Çevresel Biyoetik Açısından Sürdürülebilir Havaalanları
Çevresel sorunlara havacılık sektöründe çözüm arayışları sürmektedir. Bunun sonucunda sivil havacılıkta 40 yıl öncesine göre bugün, hava taşıma işlemleri % 75 daha sessiz ve % 70 daha fazla yakıt verimlidir. Ancak halen dünyanın yakıt tüketiminin % 5-6’sı yolcu uçakları tarafından yapılmaktadır.
Günümüz dünyasında iletişim ve ulaşım teknolojiyle birlikte gelişerek artmaktadır. Çağdaş insanın yaşam kalitesini belirleyen, modern yaşamın önemli ve vazgeçilemeyen bir parçasıdır ulaşım. Ulaşımda yaşanan yeni gelişmelerle insanlık bambaşka sosyal ve siyasal etkilenmeler yaşamaktadır.
Ulaşımın gelişmesinin getirdiği toplumsal ve siyasal değişmelerin yansıra, önemli çevresel etkilenmeler de yaşanmaktadır. Ulaşımın önemli unsurlarından birisi ise havayoluyla ulaşımdır.
Sivil havacılık, küresel ekonominin ayrılmaz bir parçası ve dünyanın en hızlı büyüyen sanayilerinden biridir. Dünyada tarifeli havayolu seferleri ile toplam olarak 531 milyar km havayolu üzerinde yaklaşık 2,3 milyar yolcu ve 38 milyon ton yük taşınmaktadır. Yolcu trafiğinin 2036 yılına kadar yılda ortalama % 4,8’lik bir hızla büyümesi beklenmektedir. Havacılık faaliyetlerinin % 90’ı yerde yani havaalanlarında gerçekleşirken sadece % 10’u havada gerçekleşmektedir.
Havaalanlarının çevresindeki ortamlara ve bölgede yaşayan insanların üzerinde çok büyük etkisi vardır. Buna bağlı olarak havaalanları için sosyal ve çevresel sorumluluk önemlidir. Birçok havalanı sürdürülebilir bir çevre geliştirmeye başlamıştır. Havaalanlarını geliştirme tamamen sürdürülebilir toplumların planlama ve kalkınmasına entegre olmalıdır.
Karşı karşıya bulunduğumuz çevre sorunlarının çözümünde anlamlı bir ilerleme sağlamak istediğimiz takdirde, tek ciddi seçenek bilim ile etiğin her ikisinin de gerekli olduğunu kabul etmektir. Eski bir felsefi atasözü söylemek istediğimizi çok iyi anlatır:
“Etiği olmayan bilim kördür, bilimsiz etik ise boştur.”
İnsanlığın varlığı, yeryüzündeki tüm yaşamla sıkı bir biçimde ilgili ve bağımlıdır. O zaman varlığımızla yaşamın (ya da bios’un) hızla yok edilmesini nasıl uzlaştırabiliriz? Tam bu nokta da, biyo yani yaşam merkezli bir bakışın hayata geçirilmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Çevre, ekosistem, insan topluluklarını da kapsayan tüm küresel canlılar bütünü için en fazla faydanın ve bu faydanın en uzun vadede sürdürülebilirliğinin sağlanabildiği yerleşim ve yapılaşma çözümleri üzerine derinlemesine düşünmek zorunluluğu vardır. “Çevresel biyoetik” bizim algıladığımız tüm yaşam sistemleri ile bağlantılı etiksel yansımaları içerir. Bu çalışmada, tüm yaşam sistemleri ile bağlantılı olarak sürüdürülebilir havaalanları; “çevresel biyoetik” açısından değerlendirilmektedir.
Havaalanlarının Çevresel Etkileri
ABD’de Ulaştırma Araştırma Kürsüsü (TRB), sivil havacılığın başlıca çevresel etkilerini; küresel iklim değişikliği, hava kirliliği, salımlar, ekoloji ve doğal habitat, gürültü, arazi ve malzeme kullanımı, enerji tüketimi, su tüketimi, su kirliliği ve atıklar olarak sıralamaktadır. Çevresel sorunlara havacılık sektöründe çözüm arayışları sürmektedir. Bunun sonucunda sivil havacılıkta 40 yıl öncesinde göre bugün, hava taşıma işlemleri % 75 daha sessiz ve % 70 daha fazla yakıt verimlidir. Ancak halen dünyanın yakıt tüketiminin % 5-6’sı yolcu uçakları tarafından yapılmaktadır.
Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneline göre; iklim değişikliğinde insanın sebep olduğu CO² salımlarının % 2’si sivil havacılığın etkisinden kaynaklanmaktadır. Bu oran 2050 yılına kadar % 3 oranlarına ulaşabilecektir. Bu artış, sivil havacılıktan kaynaklı CO² salımlarının yılda % 2-3’lik bir büyümesine göre verilmektedir. Havaalanı faaliyetlerinden kaynaklı salımların toplam havacılık salımlarının % 5’ine yükseldiği hesap edilmektedir.
Sürdürülebilir Havaalanı Kavramının Gelişimi
1996 yılında Vancouver’da Sürdürülebilir Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) “Sürdürülebilir Ulaşıma Doğru Konferansı’nda Sivil Havacılık sektörünün sürdürülebilir bir şekilde geliştirilmesi yönelimi ile sürdürülebilir havacılık kavramının belirginleştiği görülmektedir. Bu yönelimler ve gereksinimler doğrultusunda ABD’de 1997 yılında Uluslararası Havacılık ve Çevre Merkezi (The International Centre for Aviation and Environment) gibi havaalanlarını hedefleyen uluslararası çevre programları geliştirilmeye başlanmıştır.
Havaalanları Araştırma İşbirliği Programı’nda (ACRP), sürdürülebilir havaalanı uygulamaları şöyle tariflenmektedir:
“Doğal kaynakların korunması da dahil olmak üzere çevrenin korunması, tüm paydaşların ihtiyaçlarını tanıyan sosyal ilerleme, yüksek ve istikrarlı düzeyde ekonomik büyüme ve istihdamdır.”
Kuzey Amerika Havalanları Konseyi’nin (ACI-NA) Havalanı Sürdürülebilirlik Komitesinin bu yaklaşımı bir adım daha ileri götürecek operasyonlarla birleştirerek 2006 yılında havaalanı sürdürülebilirliğini;
“Bir havaalanının ekonomik canlılığını, işletme etkinliklerinin verimliliğini, doğal kaynaklarının korunması ve sosyal sorumluluğunun bütünlüğünü sağlamak için havaalanı yönetimine bütünsel bir yaklaşım.” olarak tanımladığı belirtilmektedir.
Sürdürülebilir Havacılık Rehberlik İttifakı (SAGA); bir havaalanı işletmesinin sürdürülebilirlik tanımlamasının dahil olduğu koşullar, çevre ve toplum içindeki rolü ile ilgili olduğunu belirtmektedir. SAGA, her havaalanı işletmesini kendi sürdürülebilirlik tanımını belirlenmesi için teşvik etmektedir.
Havaalanlarında sürüdürülebilir gelişme bileşenleri olarak; doğal kaynakların iyi kullanılması ve çevrenin korunması, tüm paydaşların ihtiyaç ve beklentilerinin sosyal süreç olarak ele alınması, ekonomik büyüme ve istihdamın izlenmesi faktörleri belirlenmiştir.
Havaalanlarında sürüdürülebilir gelişme bileşenleri olarak; doğal kaynakların iyi kullanılması ve çevrenin korunması, tüm paydaşların ihtiyaç ve beklentilerinin sosyal süreç olarak ele alınması, ekonomik büyüme ve istihdamın izlenmesi faktörleri belirlenmiştir.
“Çevresel Biyoetik” Kavramının Evrilmesi ve Sürdürülebilir Havaalanı Amacının Başarılmasında Rolü
Havacılık endüstrisinin tamamı ve özellikle havaalanları için gereken mücadele havacılığın; ekonomik, çevresel ve sosyal düşünceler arasında uygun bir dengeyle sürdürülebilir bir şekil büyümesini sağlamaktadır. Havaalanlarında stratejilerin ve politikaların, sürdürülebilir gelişme ilkelerine uygun olması çağımızın kaçınılmaz bir gerekliliği olarak ortaya çıkmaktadır.
Schipper’a göre;
“Sürdürülebillir bir ulaştırma sisteminde kullanıcılar, gelecektekiler de dahil olmak üzere tüm sosyal ve dışsal maliyetleri öderler. Bu dışsal maliyetler; kazaları, hava kirliliğini, tıkanıklığı, gürültüyü, doğal yaşama olan zararı, karbondioksit miktarındaki artışı ve yakıt ithalatını kapsamakta ve ödenmesi gereken bu dışsallıklar, ulaştırmayı sürdürülemez yapan etmenlerdir.”
Waitz’e göre;
“Havacılık için hükümetlerin amaçları şöyledir; kirleten ödeyecektir ve havacılığın da, diğer sektörler gibi çevresel maliyetler de dahil olmak üzere, dışsal maliyetleri karşılaması gereklidir.”
Whitelegg ve Williams, 2000 yılında, “Gezegenimizin Gerçeği: Havacılık ve Çevre” raporlarında; havacılığın daha fazla büyüme olasılığı göz önüne alındığında, bu durumun özellikle iklim değişikliği gibi yüksek çevresel maliyelere sürükleyeceğini belirterek, bu nedenle havacılık endüstrisinin büyümesini kısıtlamasının, ekonominin daha genişlemesini için net faydalar getireceğini öne sürmektedirler.
NASA’nın Temel Havacılık Programı Direktörü Alonso’ya göre; “Hava taşımacılığının geleceği çevreyi korumak ve artan enerji maliyetlerini dengeli bir yoldan yanıtlamaktadır.”
Litman göre;
“Yaşanabilirlik” (livability), bir toplumda insanları doğrudan etkileyen; yerel ekonomik gelişim, uygun fiyat, toplum sağlığı ve güvenliği, yerel çevresel etkiler gibi sürdürülebilirlik etkilerini bütünsel olarak yansıtır.
Litman sürdürülebillirlik ve yaşanabilirliğin genellikle aynı hedefleri, ama biraz farklı bakış açıları ve öncelikleri ile paylaştıklarını öne sürmektedir. Örneğin; her ikisi de kirliliği azaltma çabasındadır. Ancak sürdürülebilirlikte genelikle iklim değişikliği için salımların üzerinde duruluyor iken “yaşanabilirlik” için yerel hava ve gürültü kirliliğine odaklanılmaktadır.
Tüm bu görüşler havacılıkta sürdürülebilirlik ve yaşanabilirlik boyutunda yaşana sorunlara çözüm arayışında konuya etik çerçeveden bakılmasını doğurmaktadır.
Etik, insan eylemlerinde ilişkin değerler felsefesi olarak ortaya çıkmıştır. Etikte geliştirilmiş başlıca kavramlar arasında sorumluluk, zorunluluk, görev, erdem, hak gibi kavramlar yer alır. Jardins’e göre; genel olarak “çevre etiği”, insanlar ile doğal çevreleri arasındaki ilişkilerin sistemli olarak incelenmesidir. Çevre etiğindeki düşülsel gelişmelerin sonucunda, ekosisteme, sadece insana yararı nedeniyle değil, kendi değeri nedeniyle önem verilmesi gerektiği savunulmaktadır. “Çevre etiğinin” insan merkezli ve ekosistem merkezli yaklaşımlarının ikisi de yaşanabillir çevrenin sürdürülebilirliğini hedefler.
“Biyoetik”; bios ya da yaşam ile ilgili bir etik göstermekte olan bu terim, biyokimyacı Van Rensselaer Potter’in zihninde onları bağladığı zamana kadar yoktu. Potter tarafından biyoetik terimi, 1970 yılında bilimde hızla cereyan eden yeni gelişmelere değerler sisteminden de karşılık gelebilmesi düşüncesiyle icad edilmiştir. Biyoetik, Potter’ın formülasyonunda bir köprüdür. Sadece bilimsel bir yönelim ve değerlerin yönelimleri arasında bir köprü değil, aynı zamanda geleceğe de bir köprüdür. Hayatta kalabilmemiz, değerlerimize hem insani hem de sürdürülebilir yollarla bilimsel yelpazede mümkün olduğunca şekil vererek, onu bilimle birlikte taşıyabilmemize bağlıdır. Biyoetik, yaşamın tüm yönlerini içine alan, bütünsel bir felsefedir. Bu bakımdan farklı bilim dalları arasında bağların kurulduğu disiplinler arası bir çalışma ortamı içinde, diyalektik fikir alışverişi yoluyla yeni değer sentezlerine ulaşılması beklenir. Örnek olarak, sürdürülebilirliğin biyoetiğin ana prensiplerinden biri olması gereği göz önünde bulundurulmalıdır. Sürdürülebilirlik fazlasıyla açık uçludur.
Van Rensselaer Potter, biyoetik terimini 1970 yılında icad ettiği zaman biyolojik bilgi ve etik kaygıyla birlikte çalışma alanları getireceğini bekliyordu. O, bu alanda geniş konuların; küresel yönelimler, nüfus, sağlık, kabul edilebilir yaşam ve doğal çevre olarak yer alacağını ümit ediyordu. Ancak bu geniş sorunlara rağmen biyoetikte tıbbi gelişmeler üzerinde durulmuş ve çevre sorunları görmezden gelinmiştir.
Biyoetiğin “çevre etiği” ile ilişkisini somutlaştırmaya yönelik çalışmalardan birisi; “çevresel biyoetik” kavramının geliştirilmesidir. Tarihsel olarak “çevresel biyoetik”le çok uzun süredir bağlantılar olmuş ve bunlar arasında ilk büyük uluslararası çevre koruma yasalarından biri olan, küresel toplumun koruma sorunu olarak görünen, Deniz Hukuku vardır. Doğa ve çevreyi korumak hem adalet, hem de sorumluluk konusudur. “Çevresel biyoetik”; küresel ısınmaya katkıda bulunan sera gazı salımları artışını önlemek, biyolojik çeşitlilik ve ozon tabakasını koruma çabalarının en son ve genel kurallarının bir öncüsüdür.
Günümüzde biyetiğin dayandığı küreselleşme, sadece insanı değil doğayı, evrendeki tüm canlıları, çevreyi, gelecek kuşakları ilgilendiren değerler üzerinde çalışır. “Küresel biyeetik” tüm insanları, gelecek nesilleri, tüm yaşayan canlılar ve çevreyi kapsar. “Küresel biyoetik’in, Potter tarafından icad olunan bir ifade ile ortaya çıkmasıyla, çevre ve biyolojik evren, biyoetiğin kalbine yeniden konumlandırılmıştır.
Bu bilgi ve görüşler ışığında havaalanları değerlendirildiğinde ve analiz edildiğinde havacılık sektörünün sürdürülebilirlik ve yaşanabilirlik amaçlı çabalarında hedeflerin başarılabilmesinde; havaalanlarının planlama, inşaat ve işletiminde “çevresel biyoetik” prensiplerin benimsenmesinin gerektiğini belirtebiliriz.
Yonghai, sürdürülebilir havaalanı tanımını; planlama, yapım, işletim süreçlerini kapsayan, bütünsel yaklaşımla çevresel biyoetik değerlere yer vererek şu şekilde yapmıştır:
“Havaalanı yaşam döngüsü (yer seçimi, planlama, tasarım, yapım, işletme, bakım, söküm ve geri dönüşüm) sırasında, kaynakları verimli kullanan, çevreyi minimal etkileyen, en güvenli, en sağlıklı, en düşük çevre yükü altında verimli ve rahat faaliyet alanı sunan ve “insan ve doğa”, “çevre ve gelişme “ inşaat ve koruma” da göstereceği ileri düzeydeki uyumunu “ekonomik gelişme ve toplumsal ilerleme” de sağlanabilecek bir havaalanı sistemidir.”
Sürdürülebilir havaalanın bu tanımında, havaalanlarının sürdürülebilirliği için çevresel biyoetiğin şekillendiğini ve öncelik kazandığını belirtebiliriz.
Yonghai, sürdürülebilir havaalanı kavramınının 4 elementi olduğunu ifade etmektedir. Bu bileşenler; Ekonimik, Çevre Dostu, Yüksek Teknoloji ve İnsancıl’dır.
“Çevre dostu” bileşeni; havaalanının inşaatı ve işletmesi sırasında kirletici salımların olumsuz etkisini azaltmak, güzel temiz ve çevre dostu bir havaalanı inşa ederek, çevre ve komşu bölgeler üzerindeki ters etkileri azaltmak için hem yerli hem de yabancı teknolojileri dengeli bir şekilde uygulamak olarak ifade etmektedir.
“İnsancıl” başlıklı bileşen için; “kişi-odaklı” konsept oluşturma, müşteri odaklı ve çoklu iyi hizmet sağlama, güvenilir ve güvenli olmak ilkesi ile “kişi-odaklı” gereksinimleri karşılama, doğru bir “kişi-odaklı” mükemmel hizmet sağlayan bir kamu üstyapısı çerçevesini göz önünde tutan hassasiyette havaalanlarını yapmanın önemli olduğunu vurgulamaktadır.
“İleri teknoloji” bileşeni; modern havaalanı inşa etmek için tamamen son teknoloji, çeşitli yeni donanım, teknoloji, malzeme ve metotları uygulamak ve havaalanlarında hizmetin olduğu kadar yönetim, operasyonel verimlilik, bilim teknolojinin seviyesini de geliştirmek olarak belirtmektedir.
“Ekonomik” bileşeni ise; havaalanı inşaatı ve işletmesi sırasında; hem yerli hem de yabancı teknolojileri eşit ve dengeli bir şekilde uygulama, kaynak kullanım verimliliğini artırma, toprak, enerji, su ve malzeme koruma üzerine odaklanmış bir geri dönüşüm ekonomisi geliştirme, “atık azaltma, geri dönüşüm ve yenilebilir kaynak kullanımı” prensibi doğrultusunda “sürdürülebilir havaalanı” geliştirmeyi teşvik etme politikalarında ısrarlı olmanın ve uygulamanın, gelişme ve ekonomi için de eşdeğer öncelikli olduğu belirtilmektedir.
Dünyada birçok havaalanı, Enerji ve Çevre Tasarımında Liderlik (LEED Leadership in Energy and Environmental Design) programının havaalanına özel oluşturulan sürdürülebillirlik rehberi ve ölçümleri ile kendi belirli programlarını tüm havaalanları için genel olarak kullanılan kurallarla adapte etmektedirler. Küresel Raporlama İnisiyatifi (GRI-Global Reporting Initiative) sürdürülebilirlik planlarının geliştirilmesi için havaalanı sektörü özel protokolünü geliştirmiştir.
Sürdürülebilir Havaalanı Planlama, İnşaat Uygulamaları ve Çevresel Biyoetik
Günümüzde birçok yüksek kapasiteli havaalanı, kentsel bölge iş merkezleri olma yoluna girmiş ve çoklu sistemli ulaşım anlayışı ile havaalanı kentini çevreleyen diğer iş merkezlerini havaalanının birer parçası haline getirmiştir. Kent ve havaalanın mekansal olarak ortak bir zemine oturduğu ve çok kanallı ulaşımla bütünleştiği “havaalanı kentleri” (“airport city”, “aerotropolis” ve “aviapolis”) gibi adlarla anılan yeni yerleşimlerin geliştiği gözlenmektedir. Havaalanı kenti yaklaşımı, havaalanı çevresinde, havaalanı bağlantılı olarak yolcu ve uçaklara yönelik düzenlenen hizmetler dışındaki tüm sosyal/ticari faaliyetleri bir bütün olarak kapsayan bir yaklaşımdır.
Havacılık sektörünün sürdürülebilirlik ve yaşanabilirlik amaçlı çabalarında hedeflerin başarılabilmesinde; havaalanlarının planlama, inşaat ve işletiminde “çevresel biyoetik” prensiplerin benimsenmesinin gerektiğini belirtebiliriz.
Winston Churchill’e göre;
“İnsanlar binaları şekillendirir; sonra da binlar insanları!”
Bu görüş kentsel çevre için de geçerlidir. Kendi kurduğu kentsel toplumsal ilişkiler ağı içerisindeki insan, kenti ve kent insanını doğadan adeta yalıtmıştır. Günümüzde tasarım ve inşaat alanında yeşil ve sürdürülebilir girişimlere artan ilgi ve farkındalık sadece ticari ve konutsal özellikler için değil, hatta olabildiğince havaalanı gelişmeleri için de arttığı, projelere yansıtılan bu girişimlerin yüksek başlangıç maliyetleri olabileceğinin yaygın bir kanı olduğu, ama faydalarının neler olabileceğine dair çok az bilgi bulunduğu, bazı durumlarda anlayış eksikliği ve yüksek maliyetlerin; bu konseptlerin ve teknolojilerin sürdürülebilirlik mantığı ile planlanmamış ve tasarlanmamış projeler olan geleneksel (konvansiyonel) havaalanları projelerine uygulanmasını kısıtlayabildiği belirtilmektedir.
Yapılan seçimler ve ardından inşaatlar ile birlikte havaalanının faaliyete geçmesi ile birlikte yaşanan trafik, bu bölgeleri paylaşan insan ve tüm canlıların hayatlarını direk olarak etkileyebilmektedir.
Avrupa Hava Seyrüsefer Emniyeti Teşkilatı (European Organization for the Safety of Air Navigation-EUROCONTROL) tarafından havaalanlarının çevresel kapasiteleri üzerine yaptırılan bir araştırmaya göre; bir havaalanın kapasitesi altyapı; pistler, terminaller, apronlar, hava trafik kontrolü ve yönetim kalitesinin bir fonksiyonu olduğu, çevrenin devam eden operasyonları veya gelecek büyümeleri kısıtlayabileceği, her üç Avrupa havaalanından ikisinde çevresel tahditlerin, kısıtlamaların bulunduğu ve beş yıl içinde % 80’e varan tahdit ve kısıtlamaların beklendiği belirtilmektedir.
ACRP, havaalanlarının karar mekanizmalarınca, sosyal, ekonomik ve çevresel yararları bir araya getiren sürdürülebilir tasarım kavramları ve teknolojilerini içeren projelerin daha iyi anlaşılması gerektiğini, sürdürülebilir tasarım kavramları ve teknoloji alternatiflerinin, geleneksel projelere dahil olabileceğinin değerlendirilmesi ve başarılablirliğinin belirlenmesinde bir süreç ihtiyacı bulunduğunu, bu nedenle, havaalanı gelişim projelerinin planlama ve tasarım aşamalarında sürdürülebilir tasarım kavramları ve teknoloji alternatiflerinin ortaya konulacağı bir süreç geliştirilmesi için araştırma yapılmasının gerekli olduğunu belirtmektedir.
Uluslararası Sivil Havacılık Teşkilatınca (ICAO); her büyük sanayi tesisi gibi havaalanlarının da işletilmesinde kirliliğin kaynağında yok edilmesi ya da azaltılması için planlama aşamasından başlanarak, gereken
önlemlerin alınmasını ve hizmetler sırasında, her türlü olumsuz etki ve kirliliği azaltacak uygulamaların ve uygun kontrol ve denetim sistemlerinin oluşturulması gerektiği belirtilmektedir.
“Sürdürülebilir inşaat”; yeni çözümler geliştiricilerin, yatırımcıların, inşaat sektörünün, profesyonel servislerin, sanayi tedarikçilerinin ve diğer ilgili tarafların çevresel, sosyo-ekonomik ve kültürel sorunları dikkate alarak sürdürülebilir gelişmenin sağlanmasında bir dinamik olarak tanımlanabilir. Sürdürülebilirlik kavramı bir pazarlama stratejisi olarak kullanılmamalı, bir kutsallık atfedilmeden yapım sürecinin doğal bir parçası olarak kabul edilmelidir.
ACRP, “sürdürülebilir havaalanı inşaat uygulamaları” yönüyle incelendiğinde her havaalanı işletmesinde, kamu kuruluşlarının ve inşaat müteahhitlerinin farklı sürdürülebilirlik tanımları veya belirleme ölçütleri olduğunu, bu nedenle araştırmalarda, sürdürülebilir havaalanı inşaat uygulamaları potansiyelini tanımlamak için daha geniş kapsamlı bir yaklaşım içinde olunması gerektiğini belirtmektedir. Bu nedenle “sürdürülebilir havaalanı inşaat uygulamaları”nın potansiyelini yapılanlarla ifade ederek tarif etmektedir. ACRP’ye göre bunlar; enerji tüketiminin azaltımı, su ve hava kalitesine etkilerinin azaltılması, atıkları en aza indirme, kirliliği azaltma ve diğer çevresel etkileri en aza indirme, inşaat işlemlerini iyileştirme, yapı güvenliğini artırma, havaalanı işletiminde inşaat etkilerini azaltma, çevre ve toplumun yararı ve inşaat ile ilgili maliyetleri düşürme olarak sıralanmaktadır.
Sürdürülebilir Havaalanları İşletiminde Çevresel Biyoetik
Havaalanlarının yönetiminde hızla gelişen ve büyüyen sivil havacılık sektörünün yükü, sektördeki sorumluluk, zorunluluk, görev, erdem, haklar gibi yargı ve değerlerin yükünü de artırmaktadır. Havacılık sektöründeki düzenleyici kurum ve kuruluşlar, başta ICAO olmak üzere temelde uçuş emniyetinin sağlanmasına yönelik çalışmalar ile aynı zamanda havayolu faaliyetlerinin etiksel boyutunun küresel anlamda geliştirilmesine de katkıda bulunmaktadır. ICAO, LATA, ACI, EUROCONTROL, ACRP gibi kuruluşlar sürdürülebillirlik ve yaşanabilirlik ilkelerini gözeterek havaalanlarının yaşam ve çevreye karşı olan etiksel sorumluluklarının geliştirilmesine yönelik çalışmalarına devam etmektedir.
Çevresel Biyoetik Açısından Türkiye Havaalanları Sürdürülebilirliğinde Biyoetik Politikalar
Ülkelerin havaalanları endüstrilerinde yaşadıkları, çevresel etkileri azaltabilmek için, uluslararası düzeyde ve kendi koşullarına uygun havaalanı işletiminde sürdürülebilirlik stratejileri ve politikaları belirlemeleri gereklidir.
Türkiye’de sürdürülebilir gelişme bağlamında havaalanları yatırımlarında inşaat sanayince “çevresel sürdürülebilirlik” ve “sürdürülebilir yapım” ilkelerin uygulanması yadsınamaz bir gereklilik haline gelmiştir. Türkiye havaalanlarında Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün (SHGM) geliştirdiği farkındalık yaratma ve teşvik amaçlı “Yeşil Havaalanı Projesi”, “Engelsiz Havaalanı Projesi” gibi sürdürülebilirlik amaçlı proje çalışmaları yapılmaktadır.
TS EN 9001 Kalite Yönetim Sistemi, TS EN 14001 Çevre Yönetim Sistemi, TS 19001 İş Sağlığı ve Güvenliği Standardı, TS Müşteri Memnuniyeti Standartları ile havaalanlarının işletmesindeki etkinliklerin gerekli iyileştirme ve kontrolllerin sürekli yapıldığı, müşteri odaklı bir yaklaşım içerisinde karşılanmasını sağlamak, çevre sorumluluğu bilincinde, atıkları kontrol altında tutmak, doğal kaynak kullanımını azaltmak, mümkün olduğunca yenilebilir enerji kullanımını yaygınlaştırmak, enerjiyi verimli kullanmak ve kirliliği önleyerek çevreye saygılı olmak, sürdürülebilir iyileştirmeleri sağlamak, uluslararası havacılık kural ve mevzuatlarını diğer kurum/kuruluşlar ile uyum ve işbirliği çerçevesinde uygulamak politikası ile İşletme hizmetleri Yönetim Sistemleri (Entegre) haline getirilmiştir.
Havaalanlarında daha yüksek “yaşanabilirlik” ve çevresel standartların sağlanabilmesi için etkili olan unsurlara göre “çevresel biyoetik” yaklaşımlar ile projelendirmeler ve tasarımlar içeren biyopolitikalar uygulanması gereklidir. Bunun getirisi olarak Türkiye’nin mevcut havaalanlarının çevresel standartlara ve fiziksel sınırlandırmalara göre yeniden şekilleneceği açıktır.
Havaalanlarınada belirlenen sürdürülebilirlik politikaları gelecek kuşakların yaşam kalitesini etkilemektedir. Havaalanları dahil olduğu bölgenin çevre etiği dönüşümü içinde örnek ve lider olmalıdır. Havaalanları yapım ve işletmesinden kaynaklı çevresel etkiler sadece geliştirilen teknoloji ile değil, “çevresel biyoetik” bağlamında geliştirilecek planlı, kalıcı ve uluslararası “biyopolitikalar” ile çözülecektir. Bu bağlamda uluslararası ve ulusal havaalanları sektörü, tüm kuruluşları ile havaalanlarının ekonomik canlılığı, işletim verimliliği, doğal kaynaklarının korunması, yaşanabilirlik ve sosyal sorumluluğun bütünlüğünü sağlamak için daha bütünsel sürdürülebilirlik yaklaşımlarına yönelmektedir.
Bu doğrultuda diğer canlı türleri, ekosistemler ve hatta tüm yerkürenin etik kaygı odağı olması gerektiğini savunan ‘doğalcı bir etik’ olarak ve insanoğlunun çıkarlarının dışına taşması açısından benzersiz bir etik alanı yaratan “çevresel biyoetik”, sürdürülebilir havaalanı biyopolitikalarının başarılması için değerlerimizi temellendirdiğimiz kavram olmaktadır. Türkiye’deki havaalanlarında, sürdürülebilir havaalanı amacı ve hedeflerinin başarılması için bütünsel olarak havaalanlarının karar ve planlama aşamasından başlanarak yapım ve işletme süreçlerinde “çevresel biyoetik” değerleri gözeten “biyopolitikalar” oluşturularak uygulanmalıdır.