Top 10 2023’ün Beklenen İkonik Projeleri

SHENZHEN KADIN VE ÇOCUK MERKEZİ

Sürdürülebilir ve İşlevsel Dönüşüm 

SHENZHEN KADIN VE ÇOCUK MERKEZİ

SHENZHEN Kadın ve Çocuk Merkezi, MVRDV tarafından tasarlanarak canlı ve renkli bir gökdele dönüştürüldü. Kule, otel, kütüphane, oditoryum, çocuk tiyatrosu ve “keşif salonu” gibi çeşitli tesislere ev sahipliği yaparak kadın ve çocukların refahını ön planda tutuyor. Renkli cephesi, Shenzhen’in Futian bölgesinde canlı bir varlık oluştururken, aynı zamanda binaların yeniden kullanımının öncüsü olacak olan bir şehirde önemli bir örnek teşkil ediyor. İlk olarak 1994’te tamamlanan kule, Shenzhen’in hızlı büyüme döneminin bir parçasıydı ancak ticari birimlerin güvenlik endişeleri nedeniyle 2002’ye kadar açılamadı ve bina uzun bbir süre boş kaldı. Ancak, 2019’a gelindiğinde, bina artık işlevsel değildi ve Çin’in karbon zirvesi taahhütleri çerçevesinde Ulusal Kalkınma ve Reform Komisyonu tarafından 24 model canlandırma projesinden biri olarak seçildi. MVRDV, binanın yapısını sürdürülebilir bir şekilde dönüştürmek için yıkıp yeniden inşa etmek yerine, kapsamlı bir dönüşüm tasarladı. Yeni cephe, termal ısı kazanımını azaltmak ve içerde doğal havalandırmaya izin vermek için ekstra gölgeleme sağlayan renkli dış çerçevelerden oluşan bir ızgara ile dikkat çekiyor. Tasarım aynı zamanda geniş ve erişilebilir bir teras, kamusal bir alana dönüştürülen avlu ve metro girişinin binanın içine taşındığı gibi bir dizi dönüşümü içeriyor. Binanın dönüşümü, orijinal yapıdan beton tasarrufu ve karbon emisyonu açısından oldukça etkileyici bir performans sergiliyor. Renkli cephe, binanın iç kısmında gezinmeyi kolaylaştırırken, çeşitli işlevlere ev sahipliği yapan çocuk dostu alanlar, binanın amacını vurguluyor. MVRDV’nin bu projede uyguladığı sürdürülebilir ve işlevsel dönüşüm, benzersiz bir mimari deneyim sunuyor. 

ORIONIS

Tasarımda Sürdürülebilirlik Ön Planda

ORIONIS

SCARPE Nehri’ne komşu bir konumda bulunan ve Arkeos müzesi ile yakındaki konut kompleksi arasında yer alan bu proje, çevreyi uyumlu bir şekilde birleştirme hedefi güder. Ziyaretçiler için erişilebilir ve ilham verici bir alan oluşturmayı amaçlayan Snøhetta tarafından tasarlanan bu birleşik bina, projeksiyon odası ve gözlemevinin iki kubbesini saran kıvrımlara sahiptir. Orionis, 13 Mayıs 2023’te halka açıldı. Sürekli hareket konsepti, resepsiyon alanından sergi alanlarına, amfi tiyatrodan binanın kubbelerine kadar her şeyi tanımlayan projeye ilham kaynağı olmuştur. Bina, dışarıdan görülebilen hafif eğimli bir rampa ile birbirine bağlanan kısmen yarı saydam cephesi ile dikkat çeker. Arkéos Müzesi ile bütünleşecek şekilde tasarlanan proje, bu iki kültürel varlığı birbirine bağlamayı amaçlayan peyzaj alanları ve otoparkları paylaşmaktadır. İki kubbenin mahalleyi etkilemeden uzaktan görülebilir bir görsel sinyal olma amacı vardır. Snøhetta’nın hedefi, binanın programını ve işlevini dış taraftan şekiller aracılığıyla ortaya çıkarmaktır. Sürdürülebilirlik, projenin tasarımında önemli bir rol oynamıştır. Showroom katının ısıtması jeotermal enerji ile sağlanmaktadır ve binanın kışın ısıtılmasını, yazın ise soğutulmasını sağlar. Ayrıca, akıllı doğal havalandırmayı desteklemek için birden fazla açıklığa sensörler yerleştirilmiştir. Güneşlikler ve yeşil çatı, binanın sıcaklığını düzenlemeye katkıda bulunarak karbon ayak izini sınırlamayı amaçlar.

POPULUS

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki İlk Karbon Pozitif Otel

POPULUS

DÜNYA Günü’nü kutlamak adına, emlak geliştiricileri Urban Villages ve Studio Gang, Amerika Birleşik Devletleri’nde ilk karbon pozitif otel olan “Populus”un açılışını gerçekleştirdi. Denver’da 2023’ün sonlarında hizmete giren bu 265 odalı otel, sürdürülebilir seyahatin geleceğine yönelik önemli bir kilometre taşı olarak tasarlanmış olup çatı restoranı ve barı ile dikkat çekiyor. Urban Villages, takip edilemeyen karbon kredileri satın almak yerine, proaktif bir şekilde ağaç dikme ve yetiştirme pratiği ile Populus’un karbon pozitif statüsünü elde ediyor. Yapı geliştirme aşamasında düşük karbonlu beton karışımları ve yüksek geri dönüştürülmüş içerikli malzemeler kullanarak, yapısal verimliliği en üst düzeye çıkarmayı hedefleyen Populus, aynı zamanda atıkları en aza indirerek karbon ayak izini minimize ediyor. Otelin devam eden operasyonları da karbon pozitif olacak, böylece operasyonel karbon her misafir konaklamasıyla birlikte binanın somutlaştırılmış karbonuna ek olarak dengelenecek. Populus, 14th Street ve Colfax Avenue’de, Colorado’nun ilk benzin istasyonunun bulunduğu yoğun bir bölgede konumlanmasına rağmen, çelik ve betonarme ile inşa edilen ve yerinde park yeri bulunmayan ilk yeni inşa otel olma özelliği taşıyor. Bu strateji, toplu taşıma kullanımını teşvik etmekte ve şehirlerin yaya dostu bir çevreye doğru evrilmesiyle tesis içi otoparkın her zaman gerekli olmadığını kanıtlıyor. 

JIANGXI NEHRİ KÖPRÜSÜ

Zaha Hadid Architects’in Beklenen Köprüsü

JIANGXI NEHRİ KÖPRÜSÜ

CHENGDU’DA Zaha Hadid Architects (ZHA) tarafından tasarlanan, yeni Jiangxi Nehri Köprüsü tamamlandı. Taşıt trafiği, bisiklet meraklıları ve yayalar için tasarlanan bu simetrik köprü, havaalanı, yeni şehir çevre yolu ve Chengdu’nun batı hattı boyunca planlanan bir dizi köprünün ilkini oluşturarak yeniden geliştirilmiş bir tasarıma sahip. Gelişmiş yapısal analiz yazılımı kullanılarak tasarlanan köprü, yol tabanının her iki tarafından yükselen iki ana çelik kemerden oluşur. Kemerler yükseldikçe birbirlerine doğru eğilir, teğetsel olarak taçlandıkları noktada birleşir ve böylece yapıyı yanal rüzgar güçlerine karşı stabilize eder. Kemerlerin maksimum yüksekliği 30 metredir ve köprünün yüksekliği ile açıklığı arasında ideal bir denge sağlar. Merkeze doğru daralan köprü, peyzajda hareketli, kıvrımlı ve yontulmuş bir şekilde ortaya çıkar. Kemerler ve tabanları, yol tabanının etrafında entegre edilmiş uzunlamasına kutu kirişlerle birbirine bağlanır. Genellikle geniş açıklıkların gerektiği ve doğal ağırlığın azaltılması gereken yerlerde kullanılan kutu kirişler, çelik ve betonun birleşiminden oluşur. Bu tasarımda kutu kirişler, köprüye etki eden yatay basınca karşı direnç gösterir. Dikkat çeken bir diğer özellik ise köprünün nehirde temel olmamasıdır. Bunun yerine köprü, nehir kıyısındaki ayaklarla desteklenir. Köprü unsurları, tabliye ve kirişler gibi çoğunluğu önceden üretilmiştir. Tabliye prekast panellerden oluşurken, kenar kutu kiriş bölümleri prefabrik olarak üretilmiş ve yerinde kaynak yapılmıştır.

KAKTUS KULELERİ

Benzersiz Bir Mimari Form Sergiliyor 

KAKTUS KULELERİ

BJARKE INGELS GROUP Kopenhag’ın merkezinde 2017 yılında inşa edilmek üzere tasarlanan bir projenin detaylarını paylaştı. Proje, kentsel bir IKEA mağazası, bütçe dostu bir otel ve yeşil alanlarla birleştirilmiş konut dairelerini içeriyor. BIG, bu gelişmenin önemli bir parçası olan “Kaktus Kuleleri” adını verdikleri iki yüksek konut kulesini tasarladı. Her iki kulenin de 80 metreye kadar ulaşan yükseklikleriyle 2024 yılında tamamlanması hedefleniyor. Kaktus Kuleleri olarak adlandırılan konut kulelerinde her biri altıgen çekirdekli olan 500 “gençlik odası” bulunuyor. Kopenhag’ın merkezi Vesterbro’da, sahil şeridinin geniş manzarasına hakim yeşil bir tepenin üzerinde yükselen kuleler, geleneksel mimari normlara meydan okuyacak şekilde tasarlanmış. Her katın kıvrımı, her bir daire için panoramik manzaralar sunacak şekilde düşünülmüş ancak aynı zamanda ekonomik bir inşaat yöntemiyle net alanı en üst düzeye çıkaran yaratıcı bir tasarım ortaya konmuş. Bu kuleler aslında yerden yükselen bir kamusal parkla birbirine bağlanarak şehir manzarasına estetik bir katkı sağlıyor. Kulelerin eğik zemin döşemeleri benzersiz bir mimari form oluşturuyor. Ayrıca, 495 daire merkezi bir çekirdek etrafında toplanıyor. Teraslar ve yeşil çatılarla birbirine bağlanan kamusal alanlar dengeli bir şekilde tasarlanmış durumda. Bu alanlar arasında çok katlı ortak kullanım alanları, açık mutfaklar, ızgara alanları, çamaşır odaları, kafeler, fitness merkezleri ve parti odaları bulunuyor. Halka açık park ve ortak kullanım alanlarının bu ilkbaharda tamamlanması planlanıyor. 

ONE HIGH LINE

“İyi Komşuluk” İlkesine Dayanan Geometri

ONE HIGH LINE

BJARKE INGELS GROUP (BIG), tamamlanma aşamasına gelen One High Line projesini tanıtan yeni bir dizi görseli paylaştı. New York’un ‘Mimarlık Sırası’ üzerinde konumlanan bu birleşik kıvrımlı kuleler, komşuları arasında Frank Gehry’nin IAC binası, Renzo Piano’nun Whitney Amerikan Sanatı Müzesi ve Jean Nouvel’in The Chelsea Nouvel gibi ünlü mimarların gelecekteki eserleriyle bir arada sergileniyor. BIG tarafından tasarlanan iki kule, merkezi bir kamusal avluyu tanımlayarak kamusal alanı perakende ve ticari tesislerle canlandırıyor. Kulelerin dış cephesi ve iç kısımlarının büyük bir bölümü tamamlanmış durumda ve avlunun 2024 yılı başlarında tamamlanması planlanıyor. Witkoff Group’un eş CEO’su Bjarke Ingels, Alex Witkoff ve tasarımcı Dan Fink iş birliğiyle ortaya çıkan One High Line projesi, lüks konutlar, bir otel, ek olanaklar ve perakende alanlarını içeriyor. West Tower, 122 metre yüksekliğinde ve 149 konut barındırıyor. Lower East Tower ise 91 metre yüksekliğinde olup 87 konut ve Faena Hotel’e ev sahipliği yapıyor. Projenin tasarımı, gökdelenlerin kıvrımlı şekliyle arsanın koşullarından etkilenen ve Hudson Nehri manzarasından yararlanan bir kararla belirleniyor. Cam ve traverten taşla kaplanan cepheler, geometrik özelliklerini açıkça ifade ederken her konut sakini için optimum manzaralar sunuyor. Konut sakinleri için üçüncü katta ortak bir alan, fitness stüdyosu, havuz, golf simülatörü ve oyun odası gibi ek olanaklar bulunuyor. Bjarke Ingels’e göre, iki kule arasındaki geometri, dengeli ancak dinamik bir görüntü oluşturmak amacıyla “iyi komşu” ilkesine dayanıyor. Chelsea bölgesinin endüstriyel binalarından esinlenen tasarım, kolonları ve döşemeleri açıkça ifade ediyor. 

SUN TOWER

Güneşe Yönelen Bir Kule

SUN TOWER

ÇİN’İN kıyı şehri Yantai için OPEN Architecture tarafından tasarlanan Sun Tower projesi en tepe noktasına ulaştı ve simgesel yapının 2024 yılında tamamlanması bekleniyor. Bu etkileyici bina, kültürel bir anıt olarak ön plana çıkacak ve klasik “doğayla bütünleşik tasarım” anlayışını yeniden yorumluyor. Tasarım, insan ve doğa arasındaki ilişkiye odaklanarak, bu bağın önemini ve anlamını vurguluyor. OPEN, yapıyı insanlarla doğa olayları arasında bir döngü olarak konumlandırarak, bilinçli mimari tasarımın doğaya olan saygıyı ve insanlar ile doğanın ayrılmaz bir bütün olduğu düşüncesini yeniden canlandırabileceğine inanıyor. Beyaz beton kabuklar, yapıyı destekleyen kırılgan ve karmaşık bir yapıyı oluşturan yatay döşemeler ve rampalarla birleştirilmiş durumda. Yapının altında yatan geometrik gerekçe, güneşin yıllık yörüngesine dayanıyor. Ayrıca, beton kabuğun dışındaki dairesel deliklere yerleştirilen ışık tüpleri, gündüzleri doğal ışığın içeri girmesini sağlıyor ve geceleri iç mekanda yıldız benzeri bir aydınlatma yaratıyor. Bu sembolik yapı aynı zamanda halkın erişimine açık olacak ve çeşitli kültürel programları içerecek. Sergiler, kütüphaneler, meditasyon alanları, açık hava tiyatroları gibi birçok etkinlik, Sun Tower’ın hızla büyüyen sanayi bölgesine kültürel bir hareketlilik ve sosyal etkileşim getirmesini sağlayacak. Endüstriyel ekonomilerle kültürel anlatılar arasındaki bu birleşme, daha güçlü ve dayanıklı topluluklar oluşturmak açısından büyük bir öneme sahip. Son olarak, yaz aylarında iklimlendirmeye ihtiyaç duyulmaması, insanlara değişen mevsimleri ve doğal enerji akışını hissetme fırsatı sunarak açık, yarı açık ve kapalı alanlarda derin bir mekânsal deneyimin tadını çıkarma imkanı sağlıyor. 

ÎLOT FERTILE

Paris’in “İlk Sıfır Karbon Bölgesi” Tamamlandı 

ÎLOT FERTILE

PARİS merkezli mimarlık ofisi TVK, sürdürülebilir bir gelişme odaklı olarak tasarlanan yerleşim alanını başarıyla tamamladı. Bu proje, başkentin ilk sıfır karbonlu bölgesi olma özelliğini taşıyor ve “Îlot Fertile” olarak adlandırılıyor, ki bu da Fransızca’da “bereketli ada” anlamına geliyor. Îlot Fertile, yedi ila dokuz kat arasında değişen dört binadan oluşan bir bölgeyi kapsıyor. Her bir binanın zemin katları düşük karbonlu betondan yapılmış olup geniş, engelsiz iç mekânları hedefliyor. Üst katlar ise çoğunlukla yerel Ile-de-France bölgesinden elde edilen taşıyıcı kireç taşından inşa edilmiş, bu da nakliye ile oluşacak karbon maliyetini minimize etmeyi amaçlıyor. TVK, projenin Georges-Eugène Haussmann’ın 19. yüzyılın ortalarında Paris’i yeniden inşa etmesinden bu yana en büyük taşıyıcı taş yapı alanı olduğunu belirtiyor. Îlot Fertile, her malzemenin doğru yerde ve doğru miktarda kullanılmasını sağlayarak inşaat ve işletme aşamalarında minimum karbon ayak izine sahip olacak şekilde tasarlanmış. Binalar, fotovoltaik paneller ve yeşil çatılar gibi sürdürülebilir özelliklerle donatılarak enerji üretimi ve biyoçeşitlilik artışı hedeflerini taşıyor. Toplu taşıma araçlarına yakınlığı sayesinde Îlot Fertile, herhangi bir otoparka ihtiyaç duymuyor. Biyoklimatik bir tasarım tercih edilerek ısıtma, soğutma ve aydınlatma için enerji gereksinimleri minimumda tutulmaya çalışılmış. Projede, tüketilecek az miktardaki enerjiyi biyogüneş çatılar aracılığıyla yeşil enerji üreterek telafi etme planları da bulunuyor.

BUFFALO AKG SANAT MÜZESİ

Sanat, Mimari ve Doğanın Bütünleştiği Bir Müze Kampüsü

BUFFALO AKG SANAT MÜZESİ

BUFFALO AKG Sanat Müzesi, Frederick Law Olmsted’in tasarladığı eşsiz Delaware Park’ın kuzey ucunda konumlanıyor. Bu tarihi park içinde bulunan müze, şehrin Sanayi Devrimi mirası ve geçmişin izlerini günümüzde canlandırma çabalarıyla dikkat çekiyor. Eero Saarinen, Louis Sullivan ve Frank Lloyd Wright gibi ünlü mimarların eserlerinden oluşan bina koleksiyonu, müzenin benzersiz tarihî dokusunu vurguluyor. Müze, iki bağlantılı binadan oluşuyor: Edward B. Green’in neo-klasik tasarımıyla dikkat çeken 1905 tarihli bina ile Gordon Bunshaft’ın modernist uzantısı olan 1962 yapısı. Ancak, bu binalar park içinde oldukları için şehirden ve müzenin içinden bile görülemedi ve parka erişimi engelliyordu. Bu soruna çözüm olarak, yeni pavyon sadece müzenin koleksiyonunu genişletmekle kalmayıp aynı zamanda park ve şehirle bağlantı kurmayı ve kamusal faaliyetlere açıklık getirmeyi amaçlıyor. 1905 ve 1962 binaları, çevrelerine kapalı bir ayrıma sahipti; buna karşılık, yeni pavyon, parkın içinde olmanın potansiyelini ortaya çıkararak farklı bir yaklaşım sunuyor. Bina, zemin katındaki galerilerle başlıyor ve haç ya da artı işareti şeklinde düzenlenmiş, şeffaf köşelerle çevrili bir lobi, medya galerisi, ofis ve yükleme iskelesi içeriyor. Mimarlar, müzelerin evrim geçirmesini ve halkın katılımını sağlamasını gözlemleyerek bu tasarımı oluşturdular. İkinci kattaki galeri, çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapacak programlanmamış bir alan olan bir gezinti yolu ile çevrili. Bu gezinti yolu ve verimli galeriler yığını, şeffaf bir cepheyle sarılarak açık ve geçici bir nitelik kazandırır. Bu Gilder Center, kampüsün iki yakası arasında görsel bir bağlantı sağlamak için tasarlanmıştır. Kuşlar için güvenli fritli camdan oluşan davetkar genişlikteki dalgalı cephesi, Milford pembe granitiyle kaplıdır. Taş panellerin diyagonal deseni, hem jeolojik katmanlaşma olgusunu hem de Müze’nin 77th Street tarafındaki duvarın zengin dokulu, kıvrımlı yüzeyinin tasarımını çağrıştırır. Griffin tasarım, doğa ile sanat arasında bir tampon bölge oluşturarak ziyaretçilere hem parka dahil olma hem de müzenin faaliyetlerini kampüs ve şehirle buluşturma imkanı sunar. Yeni Gundlach Binası, mevcut kampüs ile uyumlu bir şekilde geliştirilmiştir. John J. Albright Köprüsü, tarihi park manzarasını içinden geçirerek ziyaretçileri içine çeker. Ayrıca, Knox Binası’nın yeni giriş noktası, şehirden parka geçiş bağlantısı kurar. Bu tasarım, mevcut binaların kapalı yapısına ters düşerek kendisini çevresine açan bir yaklaşım sunar ve bu da kurumun mimari tarihine yeni bir profil ve dil ekler. Yeni kompleks, klasikten moderne, galeriden sınıfa, mahrem odalardan büyük salonlara kadar çeşitli programlar ve mekânsal deneyimler sunar. Bu sayede sanat, mimari ve doğa bütünleşir, ortaya gerçek bir müze kampüsü çıkar. 

RICHARD GILDER MERKEZİ

Kıvrımların Hakim Olduğu Müze

RICHARD GILDER MERKEZİ

2014 yılında duyurulan 465 milyon dolarlık Gilder Center projesi, toplam 230.000 fit karelik alana yayılmış altı kat üst yer altı bir kat olmak üzere toplam yedi katı kapsar. Bu projenin dört katı halka açık olup, Müze’nin diğer binalarıyla 33 bağlantı kurarak tüm kampüsü birbirine bağlar. Gilder Center ayrıca, Theodore Roosevelt Park’ın Columbus Avenue ve 79th Street’teki batı tarafında yeni bir giriş oluşturur. Columbus Caddesi’nden gelen ziyaretçiler, Gilder Center’ı etrafını saran eski Müze binalarıyla aynı yükseklikte, akıcı ve yumuşak kıvrımlara sahip bir yapı olarak deneyimlerler. Parkın çevresindeki alanlar, Reed Hilderbrand tarafından toplumun katılımıyla geliştirilen yeni peyzaj tasarımı ile zenginleştirilmiş, daha fazla patika ve oturma alanı içerir. Gilder Center, kampüsün iki yakası arasında görsel bir bağlantı sağlamak için tasarlanmıştır. Kuşlar için güvenli fritli camdan oluşan davetkar genişlikteki dalgalı cephesi, Milford pembe granitiyle kaplıdır. Taş panellerin diyagonal deseni, hem jeolojik katmanlaşma olgusunu hem de Müze’nin 77th Street tarafındaki duvarın zengin dokulu, kıvrımlı yüzeyinin tasarımını çağrıştırır. Griffin Atrium’un dokusu, ABD’nin güneybatısındaki kanyonlardan esinlenilerek tasarlanmıştır ve Gilder Center’ın büyük girişini canlandırarak hayranlık, heyecan ve keşif duygularını uyandırır. Bu çarpıcı yapı, “püskürtme beton” tekniği kullanılarak inşa edilmiştir. Griffin Atrium’un dikeyliği, binanın iç kısmına doğal ışık ve hava sirkülasyonu sağlayarak önemli bir sürdürülebilirlik özelliği sunar. 


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)