Mavi gezegende sürdürülebilir bir yaşam için Blue Life ile gezegene saygı
ARZU ULUDAĞ ELAZIĞ & ORÇİN EGEMEN
Eczacıbaşı Yapı Ürünleri Grubu; kaynakları koruma sorumluluğuyla uzun yıllardır yaptığı yatırımları, Blue Life adıyla bir çatı altında topluyor. Arzu Uludağ Elazığ Blue Life’ı, “Yapı Grubu’nun 10 yıl öncesine kadar oluşturduğu bir düşünme / iş yönetme sistemi; içinde toplumsal, çevresel ve ekonomik öğeler barındıran bir düşünme sistemi” olarak tanımlıyor. Üretim sürecinde yenilenemeyen kaynak tüketimini en aza indirmeyi hedefleyen Blue Life; VitrA ve Artema markalarının üretim, tasarım ve yönetim yaklaşımını ifade ediyor. Eko-verimliliği artıran çözümlere önemli yatırımlar yapan grup, çevre ve gelecek bilinciyle, nihai tüketiciler için enerji ve doğal kaynak tasarrufunu teşvik eden ürünler tasarlamayı ve geliştirmeyi planlıyor. Bu anlayış doğrultusunda, tüm üretim, tasarım ve yönetim süreçlerinde enerji ve doğal kaynak tüketiminin ve karbon salımının azaltılmasına özen gösteriliyor.
Eczacıbaşı Yapı Ürünleri Grubu, Blue Life markası ile ürünlerini başka bir boyuta taşıdı. Nedir Blue Life?
ARZU ULUDAĞ ELAZIĞ: Blue Life, Yapı Grubu’nun 10 yıl öncesine kadar oluşturduğu bir düşünme / iş yönetme sistemi; içinde toplumsal, çevresel ve ekonomik öğeler barındıran bir düşünme sistemi, bir şemsiye diyebiliriz. Bu şemsiye altında aslında yapı grubu diyor ki “ben işlerimi yönetirken, yaparken, tüketiciye sunarken ekolojik olarak, çevresel olarak toplumsal olarak şunlara dikkat ederim... Ben bunu tasarlarken de, üretirken de topluma, çevreye, geleceğe yönelik dikkatli olmasını öngörürüm ve bunun tüm aşamalarımda böyle olmasını öngörürüm, nihai olarak çıktılarımın da onların hayatında da bunlara dikkat edecek şekilde yaşamalarına imkan vermesini öngörürüm. Bununla birlikte çevresel tarafında da işlerime bakarken de daha adaletli, hakkaniyetli sosyal sorumluğu olan bir yönetim şeklini de benimserim.” diyor. Biz, bunun bütününe yaklaşık 10 yıl önce Blue Life dedik; “gezegenimize saygı” olarak sloganlaştırdık.
Blue Life’tan önce de aslında adını koymamakla birlikte topluluğumuz hem üretim süreclerinde hem de nihai ürünlerde bu “dikkate alma” konusuyla ilgili adımlar atmıştı. Bu konu moda olmadan, şu an çok moda çünkü, 3-6 lt ile yıkama yapan gömü rezervuarlar yapmıştık, o dönem için devrimci bir üründü. Halbuki hala 14 litre ile yıkama yapan gömü rezervuarlar var... hala... 10 yılı aşkın bir süreden bahsediyoruz 14 litre değil, 12 değil, 6 diyoruz onun üzerine de seçenek sunuyoruz 3 litre diyoruz. Bunu anlatmakta çok zorlanmıştık; ama çok da farklı gelmişti herkese. Moda olmadan bunları yapmaya başlamıştık, önce kendimizi yönetirken adam etmekle ilgili toplam kalite yönetimi sistemlerine geçmiştik. O toplam kalite yönetimi sistemlerinin öğretileriyle, çevre yönetim sertifikaları, enerji yönetimi sertifikaları gibi üzerine koya koya o günden bugüne geldik. Bu sadece yapı grubunun yaklaşımıyla ortaya konan bir üst şemsiye değil, Eczacıbaşı topluluğundan gelen bir yansıma. Bizim organizasyonumuzda adı sürdürülebilir kalkınma ve inovasyon olan bir yöneticilik var. Hem banyo grubuna hem karo grubuna hizmet vermekten sorumlu. Cihan Hanım o birimimizin yöneticisi. Bu, bizim bu konuya verdiğimiz önemi ve bu konudaki istikrar ve süreklilikle ilgili niyetimizi gösteren noktadır. Blue Life altında dediğim gibi hem üretimle ilgili hem nihai ürünle ilgili çalışmalar yaparken aynı zamanda kendi çalışanlarımızı da bilinçlendirmekle ilgili de çalışmalar yapıyoruz. Doğru anlayalım, doğru karalar vererek ilerleyelim istiyoruz. En son sizin elinize gelen Yeşil Binalar Kataloğu gibi tüketiciyi bilinçlendirmekle ilgili de çalışmalar yapıyoruz. Hepsinin şemsiyesine de “Blue Life” diyoruz.
ORÇİN EGEMEN: Arzu Hanım, bütün çerçevesi ve derinliğiyle çok net özetledi. Ben de birkaç farklı açıdan size yaklaşımı, “niye böyle yapıyoruz, n’apıyoruz”u anlatacağım. Bir; bu yaklaşım zaten eşyanın tabiatı gereği ortaya çıkmış bir şey. İkincisi de; Eczacıbaşı’nın şöyle bir misyonu var, diyor ki; “Eczacıbaşı Türkiye’de çağdaş yaşamın öncüsüdür”; dolayısıyla da bu öncülük rolü ve çağdaş yaşam kavramlarını ortaya koyduğunuz zaman ister istemez iş buraya geliyor. Eşyanın tabiatıyla ilgili olarak da birkaç yorum var.
Biz gerek Türkiye’de olsun gerekse dünyanın bütününde olsun şehirleşiyoruz, doğayla beraber yaşadığımız ortamları bırakıyoruz, şehirlere taşınıyoruz. Bir çiftlik evinden 100 m² bir daireye taşınıyoruz. Bu, ekonomik bir zorunluluktan bir yaşam tercihinin sonucu olarak ortaya çıkıyor ama insanoğlu onu vareden, içinde varolduğu o doğal çevreden kopunca da mutsuz oluyor. Öte yandan yeni taşınmış olduğu bu habitatta ihtiyaçları var, bir de özlemleri var. Çünkü şehirli yaşamın, binalı yaşamın getirdiği bir ihtiyaç var ve o ihtiyaca yanıt gerekiyor. Dolayısıyla eşyanın tabiatı içinde ihtiyaçtan doğan aslında kendi içinde şehirli yaşamında sürdürülebilirliğini sağlayan bir cevap var orda; Blue Life’ın felsefesinin içinde de var bu. İhtiyaç var ve o ihtiyaca bir cevap var. Eşyanın tabiatıyla ilgili olarak ikinci başlıkta özlem var. Sonuçta hepimiz sokakta büyüdük, bizim çocuklarımız da evlerde, anaokullarında vb.... Bizden bir önceki jenarasyon sokakta değil dağda bayırda büyümüş… “ah o eski güzel günler” der insanoğlu ve o özlemin içinde de o eski güzel günlerden neyi ne kadarını evine taşıyabileceği sorusunun cevabını arar. Kaynakların sürüdürülebilirliği anlamında karolardan örnek vereyim; doğal taşları evlerin içine döşemeniz mümkün değil, çünkü o kadar kaynak yok, artı insan beğenisi vs... dolayısıyla da karo grubu bu anlamda çok net bir yanıt aslında. Çünkü o dünyadaki kaynakları çok daha farklı şekilde biraraya getirip, bunları sürdürülebilir bir şekilde insanların özlemlerini de karşılayarak evlere taşıyor.
Bu, ihtiyaç ve özlemin birleştirdiği bizim de adına Blue Life dediğimiz bir yönetim ve iş yapma tarzı. Birkaç anlamda görüyoruz biz bunu. Birincisi ürün; ürünü banyo tipi ürünlerde çok daha net görüyorsunuz su tasarrufu gibi ürün faydası direkt ortaya konulabiliyor, karoda bu imkansız değil ama daha zor. Çünkü orda sattığınız şey ihtiyaç değil, özleme bir yanıt ama yine de faydalar var. Örneğin kendi kendini temizleyen karolar var. Daha farklı bir metodoloji kullanarak daha ince karo üretmek, kaynakları daha bilinçli kullanarak, üretimden son kullanıcının evine kadar olan süreçte karbon salınımını düşürmek gibi yan faydaları olan ürünler var. Tasarım bu işin olmazsa olmazı, çünkü nasıl tasarlarsanız, öyle sonuçlar elde ediliyor. Bizim, her zaman bu işi nasıl daha çevreci yaparız diye düşünerek tasarımcılara verdiğimiz zorlayıcı görevler var. Son olarak bizim için şöyle de bir başlığı var, sürdürülebilirlik ve mavi yaşam ölçüsünde, biz sonuçta belli bir takım kaynakları kullanarak belli bir takım ürünleri hayata geçiriyoruz. Biz ne kadar az kaynak kullanırsak o kadar çevre dostu işler yaratabiliriz, karo için söylüyorum, biz enerji yoğun bir sektörüz. 8 bin yıl önce insanoğlu bu topraklarda karoyu icat etmiş; Anadolu’da taşı toprağı kille beraber karıştırıyorsunuz, güneşin altında kurutuyorsunuz üstüne boya yapıyorsunuz size karo oluyor. Bu teknolojiyi temel prensip aynı kalmak koşuluyla günümüze uyarladığınızda güneşle değil, doğalgaz ya da elektrik fırınında yapıyorsunuz aynı işi; ama işin temel mantığı 8 bin yıldır aynı. Biz 8 bin yıllık gelişim süreci içinde, bu işi daha iyi yapmak için çalışıyoruz. Fırında atılan ısıların geri kazanılması, dolayısıyla karbon salınımlarının düşürülmesi, daha farklı hammade kullanımı... Bizim Bilecik-Bozüyük kampüsümüz banyo ve karo ürünlerini ürettiğimiz bir kampüs, banyo ve karoyu beraber ürüten dünyadaki en büyük kampüs. Orda her gün müthiş bir girdi çıktı trafiği var; müthiş bir atık yönetim sistemi var. Biz orda kanalizasyon suyu dışında bir şeyi atmıyoruz. Kendi atıklarımızı kendimiz kullanıyoruz. Banyo üretiminde ortaya çıkan atıkları karoda kullanıyoruz, kendi içimizde bir atık yönetimi kullanıyoruz ki, daha az kaynak tüketelim. Bunun sonucunda, öncelikle biz kendimizi çok iyi hissediyoruz. Bunun mali avantajı da var; daha az enerji kullanıyoruz. İşimizin sürüdürülebilirliği anlamında da avantajlı, bir de üstüne takdir görüyoruz. Biz sektörümüzde Türkiye’den Ecolabel alan tek firmayız; daha yeni Greencard Sertifikası aldık, EPD sertifikamız var. Biz inandığımız için yapıyoruz ama başkalarının takdiri de hoşumuza gidiyor.
A.U.E.: Bize “EPD almaya nasıl karar verdiniz, kimden aldınız?” gibi sorular sorulduğunda bizim cevabımız net: “Biz kendimiz için aldık. Biz kendi işimizi böyle yönetmek istiyoruz.” işimizi yönetmekle ilgili birtakım kabul görmüş yöntemler içerisinde bize en yakın olanını seçip o yöntem üzerinden işimizi yönetmek istiyoruz; EPD bunlardan biri. Üretime giren malzemenin çıkışına kadar çevreci olmasını ölçtüğümüz, takip ettiğimiz bir süreç. Biz bunu gönüllü olarak yaptık, kimse bize bunu yapın demedi, bununla ilgili biz bir yerlerde skorlar alıp şirket puanımızı artırmıyoruz.
Bakarsanız bu halka açık bir şirket ama bununla ilgili Orçin Bey’in de söylediği gibi kendi işimizi yapmanın somut aracını sunuyoruz ki takip edebilelim; yıllara göre gelişimimizi izleyebilelim. Bizi zorlayan hedefler koyuyoruz . Bunlar kısa dönemde şirketinin karlılığına katkı sağlamıyor ama orta dönemde biz itibarlı bir şirket olmayı çok önemsiyoruz. Bu itibar hem tüketicinizin gözünde size geri dönüyor hem de çalışanlarınız böyle bir grupta çalışıyor olmaktan gurur duyuyorlar. Biz bu ikisini de önemseyerek bu işe gönüllü oluyoruz.
O.E.: Blue Life ile ilgili ana felsefemiz bu, aslında bizi zorlayan kendimiziz. Yaklaşık 1 sene oluyor, Sürdürülebilir Kalkınma Derneği’nin hazırlamış olduğu bir sunumda yer aldım ve atık ısı geri kazanım projesini anlattım. Biz Rio+20 Zirvesi’ne Türkiye’den gönderilen örnek projelerden biriydik. Sonrasında derneğin başkanıyla yaptığımız sohbette kendisi bana “nedir bu işin sırrı?” diye sordu. Birkaç unsur var, iş tepeden başlıyor, tepedeki yönetim bunu gündemine alıyorsa ve bununla ilgili stratejik bir bakış açısı getiriyorsa bu zaten aşağıya doğru yayılıyor. Az önce Arzu Hanım da bahsetti, bizde sürdürülebilir kalkınma ile ilgili bir başkanlık var; birileri o işle ilgili bütün grup adına uğraşıyor, dolayısıyla bu bir gündem haline geliyor. Gündem haline gelince bir süre sonra bir kültür halini alıyor. Kültür oluştuktan sonra o iş devam eder; tamamen verilen önem ve yapılan inatla ilgili...
Sürdürülebilirlik ülkemiz için çok yeni bir kavram, herkes tarafından bilindiği ve anlaşıldığı söylenemez. Siz çalışanlarınızı konu ile ilgili olarak nasıl eğittiniz, birlikte ne gibi çalışmalarınız oldu?
A.U.E.: Topluluk bu konu ile ilgili hassasiyetler başladığı andan itibaren konuyu yukarıdan aşağıya, kendisinin gündemindeki ortak toplantılarında ve yayınlarında işlemeye başladı. Eğitimler verildi, söyleşiler yapıldı. Bu konuyla ilgili topluluk içindeki yayınlarda bölümler oluşturulmaya başlandı ve bu bir süre sonra aşinalık sağladı. Elbette fabrikada çalışan biriyle, bir yöneticinin bilmesi gerekenler birbirinden çok farklı. Temelde herkes kendi iş koluyla ilgili olarak standart eğitimleri aldı; sonrasında EPD belgesine başvurmakla ilgili, o konuda çalışacak kişiler ayrıca eğitildi ve ilgili seminerlere ya da kurslara gönderildi.
Bu konuda bir yöneticimiz var, onun tüm gündemi takip edeceği her şeye katılımın sağlanması. Bu konudaki eğitimlerin verilmesi. Sosyal ortamlarda bununla ilgili teknik olmayan bilinçlendirme sohbetleri ve toplantıları yapıldı; sertifikalara yönelik teknik eğitimler hesaplamalar ürün geliştimelere yönelik yıllık iş planımız içinde yer alıyor; aslında biz buna iş diye bakıyoruz.
O.E.: Bunun yanı sıra ödüllendirme ve teşvik mekanizmamız da var. Topluluk bütününde biz buna İNOCİNO diyoruz, biz Vitra Karo olarak onu İYİ diye yorumladık, “İddialı-Yenilikçi-İnovatif” biz burda İYİ ile ilgili arkadaşlara bilgilendirme yaptık. Sonrasında sürecin takibini yapmaya devam ettik. Arkadaşlar bir sistem üzerinden her türlü işimizi daha iyi yapmamızla ilgili, daha iyi ürünler daha iyi çevre üretmekle ilgili önerilerini yapıyorlar, öneriler mutlaka değerlendiriliyor, değerlendirme sonucu uygulamaya alınan öneriler olursa, onlarla ilgili ödüllendirme mekanizması çalışıyor. Ana başlıklardan bir tanesi bu: İYİ sistemi içinde sürdürülebilirlik. Bu başlıkla ilgili mutlaka fikir geribildirimi istiyoruz çalışanlarımızdan, bu anlamda çalışanlarımızın fikri çok mühim, çünkü iş onlarla başlıyor.
İşin gelişmeye açık tarafı bilinçlendirme tarafıdır. Son kullanıcılar özelinde ise içinde faaliyet gösterdiğimiz pazarlar henüz arzulanan bilinç düzeyinde değiller; yani şöyle bir tüketici bulmanız çok zor: “bu ürün ekolojik yöntemle üretilmiş firma bunun için belli bir yükümlülüğe katlanmış, ben buna 1 lira fazla vereyim de çevreye bir katkım olsun” deme noktasında değil. Sadece Türkiye için söylemiyorum, Almanya için bile bu böyle; Rusya’da zaten haberleri yok, o ayrı konu, çok da normal çünkü 70 yıl, belki daha fazla, o sistemin içinde yaşamışlar, ki hala daha Rusya’nın pek çok yerinde su bedava. Dolayısıyla neyin tasarrufu?... Bu biraz toplumun şekillenmesi, toplumun şehirleşmesi, kaynakların biraz daha zorlayıcı şekilde kıt hale gelmesiyle ilgili. Bugün sorsanız benzinin fiyatını herkes bilir, ekonomik olarak can yakan bir şey çünkü. İstediğimiz yerde miyiz; değiliz ama bu bizi vazgeçiriyor mu, hayır. Çünkü uzun vadede önemli olanın bizim yaptığımız olduğuna inanıyoruz. Bu anlamda da ister taltif mekanizması olsun ister iş planlama mantığının içinde olsun, ister Erdal Bey’in yönlendirmesiyle olsun, biz buna devam ediyoruz. İnanıyoruz biz bu işe.
Toplumsal sorumluluk projelerinizden bahseder misiniz?
A.U.E.: Toplumsal sorumluluk projelerini birkaç aşamaya ayırarak söyleyelim. İş alanımızdan bakıldığında herkesin öncelikle iş alanında bu sosyal sorumluluk projelerini üstlenmesi gerektiğine inanıyoruz ki derinlemesine ve devamlılığını getirebilelim. Sadece ben bunu yaptım değil, uzun dönemli olsun takibine de devam edebilelim. Bu sektör ve alanlarda birileri bir şeyler yapabilmiş olsun. O yüzden biz kendi işimize yönelik konuları önemsiyoruz. Bunların başlıklarını ben üçe ayırarak söyleyeyim. Birincisi, mimarlık dünyası; çok önemli. Mimarlık dünyasına yönelik projeler yapıyoruz, bu projelerde mimarlık dünyasında daha iyi daha gelişmiş, daha çevreci, daha kente saygılı, daha yenilikçi daha kaliteli projelerin geliştirilmesine yönelik olarak tartışma platformları, eğitim platformları, deneysel çalışma yapma platformları geliştirebilecek projeler üretiyoruz. Bazılarını da destekliyoruz. Bunu akademik çevrelerle de yapabiliyoruz, sivil toplum kuruluşlarıyla da yapabiliyoruz, çeşitli mimarlık organizasyonları, üniversiteler gibi… doğrudan kendimizin başlattığı projeler de oluyor. Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi Projesi bunlardan bir tanesi. İstanbul Modern’le işbirliği yaptığımız Genç Mimarlık Programı bir diğeri, şu an hala devam eden bir sergilemesi var, sonbahar sonuna kadar devam edecek: “Daha Sürdürülebilir Kamusal Alanlar Nasıl Yapılır” üzerinden genç mimarlara seslenen bir proje; o yüzden destek olmak adına önemli bir projeydi bizim için. Mimarların dışında bizim bilinçlendirmeye çalıştığımız bir diğer grubumuz da ürünlerimizle ilgili olarak nihai tüketicinin evine giren çıkan, ama eğitim seviyesi itibariyle ülkemizde düşündüğümüz yere gelmeyen usta grubu. Banyo grubu olarak biz “usta” derken tesisatçıyı kastediyoruz, karo grubumuz içinse “usta” karo döşeyicileridir. Eğitimler vermek, onları bilinçlendirmek, tüketicinin evinde daha doğru tavsiyeler vermelerini sağlamakla ilgili çalışmalar yapıyoruz. Çünkü her gittiği evde damlayan muslukla ilgili bir şey söylemesi, doğru ürünü önermesi, bizim yaklaşımlarımızın mesajını taşıması bizim için kıymetli. Üçüncü anlamda da daha geniş baktığımızda bizim uzun süredir devam eden yatılı ilköğretim bölge okulları projemiz var, kısa adıyla YİBO dediğimiz. Bu projeye de aslında iki türlü bakabiliriz, bunlardan bi tanesi somut bir şekilde yaşanan mekanı iyileştirmekle ilgili yaptığımız katkılar, yani bu okullara gidiyoruz, bu okullardaki kendi iş alanımıza ait bölümleri yeniliyoruz ve diyoruz ki: “daha iyisi, kalitelisi, çevreci olanı, hayata ilişkin umudunu artıracak daha iyisiyle ilgili olasılıklar var”. Çocukların bunu görmesini istiyoruz. Çünkü bu çok önemli, kendi yaşadığı çevrenin dışında daha iyi bir gelecek olduğunu görmek, hayatla ilgili umutlarını tazeliyor ve hayata tutunmalarını, daha iyisini hedeflemelerini sağlıyor. Bunu yaygın bir şekilde çok uzun bir süredir, 2007’den beri yapıyoruz. Aynı zamanda dokunduğumuz her okulda bu umudu aşıladıktan ve yaşadıkları mekanın kalitesini artırdıktan sonra bunun artık herşeyde kaliteli bir yaşam arama duygusu getireceği inancındayız. Oraya çeşitli sosyal aktiviteler taşımaya çalışıyoruz. Eczacıbaşı topluluğunun gönüllü grubuyla birlikte müzik atölyesi ve resim atölyesi yapıyoruz; çocuklarla bağlantıyı koparmıyoruz, dönem dönem onları İstanbul’a getiriyoruz. Yanlarında olduğumuzu hissettiriyoruz, tabii sadece çocuklar değil onların eğitimci büyükleri de bu çerçevede bence destek alıyorlar. Bir küçük ekleme yapmak istiyorum; daha çağdaş bir ortam oluşması, geleceğe umutla bakması, kendilerine değer veren insanların olduğunun farkına varmaları bu yapılanlarla oluyor. Sizin yarattığınız mekanlarla onların hayatına giren başka kavramlar da oluyor: temizlik mesela. Temizlikten gelen sağlık ve gerekli olan hijyen. Tuvalet ve banyolar yenilendikten sonra okullardaki çocuklara tuvalet ve kişisel hijyen eğitimi veriliyor. Projelendirilirken inatla klozet koymayın hela taşı koyun diyen müdür ve öğretmenler var; niye, çünkü bilmiyorlar kullanmayı, klozeti nasıl kullanmaları gerektiği de öğretiliyor yeri geldiğinde. Niye ellerini yıkaması gerektiği, banyo yapmazsa n’olacağı, dişini fırçalamazsa n’olacağı gibi kişisel hijyene ve sağlıklı büyümesine yönelik eğitimler veriliyor. İşin bu yanı da çok kıymetli…
Sürdürülebilirlik sürdürülebilir olduğu ölçüde kültüre dönüşür; bizim buna küçük bir katkımız olabiliyorsa ama sabit bir şekilde aynı şeyi düzgün bir şekilde yaparak katkı sağlayabiliyorsak ne mutlu bize. O yüzden her şeyi yapmıyoruz. Bu işe bakışımız stratejik, yapabileceğimiz pek çok şey var, birkaç şey seçiyor ve yapıyoruz; onu da iyi yapmaya gayret ediyoruz.
O.E.: Tabii Selpak’ın da katkılarını yadsımamak gerek. Benim söyleyeceğim tek şey; bu işin çıkış noktası şu: çağdaş yaşamın öncüsü olmak. Yapabileceğimiz olarca yüzlerce proje var ve bir sürü şey de geliyor. Bizim yaptığımız projelerde de projenin sürdürülebilir olması bizim için çok önemli. Bu yüzden, biz bir şeyi seçiyoruz. Biz buna 2007 yılından beri devam ediyoruz. Seçtiğimiz, yatılı bölge okulları, onlarla ilgili sürdürülebilir şekilde devam etmek istiyoruz. Çünkü bu sürdürülebilirlik meselesi az önceki kurum içi kültürü oluşturmakla da ilgili. Sürdürülebilirlik sürdürülebilir olduğu ölçüde kültüre dönüşür; bizim buna küçük bir katkımız olabiliyorsa ama sabit bir şekilde aynı şeyi düzgün bir şekilde yaparak katkı sağlayabiliyorsak ne mutlu bize. O yüzden her şeyi yapmıyoruz. Bu işe bakışımız stratejik, yapabileceğimiz pek çok şey var, birkaç şey seçiyor ve yapıyoruz; onu da iyi yapmaya gayret ediyoruz.
Eczacıbaşı Yapı Ürünleri Grubu’nun konuya hassasiyeti biliniyor; Yeşil Banyo Çözümleri Yeşil Binalara artı bir değer katıyor; özellikle suyun en çok tüketildiği banyolarda... Eczacıbaşı’nın bu alandaki çevreci ürünlerinden biraz bahseder misiniz...
O.E.: Sürdürülebilir ürünler; banyo ve armatür tarafında daha somut ve kolay. Çünkü su ve enerji tasarrufu gibi tüketicinin hayatına dokunan şeyleri gündeme alabiliyorsunuz. Karoda dediğim gibi bu biraz daha olaylı oluyor. Bunun içinde de var birkaç tane, kendi kendini temizleyen karo var, ince karo var. Bir de yepeni bir ürün var, özellikle ısı yalıtımıyla ilgili bizim sürüdürülebilirlik kadar yenilikçilik adı altında adlandırdığımız grupladığımız bir stratejimiz daha var. Bu çerçevede de paydaşlarımızla yoğun temas halindeyiz. Bu temasların kimisi birebir görüşmeler halindeyken, kimisi belirlenmiş atölye çalışmaları şeklinde oluyor. Bunlardan bir tanesi de, “Mavi Okyanus” dediğimiz bir çalışma metdolojiisi. Bu mavi okyanus metodolojisi içinde biz beraber çalışmakta olduğumuz paydaşlar grubundan mimar grubuyla geçmişte yoğun bir dönem geçirdik onların hayalindeki ürünü bulmaya çalıştık. Ordan gelen fikirlerden biri de yalıtımlı karoydu. Çünkü karonun tek kullanım alanı banyonun içi değil aslında, evin içinde koridordan çıkın mutfağa ve yatak odasına kadar çok değişik kullanım alternatifleri mevcutken evin dışında da sonsuz seçenekte yüzey var kullanabileceğiniz. Kaplanabilen herhangi bir yüzeyi karoyla kaplayabilirsiniz. Bu yüzeylere bir örnek de binaların dış cepheleri. Şehirleşmeyle beraber ortaya çıkan bir bina kalabalığı var, o kalabalıkların içinde de bazı binaların diğerlerinden farklılaşma ihtiyacı ortaya çıkıyor. Bu anlamda estetik çözüm olarak bir dış cephe giydirme/kaplama ihtiyacı ya da isteği var ama bunun dışında yeni yasayla beraber bir zorunluluk halini alan ısı yalıtımı şartı var. Şimdi ısı yalıtımını mecburen yaptırıyorsunuz ve bir de üstüne güzel gözüken bir bina yapayım dediğiniz zaman hayatınız çok zorlaşıyor. Gerek mimar olarak, gerek yüklenici olarak çok zorlaşıyor işler. Bu süreçler kalifiye işçilik, ölçüm biçim vs. bayağı hayatı zorlaştıran başlıklar halini alabiliyor. O anlamda bize gelen geri bildirim şuydu; “yalıtımlı bir karo olsa, biz bunu binanın dışına yapıştırsak, hiç uğraşmasak, hayatımız kolay olsa daha güzel olmaz mı?... bir de ucuz olsa tabii...” Fikir aşamasından ürün aşamasına yaklaşık 2,5 seneyi bulan çalışmanın sonucunda bir ürün ortaya çıktı. Biz bu ürüne “İsotile” dedik.
İsotile bu yalıtımlı karonun adı. İsotile, öyle kalifiye işçiliğe ihtiyaç duymayan doğrudan yapıştırabildiğiniz; ömrü binanın ömrü kadar, ısı yalıtımı standartlar ve yasanın öngördüğü değerlerde, işçilik maliyetlerinden tasarruf ettiren ve daha ucuz bir çözüm olarak ortaya çıktı. Fikri biz paydaşlarımızdan aldık, ürünü sıfırdan biz icat ettik, üretim hattını sıfırdan biz icat ettik, 1 ay önce TSE’den standardını da aldık sıfırdan… Standartını da biz icat ettik, çünkü denk gelen ürün yok; karo desen değil, yalıtım malzemesi desen o da değil… Dolayısıyla ürünün kendisini, üretimini ve standartını icat ettiğimiz bir ürün İsotile. Bu yıl aktif şekilde pazara sunmaya başladık, çok da iyi geri dönüşler aldık, şu anda yeni yılla kadar üretim hattımız dolu.
Kapasite yatırımı yapmaya başladık, bu anlamda ihtiyacı bulursak, sürdürülebilir çözümü üretmek konusunda iddialıyız. Mesele ihtiyacı bulmak, çünkü siz ona söyleyene kadar alıcı ne istediğini bilmiyor, söyleyince de “evet ihtiyacım var” diyor ve talep ediyor.
A.U.E.: Bu bizim ürün gruplarımız için de geçerli, sorsanız herhalde tüketicilerimizden hiçbiri sunduğumuz ürünleri tarifleyemezdi. Biz yaklaşık 10 yılı aşkın bir süredir böyle ürünler sunuyoruz. Ürünlerimizdeki sürdürülebilirlik kapsamını üçe ayırarak anlatabilirim. Bunlardan ilki ürünün kendisinin fonksiyon ederken çevreye daha saygılı şekilde fonksiyon etmesi ya da tasaruf sağlaması.
Bu ürünler çok daha kolay anlaşılan ürünler tüketici için. Çünkü bizim ürünlerimiz su ve elektrikle çalışan ürünler; o sebeple faydalarını karodan daha kolay anlatıyoruz, ispatı çok daha kolay, ölçümlenebilir ürünler. Gömme rezervuarlarımızdan bahsetmiştim 14 lt ile yıkayabilen gömme rezervuarlardan bu gün 2-4 lt ile yıkayabilen gömme rezervuarlara geldik . Çok somut bir şekilde ben su tüketimini 7 kat azalttım diyebilirsiniz. Aynı şekilde armatürlerde de geçerli bu; kullandığınız perlatörlerden debi akışını ayarlayabiliyorsunuz. Bunu yaparken özel bir perlatör, kartuş sistemi kullanarak, suyla havayı karıştırıp saniyede 9 mililitrede 4,5-5’e kadar düşürüp, aynı yıkama hissini alıp; daha az su kullanabilirsiniz…
Enerjiyle ilgili olarak termostatik ürünlerimiz var. Termostatik ürünlerde su derecesini ayarlayabiliyorsunuz. Su derecesini ayarlamak sizin suyu ılıştırmakla ilgili boşa akıttığınız su israfına son veriyor. Kaç dakika, kaç derecede yıkandığınızı gösteren dijital göstergeli armatürler var; yine aynı şekilde bunlar size neyi, ne kadar, kaç zaman tükettiğinizi hatırlatıyor. Kombi dostu dediğimiz bir armatürümüz var; tek kumandalı, yani iki elle sıcak soğuk açma kapama yapmadığınız tek kumandayla yaptığınız armatür gruplarında; ki topluluğumuz Türkiye’de bu kategoriyi açan kuruluştur. Alışkanlık olarak aslında sağ soğuk sol sıcak olmasına rağmen o kumanda kolu ne sağda ne solda durur. Estetik açıdan simetrik olsun diye en ortada durur. Eğer armatürünüz doğrudan kombiye bağlıysa, siz her açtığınızda kombiyi çalıştırırsınız, suyunuz ılık gelir, ihtiyacınız yoksa bile yaz günü ılık su alırsınız ordan. Bu öyle bilinçlendirmeyle falan değişecek bir alışkanlık değil, bu seebeple bu psikolojik bariyeri kabul edip, peki biz buna rağmen ne yapabiliriz diye düşündüğümüzde “kombi dostu armatür”ü icat ettik. Yani ortada tutmanıza rağmen, kartuşunu değiştirirek 180 derecede değil, 90 derecede açılıp kapanan kartuş entegre ettik armatürlerimize. Bu yüzden siz ortada tutmanıza rağmen 90 derece açıp kapatıyorsunuz ve her defasında kombiyi çalıştırmıyorsunuz. Bu hem sizin enerji tüketiminizi azaltıyor hem de o ılıştırma zamanlarından tasaruf etiriyor. Bununla birlikte daha kolay temizlenebilen ürünler yapmaya çalışıyoruz. Bu şu demek, temizlerken daha az zaman harcayacaksınız, daha az deterjan kullanacak ve daha az atık üreteceksiniz. Aynı zamanda daha az su kullanacaksınız. Vitra’nın Vitra Clean denen bir teknoloisi var. Örneğin bu Vitra Clean ile yüzeyler daha az kirleniyor çünkü yüzey daha akışkan. Siz de onu temizlemek için daha az su ve deterjan kullanıyorsunuz.
Biz tüketiciyle biraraya gelmeye
çalışıyoruz ve onların beklentilerini
anlamaya çalışıyoruz.
Bu yılki fuarda lansmanını yaptığımız kanalsız klozet dediğimiz bir sistemimiz var bununla ilgili biliçlendirme çalışmalarına sonbaharda başlayacağız. Kanalsız klozetin temelde avantajı, daha az kirlenme daha kolay temizleme. Bu da yine daha az su ve deterjan kullanımı demek. Biz banyo mobilyaları da üretiyoruz. Banyo mobilyası kategorisinde de belli bir sigmente iddalıyız. Banyo mobilyası nerden tasarruf sağlar, aydınlatmasını led yaparsınız; başka ne yapabiliriz diye düşüdüğümüzde çevreye saygı duyan girdi kullanalım diye baktığımızda banyo mobilyalarımızda da PEFC belgesi almakla ilgili bu ürün grubunda da çalışmamız var.
O.E.: Biz tüketiciyle biraraya gelmeye çalışıyoruz ve onların beklentilerini anlamaya çalışıyoruz. Tasarım doğal taş görünümü olsun vb. gibi… Tüketicilerimizin en büyük beklentisi, banyo karoları leke tutmasın, pislik göstermesin. Dolayısıyla biz tasarımcılarımıza ürün brief’i verirken, tasarımında daha az leke tutması ve daha kolay temizlenmesi için ne yapılabilir onu soruyoruz…
Karodaki sesle ilgili çalışmalarımız hala sürüyor. Üstünde çalıştığımız bir başlık, şu ana kadar 4 tane prototipi çöpe attık. Ses bizim üzerinde çalıştığımız bir konu. Bir konu daha var, çıplak ayakla dolaştığınızda ses yapmıyor fakat soğuk oluyor. Bir karomuz var; ahşap hissi veriyor ama karo. Ürünün teknik testleri yavaş yavaş tamamlanıyor. Ticari testlerini tamamladık, pazar potansiyelini biiyoruz, yavaş yavaş piyasaya vereceğimiz bir başlık ama teknik sürecin tamalanmasını bekliyoruz. Çünkü biz bir ürünü piyasaya veriyorsak o ürünün sürdürülebilir olması bizim için çok önemli. Ürün çıktıysa devam etmeli.