Bundan 20 yıl Sonra Toplumların Medeniyet Derecesi, Ne Kadar Yeşil Yaşadığıyla Değerlendirilecek.
1995 yılında kurulan AKCOR Havalandırma Sistemleri, faaliyetleri esnasında dünyamızın yaşadığı olumsuz evrime tanıklık etmiş ve kurum vizyonu olarak yaşadığımız yerküreye saygı ilkesini benimsemiş. Firmanın Yönetim Kurulu Başkanı Nedim Zalma bu ilke doğrultusunda pazarda yer alacakları ürünleri seçerken, yüksek enerji verimli, ileri teknolojiye sahip, çevre ve gürültü kirliliği konusunda duyarlı, insana ve doğaya saygılı ürünleri tercih ettiklerinin altını önemle çiziyor. Biz de Ekoyapı Dergisi olarak Nedim Zalma ile bir sohbet gerçekleştirdik ve "yaşadığımız yerküreye saygı" konusundaki kişisel ve kurumsal değerlendirmelerini sorduk.
Kurumsal vizyonunuzda "yerküreye saygı" cümlesini kullanıyorsunuz. Bu güçlü söylemi benimsemenizdeki etkenler nelerdir?
Bizlerin gerçekten algılaması gereken tepede duran bir kavram var, "küresel ısınma"... Asıl amaç gezegenimizin nereye gittiğini görebilmek. Belli bir noktadan sonra; para, ekonomi, ucuz, pahalı gibi kavramların hiçbir kıymeti kalmayacağını bilmek gerekiyor. Süreçleri modayı takip eder gibi izlemek doğru değil. Örneğin; eskiden özellikle bayanların tercih ettiği kürk kıyafetler vardı; fakat görüyoruz ki artık kürk tercih edilen bir ürün değil, nedeni hayvan hakları konusunda oluşan toplumsal bilinç. Sahtesi daha ucuz diye imitasyon kürkü tercih etmek doğru bir yaklaşım değil... Çünkü, hiçbir maddi değer yerküremizin içinde bulunduğu durumdan daha önemli değil...
Dünyada son yıllarda bu algıda bir değişim yaşandığı tartışılmaz bir gerçek, biz bu değişimi kendi işimiz ile ilgili yaklaşık on yıldır takip ediyoruz. Bizim şansımız Swegon markası ile 2006 yılından beri yapmış olduğumuz işbirliği. Ben ticari hayatımında Swegon markası ile beraber olmaktan mutluluk duyuyorum. Çünkü onlar dünyanın çok önündeler...
Neyi istiyoruz? Neden istiyoruz? Nasıl istiyoruz? diye sorgulama mantığı içinde yerleşmiş bir yönetim sistemleri var ve bu yönetim sistemlerinin organlarını çok iyi oluşturmuşlar. Swegon Akademi adında bağımsız bir organizasyon kurmuşlar ve Swegon sponsorluğunda araştırmalarına devam eden bu akademiye her ülkeden bilim insanları katılabiliyor. Akademi; sektörle ilgili literatürü takip ediyor, dünyadaki bilimsel gelişmeleri ve sektörü izliyor, ihtiyacı tespit ederek, insanlığa, yatırımcıya, uygulamacıya faydalı ürünü yaparak, bu ürünün esas amaca hizmet etmesini sağlıyorlar.
Swegon teknolojiyi yakından takip eden çok gelişmiş bir AR-GE departmanına sahip. Akademiden aldıkları bilgiyi inovasyonda kullanılyorlar. Ayrıca yeni yazılım teknolojilerinin ulaşmış olduğu son noktayı kendilerine çok iyi entegre ediyorlar. Şunu biliyorlar ki biz otomasyonu ürünlerimizde uygulamazsak, insanların bilinçsizliğinden dolayı enerji sarfiyatı artacak. Kendi ürünlerini çok iyi tanıdıkları için bu otomasyonu ürünlerine entegre ederek sarfiyatın önüne geçmeyi başarıyorlar. Swegon çok hızlı büyüyen bir şirket. Dünyada 130'a yakın distribütörü, yaklaşık 2000 çalışanı var. Biz onlara katıldığımızdan beri yaklaşık yüzde 200 civarında büyüdüler. Sermaye sorunu olmayan halka açık ve karlı bir şirket. Bu durum ekolojik hareketlerini de kolaylaştırıyor. Çünkü marka ödül aldıkça, halkın markaya ilgisi artıyor ve dolayısıyla hisse senetleri yükseliyor.
Son aylarda ülkemizin gündeminde olan ve hepimizi yakından ilgilendiren "Kentsel Dönüşüm" konusundaki değerlendirmenizi alabilir miyiz?
Eğer ki ülkemizde bir kentsel dönüşüm süreci yaşanacaksa bununla beraber akıllı şehirler konusunun da gündemde olması gerektiğini düşünüyorum. Yapıp otuz sene sonra tekrar yıkmayalım. Öyle projeler yapalım ki, en azından elli sene, yüz sene kalsın. Dolmabahçe Sarayı’na baktığımız zaman imreniyoruz. Hala o eser ayakta duruyor.
Türkiye’de farklı öncelikler, farklı sorunlar yaşanıyor. Ülkemizin ekonomik, politik ve ekolojik sorunları var. İlk iki sorun orta ve uzun vadeli çözüm üretilebilecek sorunlar... Kısa vadede çözülmesi gereken ise ekolojik sorunlar olmalı diye düşünüyorum. Çünkü bu çocuklarımızın sorunudur. Evrenimiz olmadan diğer sorunları halletmişiz neye yarar!
Bizlerin hayal ettiği projeler, masa üstünde detaylandırıldıktan sonra uygulamaya geçerken neler oluyor? Uygulama esnasında süreci kim kontrol ediyor ve ne kadarı bizim hayallerimize uygun, ne kadarı değil, bilemiyoruz... Bu süreçten ben birkaç sektörün sorumlu olduğunu düşünüyorum. Ne kadar büyük şirket olursa olsun yapılan ihalelere baktığım zaman bu projelerin zaman planlamasıyla, aynı zamanda kaliteli finansal kaynaklarla eşgüdümlü çözülmediğini görüyorum.
Müteahhitlerimiz çok büyük ve güzel projeler alıyorlar; fakat bu projeleri hayata geçirirken, süre planlamasını doğru yapabiliyorlar mı? Kaliteli finansman kaynalarını en başından sağlayabiliyorlar mı? Açıkçası benim bu konularda şüphelerim var. Çünkü kalitesiz finansman, kalitesiz rekabeti getiriyor.
"Kalitesiz rekabet, kalitesiz malzeme getiriyor" biraz açalım mı?
Artık üçyüz sene beşyüz sene yaşayacak akıllı şehirler, çocuklarımıza bırakacağımız daha yeşil bir yaşam şekli kurgulayalım. Bu kurgu yüksek eğitimli iş gücü gerektirir. Fakat gerçek şu ki; Türkiye’nin eğitim ortalamasını düşündüğümüzde ihtiyacı karşılamadığını görüyoruz.
Özellikle firmamızın içinde bulunduğu sektörün ciddi bir sorumluluğu var. İnsanların güncel yaşamlarında dokunamadıkları havalandırma sistemlerinden bahsediyoruz. Aslında yaşamımız için bu konu çok önemli. Beynimizin sağlıklı çalışabilmesi için yeterli oksijeni alması gerekiyor. Bizler farkında değiliz fakat iç ortam hava kalitesi yaşamsal önem taşıyan bir konu. Günümüzde medeniyet, giyilen kıyafetler, kullanılan cep telefonları, sahip olunan mal varlığı ile ilişkilendiriliyor. Bundan 20 sene sonra bence medeniyet ölçüsü ülkelerin ne kadar yeşil yaşadığı ile derecelendirilecek.
Bundan iki yıl önce Danimarka seyahatim olmuştu. Bizim adalarımız gibi Büyükada, Kınalı Ada gibi Danimarka’nın da bir çok adası var. Gemiye binip yol alırken daha önce İsveçli bir dostumun bana söyledikleri aklıma geldi. Şöyle söylemişti “Bilimadamları diyor ki küresel ısınmadan dolayı buzullar erirse, su seviyesi 5 cm yükselecek.” Bunu düşünerek seyrederken baktım ki Danimarka’da kara parçaları denizle eş seviyede... O zaman durumun ciddiyetini idrak edebildim. Biz İstanbul’da yedi tepenin üstünde yaşıyoruz. Bizim için suyun 5 cm yükselmesi endişe yaratmayabilir ama dünyanın geneli öyle değil. Dostumun ikinci cümlesi ise; “İsveç olarak adalarda yaşayan nüfusu kabul edecek alanımız var fakat hazır değiliz.”
Onlar böyle bir felaket senaryosuna kurgular düşünürlerken biz ise sürekli inşaat yapıyoruz. Ben sektörden bir işadamı olarak kentsel dönüşüm sürecinde binaları yaparken aceleye getirmeyelim derim. Bence ülke olarak uzun ömürlü, gelişen ve yeni ihtiyaçları karşılayabilecek, yüzlerce yıl ayakta kalabilecek yapıları hedeflemeliyiz.