke ekonomisi açısından gerçekten sıkıntılı ve hiç sürdürülebilir değil. Oysaki boş olan bu dairelerde Londra’da çalışan insanlar yaşayabilse hem ulaşım giderleri azalarak ülke ekonomisine katkı sağlayacak hem de daha sürdürülebilir sonuçlar ortaya çıkacak. 

Şehirleri doğru tasarlamak bölünmüşlük yerine bütünleşik bir toplum yaratır. Zengin ile fakirin anyı mahallede yaşayabilir olması önemli, aksi durum benim için bir cehennem... 

Hannibal Road Gardens

Kentsel dönüşüm ve yaşanabilir kent kavramı son yıllarda sıkça konuşulan konulardan biri...  Sizce kentsel yaşam, iyi tasarlanmış karma kullanımlı konutlarla yenilenebilir mi?

Öncelikle konut yapmayı şehirleri tasarlamanın bir yolu olarak görmemiz gerekir. Çünkü; konut yapılarının şehrin % 70’ini oluşturduğu düşünüldüğünde aslında tasarladığımız şeyin şehirler olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla, kentsel tasarım ilkelerine uygun olarak özel konut alanlarını tasarlayıp düzenlemek, ardından bireyselleşme ve kullanıcı adaptasyonunu sağlamak gerekir. Bence kentsel konut projelerinin tasarımındaki en önemli kriterlerin başında şehrin yoksul ilçelerindeki sosyo-ekonomik koşulları iyileştirmek ve sokak aktivitelerini artırarak kentsel yaşamın yüksek yoğunluklu modellerini o bölgelere tanıtmak geliyor. 

Ayrıca kentsel sürdürülebilirliği de düşünmemiz gerekiyor. Kentsel sürdürülebilirliğin sağlanabilmesi ise sadece kenti iyi ve teknolojik tasarlamakla olmuyor aynı zamanda sürdürülebilir kentsel kalkınmayı da düşünmeniz gerekiyor. Kısaca; her yönüyle iyi tasarlanmış bir kent; çeşitli kullanım alanlarını (günlük yaşam / iş / eğlence / tarım alanları) destekleyen, topluma iyi entegre olmuş ve toplu taşıma araçları ile şehrin geri kalanına iyi bağlanmış, kentsel kalkınması sağlanmış bir kent anlamına geliyor.




Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)