Kerpiç Mimarlığın Dikotomisi*
And Akman
Kerpiç mimarlığın dikotomisi içinde var olan ilişkiler, düşünme, topoğrafya ve tasarım üzerinden aranabilir, ortaya çıkartılabilir. Bu kesişen noktalardan yaşama dair birtakım cevaplara ulaşılabilir ve geleceğin çağdaş yapısı ile yerleşim olgusuna ışık tutulabilir. Kerpiç mimarisinin yaşam döngüsü bu bağlamda birçok noktalarda ekolojik, kültürel ve sosyolojik kesişmelerin tanığı olduğundan, öğretileri üst üste düşmektedir.
“Kerpiç” çok farklı özellikleri içinde barındıran bir kavramdır. Kullanım yerlerine göre de farklı anlamlar taşıyabilmektedir. Bu kavramın diğer önemli bir özelliği, bilgilerimize etki yapması,özellikle tarih içeren bilginin içeriğini biçimleyebilmesidir. Zaman ve onu kullanarak tanımlanan “tarih”, “kronoloji”, “eski eser” gibi kavramlar, bilginin içeriğini belirlemede etkin bir konumda bulunmaktadırlar.
Kerpiç yapının ölçülebilen özelliği dolayısıyla nesnel bir yönü vardır. Nesnelerin zamana bağlı olarak ölçülen yaşları kadar biyolojik özellikleri de herkes için geçerli nesnel değerlerdir. Ancak bu değerlendirme zamanın ölçüm birimi gibi nesnel değerler yerine, kişiye göre veya toplumsal dönüşümlere göre, değişen anlamlara sahip olabilir. Nitekim bir anne için bebeğinin sıcaklığı, kaloriferin sıcaklığından çok farklı anlam taşır. Yani önemli olan ölçülen değer değil, bazı durumlarda bu değerin işaret ettiği nesnedir. Kerpiç yapı da, bilinen diğer mimari yapım yöntemleri gibi nesnel olarak ölçülebilir olsa da, yerine göre farklı anlamlar taşıyan ve kişiye, topluma veya çağa göre içeriğinin bir taraftan en korunduğu, diğer taraftan da en değiştiği bir içeriğe sahiptir. Başka hiç bir yapı malzemesi bu ikiliği, yani dikotomiyi bu kadar doğru sembolize etmemektedir.
HİÇ BİR YAPI KERPİÇ KADAR HİMAYECİ, KERPİÇ KADAR TİNSEL VE DOLAYISIYLA ÇAĞDAŞ DEĞİLDİR. AMA AYNI ZAMANDA HİÇ BİR YAPI KERPİÇ KADAR TERKEDİLMİŞLİĞİ DE GÖRÜNTÜLEYEMEMEKTEDİR. İŞTE BU NEDENDEN KERPİÇ’İ GEZEGENİMİZDE BU DİKOTOMİYİ EN İYİ TEMSİL EDEN YAPI ORGANİZMASI OLARAK DÜŞÜNEBİLİRİZ.
YAPI ORGANİZMASI
Mimari bir eser için “kerpiç” kavramı tek başına o nesneye bir anlam ve değer katabilir. Dolayısıyla “kerpiç” kavramı birbirine karşıt özellikleri beraberce kapsayabilmektedir: yani hem son derece nesnel, hem de son derece öznel özellikleri içinde barındırmaktadır. Bu durumda, ”kerpiç’in” niçin ve hangi özellikleri dolayısıyla bu gibi karşıtlıkları içinde barındırdığı takip etmek ve anlamak son derece önemlidir.
Böyle bir çokluk, kerpicin çeşitli tür ve yöntemleri olduğu dikkate alınarak çözülmek istenilebilir. Nitekim ”kerpiç”i en azından, fiziksel, biyolojik ve tinsel olarak ayırmak, yani en az üç farklı anlam türünden söz etmek mümkündür. Bu üç farklı “anlam” birbirinden bağımsızdır; yani birini diğerine indirgemek (veya birini diğerinden türetmek) ne mümkündür ne de doğrudur. “Kerpici” değerlendirmek için nesnel bir ölçü birimin kullanılması, dikotomileri arasındaki ilişkiyi ortadan kaldırmaya yetmemektedir. Diğer bir ifadeyle, bu üç zamanın birbirinden bağımsız olması ve birbirlerinden farklı özelliklere sahip olması, fiziksel zamanın objektif olarak ölçülebilme özelliğinin diğer türler için de geçerli olması anlamına gelmemektedir.
Nitekim kerpiç yapının tinselliği yapının bilinçaltımıza bıraktığı izler kadar kişinin içinde bulunduğu ruh durumuna da bağlıdır. Biyolojik açıdan bakıldığında ise, bir yönüyle organizma duygusudur; bünyesinde olup bitenlerin, onun birtakım özelliklerinin farkına varılmasıdır.
HİÇ BİR YAPI MALZEMESİ KERPİÇ KADAR O YAŞAM DİLİMİNİN ŞEKİLLENDİREMEMİŞTİR, İZ BIRAKMAMIŞTIR.
Kerpicin fiziksel duruşu ile tinsel bulunuşu arasındaki fark, “an” kavramında da açık olarak görülebilir, hissedilebilir. Çağdaş dediğimiz betonarme binaların fiziksel varoluşlarında, yaşanılan ve farkına varılan anlamında bir “an” kavramından söz etmek neredeyse imkansızdır. Saatin, yaşanan, içinde bulunduğumuz ve farkına vardığımız ‘an’ı değil de, bize sadece geçen süreyi bildirmesi gibidir bu. Oysa ‘an’ bize ait olan, bilincimiz ile farkına varılabilen bir süredir. Kerpicin tinsel etkisi, ten kadar ruha dokunuşu ile geçen süre içinde hissettikleri, o geçen sürenin öznel ölçüsüdür; hiç bir yapı malzemesi kerpiç kadar o yaşam diliminin şekillendirememiştir, iz bırakmamıştır.
TERKEDİLMİŞLİĞİ GÖRÜNTÜLEMEK
Terkedilmişlik ve çağdaşlık, her ikisi de kavramlardan yola çıkarak bir sonuca ulaşmaya çalışırlar. Bunları düşünürüz ve bunları ifade edebilmek için birtakım araçlar kullanırız ve bir anlam bulmaya çabalarız. ‘Yapısal çevremiz’ bu araçların belki de en iz bırakanıdır ve aslında bizi sürekli bir şeylerin üzerine düşünmeye çağırır. İşte ‘kerpiç mimarisinin dikotomisi’de, yaşama dair taşıdığı izler ve koruduğu mütevazilik bakımından eşsiz bir anlamdadır ve bizi düşünceye davet eder.
Kültür varlıkları, tarihi nesneler ve de kerpiç yapılar, geçmişte kalmış sıradan varlıklar değildirler. Çünkü bizler için çeşitli değerlerle yüklüdürler. Ne var ki bu değerler tek tip değildirler. Bu değerler birbirlerini tamamlayabilecekleri gibi, birbirleriyle bağdaşmayan özelliklerde de olabilirler. Günümüzde özellikle kırsalda ne yazık ki artık sadece terkedilmişliğini görüntüleyebildiğimiz kerpiç yapıların sahip oldukları bu farklı değerlerin çağdaşlıkla ilişkilendirilmesi dikotomik gibi görünse de, yanlış bir ilişkilendirme olmayacaktır. Bu bağlamda farklı kronolojik yapı anlayışlarının farklı düşüncelere davet zemini yarattığını; veya farklı kronolojik yaşamalanı anlayışları ile farklı tarih anlayışları arasında ilişki kurmanın mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Bu ilişkinin kerpiç yapı ve malzemesi üzerinden kurulması durumunda ise karşılaştığımız görsel tablo, yani fiziki ortam, bir yandan terkedilmişliğin görüntülenmesi, diğer yandan günümüz çağdaş örneklerinin duruşu ile dikkati çekmektedir. Kabul etmemiz gerekir ki, zamanın her anında bir organizma olma özelliğini kaybetmemiş ve günümüzde de bu özelliğini koruyan kerpicin bu performansı hiç bir yapı malzemesine benzememektedir.
TEKNOKRATİK MİMARLIĞIN İSE BUNU YAKALAMASI OLDUKÇA ZORDUR Kİ, ÇOKLUKLA TASARLANAN ŞEYLERİN İNŞAA ETME YOLUYLA GERÇEKLİĞE DÖNÜŞTÜĞÜ BİR KÜTLEDEN ÖTEYE GİDEMEMEKTEDİRLER.
DÜŞÜNCEYE DAVET:
Kerpiç yapı, düşüncelerin ve yaşama ait kavramlara dair soruların ‘mekan’ ile ortaya koyulduğu bir alan olabilir. Teknokratik mimarlığın ise bunu yakalaması oldukça zordur ki, çoklukla tasarlanan şeylerin inşaa etme yoluyla gerçekliğe dönüştüğü bir kütleden öteye gidememektedirler. Yaşam alanlarını tasarımlarken kendimize birtakım şeyleri sorun ederiz ve bu dert edindiklerimizin üzerine gideriz. Dert edinilenler soyut veya somut kavramlar olabilse de günümüzün teknolojik yaklaşımında genellikle soyut kavramlardır bunlar. Oysa ki yapısal planlama mevzusuna daha ilk anda bir biçimsel yaklaşımla girmek çarpık bir sonuca ulaşılmasına neden olabilir. Bir somut yargıya ulaşmadan, müdahalede bulunmadan önce mutlaka sorun edilen kavramlar üzerine düşünülmelidir.
Kronolojik olarak kerpiç yapıya bakışın tanımının veya algılanış biçiminin, kültürlere göre değiştiği; farklı kültürlerin zaman ile ilgili yorumlarının da farklı olduğu, bu farkın ise toplumsal olayların farklı şekillerde anlamlandırılmasına yol açtığı bilinmektedir.
Yaşamalanlarını ve yapılarını döngüsel olarak tasarlayan kültürler, kötü olayların geçmişte de benzerlerinin yaşandığına ve her türlü olayın çevrimin bir parçası olduğuna inanmaktadırlar. Böylece her türlü felaketi bu çevrim içinde bir basamak gibi algılamaktadırlar. Günümüzde özellikle batı toplumları için zaman, lineer bir şekilde ileriye doğru ve tersine dönmez bir şekilde akmaktadır; yani zamanda ve dolayısıyla yaşanan olaylarda bir geri dönüş yoktur.
Mekan, ve dolayısıyla kerpiç yapı; eğer zorunlu bir akış içindeyse, bu durum A ile B olayı arasındaki ilişkiye de yansıyacaktır. Dolayısıyla bir A olayından sonra bir B olayının meydana gelmesini de kaçınılmaz bir sonuç olarak kabul etmek gerekecektir. Bu tip yaklaşımların arkasında, kerpiç yapının (dolayısıyla da yaşam alanlarının) yerine göre determinist, yerine göre tesadüflerin belirlediği bir özellik taşıdığına ilişkin kabuller yer almaktadır. Her iki anlayış çerçevesinde kronoloji, olayların dizilişine ilişkin bilgi verir; ama bu bilginin arkasında tarihi sürecin önceden belirlenmiş bir yorumu ile tesadüflerin belirlediği bir anlayışın dikotomisi ile de karşılaşabiliriz.
Mimari bir yapının kendisi anlatabilse, tek tek bireyleriyle yaşanmış zamanın dikotomik öyküsü çıkar karşımıza. Muhtemelen ‘ben ve içimdekiler’ şeklinde adlandırılacak olan bu öykünün yazarı yapıdır. Kerpiç yapıya ilişkin öykünün yazarı insan olduğunda ise, adına ‘çağdaşlık ile terkedilmişlik’ diyecektir. Buradan da görüldüğü gibi dikotomiyi ikilik olarak değil, ikilikler olarak çoğaltmak mümkündür.
MİMARİ BİR YAPININ KENDİSİ ANLATABİLSE, TEK TEK BİREYLERİYLE YAŞANMIŞ ZAMANIN DİKOTOMİK ÖYKÜSÜ ÇIKAR KARŞIMIZA. MUHTEMELEN ‘BEN VE İÇİMDEKİLER’ ŞEKLİNDE ADLANDIRILACAK OLAN BU ÖYKÜNÜN YAZARI YAPIDIR.
Kerpiç yapılar, sürekli gelişen, ilerleyen ve bir daha geri dönüşü olmayan bir çağdaşlık örneği olarak ta görülebilirler. Buradaki tasarım, bireyin onu tasarlayışından ötedir. Zamana mal edilmeyip an’a ait olmak; ya da hem an’ı hem zamansızlığı temsil edebilmek gibi dikotomiler de yaratıyor kerpiç yapı. Bu çok kavramlılığa bir ilave olarak da kerpiç yapıların kişisel ve toplumsal dinamiklerin ötesinde ‘yerine ait’ birer organizma olduklarını kabul etmemiz gerekir.
Kerpiç mimarlığın bir değerinin olabilmesi için, şimdi içinde geçmiş ve geleceğin birlikteliğinden oluşan bir zaman anlayışına sahip olunması gereklidir. Kerpiç yapılar artık varolmayan geçmişle birlikte yok olsalardı onlara herhangi bir değer atfetmek de şüphesiz mümkün olmayacaktı. Yani diyebiliriz ki kerpiç mimari gösterdiği dikotomik özellikleri sayesinde günümüzün muhakkak en çok tartışılan, ama belki de en çağdaş mekan ve yaşam alanları yaratma yöntemleri arasındadır.
Kerpiç yapının çarpıcı bir şekilde sembolize ettiği sürekli bir ilerleme ve bu ilerlemenin var ettiği terkedilmişlik bir yanda, geçmişin bir şekilde varlığını sürdürmesi ve gelecekle birlikte “şimdi” içinde bulunması bir dikotomi değil de ne olabilir?
Dikotomiyi böylesine temsil eden bir yapı organizması olarak kerpici kavramak, geleceğin mimari hedeflerini ışık tutabilir ve metodlarının neler olabileceğini görmemizi sağlayabilir. Şekilci gelişim süreçleri yerine, içselleşmeyle, özümsemeyle gelişen süreçlerin tabana yayılmasını sağlayabilir.