“Projeler, Sertifikasyon Seviyelerini Geçmeli”

OĞUZ BAYAZIT
SPDO
FRANKISCHE Sponsorluğunda
Fotoğraf : Can Görkem Halıcıoğlu

Ben, ‘projeler, sertifikasyon seviyelerini geçecek seviyede olmalıdır’ diyen mimarlardanım. İşin özü şu; önemli olan ben güzel bir proje tasarladım, gerçekleştirdim demek değil, ben en kullanışlı ve en doğru proje sürecini yönettim diyebilmek. Ancak bunun zor taraflarından bir tanesi günümüzde sertifikasyon sistemlerinin birer pazarlama aracı olarak kullanılıyor olması.

Mimarlıkta son ürün yerine sürecin tasarlanmasının önemine inanıyorsunuz. Tasarımdaki süreç ve yönetim değişti mi? Sizce değişim sebebi nedir?


Mimarlık aslında ilk uygulandığı zamanlardan beri bir süreçti, yalnızca bu süreçteki başlıkların sayısı fazla değildi. Dolayısıyla tasarımı yapan kişi ya da kişiler bunları daha kolay idare edebiliyorlardı. Özellikle son on yılda bunun içine giren başlıkların sayısı çok arttı ve artık bu işin mimarlık süreci, mimarın eğitiminden ve görgüsünden daha ileriye gitti diyebilirim. Teknoloji, dünyayı koruma, geri dönüşülebilirlik, sosyoloji, toplum psikolojisi, özellikle 1980’den sonra doğan gençliğin dünyaya farklı bakış açısıyla bakmaları gibi unsurlar bir sürü farklı kriter getirdi. Dolayısıyla tasarımdaki süreç yönetimi de değişti.

Ben 1997’den beri kendi işimi yapıyorum, ilk başlarda beş-on kişilik gruplarla iş yaparken şu anda elli kişilik bir ofis sahibi olmamın sebebi aslında sadece işlerin büyümesi değil, dediğim gibi sürecin içindeki bu başlıkların sayısının artması. İşin başlıkları arttığı zaman da o işin uzmanlarını barındırmanız gerekiyor ki işi layıkıyle yapabilesiniz. Biz mimari bir ofis olmamıza rağmen bünyemizde makina mühendisi, elektrik mühendisi, inşaat mühendisi, endüstriyel tasarımcı ve iç mimar var. Bunların olma sebebi; bu saydığım başlıklar arttıkça, bu başlıklarla ilgili uzmanların birlikte çalışma zorunluluğunun da artıyor olması.

Projelerinizden, tasarım süreçlerinizden ve sunduğunuz çözümlerden biraz bahsedebilir misiniz?

Ben, ‘projeler, sertifikasyon seviyelerini geçecek seviyede olmalıdır’ diyen mimarlardanım. İşin özü şu; önemli olan ben güzel bir proje tasarladım, gerçekleştirdim demek değil, ben en kullanışlı ve en doğru proje sürecini yönettim diyebilmek. Ancak bunun zor taraflarından bir tanesi günümüzde sertifikasyon sistemlerinin birer pazarlama aracı olarak kullanılıyor olması. Halbuki ben 1997’den beri yaptığım tüm projelerde bunları anlatıyordum, bu süreç böyle olmalıdır diyordum, o zaman yalnız kalırken şu anda o sürecin entegre bir tasarım süreci olduğunun farkına varıldı.

Aslında bir projenin sonucuna ulaşırken, siz kullanıcıya, bölgeye, ülkeye, projenin beşinci, onuncu, yirminci yılına uygun bir tasarım süreci içinde olmalısınız. Bu da şu demektir; siz yapı fiziği, mekanik, elektrik vs. ile ilgili başlıkları da aslında birlikte düşünüyorsunuz... Bu tasarım sürecinin iki tane dezavantajı var; birincisi süre, ikincisi uzmanların sayısı arttığı zaman, tasarım sürecinin çalışma maaliyetinin de bir parça artıyor olması. Dolayısıyla biz kendi projelerimizde bunu hedeflediğimizden, bu süreci kabul eden, bu sürecin peşinde olan, tesislerinin bu süreci yaşamasını isteyen işverenlerin mimari çözüm ortağıyız.

Örneğin; bir genetik merkezi, hastane ya da mekatronik fabrikası tasarladığınızda bu süreçler olmadan bir süreç yönetme şansınız yok; çünkü orada alınan sonuçlar ofisimizde yaptığımız çalışmaların neticesiyle ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bizi, bu tip özellikli proje sahipleri daha çok tercih ediyor ve biz de bu tip projelere ağırlık vermeye çalışıyoruz.

Sürdürülebilir, ekolojik kavramları son zamanlarda trend oldu, kamu ve işyeri binalarının bu gelişmeleri biraz daha uzaktan takip ettiğini söyleyebilir miyiz?

Öncellikli olarak sektörün belirleyicileri finansal gücü elinde tutanlar değil, o işi bilenler olmalı. O işi bilenlerin olduğu yer, o ülkenin o sektörde nerede olduğunu gösterir bence.

Konut sektöründe bu bilinçlenme ateşinin yanması çok doğru; ama buna uygun konut projesi yapıyorum diyenlerin sayısı maalesef yüzde onu geçmez. Bu durumun kamusal yapılara geçişi ise bu sıralamada en altta kalıyor; çünkü bir sanayiciye ya da bir holdinge sürecin çevre ile ilgili matematiksel artılarını anlattığınızda size hayır demesi kolay kolay mümkün değil. Bunlar kısa vadede geri dönüşler olmadığı için kamusal yapılarda bu hareketliliğin uzun vadede geri dönüşlerini bekleyecek siyasi otoritelere fazla rastlanmadığını söyleyebilirim.

Bir örnek vereyim, 1998’de Güneşli’de bir proje yapmıştık. Bir kimya firmasının hem ofis hem de fabrika binasıydı. Bir sene önce ziyaret ettiğimde, 1998’de yaptığım binanın hala yaptığımız şekilde kullanıldığını ve yeni bir ihtiyacı olmadığını gördüm. Müthiş bir kimya firması dizaynı yapmamış olabiliriz; ama 1998’den 2014’e geçen süreçte onlara en uygun olanını yapmışız. 1997’de de Dalaman Havaalanı’nda bazı tesisler yaptık, o tesisler de hala aynı şekilde kullanılıyor. Keşke kamu yapılarımız, okullarımız, hastanelerimiz de bu zincire eklenebilse, bu mantığa gelebilse. Başlıkları koyabiliyoruz; ama arkasını dolduracak çalışmalar için daha somut adımlar atmak lazım.

İnşaat yöntemlerinin rasyonizlasyonundan sağlanacak ekonomik tasarruflar ile yapıdan kaynaklanacak sağlık sorunlarının daha baştan oluşmamasının yaratacağı ekolojik tasarruflar ile ilgili düşünceleriniz neler?

Bu soruyu sorma farkındalığı bizim ilk yaymak zorunda olduğumuz konu, bunu gerçekten oyunun içine sokabilecek aktörler tarafından konuşulması lazım yani bunun sonucunda gelirlerini artıracak aktörler değil, mimarlar, mühendisler, elektrik mühendisleri, şehir planlamacıları ve bunları yetiştiren akademisyenler, okullar, hatta teknik liseler olması gerekir.

Öncelikle bir binayı baştan tasarladığınızda ilk yapmanız gereken arsa işveren için uygun mudur?

Daha sonra bu arsanın artıları ile eksilerini değerlendirip; yirmi-otuz yıl burayı işletebilecek şekilde binanın operasyonel taraflarını öngörüp bir fizibilite raporu çıkartmak gerekir. Avrupa’da uluslararası bir kuruma gittiğinizde ilk bu raporu isterler, Türkiye’de bu rapor hiç konuşulmaz, belki görmemişsinizdir, duymamışsınızdır bile; ama bu bizim projelerimizde olmazsa olmazdır. Buna ticarette ‘niyet mektubu’ diyorlar ama bu projenin çizilmeden önceki ana fikri ya da ana hatlarıdır. Burada siz bütün sürecin içindeki rolünüzü, projenin ulaşmak istediği hedefi, notu belirlerseniz, böylece bina bittikten üç beş sene sonra karşınıza çıkabilecek sorunları baştan çözebilme başlığını önünüze koyabilirsiniz. Bu size tasarrufu baştan sağlatıyor.

Bu binaların tasarım sürecindeki doğru, birbiriyle eşleşecek kriterler, sizin biraz önce söylediğiniz yapının oluşturabileceği negatiflikleri; birincisi engelenmesine, ikincisi fazla maaliyetler oluşmadan çözülmesine, üçüncüsü diğer binalar için örnek teşkil edecek sistem altyapılarının oluşturulmasına sebep olur.

Sektörün belirleyicileri finansal gücü elinde tutanlar değil, o işi bilenler olmalı. O işi bilenlerin olduğu yer, o ülkenin o sektörde nerede olduğunu gösterir bence.

Bina performansı modelleme ve simülasyonları konusunda biraz daha detaylı bilgi alabilir miyiz?

Yapı fiziği konusu geniş bir konu, bunun içinde enerji, görsel konfor dediğimiz aydınlatma, iklim ve işitsel konfor dediğimiz akustik konfor var. Bu odayı örnek alırsak; size burada taze hava vermemiz, ses izolasyonu ve doğru bir aydınlatma sağlamamız lazım ki bunlar odanın içine seçilen mobilya ve halının renginden daha önemli unsurlar. Bu değerleri sağlayan, çevreye dost, doğru ve geri dönüştürülebilir malzemeler kullanarak bu mekanı oluşturabilmek aslında bu işin toplamı. Bunda da hangi malzemeyi seçeceğiz, hangi bütçe içinde kalacağız ve kullanılan malzemenin performansı nasıl? konusu aslında genel olarak bina simülasyonu dediğimiz programlarla bulunuyor. Bu işi hakkını vererek yapabilmek için sistemin içindeki bütün oyuncuların; mimarların, enerji simülasyonu yapanların, makina, elektrik ve aydınlatma mühendislerinin, peyzaj mimarlarının aynı derecede o algıya ve hesap yöntemlerine hakim olması lazım. Bu ekiplerin içlerinde hep bir lider var; kimi zaman LEED danışmanı, kimi zaman projenin sahibi, kimi zaman mimar ama bu liderlerin kendi vizyonları ya da o konudaki kendi simülasyon yapma yetenekleri veya simülasyonu yaptırma hedefleri, limitleri, o projenin gerçekten ne kadar o noktaya yaklaşabilir olduğunu gösteriyor.

Biz bir işi bütçelendirirken; yenilenebilir enerji kaynaklarına ne kadar yatırım yapmalı ve bunun geri dönüşümü ne kadar olacak gibi verilerin mekanik sistem simülasyonunu yapıp, bunun A,B,C,D yatırımlarına göre hem parasal geri dönüşünü hem de çevreye ne kadar zarar verdiğini gösteren simülasyonlarını da çıkarıyoruz. Biz, kendi uzmanlığımız içinde kalanları kendi bünyemizde, diğerlerini üniversitelerden destek alarak tamamlıyoruz. Burada altını çizmek istediğim bir nokta var; bu sürecin lideri, bana göre hiç bir zaman satış, sonuç ya da sertifika hedefli olmamalı.

Oğuz Bayazıt Mimarlık olarak eski Bomonti Bira Fabrikası’nın yapım yönetimini üstlendik. Projede farklı markalar farklı fonksiyonlar yerine getirecekler; sergi alanları, müze, lokanta, eğlence alanı, öğrenciler için workshoplar.... Bu süreçte bizim rollerimizden ilki anlattığımız konularda gerekli etütleri yapmak ya da yaptırmak, ikincisi tarihi bir yapının tarihi olarak kalmasını sağlamak, üçüncüsü de bu doğruları o yapıya sağlayabilmek... Bir diğer projemiz olan ve Çatalca Serbest Bölge’de bulunan çok büyük bir sanayi tesisi. Bu projede de o bölgedeki sanayi tesisinin bütün aşamalarında kendi içinde ürettiği enerjiyi kendine geri kazandıracak çözümlerin dizayn sürecini yürütüyoruz.

Meslek hayatıma başladığımdan beri projelerimizin bir çoğunda suyu tekrar geri kullanabilmekle ilgili birtakım sistemler üzerinde çalışıyoruz.

Mevcut bir bina her koşulda sürdürülebilirlik ilkelerine göre revize edilebilir mi, burada ekonomik, ekolojik denge sizce nasıl olmalı? Aynı şekilde sürdürülebilir yapıların tarihi yapılara adaptasyonunda nasıl bir yol izlenmeli?

Bunun da üç başlığı var; birinci başlık mevcut şartlara göre proje yönetimi ya da simülasyonlar, ikinci başlık bunun hangi çözümlerle bir noktaya gideceği çünkü tek bir çözümü yok, üçüncü başlıkta ne şekilde işletileceği. Tarihi yapılarda aslında bu imkan var. Binanın kendi kendine taşıdığı yapısal durum dışında siz oraya yeni bir fonksiyon getirdiğinizde o yeni fonksiyonun tek hedefi ticari dönüşünün en yüksek olacağı seviye değil, yapıya en fazla değer katacağı pozisyon olması gerektiğini düşünüyorum. Bu da nedir?

Normalde otomasyon sistemleri çok gelişti, baştan beri konuştuğumuz sürecin baş aktörleri sistem mühendisleri. Bu sürecin içinde yapının kullanım hedefleri sistem mühendislerine doğru tarif edildiğinde uygun bir ana süreç ya da ana şema ortaya çıkacaktır. Sonra şemanın altını doldurmak için çok farklı alternatifler üretilebilir, özellikle otomasyon sistemlerinde tek bir doğru yok.

Senaryolar koyuyorsunuz, simüle ediyorsunuz, sonucunu alıp az beğendim, çok beğendim, hiç beğenmedim diyorsunuz. Buradaki süreç kullanıcılarla birlikte dönen bir süreç, bizim yapı fiziği hakkında kontrol ettiğimiz şeyler yangın şartnamesine uyuyor mu, çevreye gürültü kirliliği yapıyor mu, çok pahalı bir yatırım mı? Bunlar olmasın demiyorum tabi ki ama bunlar tek şart değil. O ikisinin dengelendiği projelerin sayısının artması gerekiyor. Bana göre dünya üzerindeki her yapı bu duruma sokulabilir. Ben uzman değilim ama atık kağıtların geri dönüşüme girmesinin farklı fizibiliteleri var, bazı kağıtları geri döndürdüğünüzde harcadığınız enerjinin bize verdiği zarar o kağıdı geri dönüştürmekten daha farklı bir neticeye götürüyor, demek ki her kağıt geri dönüştürülmemeli. Yapılar da bu şekilde. Bir yapı vardır, bu yapıyı sizin söylediğiniz başlıklar altında tekrar forma sokabilirim, değişen iklim koşullarına, kullanım ihtiyaçlarına göre değiştirebilirim; ama bazı yapılar vardır ki ön fizibilite aşamasındayken vazgeçmek lazım. Tabii ki tarihi dokudaki yapılar için bunu söylemiyorum; ama tarihi doku içinde yer alıp tarihi değer taşımayan binalar için bunu rahat rahat söyleyebilirim. Bir yanlışın üzerine bir yirmi sene daha yanlışla gitmeye gerek yok. Burada da biraz önce bahsettiğimiz simülasyonlar önemli oluyor.

Özellikle son otuz yıldır, suyun çok kıymetli olduğu ve kriz sebebi olabileceği öngörüleri tartışılıyor. Projelerinizde su tasarrufuna yönelik gerçekleştirdiğiniz uygulamalardan bahsedebilir misiniz?

Meslek hayatıma başladığımdan beri projelerimizin bir çoğunda suyu tekrar geri kullanabilmekle ilgili birtakım sistemler üzerinde çalışıyoruz. Türkiye’de suyun az harcanması ve kullanılan suyun geri dönüştürülmesi konusu yeni yeni gündeme gelen bir konu... Suyun az harcanması konusunda özellikle gelişen teknolojilerle ıslak hacimlerdeki su kullanımında önemli çalışmalar yapılıyor. Bir yatırımcıya elektrik tüketimi ile ilgili yaptığımız bir çalışmanın geri dönüşümü dört yıldır dediğimizde çok ilgilenmezken, suyla ilgili bunun geri dönüşümü altı yıldır dediğimizde bunu onaylayabiliyor. Dolayısıyla su konusunda biz gerek arıtma sistemleri üzerinden, gerek su kullanımının aza indirgenmesi seneryoları üzerinden çeşitli çalışmalar yapıyoruz.

Ancak sanayi bölgelerinde yağmur suyunun kullanılması için harcanan enerji çok olumlu sonuçlar vermeyebiliyor. Dolayısıyla burada da çözümlerin hep bir optimizasyona ihtiyacı var. Örneğin Gebze Sanayi Bölgesi’ndeki çatı suyunu toplamak hava kirliliği sebebiyle artı bir değer olmayabiliyorken Ege Bölgesi’nde bir projede uyguladığınızda gönül rahatlığı ile artı değer yaratabilirsiniz.

Bir diğer konu da yeraltı sularının doğru kullanımı, sadece suyu tekrar kullanmak ya da suyu daha az harcamak değil, su kaynaklarının doğru seçimi de önemli bir konu. Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkeyiz ama bir süre sonra petrolden daha kıymetli olacak yeraltı sularımızın peşinde olmalıyız bence, belki de deniz sularımızla ilgili birtakım teknolojik çalışmalar yapılmalı..


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)