“Malzemenin Estetiği ve Tasarımda Sağladığı Esneklik Önceliğimiz”
Ömer Çamoğlu
Çamoğlu Mimarlık
Kalebodur Sponsorluğunda
Sizden herkesin bir konsept proje beklentisi oluyor, yatırımı realize etmenin ilk yolu bu ön konseptten geçiyor ve biz de bu kadar yoğunluk arasında basit ön konseptler yapılmasına karşıyız; çünkü fikir projesi en çok düşünülmesi gereken projeler.
Yapıların konsept tasarımları, uygulama ve danışmanlık hizmetleri ile kentsel dönüşüm, master plan/konsept proje çalışmalarına kadar farklı ölçeklerde projelere imza atıyorsunuz. Genel anlamda projelerinizden ve tasarım kriterlerinizden bahsedebilir misiniz?
Genel anlamda konut, rezidans, ofis, otel, tatil köyü, AVM ve farklı fonksiyonların bir arada yer aldığı karma kullanıma sahip projeler gibi çok çeşitli alanlarda çalışmalar yapmaktayız. Havaalanı, stadyum ve tren garı da yapmak istiyorum; ama henüz kısmet olmadı. Bunların haricinde projelerimiz arasında sizin de sözünü ettiğiniz gibi master plan ölçeğinde başlayan çalışmalar da yer alıyor. Bunlar; üç yüz dönüm, beş yüz dönüm, iki bin dönüm yerleşkelerin master plan çözümleri ve bu konuda iyi işler yaptık.
Sizden herkesin bir konsept proje beklentisi oluyor, yatırımı realize etmenin ilk yolu bu ön konseptten geçiyor ve biz de bu kadar yoğunluk arasında basit ön konseptler yapılmasına karşıyız; çünkü fikir projesi en çok düşünülmesi gereken projeler. Her ne kadar belli bir tasarım anlayışını yaptığımız bütün projelere yansıtmaya gayret etsek de, esas olarak konsept ve tasarım süreci ile kriterlerini belirleyen çeşitli parametreler mevcut. Birinci tasarım kriteri imar durumudur, yönetmeliklerdir. İkinci tasarım kriteri arsadır; arsanın eğimi, şekli, konumu, manzara açılımı, trafikle bütünleşmesi önemli. Sonra yatırımcı istekleri ve maliyetleri gibi unsurların yanı sıra, projenin bulunduğu yerin iklim özellikleri gibi unsurları da dikkate almanız gerekiyor. Biz bu veriler ışığında form ve fonksiyonun optimum uyumunu, farklı malzemelerin bir arada doğru bir şekilde kullanılması ve özgün bir tasarım anlayışını hedefleyerek tasarım sürecine başlıyoruz.
Kentsel dönüşüm kavramı altında gerçekleşen konut sektöründeki bu hızlı değişim hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
Kentsel dönüşüm, yaşanan son büyük depremden sonra ortaya atılan bir kavram. 2000’li yıllardan önce yapılmış binaları incelediğimizde son derece kalitesiz betonların, çeliklerin inşaat yapımında kullanıldığı bir dönemden geçtiğimizi görüyoruz. Biz o döneme yetiştiğimiz için biliyorum, hatta temelden başlayarak hiç bir yalıtım yapılmadığını, bu yüzden oluşan korozyon nedeniyle demirlerin inceldiğini görüyorsunuz. Ayrıca yapının bir ekonomik ömrü var ve yirmi beş otuz yıl geçince bu ömür dolmuş oluyor. Bu bakımdan bir kentsel dönüşüme ihtiyaç vardı; depreme yeterince dayanıklı olmayan, ömrünü tamamlamış eski binaların yenileniyor olması, insanların yaşam kalitesinin artırılması ve mimari anlamda kente katma değer sağlanması bakımından olumlu bir gelişme olduğu bir gerçek. Yalnızca konut sektöründe yaşanan bu değişimin “kentsel dönüşüm” olarak adlandırılması yanlış da olsa, bizim elimize çok büyük bir fırsat geçmişti. Zaten imar olarak hep çarpık şehirleşmeden şikayet ediyorduk. Bu çarpık şehirleşmede sorun sadece gecekondu değildi, mimari olarak planla cephenin birlikte çalışılmamış olması, yapıların estetik olarak kötü kullanımı da vardı. Dolayısıyla büyük bir fırsat yakalanmıştı; ancak konutların yenilenmesinin parsel bazında ele alınması, bir bölgenin bütün olarak ele alınarak detaylı analizinin yapılmadan birbirinden bağımsız projelerin ortaya çıkmasının yine ileride büyük sorunlara yol açacağını düşünüyorum. Kentsel dönüşüm sonucunda ortaya çıkan bu yapıların, arsa sahiplerinin yaşam alışkanlıkları ve sosyokültürel özelliklerine çoğu zaman oldukça ters olması bir yana, önümüzdeki yıllarda bu konut bölgeleri yeniden dolmaya başladığında çok büyük altyapı ve ulaşım problemleriyle karşılaşılacağını düşünüyorum. Kısaca kentsel dönüşümde sıkıntılar var, bu sıkıntıların başında ise sürecin düşünülmeden başlatılması geliyor. Mesela Kadıköy’de bine yakın yapının ruhsatı verilmişken kalkıp zemin artı on dört kat kararı alıyorsun, zemin kullanımını artırıyorsun ama bizim asıl zemin yeşili eksik, komşudan çekeceğin bir buçuk metreyle yeşili arttıramazsın, asıl onu çoğaltmak lazımdı...
Malzemenin estetiği ve tasarımda sağladığı esnekliği önceliğimiz; ama bunun yanında sürdürebilir olması, tasarruflu olması, uygulama kolaylığı sağlaması ve maliyet gibi özelliklerini de göz önünde bulunduruyoruz.
Hayatın tüm alanlarında “engelsiz” yaşama uygun planlamalar ve erişim senaryoları geliştirilmesi önemli ama bu bağlamda bir engelli gerek sosyal yaşamda gerekse çalışma hayatında bir çok sorunla karşılaşıyor. Ülkemizde de engelliler için çalışmalar yapılıyor ama sizce yeteri kadar yasalarla destekleniyor mu?
Engelliler için çalışmalar yapılsa da yeterli olduğunu düşünmüyorum. Ülke olarak bize bu tip konularda kanunlarla bir takım yaptırımlar uygulamazsanız kimse yapmaz. Yapılan uygulamaların bir çoğu da zaten göstermelik olarak kalıyor. Engellilerin hayatını kolaylaştırmak yerine kimi zaman önlerine daha da fazla engel çıkartıyoruz. Medeni bir ülkede engelli bir vatandaş kendi kendine yaşayabilmeli, alış verişini yapabilmeli, sinemaya gidebilmeli, toplu taşımalardan yararlanabilmeli ama maalesef bizim ülkemizde bunu yapamıyor. Bu konuya yönelik daha fazla farkındalık yaratılması, gerekli yasa ve düzenlemelerin daha kapsamlı hale getirilmesi ve yapılan uygulamaların gerektiği şekilde denetlenmesi gerektiği görüşündeyim. Engelli insanların sosyal hayata daha fazla entegre olabilmelerini sağlamak amacıyla elbette mimarların görevi büyük, biz projelerimizde buna önem veriyoruz. Ancak herkesin elini taşın altına koyması lazım...
Yapı malzemeleri yaşam döngülerinin her evresinde farklı çevresel etkilere sahip. Bu sebeple malzeme seçimi süreçlerinde çok boyutlu kriterler rol oynuyor. Sizce malzeme seçiminde öne çıkan kriterler neler olmalı? Sizin kullanmayı en çok tercih ettiğiniz yapı malzemeleri hangileri?
Mimar olarak doğal malzemeleri kullanmak, dönüşümün bu kadar gündemde olduğu bu dönemde dönüşebilen malzemelerden üretim yapmak tercihimiz. Ayrıca malzeme güzel yaşlanabilmeli o bakımdan da biz doğal malzemeleri seçeriz, doğal malzemenin verdiği tepki güzeldir. Malzemenin estetik ve tasarımda sağladığı esneklikte önceliğimiz ama bunun yanında sürdürebilir olması, tasarruflu olması, uygulama kolaylığı sağlaması ve maliyet gibi özelliklerini de göz önünde bulunduruyoruz. Artık günümüzde çok çeşitli malzemeleri bulmak mümkün ve malzeme üretim teknolojilerinin gelişmesi sayesinde neredeyse her geçen gün bu malzemelere yenileri ekleniyor. Kimi zaman maliyet faktörü bizi kısıtlasa da genellikle doğal taş, porselen seramik, ahşap malzemeler ile alüminyum kompozit, prekast gibi malzemeleri tasarımlarımızda tercih ediyoruz.
Bu sayımızda AVM yapılarını mercek altına alıyoruz. Çoklu fonksiyonlara hizmet veren AVM yapılarının mimarisi nasıl olmalı sizce? AVM tasarımda yeni trendler nelerdir?
Ülkemizde imar mevzuatında bu konuda henüz herhangi bir kısıtlama getirilmediği ve yatırımcı tarafından da hala AVM açığı var denildiği için AVM’ler yapılmaya devam edecek. Bu rekabet ortamında AVM yapıları çeşitli gelişim ve değişimlere uğramaya başladı ki bu sadece metrekare olarak daha büyük olmasıyla alakalı bir konu değil. Tamamen içe dönük, kapalı bir kutu şeklinde yapılan AVM projelerinden artık yavaş yavaş vazgeçiliyor. AVM’ler yalnızca alışveriş ve yeme-içme işlevlerini barındıran binalar olmaktan çıkıp, içerisinde çeşitli sosyal aktivitelerin yer aldığı, çevresiyle etkileşim içerisinde olan ve daha davetkar yapılar olmaya başladı. Biz de Gebze’de yeni bir AVM projesi tasarlıyoruz. On dört bin metrekare içinde; çevre halkının buluşabilecekleri ve dostluk komşuluk ilişkileri yaşayacakları ortak mekanlar sunan, aynı zamanda ücretsiz sosyal aktivitelerin olduğu davetkar bir yapı olacak.
Ayrıca AVM’lerin genellikle ofis, otel ve konut gibi farklı fonksiyonlara sahip yapılarla bir arada projelendirilmesi de değer katan bir unsur. AVM mimarisinde bana göre en önemli noktalar, açık ve kapalı mekanların dengeli dağılımıyla merak uyandıran mekanların yaratılması, mümkün olduğunca sıcak malzemeler kullanılması, binanın çevre ulaşım imkanlarıyla entegrasyonu ve yatay ve düşey yaya sirkülasyonu ile araç ulaşımının etkin çözümüdür diyebilirim.
Özelikle metropollerde kısıtlı ve sınırlı alanlarda tüm fonksiyonları içeren yapılar mimaride ne gibi önlemler aldırmakta, bu yapıların şehirlere yüklediği külfet (altyapı-trafik vs) nedir?
Kalabalık şehir merkezlerinde, arsa değerlerinin çok yüksek olması nedeniyle, yapılan projelerden kazanç elde edilebilmesi, o projelerin maksimum kullanıma yönelik oldukça yoğun çözümler sunmasına bağlı. Belli bir bölgede bu konseptte yalnızca birkaç yapı olması aslında sorunları kendiliğinden doğuruyor. Zamanında böyle bir yoğunluk öngörülmediği için, altyapı ve trafik anlamında problemlerin yaşanması kaçınılmaz bir durum. Bana göre mimaride alınan önlemlerin şehirlere yüklenen bu külfeti tamamen önlemesi imkansız ancak belli önlemlerle bu etki hafifletilebilir. Yapıya giriş çıkışların tali yollar ile düzenlenmesi veya mevcut tali yolların kullanılması, kavşak ve durak gibi yoğunluk oluşturabilecek noktalardan uzak çözümler yapılması, yaya ve araç sirkülasyonunun birbirine karıştırılmaması ve yapı içerisine doğrudan metro erişimi sağlanması gibi önlemler alınabilir.
Tüketiciler açısından bakarsak, AVM yapılarının mimari form ve karakterleri farkedilebilmekte midir, tüketici beğendiği binaları mı gezmek istemekte?
Her tür yapıda olduğu gibi AVM yapılarında da mimari özelliklerin, farkında olsalar da olmasalar da, insanları kesinlikle etkilediğini düşünüyorum. Bana göre, mağaza, restoran, sinema gibi doğrudan kullanıma yönelik yerlerin tüketici açısından AVM seçiminde belirleyici olduğunu düşünüyorum. Ancak insanların bir binada hemen işlerini bitirip çıkmak isterken, bir başkasında uzun uzun vakit geçirmek isteyebildiklerini düşündüğünüzde, işte bu o binanın mimarisi ve karakteri sayesindedir. İnsanlar, hiç bir şey satın almayıp sadece vakit geçirmek için bir AVM’ye gidiyorsa, kesinlikle yapısını beğendiği bir AVM’yi tercih ediyor.
AVM’lerde zamanın büyük kısmının geçirildiği ve ışık sabitliği sebebiyle gece-gündüz farkının ortadan kalktığı düşünülürse insanların çevresiyle ilişkisinin bu kadar uzun süre koparılması sizce psikolojilerini nasıl etkiler?
Bana göre AVM’ye gidip uzun süre kaldığınız zaman bu durumun etkilerini hissetmeye başlıyorsunuz. Belli bir süre sonra doğal hava ve ışık alma ihtiyacı hissediyorsunuz ve normalde olduğundan çok daha fazla yorulduğunuzu fark ediyorsunuz. Bu nedenle aslında hem fiziksel, hem de psikolojik etkileri var. Bunaldığınızı hissedip kendinizi dışarı atıp temiz hava almak istediğinizde ise yalnızca yeme içme alanlarında yer alan nispeten küçük açık alanlar oldukça yetersiz kalıyor. İşte tam da bu yüzden AVM yapılarında yer yer açık alanların olması bence çok önemli. Sürekli açık alanlar olmasa bile, bina içerisinde ara sıra dışarısının görülebildiği yerlerin olması bile psikolojik açıdan olumlu etki yaratabiliyor.
AVM yapılarında akustik ve gürültü kontrolünün önemi hakkında kısaca görüşlerinizi alabilir miyiz? Bu konuda ne gibi çözümler sunuyorsunuz?
Bildiğiniz gibi çoğu AVM yapısında büyük galeri boşlukları bulunuyor. Bu boşlukların her ne kadar görsel anlamda, çatıdan ışık alma anlamında ve hava sirkülasyonu açısından olumlu yönleri olsa da farklı katlar arasında sesin taşınmasına, yankı ve uğultuya da sebep olabiliyor. Bunun haricinde yeme içme alanlarının yoğun olduğu yerlerde de ses seviyesi oldukça fazla olabiliyor. Akustik önlem anlamında esas olarak iç mekanlarda ses yutuculuğu yüksek, akustik özellikli malzemeleri tercih ediyoruz. Özellikle asma tavanlarda kullanılan malzemeler önemli rol oynuyor. Bunun haricinde AVM yapılarında oldukça fazla, büyük teknik alanlar ve cihazlar bulunmakta, bu cihazlar genellikle çok gürültülü çalıştığından dolayı cihazların etrafına veya bulundukları odaların içerisine ses yalıtımı yapılmasını öngörüyoruz. Benzer şekilde AVM’de sinema veya tiyatro varsa, bu alanların da birbirleri arasında ve dışarıdan ses yalıtımı yapılmasını öneriyoruz.
Son olarak, projeleriniz ile uluslararası ödüllere imza atıyorsunuz ve bu yıl yine International Property Awards’da ödül aldınız. Bu güne kadar kaç projeniz ödüllendirildi ve ödüle layık görülmek sizin için ne ifade ediyor?
Bugüne kadar 10’un üzerinde projemiz ödüllendirildi ve bunlardan 8’i International Property Awards’a ait. Bu yıl, katıldığımız 3 proje de ödül aldı ve bu projeler nispeten büyük ölçekli diyebileceğimiz prestijli projeler... Bu anlamda verilen ödüller, projelere değer katmakta ve bu bizim için gurur verici. Esas olarak yaptığımız projeler bizi tanımladığı için, uluslararası düzeyde ödüller aldığımız zaman, doğru yolda ilerlediğimizden bir kez daha emin oluyoruz.