Yeşil Rapido 2. Oturum Kentsel Dönüşüm Sürecinin Kentlerdeki Yansımaları
Moderatör: Cem Haydar Bektaş
Konuşmacılar: Ekobina’dan Zümrüt Çağlayan Arslan, Altensis’ten Emre Ilıcalı, Evrenol Mimarlık’tan Mehpare Evrenol, Mental Design Works’ten Salih Çıkman
Yeşil Rapido kapsamında Ekoyapı tarafından düzenlenen konferansta öğleden sonra “Kentsel Dönüşüm Sürecinin Kentlerdeki Yansımaları” başlıklı ikinci oturum Cem Haydar Bektaş moderatörlüğünde gerçekleştirildi.”Kentsel dönüşümün mimari projelere yansıması nasıl, yaşam alanları küçülüyor mu? Süreçte yüksek/mega yapılarının rolü ve önemi nedir? Projeler doğadan her geçen gün daha fazla kopan insanlara vadediyor? Süreçte yeşil binaların rolü ve önemi nedir? Bu konuda mevzuat yeterli? sorularına yanıt arandı. 2. oturuma Evrenol Mimarlık’tan Mehpare Evrenol, Mental Design Works’ten Salih Çıkman, Altensis’ten Emre Ilıcalı katılım göstererek görüşlerini paylaştı.
Bahçeli evlerimizde otururken, üst üste katların çıktığı dikey yapılarda yaşamaya başladık. Daha az oksijenle, hayattan kopuk yaşıyoruz. Dünya nüfusu 7,5 milyara yaklaştı ve Dünya yaşanamaz bir hale geliyor.
Moderatör
Cem Haydar Bektaş:
Bu meslek dalından değilim, girişimci ve fütüristim. Fütürizm gelecek bilimi, yani fütüristler geleceği tasarlıyorlar. Fütüristler geleceği tasarlarken çok iyi bilirler ki geleceği tasarlamak tesadüfi değildir, bir uzgörü gerektirir. Size I.Dünya Savaşı’ndan bahsedeceğim. I. Dünya Savaşı’nda kaybeden ülke Almanya’ydı, kazanan ülke Japonya’ydı. Almanya’nın sömürü yaptığı ülkeleri ve Çin’in bir kısmını da Japonya’ya verdiler. 1933’te Adolf Hitler Almanya’da seçimi kazanmıştı. Hepinizin bildiği 1929 ekonomik buhranını Almanya 1930 yılında yaşadı. 1933’te başa gelen Hitler’in ilk hamlesi ekonomik kalkınmayı sağlamak oldu, sonrasında ise askeri yatırım yaptı. Önce Avusturya’yı ele geçirdi, sonra Polonya’ya saldırdı. II. Dünya Savaşı döneminde ise Adolf Hitler intihar ederek yaşamına son verdi. Yaşamı boyunca milyonlarca insanı katletti. Japonya ise bu süreçte Almanların yanında yer aldı. 1945 yılında ABD Hiroşima’ya ilk atom bombası attı, 3 gün sonra da ikinci atom bombasını attı. Bu saldırıların ardından Japonya teslim oldu. Buraya kadar hepinizin bildiği tarihsel hikaye. Almanlar bu dönemde geleceği tasarlamak zorunda olduklarını fark ettiler. Biz Türkiye’de maalesef başkalarının tasarladığı gelecekte yer bulmaya çalışıyoruz. 8. yüzyılda buhar makinesinin bulunmasıyla başlayan sanayileşme sürecinde günümüzde 4. sanayi devrimi konuşuluyor. Mikro robotlardan, interneti olan nesnelerden bahsediliyor. Biz buna hazır mıyız? Bilmiyorum.
Bahçeli evlerimizde otururken, üst üste katların çıktığı dikey yapılarda yaşamaya başladık. Daha az oksijenle, hayattan kopuk yaşıyoruz. Dünya nüfusu 7,5 milyara yaklaştı ve Dünya yaşanamaz bir hale geliyor. Bunun sorumlusu mimarlar mı?
Geçen gün okuduğum bir habere göre, Danimarkalı mimarlar Hollanda’da elektriğini kendi üreten, atıkların geri dönüştürüldüğü, suyu kendisi temizleyen bir köy tasarlamışlar. Başarılı olursa Almanya’da da uygulanacak. Fütürizm önemli. Kentsel dönüşüm de Türkiye’de önemli gündem maddelerinden biri. Konuşmacılarımızla serbest kürsü yapalım diye kararlaştırdık. İlk sözü mimar Mehpare Evrenol’ veriyorum.
Mehpare Evrenol
“Devlet gecekondunun, şehre göçün önünü açtı. Bugün kentsel dönüşüm diye geldiğimiz noktada kentsel dönüşüm yapmıyoruz, bina dönüştürüyoruz.”
Çok uzun yıllardır mimarlık yapıyorum ve Türkiye’nin de geçmişini çok iyi biliyorum. Bu ülkenin canını okuyanlar mimarlar değil yönetimler ve alınan kararlardır. Bahçeli evlerde oturulduğu dönemde şehrin nüfusu 800 bin civarındaydı, şimdi 17 milyon nüfus var. Arsalar ve yollar açmak çok pahalılaştığından dikey binalar yapmak durumunda kaldık. Mimarlar elinden geleni yapmayaçalıştı. 1980’lerin sonuna kadar burada yapılan binaların yüzde 80’i kaçak binalardı. Geri kalanında da mühendislerin imzası var. 1970’lerde mimarlık mesleği bilinmiyordu. Yerleşim alanlarını asıl bozan master plan olmayışıdır. Arsaların pahalı oluşu, tarihi dokuyu, kentin yapısını koruyamama sonucunda bu hale geldik. Devlet gecekondunun, şehre göçün önünü açtı. Bugün kentsel dönüşüm diye geldiğimiz noktada kentsel dönüşüm yapmıyoruz, bina dönüştürüyoruz. Hiroşima, La Defense gibi dünyadan örneklerde önce plan yapılmış, yollar açılmıştır. İnsanlar da alışveriş, ticaret, iş hayatı gibi olması gereken fonksiyonlarla güzel bir şekilde donanmışlar. Biz ise bulduğumuz her yere inşaat yapıp, sırayla kaçak kat çıktık. İki katlı ahşap Karadeniz evleri 4-5 katlı apartmanlara dönüştü. Göçer milletin çocukları hala yerleşik düzene geçemedik.
Cem Haydar Bektaş
“Bizim kentte dönüştüremediğimiz alanlar büyük arsalar halinde dönüştürülerek üzerinde meydanlar, yaşam alanları kuruluyor. Bunun sonucu olarak kentlerde hücreler oluşuyor.”
İstanbul’da siteler oluşmaya başladı. Artık evimizi tarif ederken önce site ismini, sonra blok numarasını sonra da kat numarasını söylüyoruz. Karaktersiz bir yapılaşma oluştu. Sizce bu doğru mu? Genç bir mimar olan Salih Çıkman’dan yanıt alabilir miyiz?
Salih Çıkman
Doğma büyüme Erzurumluyum ve mahalle kültüründe yetiştim. Sitelerin kent yaşantısına etkisi, kültürel doygunluğumuzdaki yerine baktığımızda maalesef site kurgusunun kaçınılmaz bir gerçek olduğunu görüyoruz. Sosyal yaşantı dokusunun olduğu kendi içerisinde kabuğu olan yaşam alanları. Her proje kendi zırhlarına çekilmiş şekilde örülüyor. Bizim kentte dönüştüremediğimiz alanlar büyük arsalar halinde dönüştürülerek üzerinde meydanlar, yaşam alanları kuruluyor. Bunun sonucu olarak kentlerde hücreler oluşuyor. Bu hücrelerde kentsel bir doku ya da mimari bir karakter göremiyoruz. Tamamen yalnızlaşmış, kendi içerisinde bir konsept anlayışıyla üretilmiş yerler olarak karşımıza çıkıyor. Bize ait olmayan bir yapı kültürünü üretmek durumunda kalıyoruz. Güvenlik ve kontrol gerekçesiyle kendimizi bu sitelere konuşlandırıyoruz. Bu döngüde mevzuatlar, yapılar, yönetimsel kararlar ve bu planlamalarda rantsal kavga içinde bulunan firmalar ve bu firmaların çizdiği sınırlar ve bu sınırlar içinde yaşayan mimarlar bulunuyor.
Cem Haydar Bektaş
Projeleri çizen mimarlar olduğundan hedef tahtasında genelde mimarlar oluyor. 27 yıllık bir şirketimiz var, İstanbul’a yabancı misafirim geleceğinde gece uçaktan inmesine dikkat ediyorum çünkü İstanbul’u çok övünerek anlatıyorum. Akşamları İstanbul güzel gözüküyor. Bir diğer sorum ise Ümraniye-Çekmeköy’de siteler var ve bu sitelerin yanında gecekondular var. Oldukça tezat bir durum. Kentsel dönüşümün çıkış noktası deprem tehlikesiydi. Esenler’e bakığımız zaman kentsel dönüşümün o bölgeden başlaması gerekiyordu ancak orada rant olmadığından Kadıköy’den başladılar. Bu konuda Emre Ilıcalı’nın görüşlerini alabilir miyim?
Emre Ilıcalı
“Sürdürülebilirlik konusunun daha çok makro ölçeğe taşınması gerekiyor. Bunun en büyük katalizörü kentsel dönüşüm sürecinin ada bazında yönetilmesi. Kentsel dönüşüm beyaz bir sayfa açmak için çok iyi bir fırsat olabilirdi ancak şuana kadar çok yavaş ilerledi; makro ölçekte planlara önem verilmediğinden sorunlarla karşılaşıldı.”
Yeşil binalar, yeşil malzeme gibi konularda mühendislik hizmeti veriyoruz. Kentsel dönüşümle ilgili panellere katılıyorum. Kentsel dönüşüm sürecinin başlangıç noktasının deprem iken, benim bu panellerde en az duyduğum kelimelerden biri deprem. Türkiye’nin kentsel dönüşümü bazı ülkelere benzese de pek çoğuna benzemiyor. Türkiye’nin kentsel dönüşümü deprem tehlikesi ile kısıtlanmış bir dönüşüm. Süre rahatlığı yok. Mimar Mehpare Evrenol’un da belirttiği gibi özellikle şehircilik anlayışının olmayışı İstanbul başta olmak üzere özellikle büyük kentlerde bizi bu noktaya getirdi. Yeşil bir binada yaşıyor olabilirsiniz ama siz binadan çıktığınız anda herhangi bir yere gitmeye çalıştığınızda karşılaştığınız görüntü sizin binanızın faydasını çok aza indirgemiş oluyor. Dolayısıyla sürdürülebilirlik konusunun daha çok makro ölçeğe taşınması gerekiyor. Bunun en büyük katalizörü kentsel dönüşüm sürecinin ada bazında yönetilmesi. Kentsel dönüşüm beyaz bir sayfa açmak için çok iyi bir fırsat olabilirdi ancak şuana kadar çok yavaş ilerledi; makro ölçekte planlara önem verilmediğinden sorunlarla karşılaşıldı. Her an deprem olabilir ve 7 milyona yakın risk taşıyan yapı stoğu bulunuyor. Eski sorunların üzerine yeni yapılaşma yapılması depremde hasar riskini bir nebze azaltsa dahi öte yandan yaşam kalitesini, verimi konusunda yine sorunlara neden olacaktır. Şehirler bina veya parklarla değil yaşam kalitesi yüksek insanlarla güzelleşiyor. Kentsel dönüşümün yeşil dönüşüm olması gerekiyor. Sürdürülebilir binalar ölçeğinde planlanarak sürece adapte edilmesi gerekiyor. Kamu kurumları bu yönde adımlar atmaya başladı. Bu bir opsiyon değil standart haline gelmeli. Depremden sonraki en önemli konu şehirlerdeki yaşam kalitesi. Yaşam kalitesini yükseltecek bir dönüşüm planlanmalı. Sitelerin yakınındaki gecekondu örneğinde de hem deprem riski açısından homojen olmayan bir dağılım söz konusu hem de yaşam kalitesi açısından uçurum bulunuyor. Enerji, su ve kaynak verimliliği, yeşil alan kullanımını esas olan bir dönüşümle sağlanan tasarrufla ekonomiye yıllık 3-4 milyar dolar katkı sağlıyor.
Cem Haydar Bektaş
Dünyadaki projelerden örnekler verebilir misiniz? Varsa başarı yüzdesi nedir? Türkiye’deki projelerle kıyasladığımızda nasıl bir tablo ortaya çıkıyor?
Mehpare Evrenol
Kozmopolit şehirlerde güvenlik açısından güvenlikli siteler barınmanın bir ayağını oluşturuyor. Çok yüksek standarttaki Akasya Projesini biz tasarladık. Bu projeyi yeşil bir projeye evirmek için çok çaba harcadık. İleri yıllarda sürdürülebilir bir yapı olması artı değer olarak geri dönecek. Buradaki katılımcılara sormak istiyorum. 400 bin değerinde bir ev alacakken, 460 bin liraya yeşil bina sertifikalı bir eviniz olacak dediğimizde kaç kişi kabul eder? Genellikle hayır diyecekler. Türkiye’yi bırakın Avrupa’yı Çin’le kıyaslayamıyoruz. Son kullanıcı düşük maliyeti tercih ediyor, yatırımcı bunu yapıyor ve biz mimarlar da bu projeleri tasarlıyoruz. İdari birimler de bunun önünü açıyor.
Salih Çıkman
Süreçte etkin rol oynayacak şehir planlamacılar, danışmanlar, mimarlar gibi aktörler kentsel dönüşümde yeni yeni devreye giriyor. Benim korkum 30-40 yıl sonra yeniden kentsel dönüşüm gerektirecek projeler yapılmasıdır. Bu konuda ülke olarak çok dikkatli olmamız lazım. Sizlerin de belirttiği gibi Avrupa’da ve dünyadaki projeleri çok iyi etüt etmek gerekiyor. Bu projeleri refere edebilecek uzman kişilerle çalışmak gerekiyor. Mimarın yanı sıra bilinçli destek veren yatırımcı, stratejik plan hazırlayacak bir ekip ve idari birimlerle birlikte projeyi gerçekleştirmek oldukça önemli. Daha fazla maliyet olduğunda son kullanıcı ne kadar talep gösterir? Burada biz sınıfta kalıyoruz. Son kullanıcının da bilinçli istekleri olmalı. Temel konu bence dönüşümle ilgili esaslarda dikkatli olmamız gerektiğidir. İyi bir donanımla üretim gerçekleştirmemiz gerekiyor. Dünyanın temel sorunlarına karşılık sürdürülebilirlik çok büyük önem taşıyor. Sürdürülebilir bir çevre ile dönüşümü özdeşleştirmemiz şart. Tüm bu unsurları üst üste koyduğumuz takdirde Türkiye için bir sıçrama noktası olacaktır. Biz mimarlar olarak şehir plancılardan aldığımız çevre planını ne yazık ki yönetimsel problemlerden dolayı tasarlayamıyoruz. Bize tanınan çizgiler içinde yapmak istediğimiz binaları gerçekleştiremiyoruz. Biz yine de çevremizdeki inşaat firmalarını eğiterek, yaşantımızda mekanın ne kadar etkileyici bir unsur olduğunu anlatarak projelere imza atmalıyız.
Emre Ilıcalı
Yeşil bina maliyeti yüksektir algısı maalesef var. Ek maliyetler gerçekten ciddi boyutlarda değil. Zaten yenilenen standartlar, yeni tasarım yöntemleri projelerde uygulandığında otomatik olarak maliyet bu seviyeye ulaşıyor. Yatırımcılar da yeşil bina yaparak maliyetli bir proje yaptık algısı oluşturuyor. İşin arka yüzü tam olarak öyle değil. Bazı konuların standart haline gelmesi ek maliyet olarak görülmemesi gerekiyor.
Zümrüt Çağlayan Arslan
Sürdürülebilirliğin sağlık ve sosyal boyutunun mevzuatta daha sıkı bir şekilde yer alması ve denetlenmesi gerekiyor. Bence insanların yaşadıkları mekanlarla ilgili olan en önemli şey doğayla olan bağlantısı çünkü doğayla ne kadar iç içe olursak insan olarak o kadar değerli hissediyoruz. Bu farkındalığımız arttığında depremde hasar görme riski yüksek bir evde yaşamamak için daha çok çaba gösteririz. İnsanlar doğadan koptukça mutsuz oluyor. Enerji verimliliğiyle ilgili çok fazla çalışma yapıyoruz ama yapıları doğayla buluşturmakla ilgili çok fazla özen göstermiyoruz. Tek başına biyoçeşitliliği artırmak yeterli değil, doğanın insan üzerindeki etkisi düşünülerek projeler tasarlanmalı.