Yeşil Binalar ve Yeşil Sertifikalı Binalar
Prof. Dr. A. Zerrin YILMAZ, İTÜ, BinSimDer
Özden DEMİR, Mimar, İTÜ Çevre Kontrolü ve Yapı Tekn. Y. Lisans Prog.
İnsanoğlunun tarih boyunca dünyaya verdiği zararlardan sonra ve özellikle günümüz modern binalarının bu zararların 1/3’ünden sorumlu olmaları üzerine yeşil bina konusu ileriye yönelik atılan doğru bir adım olarak ortaya çıkmıştır. Mimarlık ve inşaat piyasasındaki uygulamalarda ise bu konu çoğu kez gerçek anlamını yitirmiş yeşil sertifikalı bina olarak gündeme gelmektedir. Ancak isim olarak benzer görünen ve piyasa koşullarında eşdeğer algılanan yeşil bina ve yeşil sertifikalı bina kavramları bakış açıları, hedefleri ve sonuçları bakımından birbirlerinden tamamen farklıdır.
Yeşil bina kavramı, genel olarak, kaynakları daha az tüketen, daha az atık oluşturan ve kullanıcı konforunu sağlayan çevre dostu binaları ifade etmektedir. Binalar yerleştikleri alan, kullandığı malzemeler, ulaşım, transfer ve harcanan tüm işçilik gücü ve enerji nedeniyle öncelikle yapım aşamasında kaynak tüketimine neden olurlar. Yapım aşamasından sonra, binanın kullanım döneminde kullanıcıların konforunu sağlamak üzere ısıtma, soğutma, havalandırma ve aydınlatma amacıyla ve bina içinde elektrikli aletlerin çalıştırılması nedeniyle yaşam dönemleri boyunca fosil yakıt, elektrik enerjisi ve genel su kullanımı ile kaynak tüketirler. Tüm bunlara enerji gözüyle bakarsak, aslında yeşil binalar yapım ve kullanım döneminde daha az enerji harcayan binalardır diyebiliriz. Daha az enerji harcanmasına paralel olarak, yeşil binalarda çevreye atılan karbondioksit salımı da az olacaktır. Bunun dışında yeşil binalarda geri dönüşüm ve yeniden kullanım sistemleriyle daha az atık oluşumu da ana hedefler arasındadır. Yeşil bina kavramının vazgeçilemez tamamlayıcısı olan kullanıcı konforu koşulu ise enerji tüketimi ve atık azaltılması kadar önemlidir. Çünkü kullanıcıların konfor koşullarının sağlanmadığı binalarda enerji tüketimi ve atıkların azaltılması için yapılan hiçbir müdahale aslında anlamlı değildir. Dolayısı ile enerji ve su kullanımında tasarruf değil verimliliğin sağlanması şarttır.
Yeşil sertifikalı bina kavramı ise; 20.yy’ın sonunda ilk olarak Avrupa’da BREEAM’le ve hemen arkasından Amerika’da LEED’le ortaya çıkan, diğer ülkelerde de benzerleri olan, belirli kurallara ve puanlamaya bağlı olarak binalara verilen sertifikalarla yeşil bina oluşturma sistemlerini ifade etmektedir. Günümüzde yeşil sertifikalı binalar inşaat sektörünün ilgi odağı haline gelmiştir ve bu ilgi giderek artmaktadır. Bu tür yeşil bina sertifika sistemleri bina yeri, su harcaması, enerji etkinliği, malzemeler, iç mekan kalitesi vb. konularda bazı sınırlamalar ve tasarım kriterleri getirir ve binalar buna uygun olarak yapıldıkça puan kazanırlar. Toplanan puanlar bir derecelendirmeye tabii tutularak düzenlenir ve böylece çevremizde duyduğumuz ‘altın’, ‘gümüş’ gibi derecelerle anılan sertifikalı binalar ortaya çıkar.
Yeşil bina karakterinin oluşmasında üç önemli kriteri oluşturan daha az enerji, daha az atık, sağlık ve konforun temini yeşil bina sertifikalarında da ağırlıklı olarak yerini almıştır. Enerji tüketiminin konfordan ödün vermeden azaltılması sertifika sistemleri içerisinde doğal olarak en büyük ağırlığı oluşturmaktadır. LEED’de (2009 NC) enerji ile ilgili puanların ağırlığı (35 puan) tüm sertifika puanlarının (94 puan) %37’sini oluşturur. Dolayısı ile, LEED sertifikasına sahip olmak için minimum 40 puan yeterli olduğundan, enerji kriterinden belirli düzeyde puan alınsa da bina yeşil bina sertifikasına sahip olabilir. Enerji verimliliğinin yeşil bina için ne kadar önemli olduğu göz önüne alındığında, bu puanların alınmasında atılacak yanlış bir adım ve/veya hatalı uygulamalar, binaya sertifika alınsa dahi gerçek yeşil bina hedefine ulaşmak mümkün olmayabilir. Bu tür yanıltıcı sertifikalandırmalar da, inşaat sektöründe çevresel ve ekonomik fayda beklenirken aksine zarar verici uygulamalarla sonlanır.
Yeşil bina olduğuna dair sertifika alan binalar yanıltıcı olarak aslında gerçek bir yeşil bina olmayabilir. Bu tür yanıltıcı örneklere ülkemizde sıklıkla rastlanmaktadır. Örneğin, İstanbul Levent’te yer alan ve halen kullanılmakta olan bir ofis binasında, LEED sertifikalandırma sürecinde gün ışığından da puan aldığı halde, binada çevresel etkenler ve özel olarak tasarlanıp inşa edilmiş güneş kontrol elemanları dahil tüm veriler dikkate alınarak gün ışığı modellemesi yapıldığında, binanın gün ışığından puan almasının mümkün olmadığı görülür. Binanın toplam 5,292.80 m2 taban alanının sadece 148.71 m2’si, yani toplam alanın ancak 0.03’ü sertifika sistemi tarafından öngörülen minimum gün ışığı aydınlık düzeyini sağlayabilmektedir. Binanın ofis katlarında ise, neredeyse ofislerin tamamı hem aydınlatma enerjisi tasarrufu ve hem de görsel konfor açısından gerekli olan gün ışığından yeterince yarar sağlayamamaktadır. Yoğun iş merkezi bölgesinde zaten birbirine çok yakın konumlanmış yüksek binalar arasında yer alan bu binada, yanlış güneş kontrolü de yapıldığından içeriye giren gün ışığı büyük oranda kesilmektedir. Oysaki LEED sertifika sistemi, günışığı konusunda verdiği puanlarda gün ışığını ve manzara görüşünü şart koşmaktadır. Dolayısı ile bu bina bu şartları yerine getirmediği halde yanlış yönlendirme ve uygulamayla günışığından puan almıştır.
Ayrıca bu binada yanlış yönlendirmeyle yapılan uygulama, aydınlatma için elektrik harcamasını arttırmakta ve aynı zamanda yoğun olarak yapay aydınlatma ile çalışılan ofislerdeki çalışan konforu ve verimliliği düşmektedir. Ancak doğru hesaplamalar yapılıp sonuçlar da sisteme doğru aktarılmadığı için bina gerçek olmadığı halde enerji verimli olarak ifade edilmektedir. Bu tür binalar maalesef tek bir örnek ile de sınırlı değildir.
Bu tür yanlış uygulamaların yanı sıra, Türkiye’nin aktif mimari ve inşaat piyasasına yeni giren bu sertifika sistemleri bizim coğrafyamıza ve yaşam kültürümüze ait olmadığı için, bazı sertifika kredilendirmelerine ait uygulamalar fayda sağlamayacağı ve hatta uygulanamayacağı bilindiği halde sadece puan kazanmak için yapılmaktadır. Dolayısı ile bu binalar sertifikalıdır ama gerçek anlamda yeşil bina değildir.
Bütün bu bilinçsizce yapılan yanlış ve/veya bilinçli yanıltıcı uygulamaların temel iki nedeni vardır. Birincisi piyasadakilerin ve toplumun bu konudaki bilgi yetersizliği ve ikincisi binaların sertifika alım sürecinde ve sonrasındaki denetim yetersizliğidir. Geleneksel olarak bina yapımında tasarımcılar, yatırımcılar, yükleniciler, mal sahibi/kiracılar bulunur; ancak binaya yeşil sertifika alınması istendiğinde bu kurguya yeşil sertifika danışmanları da katılır. Gerçekten “yeşil” bir sertifikalı bina yapılmak isteniyorsa, bina ile ilgili kararların verildiği ilk aşamadan itibaren ilgili danışmanlarla çalışılması, binanın iyileştirilmesi için yapılması gerekenlerin tasarım sürecinde göz önünde bulundurulması ve bina yapım aşamasında verilen kararların doğru uygulanması gerekmektedir.
Ancak ülkemizde bu konuda başka bir sorun da, yeşil bina danışmanı konusunda yanlış bir algının oluşmuş olmasıdır. Genellikle bu tür danışmanlar konu ile ilgili temel alt yapısı olmayan sadece sertifika verme yetkisine sahip olmak üzere birkaç günlük eğitim almış kişilerdir. Dolayısı ile bu da gerçek yeşil bina tasarımında önemli bir engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeşil bina kavramının hiçbir alanında gerçek anlamda uzmanlığı olmayan danışmanlar, sertifikalandırma sürecinde binayı doğru analiz edip ona uygun çözümleri bulmadan, sadece puan kazanma düşüncesiyle hareket etmekte ve/veya mal sahibi/yatırımcı tarafından bilinçsizce bu şekilde talepler gelmektedir. Bu sürecin sonunda ortaya çıkan bina iyi derecede yeşil sertifikalı, ancak çok enerji ve su harcayan, çok atık ortaya çıkaran ve üstelik konforsuz bir bina olacaktır. Ayrıca yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi, gereksiz yönlerde ve çevre tarafından engellenerek zaten doğrudan güneş ışınımı almayan bina cephelerinde ek maliyetle güneş kontrol sisteminin yapılmış olması gibi, binanın ilk yatırım maliyeti de gereksiz yere artırılmış olacaktır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; Türkiye’deki mevcut yeşil sertifikalı veya sertifikaya aday binalarda yapılmış veya yapılmakta olan yanlışlara ve ileride sertifika almak isteyen binalarda bunların tekrarlanmaması için yeşil bina sertifikası sürecindeki uygulamalara çok dikkat edilmelidir. İstanbul’daki bir ofis binasında görülen, günışığı/güneş kontrolü ve enerji verimliliği çalışmalarındaki yanlışlar ve bunların sertifikadan puan almak için sisteme yanlış aktarılması burada sadece küçük bir örnek olarak verilmiştir. Bu tür sertifikalı binaların çoğunda bu ve benzeri çok ciddi yanlış uygulamalar mevcuttur.
Bu durum piyasadaki yeşil bina hareketi ile ilgili olarak yakın gelecekteki çok büyük bir tehlikeyi işaret etmektedir. Yeşil sertifika etiketiyle değer kazanan binalar yatırımcıya ve danışman firmalara para ve prestij sağlarken, hem ilk yatırım maliyeti, hem de gerçek anlamda enerji tasarrufu ve konfor sağlayamadıkları için işletme maliyeti yüksek olan bu binalar aslında yeşil bina olmayıp binayı satın alan ve kullanan kişiye vaat edilen tasarrufu ve konforu sağlayamamaktadır. Yeterli denetimin olmadığı yeşil sertifika sistemlerinde bu tür hatalar sektöre ve özellikle enerji açısından yurt dışına bağımlı olan ülkemize “yeşil bina” adı altında ciddi zarar verecek şekilde uygulanmaya devam etmektedir.
Dolayısıyla, ülkemizde “yeşil bina” ve “yeşil sertifikalı bina” kavramlarının örtüşmesi için hiç zaman kaybetmeden sektörü ve toplumu bilinçlendirmeye ve süreci daha iyi denetlemeye ihtiyacımızın olduğu kesindir. Bu konuda başta ÇEDBİK olmak üzere ilgili sivil toplum kuruluşlarına ve uzmanlara ciddi görevler düşmektedir.