Kamu Yapılarında ‘Yap - İşlet - Devret’ Modeli Kaliteyi Arttırıyor

GMW Mimarlık

Ali Evrenay Özveren

Pınar İlki Emekçi

Dicle Demircioğlu

Ytong Sponsorluğunda

Türkiye’de yapılan kamu yapılarında ekonomik nedenlerle gerek tasarım gerek uygulama açısından kalite önceden bir miktar düşükken, şimdi çok kaliteli binalar yapılmaya başlandı. bu kalite artışının en önemli sebebi, yatırımların tek başına devlet tarafından değil de, kamu-özel sektör işbirliği ile yap-işlet-devret metoduyla yapılmasından kaynaklanıyor.


Öncelikle sizi ve GMW MIMARLIK’ı tanıyabilir miyiz? Projelerinizden, tasarım süreçlerinizden bahsedebilir misiniz? 

Pınar İlki: GMW Architects, 1949 yılında İngiltere’de kurulmuş bir mimarlık ve iç mimarlık ofisidir. İstanbul’a ilk defa 1997 yılında Ali Bey’in önderliğinde İstanbul Atatürk Havalimanı Yeni Dış Hatlar Terminali’nin uygulama projesini gerçekleştirmek üzere gelmişlerdi. Ben de bu projeyle ekibe junior mimar olarak 1998 yılında katıldım. Proje tamamlandıktan sonra, 2000 yılında, Teşvikiye‘de olan şu anki ofisimiz; GMW MIMARLIK adı ile kuruldu. 

O günden itibaren ağırlıklı havalimanı projeleri olmak üzere tren istasyonları gibi farklı ulaşım yapılarını da kapsayan bir portfolyomuz oluştu. Ulaşım yapıları dışında uluslararası firmaların Türkiye’deki genel müdürlük binalarının iç mimari projelerini yapıyoruz. Doğrusu, yılların getirdiği uluslararası deneyimimiz dolayısıyla daha çok, Türkiye’de uluslararası proje standartları isteyen işverenler ya da yurt dışında iş yapan Türkler bizimle çalışmayı tercih ediyorlardı. Artık havaalanları konusunda direkt yurt dışındaki projelerde, yabancı işverenlerle de projeler yapıyoruz. Yakın zaman önce İtalya‘da tamamladığımız bir havalimanı projemiz ve Avrupa’nın en önemli havalimanlarından birinde halen devam eden planlama danışmanlığımız bunlardan bazıları…

Dicle Demircioğlu: Herkes her şeyi yapar düşüncesinde değiliz; uzmanlaşmak bizim bilinçli olarak seçimimiz. Havalimanları konusunda bir birikimimiz var ve bunun dışına da çok fazla çıkmak istemedik.

Şu anda İngiltere ile bir bağlantınız var mı?

Ali Evrenay Özveren: Atatürk Havalimanı projesi yarışmasını kazandığımızda Ben GMW Architects’in üç ‘senior partner’inden biriydim. Bu durum benim geçici olarak Türkiye’ye dönmeme sebep oldu. 2005 yılında ise Londra ofisindeki ortalıktan ayrıldım ve İstanbul büromuza odaklandım. İki yıl önce de GMW Londra başka bir mimari ofisin bünyesi altına girdi. Dolayısıyla hiçbir ortak ilişkimiz kalmadı. Onun öncesinde de zaten şirketler arasında bir ortaklık söz konusu değildi; GMWM tamamen bağımsız bir Türk şirketi. 2000’den beri günün şartlarına göre değişen 15-40 kişi aralığında bir ekibimiz var ve sınırlı bir işveren kitlesine hizmet veriyoruz. 

Mimari tasarım kararlarınızda çevre duyarlılığı ve sürdürülebilirliğin önemi ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz?

P.İ.: Ali Bey’in geçmişten bugüne konuyla ilgili yaklaşımından biraz bahsetmek istiyorum: Biz, 1998 yılından beri Ali Bey’in terminal planlama prensipleriyle yetiştik ve onları günümüz şartlarına uygun olarak geliştirerek devam ettiriyoruz. Bu prensiplerin içerisinde çevresel etkilerin değerlendirilmesi ve çevreye uygun binalar tasarlanması daima ilk on kriterden bir tanesi oldu. LEED, BREAM gibi derecelendirme sistemleri yaygın olarak kullanılmaya başladığı zaman, biz zaten bu kriterleri uyguladığımızı gördük.

 D.D.:Evet, bu kriterlerin pek çoğu bizim tasarım prensiplerimizle zaten paraleldi ve uyguluyorduk; ama bu sertifikasyonlar devreye girdikten sonra -kötü bir şey olduğu için söylemiyorum- işverenlerin de bunu önemli bir reklam aracı olarak kullanmaya başladıklarını gördük. Bu sertifikasyonların yarattığı diğer bir durum da bazı alanlarda puan toplamak adına, aslında o proje için çok da doğru olmayan ve hiçbir zaman önermeyeceğiniz şeyleri de yapmak zorunda kalabiliyorsunuz. Medine Prince Mohammed Bin Abdulaziz Havalimanı’nı projesine başlarken kontrat gereği LEED sertifikası alınması söz konusuydu. Proje aşamasında LEED danışmanı devreye girdi ve çalışmanın başlaması ile puanlar hesaplanmaya başladı. Sonucunda LEED Gümüş’ü garantilemek adına yaptığımız çalışmalar ile LEED Altın alabileceğimizi gördük. Yani sadece sertifika almayı hedefleyerek başladığımız süreç, ‘LEED Altın’ alarak sonuçlandı. 

P.İ.: Derecelendirme kuruluşları, kriterlerini bölge şartları, iklim ve yapı tipolojisi açısından biraz daha detaylı olarak özelleştirdikçe bu sertifikalar daha anlamlı hale gelecek.  

D.D.: Aslında LEED’in büyük bir kısmı da uygulama ayağında. Yani müteahhitlere de çok iş düşüyor. Planlama ve tasarım ayağı dışında da ciddi puanlar alınıyor.

Atatürk Uluslararası Havalimanı, İSTANBUL 

A.E.Ö.: Ben 70’lerde ODTÜ’den mezun olduğumda LEED gibi kredi prensipleri kimsenin aklına gelmemişti; ancak o zamanlardan beri önce şahsım adına sonra ekip olarak uyguladığımız; enerji kullanımını minimize etmek, kullanılan malzemelerin sağlam ve sürdürülebilir olması, yapının uzun vadeli işlevini koruyabilmesi gibi bazı tasarım prensiplerine sağduyu ile yaklaştık. Birtakım sertifikasyonlar bize empoze edilmeden önce de bunların hepsini zaten organik olarak yaptığımızı fark ediyoruz. 

Riyadh Uluslararası Havalimanı, SUUDİ ARABİSTAN

EED Sertifikası’nın inşaat maliyetlerine ne tür etkileri bulunuyor? 

P.İ.: Aslında maliyeti getiren binanın doğru yönlendirilmesi ya da doğal ışığı binaya almak gibi mimari konular değil. LEED’den kaynaklanan maliyetler, daha çok mekanik ve elektrik sistemlerden geliyor. Yani mimari açıdan işverene çok büyük bir yansıması yok, yalnızca malzemelerin içeriklerine dikkat etmek gerekiyor. Bizim yaptığımız binalar genellikle büyük ölçekli kamu binaları ve kullandığımız malzemeler uluslararası bilinirliği olan, kendini ispat etmiş firmaların malzemeleri olduğu için, doğal olarak o firmalar da kendilerini çevresel değerlere göre geliştiriyorlar. 

D.D.: Son yıllarda durumun giderek popülerleşmesi ile birlikte, artık bütün malzeme firmaları broşürlerini hazırlarken daha önceden de konuyla ilgili sertifikasyonunu almış ve bunu da broşüre koymuş oluyor. Malzeme ağı da artık kısıtlı değil, çok geniş. Bu yüzden önceki yıllarda malzemeden kaynaklanan maliyet belki daha fazlaydı ancak giderek azalıyor.

Uzun yıllardır Türkiye’de mimarlık yapıyorsunuz ve inşaat sektörünü yakından takip ediyorsunuz, peki Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

A.E.Ö.: Özelikle Avrupa’daki şehirlerin niteliklerini kavradıktan sonra Türkiye’deki bu kötü kentselleşmenin arkasındaki etmenleri fark ettik. İstanbul ile Londra’yı karşılaştırırsak; Boğaz Köprüsü‘nden geçerken sağa sola baktığınızda nefes kesici bir güzellik var; ama arabadan inip sokakta yürümeye başladığınız zaman her an bir yerinizi kırma riski ile karşı karşıyasınız. Yapılara yaklaştıkça uzaktan çok ilginç görünen doku birden bire dökülmeye başlıyor; çünkü binaların cephesinde kullanılan malzemeler yanlış, iklime uygun değil ve bakım yapılmıyor. Apartmanın içerisine girdiğinizde bir nebze ortak kalite yükseliyor, dairenizin kapısını açtığınızda ise sarayınıza geliyorsunuz. O sarayın dışının bakımı, kalitesi kimsenin umurunda değil; hele ki sokak hiç değil. ‘Bunun sosyo-ekonomik sebepleri nedir’ ile ilgili uzmanlaşmadım; ancak şüphesiz ki geçmişteki ‘göçebe yaşam’ın etkisi sebeplerden biri olabilir. 

LEED’den kaynaklanan maliyetler, daha çok mekanik ve elektrik sistemlerden geliyor. Yani mimari açıdan işverene çok büyük bir yansıması yok, yalnızca malzemelerin içeriklerine dikkat etmek gerekiyor

Üsküp Havalimanı, MAKEDONYA

Londra’dan bahsedecek olursak; Londra’nın en yüksek binasından baktığınızda nefes kesen bir güzellik yok, arada bir parlayan binalar var. İstanbul’daki yolculuğu Londra’da yapar, yavaş yavaş aşağı inersek; yollar tertemiz, bir yerlerini kırmaman için her türlü tedbir alınmış, binalara burnunuzu değdirecek kadar yakınlaşın doğru malzemeden dolayı hepsi pırıl pırıl… Hafta sonu Londra’da yürüyüş yaparken etrafta devamlı evini tamir eden, penceresini boyayan, kapısını yenileyen bir sürü insan görürsünüz.

Türkiye’de kentlerin ortak mekanlarında gerek tasarım ve kalite, gerek yeşil alan eksikliği, gerekse bakımsızlık açısından maalesef durum bu şekilde ve grafik gittikçe aşağı doğru iniyor. 

Türk siyasi tarihine paralel olarak, devlet yapılarındaki kalitenin de değişim sürecini gözlemlemek mümkün. Türkiye’de zamanında yapılmış çok nitelikli kamu yapıları var.

Medine Prens Muhammed Bin Abdülaziz Havalimanı, SUUDİ ARABİSTAN

Bu sayımızın dosya konusu “Kamu Binalarında Çevre Dostu Değişim”. Bu bağlamda herkese açık ve erişebilir olması beklenen kamu binalarının ülkemizdeki durumu hakkında görüşlerinizi alabilir miyiz? 

A.E.Ö.: Türkiye’de ve Ortadoğu’da havaalanı terminal binalarında diğer kamu binalarına nazaran çok ciddi bir farklılaşma oldu. Türkiye’de yapılan kamu yapılarında ekonomik nedenlerle gerek tasarım gerek uygulama açısından  kalite önceden bir miktar düşükken, şimdi çok kaliteli binalar yapılmaya başlandı. Bence bu kalite artışının en önemli sebebi, yatırımların tek başına devlet tarafından değil de, kamu-özel sektör işbirliği ile yap-işlet-devret metoduyla yapılmasından kaynaklanıyor. Bizim de bu sektörde uzmanlaşmamızı sağlayan en önemli unsur bu. Maalesef hala ideal bir sonuca ulaşılmış değil; ancak havaalanı binalarının gerek estetik gerek fonksiyonel açıdan eskiye nazaran çok daha başarılı olduğunu söyleyebilirim. 

D.D.: Türk siyasi tarihine paralel olarak, devlet yapılarındaki kalitenin de değişim sürecini gözlemlemenin mümkün olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de zamanında yapılmış çok nitelikli kamu yapıları var. Bu yüzden önce veya sonra demek yerine dönemler üzerinden konuşmak daha doğru olabilir.

P.İ.: Son yıllarda olumlu gelişmeler de yaşanıyor mesela İSMEP, hastane ve okul binalarını depreme karşı güçlendiriyor veya yeni binalar yapıyor. Bunu da uluslararası firmaların da devrede olduğu şeffaf  ihale yöntemleriyle gerçekleştiriyor. Son zamanlarda yarışma ile kamu binaları yapılmaya başlandı; bu da iyi bir şeyler olacağının güzel bir göstergesi. 

A.E.Ö.: Tasarım açısından son on yıl içinde küresel bilgi alışverişinden de faydalanarak olumlu bir takım işler gerçekleşiyor. 

Her yönüyle kendi tasarımınız bir proje hayata geçirecek olsanız lokasyon, fonksiyon malzeme seçiminiz ne olurdu?

D.D.: Çok zor soru. Benim aklıma tamamı camdan küçük bir kulübe geldi, bu kulübenin ne amaçla kullanılacağı hakkında hiç bir fikrim yok şu anda. Her şey olabilir. Küçük ama şeffaflığı sayesinde aslında sınırları olmayan bir yapı.  

P.İ.: Kendi kendini yok edebilen malzemeler kullanırdım. Yüzyıllar boyunca kalması gerekmiyor, ömrünü ve işlevini tamamlayınca yok olsun. 

A.E.Ö.:  Hayatımın bu evresinde büyük ihtimalle tekerlekli, her türlü konforu içinde barındıran ve her sene başka bir ülkede, o ülkenin çevresel özeliklerine saygı duyarak  yaşayabileceğim bir ev tasarlamak isterdim. Tekerleklerimi bir yerde saklayıp o ülkenin  kültürünü yaşardım. Her ülkede bir yıl kalırken, sanırım İtalya’da iki yıl kalırdım...




Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)