Bu evde odaların adı yok... Aslında oda da yok.
Özlem Bahadır
MEKANDA YENİ DENEYİMLER
“Siyah gergedanın soyu tükendi”
Yedi ay önce güne bu haberle başladık. Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği IUCN, siyah gergedan türünün aşırı avlanma sonucu tükendiğini açıkladı.
Yani gezegende 1 tane bile siyah gergedan kalmadı..insan algılamakta güçlük çekiyor değil mi?
Bugüne kadar siyah gergedanla mı yaşıyordun... ne oldu yani... senin yaşamında ne değişti diyenler olabilir... Çevrem onunkinden farklı belki ama hep birlikte nefes almıyor muyuz? Aldığım nefeste düne kadar gergedanın da nefesi vardı..işte o yok artık. Belki insanı arı sokmasına karşı koruyan panzehir siyah gergedandan geli-yordu... kim aksini iddia edebilir ki? Gelsin benimle kanepeye oturup film izlesin demiyorum elbet ama hala bir yerlerde siyah gergedanın yaşıyor olduğunu bilmek isterdim...
Ama çok tuhaf... artık hiçbir yolu kalmadı...
İnsan herşeye alışır. Eski bir Çin atasözünün dediği gibi asılmaya bile alışır. Siyah gergedansız bir dünyaya da alışacağız elbet, değişen koşullara bir şekilde adapte olacağız. Ama azalıyoruz. Yaşamın iri cüsseli bir parçası daha eksildi.
Keşke durum Coca Cola reklamındaki gibi ümit verici olsa..
Her şu kadar üzücü habere, şu kadar mutlu haber olsa..
Şu kadar insan ölse ama şu kadar da çocuk doğsa.. Soyu tükenme karşılığını yeni canlılıklarda bulsa..
Hatta insanlar elele tutuşsa, hayat bayram olsa..
Ama durum öyle değil.
Bildiğiniz eksiliyoruz.
Ama insanın genetik kodunda çoğalma ve çoğaltma yazılı.. .yapacak bir şey yok... çoğalacağız, çoğaltacağız. Azaltmamanın, çoğaltarak çoğalmanın yeni yollarını bulacağız...
***
Bu çoğalma-azalma durumunu sıklıkla biyolojik çeşitlilik üzerinden algılamaya eğilimliyiz. Ama bununla sınırlı değil azalmalarımız... Biyolojik çeşitlilik kadar kentsel çeşitlilik de risk altında.
Kavram zenginliği, deneyim zenginliği, iletişim zenginliği, duyusal ve duygusal zenginlik ve mekandaki izdüşümleri söz konusu olan. Tek tipleştirilmiş deneyimler içeren tek tip mekanların birbiri ardına arttığı günümüzde, yeni yaklaşımlar, yeni nişler gerek... bir şeylere olabilmesi için imkan tanıyan nişler... keşfe imkan tanıyan, hayal gücüne, yeni etkileşimlere...
Bazen sadece bir boşluk... içine hemen bir şey sığdırılmamış, bir işlevle tabelalanmamış bir boşluk... yaratım sürecinin hareketi için zorunlu olan boşluk deneyimi...
Artmasını istediğim, bir diğerinin özgürlüğünü kısıtlamadığı sürece farklı deneyimleri de karşılayan farklı mekanlar... çoğaltan, zenginleştiren, buna imkan tanıyan mekanlar...
Bize sunulanın ötesine geçebiliriz... Tasarım bunu yapabilir... Kenti ve yaşamı bugünkü biçimine getirebildiği gibi yarın için hedeflediğimiz biçime de getirebilir.
***
Yeni jenerasyonun bence en dikkat çekici isimlerinden Japon mimar Sou Fujimoto benzer bir arayışta ve ilginç mekanlar üretiyor.
Fujimoto’nun tasarladığı sadece mekan değil aslında, deneyim de tasarlıyor. Neyin nasıl deneyimleneceğinin tanımlandığı bir yapılı çevre üretiminin yaşamın, kişinin, duyguların çeşitliliğini ve karmaşıklığını, değişebilirliğini karşılamaktan uzak kaldığını rahatlıkla söyleyebileceğimiz günümüz toplumlarında, Fujimoto’nun işaret ettikleri bence üzerinde düşünmeye değer.
Onun mekanlarında net tanımlar, sınırlar yok. Kişi tercihlerini büyük ölçüde kendisi belirliyor. Fujimoto bunu ‘bulut-ev’, ‘mağara-ev’, ‘ağaç-ev’ metaforları üzerinden açıklıyor.
Kişinin hem bir bütün içinde olacağı, hem de kendi tercihlerini kendisinin yapacağı, kendi özelini oluşturabileceği, kişiselleştimeye müsait mekanlar oluşturma peşinde.
Fujimoto, bu yaklaşımını NA evinde (Tokyo, 2010) gerçekleştirme imkanı bulmuş. NA evi, gerek kendi içinde, gerek de dışarısıyla farklı etkileşim biçimleri öneriyor.
NA evi sahipleri kendi evlerinde göçebe gibi yaşıyor olmak istediklerini dile getirmişler. 2+1, 3+1’lerimizden alışkın olduğumuz odalar yok bu evde. Bina, farklı seviyelerdeki 21 platform ve merdivenlerden oluşuyor. Odalarınızı –sanırım kişisel nişlerinizi demek daha doğru- ve işlevlerini kendinizin belirleyebileceği ve değiştirebileceği alışılagelmişin dışında bir ev bu.
Fujimoto, binada bir ağacın farklı dallarında bulunuyor olma hissi yaratmak istediğini söylüyor. Ev gerçekten de hem ‘ayrı olmak’ hem de ‘bütün olmanın’ somut bir temsili gibi. Belli ki yeni bir mekan anlayışıyla karşı karşıyayız. Bu yeni mekan, farklı bir mahremiyet, farklı bir mesafe ve farklı bir korunma anlayışını da beraberinde getiriyor. Bu elbette ki üzerinde tartışılabilir ayrı bir konu ama konumuz bu değil.
Konumuz, evin içinde ya da dışında diğerlerinden duvarlarla ayrılmak isteyen insanlar olduğu gibi, yaşamına çok az duvar katmak isteyen insanların da olduğu gerçeği.
Toplumun çeşit çeşit insanlardan oluşuyor olması... Alıştığımız biçimin çok ötesindeki bu ev sadece bir gösterge... Önerdiği yaşam da aynı ölçüde farklı. O yüzden orada yaşıyor olduğunu düşünmek eminim bir çoğumuz için çok zor ve çok uzak. Benim için de öyle ama evin sahipleri bunu istemiş ve iki yıldır bu evde yaşamaya devam ediyorlar.
Bazı insanların bu tarz bir mekanda yaşamak istemesi gibi, bazılarının bu tarz bir mekanda yaşamak istememesi de aynı derecede anlaşılır.
Konu da bu zaten...
Hem onun hem diğerinin varolabilmesi... Hem kutu evlerin hem de bulut evlerin olması..
Ancak o zaman çeşitlilikten söz edebiliriz...