Sıfır Demek Ne Demek?
Çelik Erengezgin, Yüksek Mimar
Hedefe konan “sıfır” rakamı, bazen kafa karıştırıcı oluyor. Bunu anlıyorum. Çünkü sıfır, matematik olarak “yokluk” ifadesidir. Hâlbuki biz bir “yaşamsal” eylemden bahsediyoruz. Yani var olan bir kurgu ise anlatmak istediğimiz, yokluk simgesi olan sıfır en fazla, yaklaşılması beklenen bir hedef olarak durur o tarifte. En az tahribatla sürdürülmesi gereken bir yaşam beklentisi olabilir sadece. Çünkü “sıfır” karbonun tam karşılığı ölümdür. Var olan canlı kurgu, karbonu kullanır da üretir de. Yaşam boyu sürer bu alışveriş.
Hedef; ağaçların becerebildiği gibi, “kullandığından fazlasını üretmemek !” büyüyene kadar topladığını, yanarken bile bir fazla vermemektir. Sürdürülebilirlik; yer üstü dengesini; petrol, doğalgaz, kömür ve uranyum gibi, üstelik tükenme riski de taşıyan yer altı kaynakları ile alt üst etmemek olarak da özetlenebilir. Bu tanıma, “bilinçsiz kullanımın önü açıldığında”; zenginlik değil, uzun vadede fakirlik yaratabilecek olan HES hevesi de girer elbette.
Yani, bir yaşamı sürdürebilir kılmak, en az atık üretmek hedefine giden uzun ince bir yoldur aslında. Sıfırı yakalamak değil!
Çevreye hiç zarar vermemek, ancak teorik anlamda tanımlanabilir. Yaşam bir alışveriştir. Örneğin bir aile kurgusunda; baba da evde bir yer işgal eder, çocuk da. Onların yokluğu, anne için bir alan genişlemesi değil, aile kavramının sıkıntıya düşmesidir. Yani o birlikteliğin tüm çıktıları, yaşamsal beklenti ve hatta mutluluk adına toleransla karşılanır. Nereye kadar? Birbirlerinin hayatına yaşamsal engeller koyana kadar!
Önemli olan, bir kurgunun içinde barınan unsurların, o kurgunun aleyhine değil lehine bir üretimde ve katkıda bulunmalarıdır. Sağlık denen şey de; steril bir ortamda yaşamak değil, yaşamsal kurgunun gereği olarak yaratılan; tüm bakteri ve mikropların ortasında yaşamayı becerebilirken, yeni bir zararlı üretmemek halidir bence.
O yüzden, sıfır enerji evi demek yerine, “sıfır enerji bedeli ve sıfır atık” demeyi tercih ediyorum. Buradaki sıfır atığın anlamı da; dönüşebilir, yani tekrar yaşamsal döngüye dahil edilebilir atık anlamındadır. Atık üretmemek değil elbette.
BEDEL ve SÜRE
Bu hedeflere ulaşmak için de önceden; “alışılmışa ilave bir yatırım” yapılıyor kuşkusuz. Yani ilkel geçmişe dönülemedikçe, sıfır harcama ile başarılamıyor modern yaşamın kendi günahlarından arındırılması.
Bütün mesele ve başarının formülü; o yatırımın, çevresel yıkımların karşılığında elde edilen enerjiye bedel ödeyerek sürdürdüğünüz yaşamın belli bir süresi içinde, kendisini “amorti” edebilmesidir. Yani çözüm; faturalarımızı alt alta topladığımızda çıkan bedelin 2 ila 9 yıl arasında, yapmamız gereken ilave yatırımı karşıladığını görebilmektedir. Yapılan ön hesaplar ve uygulamalar, bu süreleri doğruluyor.
O saatten sonra, bakım onarım dışında hiçbir harcama dayatması kalmamaktadır. Otomasyon sistemleri sayesinde, insan hataları devre dışı bırakılabilmektedir. O yüzden sevindiricidir ki bu bölüm, teknolojinin de gelişmesi ile gittikçe azalan seviyelerde, nerede ise ihmal edilebilir bir bedel karşılığında çözülebilmektedir artık.
Peki, örneğin bir PV panele biçilen 25-30 yıl ömür sonunda ne olur? Şimdiden yazın bu dediğimi bir tarafa: Hızla gelişen teknoloji; 10 kat verimli ve 10 kat da daha ucuz ve uzun ömürlü olanı çoktan üretmiş olur o gün. Mevcudun geri dönüşümü de sağlıklı yöntemlerle becerilmiş olur. Yani yine çok düşük bir bedelle, kaldığınız yerden güle oynaya devam edersiniz hayata.
BU DA İKİNCİ SORU
Böyle bir yaşam mümkün mü? Bal gibi mümkün. Kırk yıldır dünya genelinde araştırması ve uygulaması süregelen bir yaşam ve yapım tarzından bahsediyorum. Yani, yeni bir keşiften değil. Ama yine sevindiricidir ki, yukarıda işaret ettiğim gibi, kullanılan teknikler ve yapısal malzemeler hızla gelişmekte, gittikçe daha verimli hale gelmekte. Çünkü bu teknolojiler, “yaşamsal beklenti” haline geldi artık. Ticari üretimin de kaynağı ve beklentisi olan “talep” yaratıldı çok şükür!
Bir ülkenin planlamasından ve kentsel tasarımdan başlayan bir süreç olarak tanımladığım ve doğru yön, doğru malzeme, doğru tasarım ile temel koşularını özetlediğim “enerji mimarlığı”, ilave bir bedel ödemeden en az %50 enerji tasarrufu ile başlamayı sağlar hayata.
Sıfıra yaklaşma gayretine giden yolda ise, doğal kaynaklardan azami istifade için, mekanik ve elektronik destekler girer devreye… Bu yatırımlar, ilk maliyete bir %50 daha ekler. Ama yukarıda açıkladığımız gibi, kısa sürede bir amortisman söz konusu olur. Bankalara ve müşterilere bu işi cazip hale getiren de budur zaten. Zamana yayılarak zaten ödenecek bedelin tutarı, size bir kerede verilir ve fatura öder gibi taksitlere bölünerek geleceğin teknolojisine ve yaşam tarzına sahip olunur…
AKTİF Mİ, PASİF Mİ?
Bir de şunu eklemeliyim. Batı literatüründe yer etmiş olan, bu yapı ve yaşam tarzını kategorize etmek için kullanılan “pasif ev” tanımlamasına hiç mi hiç katılmıyorum... Yer üstünde var olanı doğrudan kullanmaktır asıl “aktif” olan. Petrolü, kömürü, uranyumu; evirip çevirip enerjiye dönüştürmek değil!
Aktif; etkin demek, pasif ise; edilgen… Yani pasif yöntem; var olandan değil, yapılan, “üretilen işten” etkilenen demektir. O zaman, güneşin, rüzgarın, toprağın enerjisini, etkisini doğrudan kullanan mı aktiftir, ancak bir araç vasıtası ile üretilen işi, kullanılır hale getiren mi? Sanırım ciddi bir kavram kargaşası ile karşı karşıyayız. Zaman, bu yanlışı düzeltecektir…
ÖRNEKLER…
Ülkemizde, bu içerikte tasarlanan; Diyarbakır Güneş Evi ile başlayan ve pek yakında MODÜL Güneş Evi, Ürünlü GÜNEŞEVLER, Bursa ve İstanbul Güneş Evi ile devam edecek olan bir süreçten de en azından kendi adıma söz edebilirim.
Pek yakında detaylarını paylaşmaktan mutluluk duyacağım bir projemiz daha var... 150 dönüm bir arazide 50.000 m2 kapalı alanda gerçekleşecek ve ülkemizin ilk “Temiz Enerjiler ve Sürdürülebilir Yaşam” Ar-Ge ve eğitim merkezi ve aynı zamanda İlk “Bilimsel Turizm Alanı” olabilecek bir girişimimiz var. İçinde bir Mahalli İdareler Enerji Ekoloji Enstitüsü, Uluslararası Enerji ve Ekoloji Yaz okulu, bir İlköğretim Güneş Okulu, bir Tıbbi Bitkiler Bahçesi, bir Organik Tarım Ar-Ge ve Uygulama Merkezi yer alacak.
İdari kuruluşu gerçekleşen Uluslararası Enerji ve Ekoloji Birliği UEEB yönetim yapısının da bu proje içinde yer alması muhtemel. Elbette tüm yapılanma kendi enerjisini üretecek ve atıklarını kendi bünyesinde yaşam döngüsüne katacak…
Önemli bir bürokratik ve bilimsel destek alıyoruz. Bu fikirsel işbirliğini fiziksele çevirme gayreti içindeyiz...
Diyarbakır, dördüncü yılını doldurdu; ısıttı, soğuttu, aydınlattı, havalandırdı ve atıklarını kendi bünyesinde çözdü. Yani kanalizasyon bağlantısı bile yok... Kışın -27 yazın +50’yi yaşayabilen Diyarbakır rüştünü ispat etti. O projeye UNDP tarafından verilen destek, geri dönüşlü değildi. Yani bağıştı... Çünkü o bir eğitim projesiydi. Ve bugüne kadar orada, otuz bine yaklaşan sayıda öğrenciye eğitim verildi...
Pek yakında Bursa’da büyük bir alışveriş merkezinin müşteri girişinde sergileyeceğimiz, üç çocuklu bir ailenin rahatça yaşayabileceği, serası ve çatı arasındaki alan ile birlikte 77 m2’lik bir ahşap ev, yine tüm enerjisini kendisi üretecek. Hatta büyük bir olasılıkla mutfağında, likitgaz yerine hidrojen kullanacak... Adını “Modül Güneş Evi” koyduk. Seri imalata geçilirse, dörde bölünüp taşınabilecek. Kuzey çatısı uzatılıp iki modül daha eklendiğinde, toplamda 114 m2’ye ulaşıyor ve iki yatak odası ile bir banyosu daha oluyor…
Bursa Ürünlü Köyünde, kendi bahçemiz içinde planladığımız 20 aile için tüm enerjisini üretecek olan GÜNEŞEVLER projesi, kentsel kurgusu ile teras evler mantığında planlandı. Güney ve kuzey yönlerindeki toprak bahçeleri ve enerji serası ile ülkemizde bir ilk olacak... Bu projede, bir de tarımsal arazi ilişkisi sağlanacak. Yani orada yaşayanlar, yiyecek ihtiyaçlarının önemli bir bölümünü de doğal yöntemlerle üretip tüketecekler...
Biyolojik arıtmanın çıktılarından biri olan aktif çamur, biyogaza ve gübreye dönüşecek. Böyle bir kentsel içeriğe sahip kırsal kurgunun Avrupa’da da olmadığını belirterek EBRD Avrupa İmar ve Gelişim Bankası tarafından çok önemli bir katkı sunuldu projemize... Garip bir şekilde, üstelik çevreci geçinen mahalli belediye yönetimi ile mücadele etmekteyiz...
Diyarbakır’da da benzer desteği, o kez hibe olarak almıştık ve ardından, 2008 Eurosolar ödülü verilmişti projemize...
Büyükşehir Belediyesinin siparişi olan Bursa Güneş Evi, Eyüp Belediyesi için ürettiğimiz İstanbul Güneş Evi Diyarbakır’ın izinden gidiyor. Bu yaz yapımına başlanacak... 1000 m2 kapalı alanı olan, Afyonkarahisar Tıbbi Bitkiler Bahçesi projemiz de tüm enerjisini üretme iddiası ile dünyada bir ilk. İhale edildi bile...
Ankara’daki üç devlet projesinden şimdilik bahsetmiyorum. Bittiklerinde, devlete ait tüm yapılara örnek olacağına eminim... Bu işin en sevindirici yanı, böylesi taleplerin artık gündeme gelmesidir. Sadece sözünü ettiğim projelerin bir iki yıl içinde hayata geçmesi, bundan böyle aksini düşünemeyen bir yönetici kadro oluşturacaktır... Ve giderek, “ben de artık böyle yaşamak istiyorum !” diyebilen bir kamuoyu yaratacaktır. Buna inanıyorum…
Yani artık önü açık olan bir süreçten bahsediyorum... Yeter ki bürokratik engeller ile karşılaşılmasın, yeni teşvikler yaratılsın, var olanlar da artarak devam etsin.. Meselenin sadece güneş ya da rüzgar tarlası yatırımından ibaret olmadığını düşünmeye başlasın birileri.
BATI NE YAPTI?
Batı bu işi böyle çözdü... Bu davranışı; şahıslara özel avantaj sağlamak değil, kendi ülkesinin geleceğini kurtarmak diye gördü. Hatta Güneşevler projemizden anlaşılacağı gibi, Türkiye’de ulaşılacak bir çözümün Avrupa’ya olacak katkısını da düşünerek destek vermekte. Çünkü herkes biliyor ki, bir tane dünyamız var... İklim koşulları tüm yaşayanları ilgilendiriyor. Kaynaklar kimsenin şahsi malı değil. Üstelik yerin altındakilerin sınırı ve ömrü belli...
Bu arada, sıfır enerji bedeline götüren başarının bir de iç muhasebesi olduğunu gözden kaçırmamak gerek. Yani en gelişmiş panelleri, kolektörleri, türbinleri, ısı pompaları, hatta hava geçirmeyen izolasyon malzemeleri kullanarak elde edilen ölçüm sonuçlarını, bir takım sertifikalara bağlayıp; başarının simgesi diye takdim etmek bizi daha vahim bir yanlışa sevk eder. Ve sonunda, en üst seviyede bir sertifikaya sahip binamızın, klasik bir yapıya göre doğalgaz tasarrufunda %10’u dahi geçemediği anlaşıldığında da kızılca kıyamet kopar Bakan düzeyinde... Doğaldır...
Örneğin; taşıdığı yaşamsal riskleri göz ardı etsek bile, 100 yıl sonra ya da ilk depremden sonra başa bela bir kalıntıya dönüşebilecek beton yerine, 600-700 yıla kadar ömrü örneklerle sabit olan ve en sonunda çürüse bile, kalıntısında yepyeni bir yaşama vesile olabilen ahşabı kullanmak, doğru olandır. Sürdürülebilir olandır...
Yine örneğin, izolasyon değeri yüksek ama nefes aldırmayan bir mantolamanın doğuracağı yapısal romatizma ve insanlarda yol açacağı astım benzeri fiziksel rahatsızlıkları görmezden gelmek değildir, sıfır bedel başarısı…
BÜTÜNSEL HEDEF!
Ezcümle; medeniyetin bedeli, yok edilen bir dünya değildir... Uyuşturucu satarak elde edilen kazancın bedeli nasıl ki yitirilen bir ruh ve kaybolan insan bedeni olamazsa, değerli maden elde etmenin de, enerji üretmenin de bedeli; yok edilen bir doğa olmamalıdır...
Yani bu bir bütüncül başarıdır. Yüz metreyi 10 saniyenin altında koşmak değil. O yapının içinde sağlıklı bir ömür sürdürebilmek, dünyanın sağlığını da tehlikeye sokmamaktır...
Sonuç olarak; daima tekrarlamaktan sıkılmadığım, dünya ile hatta giderek evren ile insanın aynı bedeni paylaştığının bilincine ulaşmaktır…
Hep bildiğimiz gibi, bütünlüğün idraki içindeki bir bedende, örneğin bir sağ el, sol ele ne zarar verebilir ne de ceza!