Kentsel Adalet Duygusunu Güçlendirmeye Odaklanmalıyız
Öncüoğlu Mimarlık
Enis ÖNCÜOĞLU
Ne yazık ki yoğunluklar anlaşılmaz şekilde münferit imar planı değişiklikleriyle haksız rekabet edecek ve adalet duygusunu törpüleyecek şekilde gelişti. Bunda kamunun da özel sektörün de bizim de payımız var. Ben isterdim ki yatay ve dikeyden önce kentsel adalet duygusunu güçlendirebilecek emsal tanımları üzerine odaklanabilseydik.
Öncelikle sizi ve ekibinizi biraz tanıyabilir miyiz? Projelerinizden, tasarım süreçlerinizden bahsedebilir misiniz?
Öncüoğlu Mimarlık, 1963 yılında rahmetli babam Hasan Öncüoğlu tarafından kurulmuş, Türkiye’nin köklü mimarlık ofislerinden bir tanesidir. 1996 yılında babamın vefatından sonra kardeşim Engin Öncüoğlu, Cem Altınöz ve Önder Kaya ile birlikte faaliyetlerimizi yürütmeye devam ettik. Mimar olan eşim Çağla Öncüoğlu’nun da desteğini alarak bu günlere geldik diyebilirim.
1992’den bu yana yurtdışına proje hizmeti vermekteyiz, 2003 yılından itibaren ise yurtdışında lisanslı proje ofislerimiz bulunmakta. Türkiye’de bizi birçok mimari firmadan ayıran özelliğimiz yurtdışı yapılanmamız. İlk ofisimizi Moskova’da açtık, daha sonra Kazakistan ve Almanya ofislerimiz açıldı. Almanya ofisi kapandıktan sonra da New York ve Dubai ofislerimiz açıldı. Türkiye-Rusya krizinden sonra ana pazarı Rusya ve Türki Cumhuriyetler olan ofisler iş ortamının daralmasından dolayı tasfiye oldular. Şu an aktif olarak sadece Moskova, Dubai ve Türkiye ofislerimiz bulunmakta. Türkiye’de merkezimiz ve en büyük ofisimiz kuruluşundan bu yana Ankara’da. İstanbul’da ise İstanbul projeleri ve yatırımcılarına yönelik bir ofisimiz bulunmakta.
Kalabalık bir kadroyuz ve bu kalabalık kadronun başka coğrafyalarda da hizmet verdiğini düşünürsek, buradaki en kritik noktanın iletişim ve organizasyon olduğunu söyleyebilirim. Diğer mimarlık ofislerinin aksine biz, proje yaptığımız noktalardaki yerel mimarları da yetiştirerek bir nevi lokalleştik diyebilirim. Bilgisayar ve iletişim de yaşanan teknolojik gelişmelerle bu iş çok daha hızlandı, artık birçok projeyi akıllı telefonlarınızdan ve tabletlerinizden yönetebiliyor ve tasarım yapabilir hale gelmeniz işinizi kolaylaştırıyor.
Ağırlıklı özel sektöre hizmet vermekteyiz, yerli ve yabancı büyük kurumsal yatırımcılarla çalışmaktayız. Büyük bütçeli yatırımların önemli özelliklerinden biri de uluslararası düzeyde proje hizmetine ihtiyaç duymaları olmuştur. Böyle olduğunda o yapılar belli kriterleri geçerek el değiştirebiliyor. Türkiye’de karşılaştığımız problemlerin en başında sadece Türkiye kriterlerine göre proje yapılması geliyor. Biz Rusya’da, hem Avrupa hem Amerika hem de Rus normuna uyacak, aralarında en güvenli kriter ne ise onun üzerinden hizmet vermekteyiz.
Son dönemde ise Türkiye’de konut projeleri ve karma kullanımlı projelere yoğunlaştığımız gibi kamuda da özellikli yapılar üzerinde çalışmalarımız devam ediyor. İller Bankası İstanbul Bölge Müdürlüğü’nden sonra şimdi İzmir ve Antalya Bölge Müdürlüklerini de çalışmaktayız.
Nurol Park Projesi
Yurt dışında ağırlıklı olarak yoğunlaştığınız bir yapı fonksiyonu var mı?
Biz son on beş senemizi alışveriş merkezleri ile geçirdik. Bu yüzden AVM’lerde uzmanlığın da ötesinde ciddi bir birikimimiz var. Örneğin şu anda Rusya Alışveriş Merkezleri Birliği’nin ve MAPIC ödülleri uluslararası jüri üyesiyim. Bu durum bizim hem vermiş olduğumuz hizmet hem de bilinirliğimizle alakalı. İlk AVM projemize 1997 yılında Migros’un Kazakistan’daki bir projesiyle başladık. Orada iyi bir sinerji geliştirdikten sonra Migros’un Rusya, Makedonya, Bulgaristan, Romanya gibi birçok projelerinde hizmet verdik. Orada oluşturduğumuz yaratıcı projeler sayesinde o bölgelerdeki yerel yabancı yatırımcıların da dikkatini çekmeyi başardık. Daha sonra da hep yerel ve yabancı yatırımcılarla çalışmaya devam ettik.
Hem Türk hem yabancı mimarlarla çalışıyorsunuz mimarlık eğitimi açısından gözlemleriniz nelerdir?
Bizdeki teknik eğitimden daha detaylı ve doğru bir teknik eğitim aldıklarını söyleyebilirim. Ama malzeme bilgileri ve iletişim yetenekleri bizim mimarlarımız kadar gelişmiş değil. Bu nedenle belli noktalarda onların katı ve güncel olmayan normlarından dolayı çok zorlandığımız durumlar oldu. Normun tarif ettiğine ek tedbirler alınarak iyileştirmek ve güncellemek mümkün ama bunun öğrenmek ve uygulayabilmek için deneyimlemek gerekiyor. Biz bu yüzden yurtdışı ofislerimizi açtık yoksa daha önce lokal ofislerle ortaklıklar yapıyorduk. Lokal ofislerde planladığımız proje ile ortaya çıkan proje arasında ciddi farklılıklar oluşuyordu, bunun hem bize hem projeye zarar verdiğini düşündük, daha hızlı ve verimli hizmet vermeyi amaçlayarak kendi ofisimizi o bölgeye hizmet verecek şekilde yolumuza devam ettik.
Mimarlığın sürdürülebilir ve ekolojik boyutu ile ilgili görüşlerinizi almak isteriz. Ülkemizde yapılan çalışmalarda bu kavramların özümsendiğini, doğru algılandığını ve uygulandığını düşünüyor musunuz? Malzeme seçimlerinizde öne çıkan kriterler neler?
Sürdürülebilirlikten bahsediliyor; ama sürdürülebilirlik kriterlerine göre proje yapıyorum diyen mimarların bile sürdürülebilirliğin özündeki felsefeden ne kadar uzak olduğunu görüyoruz. Bunun sebebi de yoğun yapılaşma ve kentleşme. Siz üç ya da beş emsalli yapılar tasarlayan mimarlarsanız buradaki enerji verimliliğini, farklı sistemlerin bina işletme maliyetlerine olan yansımalarını tartışabiliriz; ama sürdürülebilirliğin özünde olan insanın doğayla bütünleşik hayat sürme gerekliliğindeki asgari müştereği sağlamak adına çok da bir şey verebildiğimizi söylemek mümkün değil. Bodrum’da yirmi beş villalık, iki dönüme bir villanın düştüğü bir projeden bahsediyorsak sürdürülebilirliği konuşmak mümkün. Ama İstanbul’da, Maslak’da, Levent’de, Ataşehir’de yaptığınız bir projede yaptığınız şeyin adı sürdürülebilirlik olmuyor. Buradaki işletme maliyetlerini minimize etmek, daha verimli yaşam koşulları oluşturmak oluyor.
Arcadium Avm
Aslında tasarımlarımızı yaparken düşündüğümüz şeylerin en başında aramamız gereken şey kentle, bulunduğunuz bölgeyle kurduğunuz diyalog. Hacimleri tasarlamanın ötesinde hacimlerin arasında kalan boşlukların ilişkilerini doğru yönde tasarlamadığımız sürece ne kent ne doğa ne de yaşam oluyor. Özellikle İstanbul’da gördüğümüz birçok prestijli projede çok içe dönük bir yaşam var. Sadece araçla giriş çıkış yapabiliyorsunuz, bir kompleksten diğer komplekse yaya ulaşımı neredeyse yok. Biz bu durumu İkitelli’de Nurol Park projemizde kırmaya çalıştık. Mahalle ile Basın ekspres yolunu bağlayan bir vadi oluşturduk. Bu yeşil vadi bizim kentsel simgemiz ve ana omurgamızı oluşturdu, onun üzerine binaları şekillendirdik.
Projenin ana bağlayıcı unsuru açık alan tasarımı olduğu için de diğer projelerin arasında farklılaştığını düşünüyorum. Etrafımızdaki bir çok proje ciddi anlamda şekilsel kaygılar içeren projeler. Biz projeyi farklılaşmayı cephe, malzemeden öte insanın birebir ihtiyacını duyduğu kitleler arası ilişkiler, ışık, manzara, rüzgâr, hava ilişkisi üzerinden kurguladık.
Bunu da birçok projemizde model olarak kullanmaktayız, aksi takdirde güzel bir bina yapabilirsiniz ama çok güzel bir kentsel çevre olmadan yalnız bir bina olarak kalır.
Bu sayımızın dosya konusu sürdürülebilir cephe ve çatı sistemleri. Yapının kimliği olan cephe ve çatılar kent mimarisi, dokusu ve sürdürülebilirliği açısından önem taşımakta. Bu bağlamda cephe ve çatı mimarisinin biçim, işlev, yapı ve anlam açısından önemi nedir?
Özellikle cephe malzemesi iç mekan ile dış mekanı bağlayan bir cidar oluyor yani hem ayıraç hem bağlaç, bu nedenle çok önemli. Bulunduğu yöreye ait binalar yapmak bizim için çok mühim. Yaptığımız projelerde geçirgenliği optimum ölçülerde tutmaya çalıştık sebebi de ısı kayıp kazancı, işletme maliyeti, kendi kendine temizleyebilen malzemelerle binayı daha sağlıklı kullanabilmek. Bu nedenle doğal malzemeleri; kili, tuğlayı, terracotayı çok seviyoruz. Ankara’da Arcadium projemizin cepheleri Türkiye’de ilk kez terracota ile kaplanan bina özelliğini taşımaktadır. Bugün binanın cephesine baksanız yine tertemiz çünkü terracota kendi kendini temizleyen pırıl pırıl bir malzeme. Çok iddialı olmak için yola çıkmış projelerin cephelerinde kullanılan malzemeler, detaylar, formlar o kadar zorlayıcı ki ilk yapıldığında çok harika olan şeyler bir süre sonra zamanından çok daha eski gözükebiliyor. Doğal malzeme kadar, doğal havalandırmayı da çok seviyoruz. Tasarladığımız çoğu projede teraslar, balkonlar var. İnsanların bina içerisinde de bir araya gelebilecekleri sosyal alanlar yaratmaya çalışıyoruz.
Nurol Park Projesi
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan ve “İnşaat Sektörünün Anayasası” olarak tanımlanan ‘Planlı Alanlar İmar Yönetmeliği Taslağı’na göre yapılacak değişiklikleri nasıl değerlendiriyorsunuz, sizce bu anlayış değişikliğinin sebebi nedir? Olumlu ve olumsuz sonuçları neler olacak?
Ben bu yönetmelik taslağını kısaca inceleme fırsatı buldum. Bildiğim kadarıyla taban alanı kat sayısı büyüyor; ama yoğunluklar aynı kalıyor. Yüksekliğin azaltılması fikrine ben de tamamen katılıyorum. Roma’da şehre baktığınız zaman birkaç klişe dışında düzeni bozan bir tane bina görmezsiniz. İstanbul’da bu coğrafyanın Roması, müthiş hazinelerimiz, kültürümüz var; ama yoğunlukların yol açtığı hasarı hepimiz ödüyoruz. Ne yazık ki yoğunluklar anlaşılmaz şekilde münferit imar planı değişiklikleriyle haksız rekabet edecek ve adalet duygusunu törpüleyecek şekilde gelişti. Bunda kamunun da özel sektörün de bizim de payımız var. Ben isterdim ki yatay ve dikeyden önce kentsel adalet duygusunu güçlendirebilecek emsal tanımları üzerine odaklanabilseydik. Zemin altı, kat bahçeleri emsal dışıdır demek yerine örneğin Rusya’daki gibi toplam inşaat alanı üzerinden emsal verilebilseydi. Bizim ülkemizde bu kadar çok alışveriş merkezi yapılmasının sebebi de budur, toplam inşaat alanı üzerinden emsal verildiğinde kullanacağınız alan toplam alan olduğu için ve AVM’lerin daha çok otopark ihtiyacı bulunduğundan, kiralanabilir, satılabilir alanı azalıyor ve yatırımcının elinde daha realist hesaplarla karar vereceği dökümanlar oluşuyor.
Şu anda hala AVM’ler kâğıt üzerinde en karlı yatırım olarak görünüyor. Emsal konusunda Rusya’nın bir ileri örneği de İsviçre’de var, orada emsal metreküp üzerinden veriliyor. İşte o zaman sizin oraya koyacağınız kitlenin tarifi yapılmış oluyor.
Nurol Park Projesi
Almanya’nın uyguladığı alt yapı katılım paylarında kullanıcı sayısı önemli, biz de ise metrekare üzerinden altyapı katılım payı alınıyor. AVM’ler birçok insanın ziyaret ettiği merkezler olduğu için katılım payı bir konut bloğuna göre çok daha fazla oluyor, dolayısıyla maliyet artıyor kârlılık azalıyor. Bu nedenle Almanya’nın şehir merkezlerinde çok büyük AVM’ler göremeyiz.
Sonuç olarak aynı yoğunluğun yatayda dağıtılmasının kente bir faydası olmadığı gibi bir de kentsel boşlukları daralttığı için orada doğa ile olan bütünleşik hayatı ya da boşlukta yaşanan ilişkileri daha da derinleştirecek.
Bir proje hayata geçireceksiniz, bütçeniz sınırsız, tasarımınıza hiç kimse müdahale etmeyecek...Bu proje nerede olurdu? Fonksiyonu ne olurdu ve ağırlıklı olarak hangi malzemeyi kullanmayı tercih ederdiniz?
Ben yirmi senedir piyasa şartları içinde hizmet veriyorum bu nedenle bütçesi sınırsız bir projeyi hayal etmekte bile zorlanıyorum. Ama sanırım benim hayalim; doğa ile kent yaşamının diyaloğunu maksimumda kurabileceğim bir yapı arayışı olurdu. Buradaki bütçeyi pahalı malzemeler ile tüketmek yerine büyük ölçekli bir alan için değerlendirip, bölgenin gerçek ihtiyacı olan, yeşille en üst seviyede bütünleşik ve çevresine de hizmet eden heykelsi bir mimari için kendimi sınamak istedim. Fonksiyonu ise çok önemli değil. Eğitim, kültür sanat, ticaret bile olabilir.