Titanyum Cepheler
Libeskind’ın geometrik tasarımı , yakındaki Rocky Dağlarının zirvelerini ve dağın taşlarını yansıtacak titanyum kaplamalı alçıdan oluşur.
Denver Sanat Müzesi’ne bir eklenti olarak tasarlanan Frederic C. Hamilton binası, 146.000 foot kare alanda modern ve çağdaş sanat koleksiyonlarının yanı sıra Afrika ve Avustralya sanatına da ev sahipliği yapıyor. Tasarımı, Denver yakınlarında bulunan Rocky Dağları’nın doruklarını ve eteklerindeki kristal şeklindeki kayaları andıran yapı, kullanılan malzeme olarak, hem bu yerelliğe uygun hem de yenilikçi malzemeleri bir arada sunuyor. Binanın yüzeyini kaplayan 9000 titanyum panel, parlak Colorado güneşini yansıtıyor.k kullanılan bodrum katı girişi var.
Studio Daniel Libeskind sunar…
Müzenin uzantısı olan bu binanın tasarımını yaparken, vizyonunu tam olarak oturtabilmek için yöneticiler, küratörler, sergi ekibi ve mütevelli heyeti ile yakın ve koordineli biçimde çalıştık. Açıldığı günden itibaren Denver’ın en önemli kültürel yapısı haline gelen Frederic C. Hamilton, binlerce ziyaretçiyi müzeye çekiyor. Mevcut müzeyle olduğu kadar, kültür merkezinin tamamı ve halk kütüphanesi arasındaki bağlantıyı, bu binaların fonksiyonlarını ve estetiğini dikkate alarak kurduk. Projeyi sadece tek başına bir bina olarak değil, şehrin gelişen bölümündeki kamusal alanların, anıtların, geçiş noktalarının oluşturduğu sinerjinin ve kompozisyonun bir parçası olarak düşündük.
Bu yeni bina, şehrin iş merkezi ve kültürel merkezini birbirine bağlayan ve çevreyle kuvvetli bağlar oluşturan bir çeşit bağlaç gibi. Kullandığımız yenilikçi -örneğin titanyum- ve var olan geleneksel malzemelerle mekânı şekillendirerek, yerel Denver geleneğini 21. yüzyıla bağlamayı hedefledik. Denver’ın kuruluşundan bu yana süren canlılığı ve gelişimi, bu yeni müzenin şekline ilham kaynağı oldu. Gökyüzü ve Rocky Dağları'nın nefes kesen manzarası muhteşem topografya ile birleştiğinde, inşaat cesareti ve peyzaj romantizmi arasındaki diyalog, dünyada benzeri olmayan bir yer oluşturuyor. Halkın kendi kültürel, kentsel ve düşünsel kaderini şekillendirmedeki belirgin ve ileriye dönük kararlılığı, Colorado toprağına ayak basan herhangi birini etkilemeliydi.
Binayı inşa ederken karşılaştığımız en büyük zorluklardan biri; bu şehre özgü olan ışığın, hava şartlarının, buna bağlı olarak atmosferik etkilerin, rengin, ısının anormal aralıktaki değişimlerine yanıt verebilmekti. Ziyaretçilerin yararına, bunların yalnızca işlevsel ve fiziksel olarak değil; aynı zamanda, kültürel ve deneysel açıdan da entegrasyonu gerekiyordu.
Bu yeni bina, belli bir tarz, hali hazırda var olan fikir ya da şekiller üzerine şekillenmedi. Mimarisi de içeriyi dışarıdan ayırmak ya da güzel bir bina cephesi sağlamak gibi sıradan bir tecrübeye dayanmıyor. Bu mimari, daha ziyade toplumla organik, doğrudan bir bağ kurmaya ve bu tecrübenin duygusal, algısal ve zihinsel yanına hitap ediyor. Halkın aydınlanması ve beğenisi için bu unsurların birbirleriyle bütünleşmesini, mimarinin zanaat yanına; çizen ele, göze ve akla olan iletişimine saygı duyan bir bina ile gerçekleştirdik. Sonuçta, mimarinin dili kelimelerden öte ışığın, orantının ve malzemenin kahkahasıdır.
Kaynak: archdaily