Mimar Murat Kader'e Sorduk...

Türkiye’nin geleneksel mimari ve yaşam kültüründe, doğaya saygılı, sürdürülebilir ve ekolojik yaşam alanlarını incelediğimizde basit ama etkin bir dizi ilkeyi görebiliriz. Unutmayalım ki; üzerinde yaşadığımız coğrafya dünyanın en eski yerleşimlerini ve mimari zenginliğini barındırmakta. Bu çağdaş mimarlığımız için göz ardı edemeyeceğimiz ve yadsıyamayacağımız çok önemli bir kaynak.

Bugün Türkiye’de sürdürülebilirlik ve ekolojik mimarlık alanında oldukça hareketli, giderek de bilgi altyapısını genişleten bir araştırma ve uygulama alanı var. Tüm dünyadaki ilerlemeleri hızla takip eden ve bizlere ulaştıran bir üretim sektörü var. Hem evrensel anlamda teknolojik ilerlemeyi hem de yerel kültürün geleneksel verilerini birleştirebilen bir mimari anlayışla, tüm dünyaya örnek olabilecek uygulamaları gerçekleştirecek önemli bir potansiyelimiz bulunmakta. Bu anlamda ümitli olabiliriz.


Yeşil, sürdürülebilir, ekoloji gibi kavramlar son yıllarda hayatımıza yoğun olarak girdi ve farklı mecralarda bir çok şekilde tartışılıyor. Sürdürülebilir mimarlık kavramı da günümüzün trend konularından bir tanesi. Mimarlığın sürdürülebilir ve ekolojik boyutu ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz? Ülkemizde yapılan çalışmalarda bu kavramların özümsendiğini, doğru algılandığını ve uygulandığını düşünüyor musunuz?

Mimarlığın hep yeni bir şey yapmakla ilgili olduğu düşünülür. Fakat mimarlığın varolanı da koruması, gelecek nesillere aktarması gerekiyor. Bu çok basit ve mimarlığın evrensel gelişiminde hep izleyip gördüğümüz bir ilke; fakat, dünya nüfusun hızla artması ve şehirlerin hızla büyümesi, tüm dünya genelinde doğal çevrenin ve yaşam kaynaklarımızın tahrip olmasına neden olmakta. Söz konusu olumsuz etkiler günümüzde hayati boyutlara ulaşmaya başlayınca, biz mimarlar da yaptığımız işlerde önemli bir sorumluluğumuz olduğunu görmekteyiz. Sürdürülebilirlik ve ekolojik mimarlığın arkasında temel motivosyon kanımca budur: Dünyanın ve geleceğin korunması.

Sadece Türkiye’de değil tüm dünya genelinde sürdürülebilir ve ekolojik mimarinin teknolojik ve mühendislik birikimle çözüleceği yönünde bir algı oluştuğunu gözlemliyoruz. Oysa sürdürülebilir bir yapının veya bir yaşam alanının doğru ve basit tasarımlarla da olabileceğini, pahalı teknolojilerle değil, basit tekniklerle de sağlanabileceğini unutmamalıyız. İklime uygun malzeme seçimi ve yapının yer alacağı toplumdaki mekân kullanım alışkanlıklarının kültürel ve tarihi yorumlarını, geleneksel mimari örnekleri iyi okuyarak, ipuçlarını değerlendirerek de oldukça etkin ve başarılı olana ulaşabiliriz.

SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR YAPININ VEYA BİR YAŞAM ALANININ DOĞRU VE BASİT TASARIMLARLA DA OLABİLECEĞİNİ, PAHALI TEKNOLOJİLERLE DEĞİL, BASİT TEKNİKLERLE DE SAĞLANABİLECEĞİNİ UNUTMAMALIYIZ.

Türkiye’nin geleneksel mimari ve yaşam kültüründe, doğaya saygılı, sürdürülebilir ve ekolojik yaşam alanlarını incelediğimizde basit ama etkin bir dizi ilkeyi görebiliriz. Unutmayalım ki; üzerinde yaşadığımız coğrafya dünyanın en eski yerleşimlerini ve mimari zenginliğini barındırmakta. Bu çağdaş mimarlığımız için göz ardı edemeyeceğimiz ve yadsıyamayacağımız çok önemli bir kaynak.

Bugün Türkiye’de sürdürülebilirlik ve ekolojik mimarlık alanında oldukça hareketli, giderek de bilgi altyapısını genişleten bir araştırma ve uygulama alanı var. Tüm dünyadaki ilerlemeleri hızla takip eden ve bizlere ulaştıran bir üretim sektörü var. Hem evrensel anlamda teknolojik ilerlemeyi hem de yerel kültürün geleneksel verilerini birleştirebilen bir mimari anlayışla, tüm dünyaya örnek olabilecek uygulamaları gerçekleştirecek önemli bir potansiyelimiz bulunmakta. Bu anlamda ümitli olabiliriz.

Mimarlık sürdürülebilir inovasyon için önemli bir arena denilebilir. Konut sektöründeki hızlı gelişim sürdürülebilir, çevreci ve yenilikçi tasarımları hayata geçirmek için iyi bir fırsat olsa da, kamusal ve işyeri binalarının bu gelişimi biraz geriden takip ettiğini söyleyebilir miyiz? Bu bağlamda mimaride sürdürülebilir tasarım aşamalarından bahsedebilir misiniz?

Kamusal yapılar her anlamda örnek alınması gereken yapılar olmalı. Kamusal yapıların mimari kimliği, yeri, büyüklüğü ve çevresiyle olan ilişkisi derinlemesine ele alınmalı. Bugün Türkiye’de kamu yapılarının sıradan ve belirli bir kaliteden yoksun olduğunu üzülerek gözlemliyoruz. Nedeni, kamu idarelerinin mimarlıkla ilişkilenmesindeki kısıtlayıcı olanaklar. Özel sektör ise, özellikle konut üretimi alanında daha esnek ve yeniliğe açık bir işleyişe sahip. Bu, toplum olarak konuta verdiğimiz değerle de açıklanabilir. Bizler iyi konutlarda oturmak isteyen bir toplumuz. iki design group olarak bizim konut alanında oldukça önemli bir birikimiz var. Gerçekleştirmekte olduğumuz Vadistanbul ve Tema İstanbul projeleri, sürdürülebilir ve ekolojik mimarlık alanında güncel ve yenilikçi teknolojileri kullanmakta. Öncelikle arsanın doğal ve fiziki verilerini iyi değerlendirip, iklim koşullarına uygun mekânsal yönelimi, büyüklükleri, plan çözümleri ve malzeme kullanımını belirlemek gerekiyor. Mimarlıkta sürdürülebilir tasarımın aşamalarını tek tek açıklamak mümkün değil. Çünkü mimari tasarım bir bütün. Doğru, iyi ve güzel olanı, sürdürülebilir ve ekolojik olanı aynı anda ve birbirini tamamlayarak düşünmek gerekir.

İnşaat yöntemlerinin rasyonalizasyonundan sağlanacak ekonomik tasarruflar ile, yapıdan kaynaklanacak sağlık sorunlarının daha baştan oluşmamasının yaratacağı ekolojik tasarrufları karşılaştırmak konusunda ki düşünceleriniz nelerdir? Buna göre doğru bina yapım yöntemleri sizce nasıl olmalıdır?

Doğru bina yapım yöntemleri aslında mimarlığın tarihi boyunca oldukça net bir şekilde belirmenmiş olduğunu söyleyebiliriz. Mimari tasarım sürecinin sağlam, işlevsel ve güzel olanı arayıp bulmak olarak düşünebiliriz. İnşaat aşamalarının rasyoneli pratikte mimari tasarımın en önemli girdisidir. Yapım aşamalarında sağlam ve işlevsellikten imtina edemeyiz. Bu etik bir konu. Ekonomik tasarruf adına bir yapının sağlamlığından ödün vermenin bedelinin ne kadar büyük olduğunu, yaşadığımız Marmara Depremi bize yeterince gösteriyor. Bir yapının kullanım aşamasında içinde yaşayanlarının, kullanıcılarının ve ziyaretçilerinin mutlu olması aslında bir mimarın en önemli amacı. Bir yapının kullanım ve bakım maliyetlerini minimize edebilmek de bu amacın bir parçası. Sürdürülebilir ve ekolojik mimari yöntemleri ve teknikleri aslında bizlere bu noktada yardımcı oluyor. Kullanım aşamasında yapının yıpranması ve eskimesini azaltmak, bu amaçla olabilecek bakım maliyetlerini asgari düzeye çekmek için daha işin başında mimari tasarım aşamasında ne kadar çok şey yapabileceğimizi gösteriyor. İklim koşullarına uygun, enerji verimliliğini ve güvenliği öne çıkarabilen tasarım ve uygulamalar ,yapının yaşam ömrünü uzattığı gibi, içinde yaşayan ve kullanıcıların da mutluluğunu daim kılacaktır. Bu ise biz mimarlar için zaten en önemli husus.

Yapıların çevreci ve insan sağlığına uygun olabilmesi için mevcut sertifika sistemlerinden birine sahip olmaları yeterli midir? Asıl hedefin sertifika almak olmaması için sizce neler yapılabilir?

Sertifika aslında bir standardın sağlandığının göstergesi. Yaşamımızda belirli bir kalite standardının sağlandığı konusunda güvencelere ihtiyaç duyarız. Denetleme ve belgeleme mekanizmaları bunun için vardır. Bir yapının çevre ve sağlık konusunda belirli standartları sağladığını belgelemek, doğal bir ihtiyaç olmalı ve daha çok talep edilmeli. Böyle bir talep kullanıcıların bilinç düzeyinin geliştiğini gösterir. Asıl hedefin sertifika almanın olmaması için sertifika gereksinimlerini ve standartlarını daimi olarak izleyip denetleyecek yapılanmalar olmalıdır. “Sertifikayı aldık, bu iş oldu, bitti” anlayışının doğup yaygınlaşmaması için yapıda sağlanan standartların devamlılığının da kontrol edilmesi gerekir.

Son yıllarda gündeme gelen ‘akıllı kent’, ‘akıllı bina’ gibi kavramlarda kullanılan ‘akıl’ terminolojisi sürekli gündemimizde. Yapı planlayan, kenti kurgulayan bir mimar olarak olarak, insan ‘aklı’ ile kent ‘aklı’ sizce nasıl paralellikler göstermeli ya da nasıl paradokslar gösteriyor?

Akıl olgusu yaşamımızı kolaylaştıran, güzelleştiren şeyler için geçerli. Yaşamımızda rahatlık, güven ve huzur bulmak için akıllı olana ihtiyaç duyarız. Hiç kimse akılsız binalarda yaşamak istemez. Akıldışı işleyen bir kentin maddi ve manevi zararları insan yaşamını tahammül edilmez derecede alt üst eder. Bir binanın akıl dolu olmasıyla bir kentin akıl dolu olması arasında bir paralellik yok. Yani akıl dolu binalarla dolu bir kentin akıllı kent olacağını düşünmek çok büyük bir yanılgı olur. Kent yaşamının karmaşıklığıyla, çok boyutluluğuyla ve dinamizmiyle baş edebilecek bir akıl imkânsız değil, ama oldukça zor. Bir yapının akıllı olduğunu iddia etmek bir dereceye kadar mümkün olabilirken, bir kentin akıllı olduğunu ileri sürmek gerçekçi olmaz. Çünkü her kent farklı tarihsel süreçlerle değişen sosyal ve kültürel özellikler gösterir. Kendine özgüdür. Kentler benzer olsa bile farklı coğrafi koşullara sahiptir. Bir kentin akıllı olduğunu ileri sürebilmek için sahip olduğu fiziki ve beşeri koşullarını en iyi şekilde yorumlayıp, buna uygun bir yaşam standardı sunması gerekir. Bu da bir planlama sorunu. Planlamayı, tüm ölçekleriyle kabul eden, kurumsallaştıran ve toplumsal yaşamın parçası haline getirebilen kentlerde yaşamanın rahat, güven ve huzur dolu olduğunu düşünebiliriz.

Bu sayımızın dosya konusu “biyolojik iç mekan kalitesi”. İnsanın biyolojik ve ruhsal sağlığını kaçınılmaz bir şekilde belirleyen iç mekanlara dair -toksikler, radyasyon, nem, hacim gibi kalite kriterleri bakımından- genel bir değerlendirmenizi alabilir miyiz?

İç mekân kalitesi kullanıcının öznel gereksinimleriyle de ilişkili. Tercihlerin değişebildiği ve çeşitlendiği bir konu. Fakat bir iç mekânın kalitesini azaltacak toksik, radyasyon ve nem gibi etmenlerin olumsuzluklarını azaltmak için alınacak önlemler ise bir mimari tasarım problemi. Kullanılacak malzemelerin seçimi, havalandırma ve ışıklandırmada süreklilik basit ama oldukça etkin kriterlerdir.

Mevcut bir bina her koşulda sürdürülebilirlik ilkelerine göre revize edilebilir. Burada ekonomik / ekolojik verim dengesi sizce nasıl olmalı? Aynı şekilde sürdürülebilir teknolojilerin tarihi yapılara adaptasyonunda nasıl bir yol izlenmeli?

Ekoloji ve ekonomi birbiriyle uzlaşmaz etkenler değil. Ekolojik olanın orta ve uzun vadede ekonomik de olduğunu unutmamalıyız. Tarihi yapılar için önemli olan bu yapılara zararlı olabilecek kullanımlara konu olmadan, yaşamlarına kullanılarak devam etmesidir. Bir yapı terk edildiği ve kullanılmadığı zaman giderek yok olur. Restorasyon, mimarlığın en önemli uzmanlık alanlarından biri olup, kendini tamamıyla bu amaca adamakta. Sürdürülebilir teknolojinin kendini en iyi ifade edebileceği ve gelişebileceği bir alan teknolojik ilerlemeye paralel olarak restorasyon uygulamaları da giderek daha hızlı ve etkin olmaktadır.

Hammaddesi ahşap, toprak ve saz gibi doğal yapı malzemeleri artık çağdaş teknolojiler ile üretiliyor. Bunların piyasaya kabulü konusunda ne düşünüyorsunuz?

Doğallık ve doğal olanı kullanmak mimarlık için çok önemli. Çünkü mimarlık doğal çevreye sonradan eklemlenen yapay ürünler ortaya koyar. Şurası bir gerçek ki, mimarlığın doğal çevreye ve doğallığa tezat oluşturan bir yanı var. Fakat mimarlığın rolü kesinlikle doğal çevreyi tahrip etmek değil. Doğal çevreyi korumak ve onunla barışık yaşam alanları geliştirmektır. Doğada varlığını uzun süre kalıcı çevreler oluşturmak. Bunun da tek bir yolu var. Doğayla çelişmeyen, onun kurallarına ayak diremeyen bir mimari ortaya koymak. Bir yapıda doğal malzeme kullanmak, yapının işleyişini doğanın kurallarına göre kurgulamak o yapının doğada kendini uzun süre var edebilmesi için önemlidir. Fakat bunun mümkün olduğu ve mümkün olmadığı noktalar var. Dünya nüfusu 7 milyar. Basit bir mantıkla bir yapıyı tamamıyla doğal malzemelerle inşa etmek doğayı tüketmek olur. Bu nedenle çağdaş teknolojinin, doğal çevrenin özelliklerine en uygun yapım tekniklerini geliştirmesi ve yapı malzemelerini üretiyor olması yaşamsal bir konu. Günümüzde teknolojinin doğanın kaynaklarını tüketimini azaltmaya vereceği katkıya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz.

MURAT KADER KİMDİR?Murat Kader İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimarlık Bölümü’nden 1991 yılında mezun olmuş, 1994 yılında ise Pennsylvania Üniversitesi’nden yüksek lisans derecesini almıştır.

Sema Eser Özsaruhan’la birlikte iki design group’u kurmadan önce, Türkiye’de Behruz Çinici, Viyana’da Marshalek & Laughclater Mimarlık ve Boston’da Wilk Mimarlık ofislerinde çalışmıştır. 1995 yılından itibaren iki design group’un çok sayıda projesinde öncül rol oynamaktadır.

Murat Kader’in mimarlıktaki ilgi alanları yapım teknolojileri ve tasarım yönetimidir. Mühendislik, şehircilik ve tasarım birikimleriyle yakından ilişkilenen ve sürekli bir araştırmaya dayanan dinamik ve ilerici mekânlar, Kader’in mimari yaklaşımının temelini oluşturur.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)