İngiltere’nin Harika Çocuğu; David Hockney
Atölyesini ziyaret edenlerden duyduğumuz kadarıyla, önünde klasik İngiliz yemekleri ve çayı eksik olmayan aksi ve yaşlı bir adam şuan Hockney. Bir yandan hala hayatta olan efsanelerden biri olmasıyla biraz heyecanlanıyor insan, belki birgün tanışma şansımız olur diye. Emin olun en az Andy Warhol kadar önemli bir sanatçı kendisi. Her ne kadar ismi aynı meblağda duyulmuş olmasa da…
78 yaşındaki sanatçı David Hockney Kensington’da çalışmalarına devam ediyor. Atölyesinin duvarları tabletinde parmaklarıyla yaptığı çeşitli ruh hallerini yansıtan kendi portreleriyle dolu. Yol onu yorsa da sık sık Los Angeles’a gidiyor ve bu seyahatlerinden döndüğünde, atölyesinde asistanları ve arkadaşları onu bekliyor oluyor.
İngiltere’nin harika çocuğu olarak anılan ilginç giyim ve yaşam tarzıyla ilgi toplayan, 1960’larda İngiltere’nin kültürel ve sanatsal ortamını biçimlendiren Hockney; ressam, baskı sanatçısı, fotografçı ve sahne tasarımcısı.
Sanat hayatına henüz oniki yaşındayken okulda çıkardığı bir dergi ve okul etkinliklerinin posterlerini hazırlayarak başlamış.
20. Yüzyılın en önemli İngiliz sanatçısı olarak anılan sanatçının, 1953 ve 1957 yılları arasında kayıtlı olarak devam ettiği Bradford Sanat Okulu’nda yaptığı çalışmalar çoğunlukla teknik resim üzerine. Daha sonra sanatını daha kişisel ve özgün bir hale getirmenin yollarını keşfetmeye başlayan sanatçı bu aşamada kısa bir süreliğine, şiirlerden bölümleri kopyalayarak resimlerine farklı bir kimlik verdiğine inandığı denemelerde bulunmuş.
Kelimelerin ve görsel unsurların buluştuğu bu denemeler sonucunda David Hockney, 1960 ve 1961 yılları arasında eşcinsel aşıklarla ilgili bir resim serisi oluşturmuş.
Gene bu yıllarda; Genç Çağdaş Sanatçılar sergisinde yeni İngiliz pop hareketinin öncüsü olarak yer almış. Aynı yıl içinde giderek adını duyurmaya başlamış ve hatta New York’a ilk seyahatini yaparak Modern Sanatlar Müzesine işlerini satmayı başarmış. 1962’de Kraliyet Sanat Akademisi tarafından özel başarı ödülüyle onurlandırılmıştır.
Okul hayatının son dönemlerinde kübizm, pop art ve dışavurumculukla iç içe olması ve 1963 yılının sonlarında Kaliforniya’ya taşınması ile birlikte tarzında büyük değişim yaşadı. Oldukça açık ki taşındığı bu yeni şehirdeki atletik insanlar, yüzme havuzları, palmiyeler ve daimi gün ışığı, Temmuz doğumlu bir yaz çocuğu olması sebebiyle de olsa gerek, şehvet ve bağımsızlık gibi hisler yaşatıyordu. Eminim ki; bir sinestezi (birleşik duyu) hastası olarak dünyaya gelen Hockney için, normal duyu algılarına bir kişiden çok daha yoğun algılanan elementlerde dolu bir ortamdı. Ayrıca duyduğu sesler karşısında elinde olmadan renkler görüyor oluşundan yararlanarak tiyatro, opera ve bale için oldukça etkileyici tasarımlar yaptı.
Özellikle New York’ta Royal Court Tiyatrosu, Glyndebourne, La Scala ve Metropolitan Operası için yaptığı sahne tasarımları çok konuşulanlar arasındadır.
Kaliforniya’ya yerleşmesiyle değişen bir diğer şey de yağlı boyadan akrilik boyaya geçmesi oldu. Tanındığı tarzın temellerini attığı yeni parlak renkler ve pürüzsüz boyanmış yüzeyler kullanmaya da bu sıralar başlamıştı. Belki biraz da bu sebeple pop art sanatçısı olarak anılmaktadır. İlerleyen zamanla Hockey kendisini daha çok bir soyut dışavurumcu olarak tanımlayı tercih etse de sonraları bu akımı yorucu ve kısır bulmaya başlayacaktır. Geometrik formlar ve renk yelpazesini de bu noktada değiştiren ressamın ilk imza niteliğindeki işi olan “A Bigger Splash” isimli resim aynı zamanda David Hockney’nin tarzını belirleyen işi olmuştur. Bu resimle hızını alamayıp, bir yüzme havuzu serisi oluşturmuş, hatta bir de üzerine gidip meşhur Roosevelt Otelin yüzme havuzunun dibine bir duvar resmi yapmıştır. Günümüzde otel Tropicana isimli bu havuz sayesinde hala turistlerin gözde konaklama yeri.
A Bigger Splash, Türkçesi ‘Daha Büyük Bir Su Sıçraması’, 1967 yılının Nisan ve Haziran ayları arasında ortaya çıktı. Bu sıralarda Hockney, Kaliforniya Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışıyordu. Sanatçının yüzme havuzu inşasıyla ilgili bir kitapta gördüğü bir fotoğraftan etkilenmesi üzerine resmedildi. 60’ların modern mimarisini sembolize eden arka plandaki villayı ise Kaliforniya’da gezerken yaptığı bir skeçten aldı. 1966‘da The Splash ve The Little Splash adında bu resme benzer iki adet daha resim yapmıştı.
Hockney iki haftada tamamladığı resimle ilgili; “Bir su sıçramasını fotoğrafladığınız zaman, o anı dondurmuş olursunuz ve su başka bir şeye dönüşür. Farkettim ki, gerçek hayatta bir su sıçraması asla öyle görünmez; çünkü, çok hızlı gerçekleşir. Bu beni çok etkilemişti bu yüzden de, çok çok yavaş bir şekilde bu anın resmini yapmak istedim.” diyor. Bu eserini tamamlamadan önce yaptığı diğer su sıçraması resimlerinin aksine, likit boyanın tuval üzerinde yaptığı anlık etkiyi kullanmayı reddederek, sıçrama anını ağır çekimle seyretme imkanı sundu.
1973’te Paris’e gider ve Picasso’nun ölümünün ardından, onun anısına çalışmalar yapar. 1960 yılında Tate Galleride Picasso’nun resimleri ilk kez direk yakından gördüğünden beri büyük bir hayranlık duyuyordu büyük sanatçıya ve kahramanı olarak kabul ediyordu. 1980’lerde her zamanki gibi radikal hareket eder ve fotografı kullanarak, foto-kolaj ve foto-manipülasyon ile kübist denemelerde bulunur. Hockney değişik ve yeni yöntemleri sorgulamaktan ve birleştirmekten asla çekinmemiştir.
Resimlerini önemli kılan en büyük faktörlerden biri de açık görüşlü sanat anlayışıdır. Klasik yöntemlerden şaşmadığı halde çağdaş ve modern işler çıkarmış bir sanatçıdır ve işlerinde her zaman pop artın yanı sıra iletişim çağını da hissettirir.
Bu anlamda çağdaşlarından ve pop art akımından çok ilerde bir sanatçıdır. Farklılıkları ve bağlantıları çok iyi kullanır, dijital ve geleneksel arasında oluşturduğu bağ ile bize, hayatlarımızı şekillendiren modern medyanın izlerini hissettirir. David Hockney ve işleri hakkında söylenecek çok şey var; ama, muhtemelen ne kadar anlatılsa da o sözcüklerin ötesinde bir ressam ve bildiğimizin çok dışında bir karakter. Hala yaşıyorken değeri bilinmesi açısından da şanslı bir sanatçı… ya da onunla aynı çağı paylaştığımız için biz çok şanslıyız. Bana ikinci ihtimal çok daha gerçekçi görünüyor.