Yenilikçi ve İleri Teknoloji Malzemeleri Seçiyoruz
Malzeme seçimlerinde yenilikçi ve ileri teknolojiyi yansıtan malzeme seçimi, mimariye özgünlük ve estetik değer katmanın yanı sıra işlevselliği ve performansı da etkiler ancak çevreye duyarlılığı yansıtan, doğal kaynakları verimli bir şekilde kullanan ve çevresel etkileri azaltan seçimler yapmaksa kritik bir rol oynar.
İstanbul, Türkiye ve Seul, Güney Kore’de bulunan ofisleri ile mimari ve kentsel tasarımdan iç mekânlara, enstalasyonlardan ürün tasarımına kadar farklı ölçeklerde yenilikçi ve vizyoner projeler geliştirmeye odaklanan Melike Altınışık Architects - MAA kurucusu Melike Altınışık ile mimarlık gündemine dair kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik. Melike Hanım sizinle en son 2018 yılında bir sohbet gerçekleştirdik.
Aradan geçen bu 5 yılda ofis yapılanmanızda nasıl bir gelişme yaşandı? 2020-2022 yılları arasında gerçekleşen pandemi sürecini nasıl geçirdiniz? Bu süreçten mesleki anlamda çıkarımlarınız neler oldu?
Pandemi aracılığı ile ‘’Nerede, nasıl ve ne yaşıyoruz? Yaşamak için nasıl bir evren(ler)e dönüşüyoruz?... ‘’ Tek bir cevabı olmayan ve hala cevaplarının peşinde koştuğumuz birçok soru ile yüzleştik. İnsan hayatını kurtarmak için küresel olarak bir araya geldik ve hep birlikte bir süreliğine de olsa tüm dünya ekonomisini durdurduk. Bu sadece pandeminin getirdiği bir sağlık krizi olarak adlandırılamaz. Bu bir sistem krizi. Bu, bugünün tüm sistemlerin obezliğinin yarattığı bir kriz. Pandemi tüm insanlığa adeta bir sağlık gözlüğü taktı. Doğanın, soluduğumuz havanın önemini hatırladık. Kısa sürede güçlü bir bağ kurduğumuz bu sağlık gözlüğü ile ailelerimizi, sosyal çevremizi, toplumları, ülkeleri ve dünyayı hijyen, doğa, çevre, iklim gibi yeni duyarlılıklar üzerinden algılamaya ve sınıflandırmaya başladık. Bu da tabi ki özünde toplumsal insan davranışlarını değiştirmeye olanak sağladı. Önümüzdeki dönemde ‘Kent’ üzerine düşünürken ‘Nasıl bir arada yaşayabileceğiz?’ sorusu önem taşımakta. Üretilecek çözümlerde öncelikle sistem düşüncesi üzerinden artık mevcut sosyal sistem ve ekonomik düzenin sorgulanması gerektiğini düşünüyorum.
Pandemi tamamen geçse bile içimize aşılanan korku kalıcı. Tercihlerimizin ve değer yargılarımızın önem sıralaması geçtiğimiz üç yıl içerisinde değişti bile. Hep birlikte yaşam faktörü üzerinden küresel bir yeni farkındalık filizlendirdik. Kentlerimizdeki yoğunluğu azaltacak ve sosyal sürdürebilirliği sağlayacak, topluma doğayı ve ihtiyaç duyduğu kamusal alanları geri verebilecek yeni sosyal sistem tasarımları geliştirilmeli. Bu bağlamda sosyal teknolojik değişim önem taşımakta. Haraketlilik farklılaştı hem dijital hem de fiziksel koşullarda yeni uzak algısı gelişmeye başladı. Dijital haraketlilik ile globale seslenirken, fiziksel haraketlilikte yerelin önemi öne çıktı. Hibrit olma haline alışmaya başladık. Bir çoğumuz işine, toplantılarına, derslerine online platformlarından devam ederken bir yandan da ezberlerin bozulduğu melezleşen alışkanlıklar dünyasını yeniden kurgulamaya ve sürdürmeye çalıştık. Kentlerdeki fiziksel hareketliliği minimize eden sistemler kurgularken bireysel değil kolektif olunması, makro çözümler yerine mikro-komüniteler ve mikro-ekonomiler yaratabilen, hijyen, doğa, çevre, iklim gibi yeni duyarlılıkları merkezinde toplayan, esnek dağınık ağ sistemi tasarımlarına ihtiyacımız olduğuna inanıyorum.
MİMARLIK DENEYİMİM, “DOĞA - TEKNOLOJİ - MİMARLIK” ARASINDAKİ İLİŞKİNİN TAM ORTASINDA DURUYOR. BİRKAÇ ÖNEMLİ SORU VAR. BUNLARDAN BİRİ; DOĞAYA NASIL BAKMALIYIZ? DİĞERİ İSE; TEKNOLOJİ İLE NASIL KONUŞMALIYIZ? VE TABİKİ BU SORULARIN CEVAPLARINI MİMARLIĞA VE KENTLERİMİZE NASIL YANSITMALIYIZ?
Mimarlık ve teknoloji arasındaki ilişki hakkında ne düşünüyorsunuz? Hızla gelişen teknolojinin mimarlık pratiğini nasıl etkileyebileceğini düşünüyorsunuz?
Mimarlık deneyimim, “doğa - teknoloji - mimarlık” arasındaki ilişkinin tam ortasında duruyor. Birkaç önemli soru var. Bunlardan biri; Doğaya nasıl bakmalıyız? Diğeri ise; teknoloji ile nasıl konuşmalıyız? Ve tabiki bu soruların cevaplarını mimarlığa ve kentlerimize nasıl yansıtmalıyız? Doğadan öğrenerek tasarım yapmanın ve sistemler kurgulamanın gücü aslen yaşamı çeşitli enerjilerin bir maddeler bileşkesi bağlamında görebilmekle de ilişkili. Bu öğretilerin teknolojik gelişmeler sayesinde hesaplanabilir strüktürlere ve mekânlara dönüştürülebilir olmasını sağlayacak yenilikçi sistem çözümlerinin, en az madde kullanımı ile hafif, yerli ve doğal malzemelerin araştırılması MAA’nın vazgeçilmezlerini oluşturuyor. Diğer bir taraftan doğadan öğrendiğimizi teknolojiyi kullanarak mimari yapılara uygulayan bir ekip olarak akıllı tasarım ve akıllı yapma metodolojileri yani robotik bilim bizim için sadece özel ilgi alanı değil, aynı zamanda özel çalışma sahası. MAA’nın 20 Mayıs 2021’de Güney Kore’nin Seul kentinde robotlar eşliğinde temel atma töreni gerçekleşen ‘Seul Robot ve Yapay Zeka Müzesi’ projesi yenilikçi bir şekilde toplum genelinde mimarlık, bilim ve teknolojinin geleceğinde ‘Robotları ve Yapay Zekayı’ tezahür ettirmek için katalitik bir rolü sembolize edecek. 4. Endüstri Devrimi için Kore’nin bir sembolü olacak bu yapının 2024 yaz aylarında inşaat sürecinin tamamlanması ve kullanıma açılması planlanmakta. Mimar olarak bununla ilgilenmemizin en önemli unsurlarından biri akıllı yapım metodolojilerinin mimari tasarım ve yapım süreçlerinde gitgide daha önemli roller almaları. Bir robot, bir evi inşa edebiliyor artık. Daha sistematik ve güvenli bir iş ortamı sağlıyorlar. Süreci hızlandırmakla kalmayıp aynı zamanda yapay zekâ ile tasarım süreçlerinde de aktörleşebilecekleri bir gelecek bizleri bekliyor. Bu bağlamda yakın gelecekte teknolojik gelişmelerde sürecin esiri olmak yerine ‘doğa-teknoloji-insan’ arasındaki diyalogda mimarlığın ve mimarın değişen rolünde sistemi yön gösterici olarak kullanabilenlerden olunabilmesini önemsiyoruz.
Türkiye geneline hatta sınır ötesine yayılmış bir proje yelpazeniz var. Bu kadar geniş bir coğrafyada proje üretmek kusursuz işleyen bir sistem gerektirir. Bu sistemi nasıl yönetiyorsunuz?
Bugün geldiği noktada Melike Altınışık Architects (MAA), Türkiye’de İstanbul ve Güney Kore’de Seul merkezli ofisleri ile yüksek yapı tasarımlarından, müze, kütüphane gibi kültür yapılarından konut yapılarına, iç mekân tasarımlarından, enstalasyon ve ürün tasarımına ölçekler arası geniş bir yelpazede yenilikçi ve vizyoner projeler geliştirme odaklı, öncü uluslararası bir mimarlık pratiğidir. Profesyonel platformdaki çalışmalarımız arasında bir uçta CTBUH 2022 kapsamında ‘Best Tall Non-Building 2022’’ ödülüne layık görülen İstanbul’da fütüristik tasarımı ile 369m yükselen istanbul TVRadyo Kulesi ve Seul’de dünyanın ilk öncü Robot ve Yapay Zeka Müzesi ( Seul Robot and AI Museum – RAIM ) gibi ileri teknoloji ve inovasyon içerikli projelerimiz yer alırken diğer uçta ise mobilya ve ürün tasarımları gibi farklı ölçeklerde geniş bir yelpazede projeleri olan bir ofisiz.
Nasıl oluyor sorusu için hepimizin kendine sürekli hatırlatması gereken bir cümle: ‘Bilgi Gücü’ her şeyin üstündedir. Sonsuz bir iştahla araştıran, ekip çalışmasına kalpten inanan, farklı disiplinlerle entegre çalışmaktan çekinmeyen, geleceğin kompleks sorunlarını bugünden kendisine dert edinen, enerji kaynaklarını en iyi kullanan her mimar ve tasarımcının önü her zaman açıktır. Melike Altınışık Architects (MAA), gerek MAA İstanbul gerek MAA Seul ofislerinin çatısı altında dünyanın çeşitli yerlerinde farklı coğrafyalardaki farklı ölçek ve tipolojideki projelerin kimi zaman tasarımsal kimi zaman yapısal zorluklarını aşmak için sürekli sorgulayan, araştıran, inovatif ve teknolojik araçları birer aktör gibi tasarım sürecine dahil edebilen üretim pratiğinin içerisinden gelen, uluslararası kimliklerinde içinde yer aldığı dinamik bir mimari tasarım ekibi barındırmıştır. Bazı süreçlerde proje bazlı MAA ekibine dahil olan farklı disiplinlerden mühendis ve danışmanlar da olmuştur. Ekip olmak ise başka bir heyecan, tabii ekip çalışması için birlik çok önemli; birlikte olabilmek, biz olabilmek. Hep vurgularım, “biz” demeyi başarabilmek ekip olabilmenin birincil kuralıdır. Çünkü, bir işi artık tek başınıza yapmıyorsunuz, çoklu bir ortamda, birçok kişi olarak gerçekleştiriyorsunuz. O bağlamda da ekip olabilmek, o ekip ruhunu kurabilmek, bunu bir zorunluluk değil gerçekten birlikte üretmenin bir parçası haline getirmek önemli unsurlar. Her şeyin odağında ise ‘iyi’ iş üretmek var.
MALZEME SEÇİMİ, YAPILARIN UZUN ÖMÜRLÜ OLMASINI, İKLİM KOŞULLARINA DAYANIKLI OLMASINI VE YAPISAL STABİLİTEYİ SAĞLAMASINI ETKİLER.
Malzeme mimarinin önemli girdilerinden, sizin için malzeme nedir, malzeme seçim süreçleriniz nasıl işliyor. Sizin kullanmayı en çok sevdiğiniz yapı malzemeleri hangileri?
MAA için malzeme seçimi, tasarımlarımızın temel unsurlarından biridir. MAA’nın projeleri, çağdaş ve yenilikçi tasarım anlayışını yansıtan, ileri teknolojiye dayalı, sürdürülebilir ve akıllı özelliklere sahip yapılar olarak tanımlanabilir. Malzeme seçimlerinde yenilikçi ve ileri teknolojiyi yansıtan malzeme seçimi, mimariye özgünlük ve estetik değer katmanın yanı sıra işlevselliği ve performansı da etkiler ancak çevreye duyarlılığı yansıtan, doğal kaynakları verimli bir şekilde kullanan ve çevresel etkileri azaltan seçimler yapmaksa kritik bir rol oynar. Projelerimiz ileri teknolojiye dayanan yenilikçi malzemelerin kullanımıyla dikkat çeker. Örneğin, karbon fiber, fotovoltaik paneller, akıllı camlar, nanomalzemeler gibi ileri teknolojiye sahip malzemeler, yapıların enerji verimliliği, sürdürülebilirlik ve akıllı sistemlere entegrasyonu gibi özelliklerini destekler. Malzeme seçimi, yapıların uzun ömürlü olmasını, iklim koşullarına dayanıklı olmasını ve yapısal stabiliteyi sağlamasını etkiler. Örneğin, güçlendirilmiş beton, kompozit malzemeler, karbon nanotüpler gibi malzemeler, dayanıklılık ve hafiflik kombinasyonuyla MAA tasarımlarında tercih edilirler. Diğer bir yandan ise sürdürülebilir malzemeler tercih sıralamasında önde gelir. Bunlar, geri dönüştürülebilir, yenilenebilir veya düşük enerji ve su tüketimi ile üretilen malzemeler olabilir. Örneğin, geri dönüştürülmüş malzemeler, organik malzemeler veya yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilen malzemeler gibi seçenekler sürdürülebilirlik açısından önemli adımlardır. Isı yalıtımı, yüksek performanslı pencereler, güneş enerjisi toplama sistemleri ve akıllı bina teknolojileri gibi özellikler, yapıların enerji verimliliğini artırarak çevresel etkilerini azaltır. Atık ve karbon ayak izini azaltmaya yardımcı olabilir.
Geri dönüştürülebilir malzemelerin kullanımı, atık miktarını azaltırken, düşük karbon ayak izi olan malzemelerin tercih edilmesi, sera gazı emisyonlarını azaltır. Ayrıca, malzemelerin bakımı, onarımı ve yeniden kullanılabilirliği de sürdürülebilirlik açısından önemlidir. Malzemelerin dayanıklılığı ve uzun ömürlü olması, atık miktarını azaltır ve kaynakların verimli kullanılmasını sağlar. Aynı zamanda, malzemelerin geri dönüştürülebilirliği de önemlidir. Geri dönüştürülebilen malzemeler, yapıların ömrü sona erdiğinde kaynak döngüsüne geri dönerek sıfır atık hedefine katkıda bulunur. Özetle MAA tasarımlarında malzeme seçimi, ekolojik ve sürdürülebilirlik özellikleriyle uyumlu yapıların tasarımında büyük bir rol oynar ve bu şekilde gelecek nesiller için yaşanabilir bir çevrenin korunmasına katkıda bulunur.
Günümüzün çoğunu iç mekanlarda geçiriyoruz. Projelerinizde iç mekân hava kalitesini sağlamak için nelere dikkat ediyorsunuz?
İç mekân tasarımında hava kalitesi, Greenguard belgesi ve VOC sıfır ürünlerin kullanımı, sadece estetik ve konfor açısından değil, aynı zamanda sağlıklı ve sürdürülebilir iç mekânlar oluşturmak için kritik bir rol oynar. Bu tür ürünlerin tercih edilmesi, iç mekânlarda solunan havanın temizliğini sağlayarak solunum yolu rahatsızlıklarını azaltabilir ve alerjenlere maruziyeti minimize edebilir. Ayrıca, çevre dostu malzemelerin kullanımı, uzun vadeli olarak hem bireylerin sağlığını destekler hem de çevresel sürdürülebilirliği teşvik eder. Bu nedenle, tasarım ve yapım aşamalarında hava kalitesi standartlarına uyumlu ürünlerin seçilmesi sayesinde hem fiziksel hem de zihinsel sağlığımız için olumlu bir etki yaratan yaşam alanları hayat bulmaktadır.
YETKİN MİMARLIK, YETKİN MÜHENDİSLİK, YETKİN YAPIM VE YETKİN KONTROL MEKANİZMASI İLE YAPILAN BİNALAR FAY HATTI ÜSTÜNDE BİLE OLSALAR EN KAZA DÖNÜŞEREK YIKILMAZLAR. ANCAK TEKİL BİR YAPININ ‘DEPREM DİRENÇLİ YAPI’ OLARAK YAPILMASI YETERLİ DEĞİLDİR.
6 Şubat 2023 tarihinde yaşadığımız deprem felaketi ülkemizin gerçeği olan depremi bir kez daha çok acı bir şekilde bize hatırlattı. Depreme dayanıklı yapılar üretilmesinde mimarların rolü nedir?
Türkiye bir deprem ülkesidir. Kuzey Anadolu, Doğu Anadolu ve Batı Anadolu yönlerinde önemli fay hatları ile çevrilidir. Fay hatlarının bulunduğu yerler insanlık tarihi boyunca incelendiğinde yerleşim için öncelikli tercih edilen yerleşkeler olmuşlardır. Çünkü su seviyesine yakın bereketli, tarım için uygun topraklardır. Çeşitli medeniyetler bu fay hatlarına kurulmuş, büyük depremlerde yıkılmış, hatta yok olmuşlar. Tarihteki yıkıcı depremlere rağmen tekrar ve tekrar yerleşim yerleri ve kentler bu bölgelerde kurulmaya devam etmiştir. Bugün Türkiye’deki fay hatlarını ve çevrelerindeki kentleşmeleri incelediğimizde kentlerimizin %90’a yakını bu fay hatlarının üstünde ya da çeperinde konumlanmaktadır. Gelişen bilim ve mühendislik çözümleri ile bu alanlardaki yerleşimlere ‘Deprem Dirençli Kentleşme’ koşulları sağlanabildiği sürece belli ki devam da edilecektir. Yetkin mimarlık, yetkin mühendislik, yetkin yapım ve yetkin kontrol mekanizması ile yapılan binalar fay hattı üstünde bile olsalar en kaza dönüşerek yıkılmazlar. Ancak tekil bir yapının ‘Deprem Dirençli Yapı’ olarak yapılması yeterli değildir. Prof. Dr. Naci Görür’ün önerdiği gibi uzun vadeli kalıcı çözüm üretebilecek şekilde bir kenti oluşturan parametreler yönetim, halk, altyapı, yapı stoku çevre ve ekonomi deprem dirençli hale getirilmelidir. Öncelikle kent içerisinde mikro bölgeleme yapılmalı ve akabinde ‘Deprem Dirençli Kentsel Planlama’ koşullarını sağlayacak kalıcı yerleşkelerin planlama ve yapım süreçlerine gerçekleştirilmelidir. Tekrar aynı noktaya işaret emek gerekirse makro çözümler yerine mikro komüniteler, mikro ekonomiler yaratabilen, doğa, çevre, iklim gibi duyarlılıkları bilim ile merkezinde toplayan dirençli kentsel sistem tasarımlarına ihtiyacımız var.
‘Deprem Dirençli Yapı’nın tasarımdan uygulamaya bütüncül bir sistem anlayışıyla işleyen, yönetmeliklere uygun ve yetkin kişilerin kontrolünde üretilmesi gerekir. Sırasıyla mutlak yetkin şekilde yapılması gereken imar planı, zemin etüdü, mimari ve mühendislik projeleri, yapı denetim, müteahhit, şantiye sorumlusu, inşaat kontrolü ve yapının ömrü boyunca doğru bakım onarım zincirinde biri dahi yetkin ellerde değilse ‘Deprem Dirençli Yapı’ dan bahsetmek pek de mümkün değildir.
Sürdürülebilirlik, mimarlıkta giderek önem kazanan bir konu haline geliyor. Siz sürdürülebilir tasarım ilkelerini nasıl uyguluyorsunuz ve bu konudaki görüşleriniz nelerdir?
Daha detaylı bir şekilde yukarıda değindiğimiz üzere son yıllarda özellikle yaşadığımız hem bu coğrafyada hem de globalde yaşadığımız çeşitli yıkıcı doğal afetler ve salgınlar bizlere önemli bir farkındalık aşıladı. Hızla geleceğe doğru ilerliyoruz ama bu hızın içerisinde kararında bir yavaşlığa ihtiyacımız var. Bu bağlamda kentlerimizdeki gerek yoğunluğu gerek yaşam alanlarını gerek bizi nasıl bir geleceğin beklediğini tasarlama konusunda yepyeni farkındalıklar geliştirmemiz gerekiyor. Doğayı dinlemek, doğadan öğrenmek, doğanın matematiğini, içinde barındırdığı çeşitliliği sağlayan sistemsel parametreleri anlamaya çalışmak ve uygulamak tasarım süreçlerinde en büyük esin kaynağımız. Hızla değişen iklimsel çevre sorunları için arayacağımız cevaplarda bu konular çok önemli. Teknolojiyi, başta mimari olmak üzere tüm disiplinlerde, asıl doğanın ve buna bağlı olarak da insanlığın sürdürülebilirliğini sağlamaya yönelik kullanmalı.
Gelecekte insan vücutlarını, beynini, aklını yapabilecek mühendislikler geliştirilmeye başlandığı bir dünyaya doğru evrilirken elbette mimarlıklarımızda kullandığımız araçlar kadar kullanılan malzemeleri, yapım metodolojilerini kurgulanan bağlamlar çerçevesinde yeniden keşfetmeliyiz. Mimari alanda belki de şu an kullanılmayan öyle malzemeler tasarlanmalı ve üretilmeli ki doğanın kaynaklarını daha tasarruflu ve akıllı bir şekilde kullanmaya başlayabilelim. Bunun için geleceğin yaşamları tasarlanmalı ve sonrasında yapılı çevrelerde gerekli projeler geliştirilmeli. Bu sayede insanlığın sürdürülebilirliğinden, sürdürülebilir farkındalıklardan ve iyi mimarlıktan söz edebilelim..
DOĞAYI DİNLEMEK, DOĞADAN ÖĞRENMEK, DOĞANIN MATEMATİĞİNİ, İÇİNDE BARINDIRDIĞI ÇEŞİTLİLİĞİ SAĞLAYAN SİSTEMSEL PARAMETRELERİ ANLAMAYA ÇALIŞMAK VE UYGULAMAK TASARIM SÜREÇLERİNDE EN BÜYÜK ESİN KAYNAĞIMIZ.
Bir mimari proje inşa edildiği yerde kalıcı bir etki yaratıyor ve sadece bina içinde yaşayanları değil o yerde yaşayanları da yakından etkiliyor. Dolayısıyla mimar ve tasarımcıların sorumluluğu oldukça fazla. Bu konudaki düşüncelerinizi öğrenmek isteriz.
Bu konuda mimar ve tasarımcıların sorumluluk anlayışına çeşitli çevresel, sosyal, ekonomik ve kültürel bağlamlardan bakmak lazım. Mimari bir yapı kent sistemi içerisine entegre olduğunda artık orada kalıcı bir varlık edinir ve herkesin hayatına dokunan bir gerçekliği oluşur. Bu bağlamda öncelikle kentsel planlama kararlarının doğru tanımlanması önem taşır. Bulunduğu bölgenin çevre yapılar ile kentsel dokudaki uyumu, kentin karakteristik dokusunu yansıtan ve komşuları ile uyumu ön plana çıkar. Çağdaş bir yapı, toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilen kamusal alanlar ve yeşil alanlar sağlaması, kentsel bağlama katkıda bulunması kentsel yaşam kalitesini artırmak adına da önemlidir. Bina içinde yaşayanların konforunu, güvenliğini ve sağlığını sağlamak elbette önemlidir. Ancak, projenin etkilendiği bölgedeki diğer insanların da sosyal ihtiyaçlarını göz ardı etmemelidirler. Kamusal alanlar, topluluk ihtiyaçları, erişilebilirlik gibi faktörler dikkate alınarak projelerin toplumsal entegrasyonu desteklenmelidir. Ayrıca çevresel bağlamda doğal kaynakları korumak, enerji verimliliği, atık yönetimi, su tasarrufu ve sürdürülebilir malzemeler gibi faktörleri dikkate alarak çevreye dost projeler geliştirmelidirler. Böylelikle doğal ekosistemlere ve çevreye minimal zarar verilerek, bölgenin sürdürülebilirliği sağlanabilir.
Sapanca’nın Balkaya Köyü’nde yer alan çevre dostu bir mikro ev tatil köyü olan COA Hills’i tasarladınız. Bu proje hakkında kısaca bilgi alabilir miyiz?
Doğa, insanların yeniden şarj olmalarına, canlanmalarına ve THE GATE Enstalasyonu Mimari Bakış COA Hills Projesi, Sapanca, Balkaya Köyü. Proje detayları sayfa 46’da. 36 EKOYAPI • Sayı 52 çevreleriyle bağlantı kurmalarına yardımcı olur. Doğada zaman geçirmenin stresi azaltma, kan basıncını düşürme, ruh hali ve bilişsel fonksiyonları iyileştirme, bağışıklık sistemini güçlendirme gibi birçok sağlık faydası vardır. Çevre dostu mimari vizyonumuzla tasarlanan COA Hills projesi, Sapanca, Balkaya Köyü’nde yer alan doğa ile iç içe ve sağlıklı yaşamı teşvik eden 26 adet mikroev ve ortak kullanıma açık bir sosyal merkez yapısından oluşuyor. Projenin hedefi, ziyaretçilerin doğa ile bütünleşerek huzur bulabilecekleri bir yaşam ve tatil köyüne dönüşmektir. Tesis, ormanla çevrili yamaçlı bir arazide yer alıyor ve Sapanca Gölü manzarasına bakıyor. Doğa ve mimari tasarımın iş birliği içinde buluşarak, günlük yaşamın kaosundan uzaklaşmak ve doğayla bütünleşmek isteyen ziyaretçiler için adeta doğaya kaçış adresi niteliği taşıyor. Doğal güzelliklerle çevrili bu yerde, ahşap mimari ve doğal malzemelerin kullanımı ile yapılan evlerde ziyaretçiler, organik ve saf bir his uyandıran ahşap ile sarmalanmanın yanı sıra zamanın ötesinde bir konfor, gerçek bir kaçış, mutluluk ve huzurun birleştiği bir ortamı keşfedebilecekler. COA Hills, kompakt, enerji verimli ve doğal ahşap malzemelerle tasarlanmış bir mimari sunuyor. Ahşap, geleneksel yapı malzemelerine kıyasla önemli ölçüde daha düşük bir karbon ayak izine sahip, yenilenebilir, çevre dostu, yaşayan ve nefes alan bir yapı malzemesidir. Ahşap ve geri dönüştürülebilir malzemelerin kullanımı ile verimli yalıtım sağlanarak evler yazın serin, kışın sıcak kalıyor.
Mikro-ev konaklama imkânlarının yanı sıra sürdürülebilir tarım hakkında bilgi edinebilecek mini organik tarım alanı ve yerel kaynaklı malzemelerle hazırlanan lezzet dolu sağlıklı yemeklerin servis edildiği bir restoran da sosyal merkez yapısı içinde planlandı. Tesiste ayrıca, yemek yapımı, meditasyon, yoga ve sürdürülebilir çevre dostu yaşam gibi konuları kapsayan atölye çalışmaları düzenlenebilecek şekilde mekânlar organize edildi. Açık alan kullanımı için önemli bir lokasyon ise tesisin kalbi olarak da düşünülen, Sapanca Gölü ve orman manzarası ile çevrili doğal güzelliklerin tam ortasında yer alan amfi tiyatro toplanma alanı. Bu alan, misafirlerin doğa ile bağlantı kurabilecekleri, dinlenebilecekleri ve kimi zaman merkezinde yanan ateşe karşı diğer konuklarla sosyalleşebilecekleri önemli bir sosyal aktivite alanı. COA Hills’in yapım sürecinin 2024 yılının son çeyreğinde tamamlanarak kullanıma açılması planlanlanıyor.
Özellikle son dönem projeleriniz ve tasarımlarınız nelerdir? Bu konu hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz?
Son dönemde bu farkındalıkları da entegre etmeye çalıştığımız ulusal ve uluslararası çeşitli ölçekler de projelerde yer alıyoruz. Ancak bunlar arasından bizi farklı heyecanlandıran özel bir proje var. “Coğrafya ile etkin ilişki kuran mimarlık üzerinden sürdürülebilir mekânlar yaratmak” üstüne tasarladığımız Zonguldak’ta yapım aşamasında olan TPAO Yönetim Binası’nda özellikle, yapının ofis ve üst düzey toplantı mekânı olmasının yanı sıra, aynı zamanda dalgakıran eşiğinde konumlanan bir gözlem mekânı olarak işlemesi, bizce tasarımın en ayrışan noktalarından. Antik çağda Billaius olarak bilinen, Filyos Vadisi ve nehrinin Karadeniz’e döküldüğü önemli bir noktada yer alan TPAO Yönetim binasını Filyos Limanı alanı içerisinde planlanan bölgenin üst düzey yönetimine hizmet verecek ve bir yandan da dalgakıran duvarının eşiğinde bir seyir alanı oluşturacak şekilde tasarladık. Projeyi mimari tasarım yaklaşımı açısından, Filyos Limanı’nın batı kenarında kara ile denizin, geçmiş ile geleceğin, tarih ile teknolojinin birbirine karıştığı bir eşik olarak tanımlayabiliriz. Gündelik yaşamı, sosyal karşılaşmayı, mekânsal çeşitliliği içinde barındıran hem içeride hem dışarıda hem geçmişte hem gelecekte olan, zaman ve süreklilik arasındaki mekânsal bir kavuşumun temsili mevcuttaki dalgakıran duvarını 110 metre genişliğinde ve 30 metre derinliğinde yeni bir arayüz mekânına dönüştürmeyi hedefledik. 2023 yılı son çeyreğinde kullanıma açılması planlamakta. Diğer bir proje ise THE GATE interaktif enstelasyon tasarımımız. Tek bir cevabı olmayan ve hâlâ cevaplarının peşinde koştuğu bu sorularla tasarladığı “THE GATE” enstalasyonunda “şimdi” ve “gelecek” arasında interaktif mekânsal bir arayüz sunarken aslen geleceğin yaşamları için doğaya ve insanlığa bıraktığımız yaraları sarmak adına enstalasyonu deneyimleyenlere yeni bir sürdürülebilir farkındalık kapısı aralayan insan, doğa ve teknoloji birlikteliğinin temsili bir deneyim ürünümüz.