Türkiye'nin Mimarlık Açısından Sorunu Nedir?

Türkiye, tarih kokan, medeniyetlerin beşiği olan bir ülkedir.  Hepimiz şu söylemi duymuşuzdur: ‘’ Yurtdışına çıkmadan önce bir Türkiye turu şart, önce bu ülkenin zenginliklerini gör.’’ Duyduğumuz birçok anektotla bu söylemimizi güçlendirebiliriz; Sinoplu Romen Diyojen ile İskender, Hatay’da Apollon ile Daphne, Doğu Ekspresi ile ün yapmış Kars’ta Ani Harabeleri vb. Ülke çeperlerine kadar her şehrimiz farklı kültürlere yıllar boyunca ev sahipliği yapmıştır, nice hikayeler türetilmiştir. Bilgi, bir döneme kadar hikâyelerden öğrenilmiştir. Bu kadar masalsı ve mitolojik hikayelerin ilgi gördüğü, dolayısıyla yayıldığı günümüzde, Türkiye’nin bilgiyi üretim aracı olarak ‘’tarih’’ malzemesini hedef alması, üzerine bu malzemenin bir nevi Pandora’nın Kutusu gibi bütün bilgiyi içinde barındırıyor gibi görülmesi, aslında şaşılacak bir durum değildir. Bu bağlamda, “anıtsal yapı” diye nitelendirdiğimiz yapıları koruma altına alıyor, sınırlarını çiziyoruz. Yapı hakkında öğreneceğimiz bilgiler görme duyumuz aracılığıyla kâğıt üzerinde kalıyor. Aramıza bu sınır çizilmeseydi, biz bu yapıları gerçek anlamıyla inceler miydik? Bugün kimsenin dilinden düşüremediği Mimar Sinan’a ve yapılarına kim gerçekten hâkim? Ya da hâkim olmak istiyor muyuz? Asıl soru bu olmalı.

Türkiye'nin Mimarlıkta Eksikleri
Türkiye, tarihi bir mirasa sahiptir

 Konuyu mimarlık pratiği açısından ele alırsak, üreteceğimiz bina bilgisi için önceki dönemlerde yapılan, zamanın yıkamadığı yapılara bakma gereksinimi duyuyoruz. Sanki, döneminde o yapıyı yapanlar içine bir şifre yerleştirmiş de biz o şifreyi bulursak üretim sürecindeki bütün engellerimiz ortadan kalkacakmış gibi düşünüyoruz, ya da düşünmek istiyoruz. Bu düşünce konstrüksiyonu, ilk bakışta taşınabilir gibi düşünse de uzun vadede yıkıma uğrar. Çünkü aslında, yeni bir bilgi üretmek istemiyoruz, var olan bilgi üzerine eklemleme yapmak istiyoruz. Yeni bir bilgi üretmek istiyorsak, o bilgiye uygun nitelikte yeni bir soru, mimarlığı öğreteceğimiz toplumlardan farklı bir soru yöneltmemiz gerekiyor.

Süleymaniye Cami Neden Yapıldı?
Süleymaniye Cami

 Bugüne kadar gelen imrendiğimiz yapılar ne için yapılmış? Yapılar hangi ihtiyaca cevap vermiş? Süleymaniye Cami’ye baktığınızda “ Vay be, din için ne kadar güzel bir cami yapmışlar, İslam sanatında önemli bir çığır açmak istemişler.’’ diyebilirsiniz. Ama 16. yy’ daki biri camiyi böyle görmeyecek. “Hayırlı olsun, dinde önemli bir atılıma gidiyorum.’’ demeyecek. Camiler siyasallığın bir göstergesi, yani güç gösterisi olarak inşa edilecek, çünkü o dönemin ihtiyacı güce yönelik. Mesela hemen yanı başındaki ülkeden kolon getirmek yerine, Lübnan’dan kolonlarını temin edecek. Ülkenin amacı Lübnan’dakilere gücünü göstermek olacak. Sonuçta 16. yy’ da medya yok. Başka türlü insanlara kendinizi nasıl hatırlatacaksınız ya da “yapabildiğinizi” nasıl göstereceksiniz? O dönemde camiye bakan kişi dini değil, padişahın gücünü görüyor olacak. Yani farklı bir bilgi, öğretmeye değecek bir bilgi üretmek istiyorsak, medeniyetlerin birikiminden gelen yapı topluluğunun içindeki şifreyi çözerek değil, var olanın türevini alarak hiç değil, üreteceğimiz bilginin ihtiyaç listesini bilip ona göre klasikleşmemiş bir soru sormamız gerekecek.

İkonik Binalar ve Türkiye
Walt Disnes Konser Salonu, Frank Gehry

Köhne tarih yazıcılığının başka çıktıları da var. Türkiye olarak medeniyetlerin getirdiği ve zenginliğimizi tanımlayan bu tarihi yapıların yamacımızda bulunmasını, toplumsal kurulumu bize nispeten tarih şeridinde daha dar bir şeritte anlatılan ülkelere göre karşı bir avantaj olarak görüyoruz. Bu bir avantaj mıdır? Ya da biz bu avantajı ne kadar kullanabiliyoruz? Kullanabiliyorsak, bugün neden küreselleşmede bir Türk mimar değil de Kanadalı Frank Gehry konuşuluyor? Baktığımızda Kanada 17. yy. da İngiliz ve Fransız sömürüsü altında olan, vatandaşlarını da bu doğrultuda oluşturduğu bir ülkedir. Bizim gibi köklü bir tarihe, dolaylı olarak tarihi eserlere ev sahipliği yapmamıştır. O zaman Gehry hangi şifreden ilham aldı? Bunun gibi birçok fark yaratmış mimari örnek verebiliriz. Yarattıkları farkların sebebi, üretecekleri bilgilerin altyapısını kutsal şifrelerden değil, yine bilgide aramalarıydı. Bilgi bir konstrüksiyondur, ancak eklemlenerek çoğalır. Okumayla, araştırmayla, farklı olan soruyu bulmakla çoğalır.

Mimarlık Bilgisinin Demokratikleşmesi
Artık Her Yerden Bilgiye Sahip Olabiliyoruz

“Peki bilgiyi şifrelerden elde edemeyeceksek nereden elde edeceğiz?” diye Türkiye soruyor. O zaman bir bilene danışma fikri akla geliyor. Bu bağlamda kendimizi öğretmen- öğrenci oyununun içinde buluyoruz. Bu sefer öğretmen varsaydığımız kişiyi kutsallaştırıyoruz. Her dediğini sorgulamadan, düşünmeden zihin çemberimize sokuyoruz ve öğretmenimizden de tek bir doğru cevap bekliyoruz. Yine asıl soruyu kaçırıyoruz. 21. yy’ da hala bir öğretmene ihtiyaç var mı? Aslında, Johannes Gutenberg’in matbaayı bulmasıyla bu sorunumuz ortadan kalkmıştı. Artık birine ‘’hoca’’ demek zorunda olmadığımız, söyleyeceği bütün bilgilere erişimimizin mümkün olduğu, eleştirelliğimizi kazandığımız bir çağda yaşıyoruz. Öğretmen artık bir otorite değil, öğretmeni dünyevi hale getirebiliriz. Bir daha tekrarlayalım, günümüzde artık bilgi demokratikleşti, bilgi üzerinde artık bir iktidar bulunmuyor.  Böyle küreselleşen bir dünyada, öğretmen- öğrenci ilişkisine hala ihtiyaç var mı?  Sorgulamamız gereken tam da bu.

Mimarlık Eğitiminde Olması Gerekenler
Bilginin Demokratikleşmesi

Bir soru hakkında tartışacağımız zaman önce düşünmemiz gereken şey “Bu soruyu kim soruyor, bilinçaltında ne olan biri bu soruyu sorar?” olmalıdır. Bu soru, ancak çoğunluğunun “geri kalmışlık” hissi barındıran topluluklardan çıkacak bir sorudur. Yıllarca Avrupa’nın rönesansını, reformunu, ihtilaller çağını duymuş, Çin’in büyük bir hızla yükselen teknolojisini izlemiş, Amerika’nın bir anda tarih sahnesine çıkıp herkesi silip süpürdüğünü görmüş bir Türk insanının böyle düşünmesi doğaldır. Maalesef bizim insanımız hâlâ matbaa bulunmamış gibi davranıyor, bilginin dünyevileştiğini reddediyor. Bir öğretmenin hâlâ geçerli olduğunu varsaymak istiyor. Amacımız, öğretmen olmanın verdiği iktidar gücünü, karşımızda geri kaldığını hissettiğimiz ülkelere dayatmaktır. Aslında yukarıda bahsettiğimiz Süleymaniye Camisi örneğindeki ‘’yapabildiğini gösterme’’ isteğinden başka bir arzumuz yok.

Türkiye Mimarlığı Nasıl Fark Yaratır?

Başka ülkelere fark atmayı geçtik, keşke kendi kendimize fark atabilsek. Fark yaratmak adı altında, elimize geçen malzemenin “türevini” almak dışında bir üretim gerçekleştirmiyoruz, gerçekleştirmeye üşeniyoruz. Elimize geçen bilgiyi öğrenmek için öğrenmeyiz, yapabildiğimizi göstermek için hiç öğrenmeyiz. Gayemiz bilgiden strüktür yaratmaktır, eklemlenerek bina oluşturmaktır. Farklı soru sorup, fark yaratmaktır.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)