Akustik Konfor

Gürültü kontrolü çok kapsamlı bir konu. Kent ölçeğinden başlayacak olursak karşı karşıya kaldığımız tehditler ve çözümleri konusunda neler söylemek istersiniz?

Bir bilim dalı olarak akustik konusunu ele alırken elbette birçok nokta göz önüne alınmalı. Ancak sorunuzdan yola çıkarak kent ölçeğinde baktığınız zaman yollar, havalimanları, limanlar, tren istasyonları, endüstriyel alanlar dikkatli değerlendirilmeli. Çünkü kent ölçeğinde değerlendirildiğinde en büyük sorunları ulaşım sistemleri ortaya çıkartıyor. Aşırı olmayan ancak belirli bir düzeyin de üzerindeki seslere uzun süreli maruz kalmadığımız durumda dolaylı olarak sağlık problemleri yaşanabiliyor. En hafifinden işitme kaybı yaşanıyor ve özellikle ileri yaşlarda yaşam kalitesi olumsuz etkileniyor. Planlama yapılması, gürültünün kaynağında azaltılması –ki örneğin elektrikli araçlar bu açıdan gelecekte çok faydalı olacak-, gürültüye maruziyetin azaltılması, en azından maruziyet yaratacak durumları engellenmeye çalışılması önemli. Ancak ülkemizde de bildiğiniz gibi otoyol bariyerinin hemen arkasına hastane, konut, otel, eğitim binaları yapılabiliyor.


Gürültü kirliliği haritaları sanırım bu noktada önem kazanmaya başlıyor?

Gürültü kirliliği haritaları aslında çok önemli ve bir o kadar da büyük bir iş. Türkiye’de 2019 yılına kadar çeşitli düzeylerde yapılması gereken stratejik gürültü haritası çalışmaları var. Bu çalışmalar bakanlık koordinasyonunda yürütülecek ancak şu süreçte biraz yavaş ilerlediğimizi söyleyebiliriz. Gürültü haritalarında en çok sorunlu alanlar olarak karşımıza ulaşım sistemleri çıkıyor. Ancak eklemek isterim ki gürültü haritalarının ortaya çıkarılması aslında bir bakıma da sorunun teşhisi, boyutlarının görülmesi açısından başlangıç adımıdır. Bu çalışmaların sonuçlarına göre eylem planlarının, master planların oluşturulması ve en önemlisi bunların uygulamaya geçirilerek gürültü maruziyet düzeylerinin tedrici olarak azaltılması nihai hedeftir.

Örneğin Mecidiyeköy’de neler yapılabilir?

Mecidiyeköy’ün merkezini düşünürseniz, viyadüğün üzerindeki çevreyolunun ve altındaki araç trafiğinin, toplu taşıma araçlarının gürültü kaynağı olduğunu; yayalar gibi binaların da kaynaklara çok yakın olması sebebi ile ciddi bir gürültüye maruz kalındığını değerlendirebiliriz. Spesifik olarak bir çözüm önerisi vermek zor ancak buradaki temel konu trafik akışını azaltmak. Tabii bu denli büyük ve önemli bir ana arter üzerinde bunu sağlamak pek de mümkün değil. Ama çözüme yönelik düşünmeye başlamak gerekli. İstanbul gibi metropol olan örneğin Londra veya Paris’te de benzer sorunlar var, ki bu şehirlerin çok ciddi metro altyapıları olmasına rağmen yine de gürültü önemli bir sorun. Bunun en belirgin çözümü, o yoğunluğun içine eğer mümkünse arabaların girmesini engellemek ki Londra’da da yapılmaya çalışılan uygulama bu. Paris’te de yoğun akışı periferik diye adlandırdıkları merkezi içine alan bir dairesel karayolu sistemine aktarılmaya çalışılmış ve bu sistem üzerinde çok ciddi gürültü bariyeri uygulamaları var. Araç içerisinde yol alırken, sözünü ettiğim yüksek bariyer sistemleri nedeniyle arksındaki binaları neredeyse göremiyorsunuz.

Mecidiyeköy örneğinden gidersek, o bölgedeki araç trafiğini komple kaldıralım demek pek mümkün değil. Ancak gürültüyü azaltabilecek yöntemler var. Mesela yol kenarı bariyerleri yapılabilir, Avrupa’nın bazı bölgelerinde sadece gürültüyü azaltmak için ‘yalancı’ tüneller yapılıyor. Akustik olarak çok tercih etmesek de bu sistemler cam veya türevi saydam malzemelerle şeffaf da yapılabiliyor. Tercih etmememizin sebebi saydam malzemelerin yansıtıcı olmaları nedeniyle tünel ya da bariyerlerin içerisinde kalan alanda gürültü düzeyin artırması.

Ancak teknik bazı önlemler olmakla birlikte tabii tüm bu uygulamalarda kurumların inisiyatif ortaya koyması, yurttaşların da süreçlere destek olması çok önemli. Gürültüden rahatsız oluyorsak bizler de gürültü kaynağı olmaktan kaçınmalıyız. Mesela Türkiye’de kornanın çalınma şekilleri bile bir anlam ifade ediyor.

Geçtiğimiz günlerde ulusal medyada konuşulan bir konu vardı; turistik bir bölgede eğlence merkezlerinden gelen gürültüye karşılık yüksek sesle İstiklal Marşı çalınarak protesto edilmişti. Böyle bir durumun oluşmasının sebebi o vatandaşın muhatap bulamaması mı, denetlemelerin yetersizliği mi?

Kanımca her iki tarafın da yaptığı şey doğru değil. Ancak İstiklal Marşı’nı yüksek sesle yayınlayan kişi, konutuna yakın durumda olan eğlence merkezinin yarattığı çevresel gürültü ile ilgili sonuç alamadığı için kendi imkanlarıyla buna bir savaş açma durumu geliştirmiş. Ancak yönetmelikler bu konularda çok açık ve net. İnsanlar açık havada eğlenmek istiyor ancak bunun için belirlenen ses düzeyi kısıtlamaları ve bildiğim kadarıyla saat kısıtlaması var. Bu kısıtlamalar aşılınca ceza uygulanıyor. Hatta eskiden yönetmeliğin gündeme gelen ve uygulanmaya çalışılan yegane bölümünün eğlence merkezleriyle ilgili bölümü olduğunu söyleyebilirim. Açık yerlerde eğlence yapmanın belli kuralları var. Yönetmeliğimiz bu konuda üç sınıf belirliyor; az hassas, hassas ve çok hassas kullanımlar. Mesela hastaneler, yurtlar gibi yerler çok hassas; oteller, konutlar ve benzeri yerler hassas; endüstriyel tesisler, depolar gibi yerler de az hassas kategorisinde sayılıyor.

Bu kapsamda çok hassas olarak belirlenen yerlerin çevresindeki 250 metre çapında bir yerinde hiçbir şekilde gürültü yapılamaz. Eğer hastanenin yanında bir gece kulübü varsa kesinlikle kapalı olması gerekiyor ve orada yapılan yayın hastanenin mevcut geri plan gürültüsünü artırmasına izin verilmiyor. Geri plan gürültüsünden kasıt da şu; bir eğlence mekanına yakın oturduğumuzu varsayalım. Evde de konuşmadığımız, televizyonun kapalı olduğu, sakin bir anı varsayalım. Bu durumda bulunduğumuz alanın içerisinde dahili ve harici çevreden gelen sesler tarafından oluşturulan bir fon gürültüsü vardır. Bitişik nizamdaki eğlence merkezi veya benzeri yüksek sesin üretildiği bir alanın mevcut geri plan gürültüsünü hiçbir şekilde artırmasına müsaade edilmiyor. O eğlence mekanının öyle bir yalıtım yapması gerekiyor ki evde fon gürültüsüne hiçbir etkisi olmaması gerekiyor. Eğer mekan bitişik değil de ayrıksa o durumda fon gürültüsü değerinin en fazla 5 desibel üstüne çıkabilir. Ancak bu da tek kriter değil. Yönetmeliğimiz çeşitli fonksiyonlara göre mahal içlerinde izin verilen en yüksek gürültü düzeylerini de ayrıca tarif ediyor. Tüm bunların eşzamanlı olarak değerlendirilmesi gerekiyor.

Örnek vermeye çalışırsak, bir konutun yatak odası içerisinde pencereler kapalı durumda izin verilen en yüksek değer 35dBA olarak tayin edilmiştir. Diyelim ki, konutun yatak odasında belirli bir zaman aralığında ölçülen gürültü 33dBA olsun ve bu da kriteri sağlamış olsun. Yakın çevredeki bir gürültü kaynağı tesis aktif hale geldiğinde aynı noktadaki gürültü düzeyi sadece +4dBA artsın. Bu durumda az önce bahsettiğimiz ilk kriter olan artışın 5dBA sağladığını söyleyebiliriz, ancak fon gürültüsü 33 dBA’den 37dBA’ya çıktığı için diğer kriter ihlal edilmiş olur. Ancak tek sorun eğlence alanları da değil. Dış ortamlarda bulunan soğutma ekipmanları, kompresörler, fanlar, trafolar komşu binalara veya ortamlara, binaların içlerinde bulunan makine daireleri, pompa istasyonları, asansör makineleri, ısıtma kazanları gibi sistemler ise bina içerisinde gürültü ve titreşim kaynaklarıdır. Diğer birçok küçük veya büyük ölçekli sorunların engellenmesi için olduğu gibi şehir yaşamında sıkıntı yaşadığımız bu konulara yönelik olarak da yönetmeliğimizde maddeler bulunmaktadır.

Çevresel gürültü sorunlarıyla karşılaştığımızda başvuracağımız yerler öncelikle İl Çevre Müdürlükleri, belediyelerin çevre müdürlükleri ve merkezden uzak noktalarda da Jandarma teşkilatı olmalıdır.

Peki, bu eğlence mekanlarında ses engellemek adına neler yapılabiliyor?

Kapalı alanlarda birçok uygulama yapılıp, kesin sonuç alınabilir. Ancak açık mekanlarda yapılabilecekler kısıtlı. Ses fiziği açısından bu böyle. Kabaca sesi havadan ilerleyen basınç dalgalanmaları, titreşimler gibi tarif edersek, ses havada bir engel görene veya kilometre ölçeğindeki mesafelerde atmosferik olarak soğuruluncaya kadar ilerler diyebiliriz. Kısaca hava iletimi varsa ses iletimi de vardır. Bu itibarla açık alanlarda yapılan ses yayınlarını hava iletimini kesmeden tam olarak yalıtmak mümkün değildir. Ancak yine de bazı zayıflatıcı teknikler mevcut. Açık eğlence alanlarında ses yayınının yapılacağı bölge sınırlandırılabilir. Yönlendirilmiş ses sistemleri kullanılabilir. Belirlenen bir bölgede örneğin dans pisti alanında etkili olacak ses sistemleri uygulanabilir. Ya da dağınık bir hoparlör sistemi döşenerek daha az güçle ama daha çok alana yayılan bir düzenleme uygulanabilir. Çok yüksek ses düzeyine çıkılan geniş katılımlı açık hava konserleri için ise şehir merkezinin dışı tercih edilmelidir.

Yapı ölçeğinde çalışmalarınızdan söz eder misiniz?

Garanti Bankası’nın Pendik’te projelendirmekte olduğu bir Teknoloji Kampüsü var. Bizler de bu proje için yaklaşık 6 aydır çeşitli aşama ve derinlikte çalışmalar yürütüyoruz. Özetlersek, akustik tasarım, projelendirme, çevresel gürültü ölçümü ve modelleme yapıyoruz. Bu ölçümler özellikle bina kabuğunun tasarımı için gerçekleştiriliyor. Yeşil bina sertifikası adaylığı bulunan binanın topografyasını, ulaşım sistemlerini ve dikkate değer diğer gürültü kaynaklarını göz önünde bulundurarak, çevresel gürültü modeli oluşturuyoruz. Sahanın etrafında, çok çeşitli noktalarda ve günün değişik zamanlarında ölçümler alıyoruz. Bunun sonucunda oluşturduğumuz akustik modeli kalibre ediyor; binanın, yani cephenin maruz kalacağı gürültü düzeyini belirliyoruz. Oluşturulan akustik model binanın genel mimari kütlesini veya vaziyet planına ilişkin tasarımını etkilemese de, bu çalışmanın sonuçları, binanın cephesinde kullanılacak malzemenin yalıtım performansına ve genel olarak cephe sistemi seçimine etki edecek. Yani binanın içindeki konforu sağlamak için cephe sisteminin sahip olması gereken gürültü azaltım kapasitesini, şartname olarak ortaya koyuyoruz.
Buna ek olarak dış ortamla ilişkili olarak ilgilendiğimiz binanın kendi mekanik sistemlerinin hem çevresine hem de kendisine gürültü kaynağı haline dönüşmemesi için gerekli önemleri planlıyor, kriterleri oluşturuyoruz. Binanın içerisine girdiğimizde ise mahallere atanabilecek fonksiyonların çoğuna göre akustik planlama, projelendirme, detaylandırma, malzeme tercihlerini oluşturma konularında etkin oluyoruz. Mekanik dairelerden, atriumlara, konferans salonundan, video konferans odasına, açık ofis ve çağrı merkezlerinden, üst yönetim odalarına kadar neredeyse tüm mahallerle ilgileniyoruz. Bu fonksiyonlar için yerel yönetmelik ve düzenlemeler; sürdürülebilirlikle ilgili takip edilen bir kural dizgesi varsa buradan gelen kriterler, bunlara ek olarak gelişmiş ülkelerin konuyla ilgili yönetmelik ve normları ve son olarak da literatür ve tecrübemize dayanarak hedef akustik kriter tabloları oluşturuyoruz. Sonraki aşamada ise bu hedeflere göre planlama ve detaylandırma yaparak döşeme, duvar, tavan, bölme sistemlerinin detaylarına, iç mimari malzeme tercihlerine, akustik açıdan önem arz eden bazı mahallerde de mimari form tercihlerine girdiler sağlıyoruz. Proje ekiplerinin bu bilgiler ışığında uygulama projelerini oluşturmalarına, ihale dokümantasyonunu hazırlamalarına destek oluyoruz.

Akustiğin yanında titreşim de aslında binanın tasarım aşamasında devreye giriyor sanırım. Yer altı otoparkı, etrafta bulunan metro hatları vs…

Demir yolları, tramvay gibi raylı sistemler özellikle titreşim üreten sistemlerdir. Metro sistemlerinde projede dahil edilen önlemler sayesinde çalışırken çok değil belki ama özellikle inşaatı sırasında gerçekleştirilen kazılar ciddi sıkıntılar oluşabiliyor. Ancak her yapı için de çok hassas olunması söz konusu değil. Mesela bir kültür binası yapımı sırasında çok daha hassas durulan bir konu. Çünkü bu binanın içinde konferans, tiyatro, opera ve benzeri sahneler olacak, mekanların ciddi şekilde yalıtılarak geri plan gürültülerinin düşük olması sağlanacaktır.

Binaların içerisine girdiğimizde de daha önce bahsedildiği üzere mekanik daireler, pompa istasyonları, asansör makineleri, mekanik şaftlar gibi sistemlerin titreşim yalıtımı penceresinden değerlendirilip, daha proje aşamasında önlemlerin planlanması gerekiyor. İş tamamlandıktan sonra ortaya çıkan ve birçok zamanda önceden öngörülebilecek problemlerin çözümü zahmetli oluyor ve bazen de gerçekleştirilen uygulama yeterince etkin olmuyor.

Titreşim ölçümleri ile ilgili örnek verebileceğiniz bir projeniz var mı?

Polimeks İnşaat için yaptığımız bir projede binanın üzerinde bir dönme dolap vardı. Bu sistemin yaratacağı titreşim ile ilgili bir proje çalışmamız oldu. Bu yapı Türkmenistan’da gerçekleşmiş bir proje. Çok yavaş dönen, yaklaşık 40m yüksekliğinde yoğun çelikten oluşan bir sistem ve hiç durmuyor. Sistem çok yavaş döndüğü için en alt noktaya geldiğinde yolcular kabinlere binip inebiliyorlar. Yapı ölçeğinde yavaş dönen sistemler daha büyük bir sıkıntı oluşturuyor. Binanın doğal frekansıyla çakışma ihtimali ortaya çıkabiliyor. Statik proje müellifleriyle çalışarak bu tip sorunlara çözüm bulmaya çalışıyoruz. Bu proje dışında özellikle Maslak bölgesinde bir ofis binasının çatısına yapılan helikopter pisti için proje geliştirdik. Ayrıca endüstriyel tesislerde titreşim konularına eğilmek gerekiyor.
Yönetmeliğimizde titreşim ile ilgili özellikle jeneratörler, pompa istasyonları gibi noktalarda titreşim kontrolü üzerinde duruluyor. Özellikle şantiyelerde kazık çakılması sırasında yaratılan titreşimin, genel olarak şantiye çalışmalarından çevreye yayılan gürültünün bile kontrol edilmesi gerekiyor. Ancak genel olarak bu konuların ne kadar kontrol edildiği, vatandaşların bu konuda ne kadar bilgili olduğu ve nereye şikayet edebileceği konusundaki bilinci pek belli değil. Ancak iyi örneklerle de karşılaşıyoruz. Geçtiğimiz günlerde Mecidiyeköy’de büyük bir inşaat alanına davet edildik. Şantiyenin uzun sürecek olması itibariyle çevreye yayılacak gürültünün azaltılması için şantiyenin sınırında yaklaşık yedi metre yüksekliğe çıkan bir gürültü engeli yapmak istediklerini belirttiler. Bu da civarda bulunan konutların gürültüden daha az etkilenmesi, şantiyenin de daha geç saatlere kadar çalışabilmesini sağlayacak bir durum aslında.

Akustik ölçümler konusuna gösterilen ilgi eskiye oranla artmış görünüyor. Bu artışta biraz da yurt dışından gelen taleplerin etkili olduğunu söylemek mümkün mü?

Son dönemde akustik ölçümlere, akustik önlemlere, akustik projelendirmeye karşı ilginin arttığı bir gerçek. Eskiden de kurallar, ölçüm standartları vardı ve yapılıyordu. Ancak bu denli önemsenen bir noktada değildi. Sanırım bir miktar refah ve gelişmişlik düzeyiyle de ilgili bir konu.
Sektörümüzle ilgili yabancı menşeli kurumlar, firmalar ve buna ek olarak özellikle yurt dışında hizmet veren ve başarılı işler üreten yerli kuruluşlar, Türkiye’ye geldiklerinde orada görmüş oldukları uygulamaları buraya da taşımaya çalışıyor. Tabii ki sektörün içinde değişik noktalarda olan oyuncular var ve pozisyonlarına göre çeşitli çağrılar gelebiliyor. Mevzuatın belirlediği düzeyin de üzerine çıkmak isteyen, talep edenler de oluyor. Bu da gelişimin yaşanması ve genel kalitenin artması anlamında olumlu. Özetlersek proje, uygulama ve malzeme üretimi gibi safhalarda akustik konusu bir şekilde gündeme geliyor, bu da bizim açımızdan mutluluk verici.

Mevzuat hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Konuyla ilgili mevzuat çalışmaları aslında çok da yeni değil. 1984’te yayınlanan bir yönetmelik o günün şartları içerisinde oluşturulmuş, sınırlı bir yönetmelikti. Uzun süre bu referansla devam edildi ancak 2000li yıllara gelindiğinde farklı bir farkındalık oluştu diyebiliriz. 2002 – 2003 yılından itibaren yönetmeliğin tamamen yeniden oluşturulmasına yönelik toplantılar, çalıştaylar ve akabinde mevzuat çalışmaları başlamıştı. O zamanki adıyla Çevre ve Orman Bakanlığımız çalışmalar yürütüp yurtiçindeki akademisyenler ve özelikle yurt dışından davet edilen uzmanlarla çalışmalar, bilgilendirme toplantıları, çalıştaylar gerçekleştirmeye başladı. Sonrasında Avrupa’daki çeşitli mevzuatlar incelenmeye ve Türkiye’ye adapte edilebilirliği araştırılmaya başladı. 2005 yılında yeni mevzuatın ilk versiyonu çıktı. Avrupa Birliği uyumlaştırma çalışmaları kapsamında üzerinde çalışılarak geliştirildi. Sonrasında çeşitli yıllarda bu mevzuat ihtiyaçlara göre 2008, 2010 ve 2011 yıllarında revize edildi. Böylece yetersiz olarak tanımlayabileceğimiz eski mevzuatımız yerine temelini Avrupa Birliği Gürültü Direktifi (2002/49/EC)’ni alan güncel ISO standartlarına atıfta bulunan yeni bir mevzuat kazandırılmış oldu. Ancak belirtmeliyim ki, hala mevcutta ek olacak yeni mevzuatlara, yapı akustiği bağlamında en düşük yalıtım düzeylerini belirten kriterlere ihtiyacımız da bulunmaktadır. Buna yönelik çalışmalar da çeşitli düzeylerde yapılmaktadır.

Yetersizdi derken gerçekçi olmadığı anlamını mı çıkartmak gerekiyor? Türkiye’deki ortamın koşullarını karşılamaya yetmiyor muydu yoksa çok idealist mi kalıyordu?

Eski mevzuat yetersizdi derken aslında ortaya konan hedef değerlerde eksiklik ve yanlışlıklar vardı diyebiliriz. En önemlisi de uygulanabilir değildi. Bunu tabii çok eski olan, Türkiye’de ilk çıkan yönetmelik için söylüyorum. Zaten o dönemlerde konuya olan ilginin sınırlı olduğunu da ekleyebiliriz. Sonrasında bahsetmiş olduğumuz süreç uyarınca 2002 yılında başlayan çalışmalarla birlikte mevzuat belli bir dolgunluğa erişti, ihtiyaçlara göre geliştirildi. Ancak bu uygulamaları kimlerin ve nasıl kontrol ettiği konusunda sıkıntılar var. Günümüzde, projelerin mevzuata olan uygunluğu genellikle şikâyet sonrası ortaya çıkıyor, takip ediliyor. Mevzuata uygun yapılmamışsa bir şekilde ceza uygulanıyor. Bazı yapı veya tesis tiplerinin çalışma belgesi alabilmesi için akustik rapor sunmaları gerekiyor. Ancak örneğin konut yapılarında iskân belgesinin alınması sırasında gerçekleştirilen rutin kontroller arasında akustik konusu ne yazık ki henüz yer almıyor. Oysaki 2008 yılından sonra yapılan bütün binalarda gürültü kontrol uygulamalarının yapılması şart olarak görülüyor. Şantiyelerin dahi kurulurken etraftaki yerleşim birimlerini rahatsız etmemesi adına gürültü önlemlerini alıp, ölçümünü yaptırması gerekliliği mevzuatta yer alıyor.

Bu gürültü ölçümlerini kimler yapabilir? Akustik ölçümlemelerde bir yandan binanın uygunluğu diğer yandan da ölçümlemeyi yapacak kişilerin uygunluğu önem arz ediyor galiba. İki aşamalı bir denetim süreci aslında.

Bakanlığın, yönetmeliğin uygulanmasındaki süreci aslında biraz bu konudan dolayı uzadı. Çünkü üniversitelerle anlaşıldı, sertifika programları açıldı ve bazı kriterler belirlendi. Konuyla ilgili çalışacak kişilerin mühendislik veya mimarlık bölümü mezunu olması şartı aranıyor. Mesela belediyenin konuyla ilgili fen işleri veya çevre müdürlüğünde çalışan bir teknik personelin ölçüm yapabilmesi için eğitim gerekliliği getirildi. Bahçeşehir Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi ile anlaşıldı. Üç kurdan oluşan bir sertifika programı başlatıldı. Bunlar da A,B ve C kurlarından oluşuyor. A kurunda akustik nedir, gürültü nedir gibi temel bilgiler veriliyor ve şimdiye kadar en çok sertifika alınan kur oldu. B kurunda ise kabaca ölçümleme teknikleri, haritalamanın nasıl yapılacağı ile ilgili bilgiler yer alıyor ve bu sertifikayı alanlar sınırlı sayıda. C kurunda ise eylem planlarının oluşturulması gibi uygulama yönelik bilgiler yer alıyor. Bu kura katılım sayısı yok denecek kadar az. Bu konuyla ilgili Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkilileri ulusal akustik kongresi ve benzeri akademik toplantılara katılıp bizlere bu istatistikleri veriyorlar. Bir yanlış anlaşılmayı da gidermek adına şunu eklemeliyiz ki sertifika programlarına katılmış olmak da yeterli değil aslında. Kamu kurumlarının ilgili birimlerindeki teknik personelin gerçekleştireceği ölçümler haricinde aslında Bakanlığın yönetmelik ve düzenlemelerle belirttiği kriterlere göre kuruluşlar akustik rapor hazırlayabileceklerdir. Eğitilmiş kişiler bu firmalarda çalışmak durumundadır.

Ölçüm yapmaya istekli firmalar öncelikle bakanlığa başvuruyor. Onlar da sizi değerlendirip geçmişinizi inceliyor. Uygun görürlerse ön yeterlilik belgesi veriyorlar. Ön yeterliliğin yeterliliğe dönüşme şartı ise akreditasyon. Siz, ön yeterliliği alıp Türk Akreditasyon Kurumu’na başvuruyorsunuz. Bu kurum da Avrupa Akreditasyon çemberi içerisinde yer alıyor. Ölçüm standartlarından “ben akredite olmak istiyorum” diye başvuruyorsunuz. Kalite sistemi uygulayıp, yetkin personel sağlayıp, yüksek hassasiyetli akustik ölçüm cihazları tedarik ediyorsunuz. Bütün prosedürleri yerine getirip TÜRKAK’a (Türk Akreditasyon Kurumu) başvuruyorsunuz ve onlar da sizi denetliyor. Devam eden yıllar içerisinde de periyodik olarak denetlemeler yapılıyor. Akredite kuruluş haline geldikten sonra bakanlığa bunu ibraz edip, yetkilendirilmiş kuruluş haline geliniyor. Görüldüğü üzere bu kolay bir işlem değil. Bu süreçlerin sonunda akustik ölçümlemeleriyle ilgili şöyle bir gelişme ortaya çıkıyor; daha önce diğer disiplinlerden, standartlardan akredite olan baca gazı ölçümleri, atık ve kimyasal ölçümleri yapan çevre laboratuarları hizmetlerinin arasına gürültü ölçümünü de ekliyor. Çünkü sıfırdan akredite olmak kolay bir süreç değil. Sadece gürültü ölçümü yapacağım diyen, akustik konusunda uzmanlaşmış firma sayısı bu nedenle oldukça az.

İşin mevzuat açısından durumu böyleyken bazen pratikte soru işaretleri doğuracak durumlarla da karşılaşıyoruz. Bazı denetimler sonucunda tutulan tutanaklar ve bu tutanaklarda belirtilen değerler konunun yüzeysel olarak ve bazen de yanlış şekilde ele alındığı izlenimini doğuruyor. Ölçüm metodu, ölçüm cihazı, cihazın kalibre olup olmadığı, hangi standardın nasıl uygulandığı gibi bilgilerin belirtilmediğini görüyoruz. Mesela bir eğlence mekanında hoparlörün hemen önünden ölçüm alınması doğru bir uygulama değil. Değerler de 130-140dB düzeylerinden söz ediliyor ki bunlar aşırı yüksek değerler. Temel olarak sorun yaşanan mahalde, o mahalin işlevine göre belirlenmiş kriterler uyarıca ölçüm alınması iyi bir yaklaşımdır. Planlama yapılırken, gerekli izinler verilirken bu sorunlar öngörülerek hareket edilmelidir, sorun ortaya çıktıktan sonra ölçüm yapılması sadece sorunun teşhis kısmına faydalıdır.

Peki, insanın fiziksel olarak sorun yaşayacağı desibel değerleri neler?

Aslında insanın fizyolojik olarak sorun yaşamaya başlayacağı sınır 90 desibel olarak kabul ediliyor. 90 desibelin üzerindeki eğlence merkezlerinde uyarılar bile görürsünüz, “gürültü düzeyi duyma bozukluğu yaratabilir” diye. İşçi sağlığı açısından bakıldığında da 8 saat boyunca 80 desibel sınır olarak belirlenmiş durumda. Eğer limiti aşacak bir proses varsa ya çalışma süresinin azaltılması ya da gerekli kişisel korunma önlemlerinin alınması gerekiyor.

Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği üyesi olarak, 2013 yılında işler hale gelmesi planlanan konut sertifikası, akustik adına günümüz koşullarını daha iyiye doğru götürecek midir?

Mevcut mevzuatın önceden de belirttiğimiz üzere yapının iç kısmı ile ilgili bazı eksiklikleri var. Çevre ve Orman Bakanlığı ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığı iki farklı bakanlık olarak ilgileniyordu. Şimdi bu iki kurum bir araya gelerek ortada var olan bazı eksikliklerin giderilmesi konusunda aynı çatı altında çözümü arayacaklar. Bizler de bunun olumlu sonuçlanacağını umuyoruz. Mesela Türkiye’de yeni bir bina yapıldığında konut ya da başka bir yapı olabilir, mülkiyet sınırı duvarında en az elde edilmesi gereken havadan yayılan sese karşı yalıtım düzeyini, katlar arası darbe sesi yalıtım düzeyini sayısal olarak net belirten kirterimiz bulunmuyor. Dolaylı olarak bazı ibareler var ama yapıların işlevlerinin yanı sıra yeni, mevcut, eski veya restore edilecek yapılara göre kategorize edilerek yapılarda yerinde ölçüldüğünde aranacak en düşük yalıtım düzeyi değerlerinin net olarak verilmesi gerekli. Bu düzenlemeyi de yaptığımızda ileriye doğru önemli bir adım daha atmış olacağız.

Şimdi sertifikalar konusuna gelince, LEED ve BREEAM’e baktığınızda var olan mevcut mevzuattan çok aykırı kurallar ortaya koymuyorlar. Bu durumda Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği tarafından oluşturulacak konut sertifikasında da dikkat edilmesi gereken durumlar oluşacak. Örneğin biraz önce bahsettiğimiz yapı akustiğine yönelik kriterlerin yasal zorunluluk haline gelmeden gönüllülük esasına dayalı bir sistemin içerisinde yer alması çok faydalı olacaktır. Daha sonra faydası görülünce zorunluluk haline dönüşmesi de daha kolalaşacaktır.

Genel açıdan bakıldığında konut sertifikasında çıtayı çok yüksek tutabilirsiniz ama bu sefer uygulanır mı noktasında sorunlar oluşmaya başlayacaktır. Şu anda mevcut yönetmelik sayesinde çıta belirli bir oranda yükseldi ancak aktardığımız üzere onu uygulamakta bile zorlanıyoruz. Bu çıtanın da üzerine çıkılması durumunda zorlanabiliriz ancak yine de yalıtım düzeyleri konusundaki önemli birkaç eksiğin giderilmesinde fayda var... Mevcut mevzuatlar iyileştirip eksikler giderildiğinde Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği’nin oluşturacağı konut sertifikasının da ona refere ediyor olması gerekir. Zaten yasal zorunluluklar da ortada olunca onun altında düzeyleri tarif edemiyorsunuz, ancak üstüne çıkabilirsiniz.
Her şeyden önce çıkacak olan sertifika sistemini devletin ilgili organlarının mutlaka benimsemesi gerekiyor, yoksa başka türlü bunu gerçekleştirmeye çalışmak pek mümkün değil… Biz bir projeyle ilgili müteahhit firmaya gidip mevzuatı refere edip bunu uygulamak zorundasınız dediğimizde, genelde ilk refleks bunu kim kontrol ediyor sorusudur. Burada iki mekanizmadan söz edilebilir. Birincisi devlet sistematiği içerisindeki gerekli mekanizmalar, ikincisi ise müşteri memnuniyeti.

Sertifika sistemlerinde puanlara göre değerlendirme yoluna gidildiğinde ister istemez iş sahipleri, yatırımcılar puan muhasebesi yapmaya başlıyorlar ve bize göre işin özü zedelenmiş oluyor. İdeal olan tüm maddeleri en iyi şekilde yapmaya çalışıp, projenin şartları elvermediği noktada bazı kalemlerde daha düşük performans ve dolayısıyla düşük puan elde edilmesiyken, sertifikaya ulaşabilmek için kurulum maliyeti/puan değerlendirmeleri yapılmaya başlanıyor. Puanlama noktasında mevzuat sertifika programlarında enerji etkinliğine göre akustik kontrolünün puanlaması doğal olarak düşük olduğu için bazı firmalar bu düzenlemelere en başından beri sıcak bakmamaya başlayabilirler.

Şöyle bir şey var; mecburiyet yaratılması ve ortak fayda gerekiyor. Toplumumuzda yakın tarihli iki örnek olan emniyet kemeri takma kuralı ya da binalarda ısı yalıtımı konusu gibi değerlendirebiliriz. Bunun belli bir süre geçişi olacaktır, uymak istemeyenler de olacaktır ama faydası görüldükçe insanlar otomatik yapmaya başlayacaklardır. Tüm konuştuklarımızı özetlemek adına akustik konfor olarak tarif ettiğimiz olgunun insan yaşamı için lüks olmadığını gereklilik olduğunu, gelişmekte olan ülkemizde sağlıklı bireyler ve verimlilik için gerek şartlardan biri olduğunu belirtmek isterim.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)