“Mimaride Gün Işığından Faydalanma Çok Önemli”
SABRİ PAŞAYİĞİT
Sabri Paşayiğit Design Office
FIBROBETON Sponsorluğunda
Fotoğraf : Can Görkem Halıcıoğlu
Biz, bir yapının sürdürülebilir olmasına, kendi enerjisini tamamen kendisinin üretebilmesine, atıklarla ilgili kontrollü olmasına, çevreye zarar vermemesine projelerimizde çok dikkat ediyoruz. Bu konuda ülkemiz gelişen bir ülke, tabi Avrupa’daki standartları yakalamamız henüz mümkün değil...
Tüm projelerinizde detaydan bütüne aynı özenle yaklaşan bir tasarım anlayışınız var. Projelerinizden ve tasarım kriterlerinizden bahsedebilir misiniz?
Bizim ilk çıkış noktamız, benim okulda öğrendiğim felsefe bu aslında. Bir projeye başladığınız zaman insan ölçeğinde olmasına çok dikkat etmelisiniz, projeyi ne kadar güzel tasarlarsanız tasarlayın, detaylar çok önemli. Bu noktada benim bakış açım çok net, mimari bir bütün; başlangıçtaki tasarım ve vaziyet planlama kararlarlarını yerinde yapmak çok önemli.
Anadolu’da yaptığınız bir yer ile Batıda yaptığınız bir yer çok farklı karakterlerde, felsefede olmalı. Ancak; kararlar verildikten sonra iş bırakılmamalı çünkü işin başlangıç süreci yüzde yirmidir, ondan sonra ise asıl süreç başlıyor ve işi oluşturmak, yapabilmek çok önemli. Bu anlayışımızdan kaynaklı olarak elimizdeki projelerin yüzde seksen beşinin uygulanabilirliği var. Sürekli konsept proje üreten bir ofis değiliz, yaptığımız işler genelde uygulanan işler.
Uygulamada da sizmi bulunuyor sunuz?
Uygulamada biz bulunmuyoruz; ama uygulamaya yönelik detaylı projeler veriyoruz. Şantiye şefleri ve işverenlerle bunları sürekli kontrol ediyoruz, genelde bizim verdiğimiz projelerle şantiyeler sağlıklı bir şekilde yürüyor. Tasarladığımız projeye uygulamada da ciddi anlamda yaklaşıyoruz, bütün projelerimizde buna çok dikkat ediyoruz. Biz bunun için ofisimizde ayrı bir departman da kurduk. Bu departmanda 20 senelik tecrübe sahibi, projelerde, şantiyelerde çalışmış; problemli projeleri almış kendi çizimlerini yapmış bir yöneticimiz liderliğinde çalışıyoruz. O, şantiyelerin problemlerini, proje tasarımdayken yapılması gerekenleri kontrol ediyor ve böylece daha da güçlenmiş oluyoruz.
Yeşil, sürdürülebilir, ekoloji gibi kavramlar son yıllarda hayatımıza yoğun olarak girdi ve özellikle sürdürülebilir mimarlık kavramı da günümüzün trend konularından bir tanesi. Mimarlığın sürdürülebilir ve ekolojik boyutu ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz?
Biz, bir yapının sürdürülebilir olmasına, kendi enerjisini tamamen kendisinin üretebilmesine, atıklarla ilgili kontrollü olmasına, çevreye zarar vermemesine projelerimizde çok dikkat ediyoruz. Bu konuda ülkemiz gelişen bir ülke, tabi Avrupa’daki standartları yakalamamız henüz mümkün değil, orada bilinç oldukça ileri düzeyde, şehirleri hatta kasabaları dahi kendi enerjisinin yüzde yüz kırkını üretebiliyor, atıklarını çok güzel kontrol edebiliyor. Bunlar kültürle de gelişen olgular ve bizde de ciddi manada gelişmeler, çalışmalar var diyebilirim ama maalesef bizim ülkemizde bizi tıkayan çok engel var. Örneğin; enerjinin kendi kendine üretilmesinde ülkemizde Avrupa’daki gibi destekleyen kanunlar yok, bu konuda birlikte hareket etmek gerekiyor. Biz bunları her defasında gündemimize getiriyoruz, bunlarla ilgili çalışmalar yapıyoruz fakat hep geri dönüyor. Örneğin bir AVM projesi üstünde çalışırken ben istiyorum ki AVM’nin bütün çatısını güneş panelleriyle kaplayayım, dış cephede enerji tasarrufu sağlayayım, hem doğayı koruyup hem de enerji giderlerini önemli ölçüde azaltayım ve maksimum enerjiyi kullanabileyim... Bu gibi konularda çok fazla bilinç olmadığından, maalesef işverenleri ikna etmemiz çok zor oluyor.
Ayrıca gün ışığından faydalanmaya çok önem veriyorum, mimarinin sürdürülebilirliğini önce mimari tasarımında belirlemelisiniz. Oysa küp bir bina yapıyorsunuz, sonra bunu camla giydiriyorsunuz ve binayı sürdürülebilir yapmak için de sistemleriyle, atıklarıyla ilgili önemler alıyorsunuz... Binanın esas sürdürülebilir ve ekolojik olabilmesi için insanların da içeride bunu hissetmesi lazım. Biz yaptığımız konut tarzı büyük akslı yapılarda buna çok önem veriyoruz; ama dünyayla kendi ülkemizi karşılaştrdığımız zaman çok gerideyiz. Geri olmamızın sebebi kanunların çok net olarak çıkmaması, işverenlerin konuyla ilgili bilinçlerinin tam oluşmaması...
Yapıdan kaynaklanacak sağlık sorunlarının daha baştan oluşmamasını sağlamak için yapılması gereken ekolojik tasarruflar nelerdir? İnsan ve çevre odaklı bina yapım yöntemleri sizce nasıl olmalıdır?
Yapıdan kaynaklanacak sağlık sorunlarında en önemlisi yön, yön birçok projede unutulmuş durumda. Ben özellikle konut projelerinde kuzey yönünün çok fazla kullanılmaması gerektiğini düşünüyorum. Yönlemenin, güneş ışığının içeriye doğru açılarda alınması, bina yerleşimlerinde ön planda olması gerekir ve biz buna çok dikkat ediyoruz. Şuanda çok yoğun projeler olduğu için buna çok fazla dikkat edilemiyor maalesef, izolasyon ile ilgili birtakım çözümler oluyor ama sonuçta güneşle ilgili bir şey yapamıyorsunuz. Doğayla savaşamayacağımız için barışmak zorundayız. Dediğim gibi projelerimizde en çok dikkat ettiğimiz konulardan bir tanesi yön; salonları doğuya, yatak odalarını güneydoğuya baktırmak zorundayız, eğer batıya bakıyorsa biraz çevirmemiz, bununla ilgili önlemler almamız gerekir.
Yapıda kullanılacak malzemeler de çok önemli; plastik esaslı, hava almayan malzemeler, sentetik boyalar yavaş yavaş piyasadan çekiliyor ama hala kullanılıyor, biz bunlara da çok dikkat ediyoruz. Bunlar şuanda fark etmemize rağmen ileride büyük sağlık sorunlarına davetiye çıkaran, yangın esaslı malzemeler. Dolayısıyla bunlar bizim tasarımda kesinlikle aldığımız tasarruflar. Otel ve nitelikli yapılarda yangın danışmanlarıyla çalışıyoruz, yangına dayanıklı malzemeler çok önemli, çünkü yangına dayanıklı malzemeler doğayla barışık malzemeler oluyor.
Ben ülkemizde bina yapım yöntemlerinin artık daha insancıl olduğuna inanıyorum, bahsedildiği gibi büyük problemlerin olduğunu düşünmüyorum; ama bu konuda bilinçlenmek de çok önemli... Bizim ülkemizde her geçen gün gelişmekte olan makinelerle çok büyük bir iş birliği var, müteahhitler çok hızlı üretim yapabiliyorlar, tabiki hatalar var ama genel olarak çok kötü durumda değiliz bence. Çevre odaklı bina yapım yöntemleri kanun olarak da çok net, birtakım hadiseler yaşandıktan sonra bu önlemlerin alınmış olması kötü ama şuanda bina yapım yöntemlerinde bence iyi bir noktadayız.
Yapıların çevreci ve insan sağlığına uygun olabilmesi için mevcut sertifika sistemlerinden birine sahip olmaları yeterli midir? Asıl hedefin sertifika almak olmaması için sizce neler yapılabilir?
Sertifika en azından yapacaklarınızı listelendiriyor, önünüze bir plan koyuyor; ama işin amacının kesinlikle sertifika olmaması lazım, yapıya nitelik, aynı zamanda size de bir ekonomi kazandırmalı. Sertifikanın avantajlarının olması işveren için kesinlikle teşvik edici bir şey, hatta bence zorunlu da olmalı. Mesela enerji kimlik belgesi yapının ne kadar enerji harcadığını gösteriyor ama çok enerji harcıyor diye bu belgeyi vermemezlik yapmıyorlar; çünkü bizde fazla ürettiğiniz enerjiyi depolama şansınız yok, bunu yapamadığınız için sistemi durduruyorsunuz.
Malzeme alımlarında ise biz bilinçliyiz ama işverenler gün sonunda maaliyete bakıyorlar, bunun olmaması, çevreye zarar veren bir malzemenin zaten üretilmemesi lazım.
Toplum olarak bilinçlenilmeli, aynı zamanda idarecilerin bu konuyu ciddi bir şekilde teşvik etmesi , belirli bir zorunluluğun olması lazım, böylelikle iyi bir noktaya gelinebilir, bundan dolayı ben sertifikanın artık zorunlu olması gerektiğini düşünenlerdenim.
Özellikle son otuz yıldır, suyun çok kıymetli olduğu ve kriz sebebi olabileceği öngörüleri tartışılıyor. Projelerinizde su tasarrufuna yönelik gerçekleştirdiğiniz uygulamalardan bahsedebilir misiniz?
Adana’da bahsettiğim projede yeraltındaki sudan enerji üretmeyi planlıyoruz ve bu çok önemli bizim için. Ben su konusunda tasarrufun önemli olduğuna inanan bir insanım ama su tasarrufunu hiç yapmadığımızı düşünüyorum, bunun sebebi de ülkemizde suyun çok bol olması. Yeraltı su kaynaklarımız, hesaplandığına göre yüz yıl yetebilecek durumda, bu da bizim daha rahat su kullanmamızı sağlıyor.
Yöneticiler, idareciler, bizler su tasarrufuna çok dikkat etmiyoruz ama bence kamuya açık alanlarda fotoselsiz armatürlerin olmaması gerekiyor. En büyük sıkıntı da şu; biz yağmur sularını kanalizasyona atan bir toplumuz, oysa yağmur suyu; temiz, iyi bir arıtma sonucu içilebilecek bir su ama bizim yağmur sularından müthiş kaybımız var. Projelerimizde yağmur sularını toplamak istiyoruz; fakat bilinç oturmadığı için karşımıza türlü türlü problemler çıkıyor. Hem toplumda hem idarecilerde ciddi bir rahatlık var ama bizler mimar olarak su tasarrufuna dikkat ediyoruz, işverenlerde suyu hem kullanırken, hem atarken para ödüyorlar dolayısıyla onlar da harcamayı minimuma indirmek için çaba sarf ediyorlar. Diğer taraftan fotoselli ve normal bataryalar arasında ciddi bir fiyat farkı var, bununla ilgili bence devletin teşvikte bulunması gerekiyor.
Yağmur suyunu toplayamayan, barajlardan su basarken yüzde kırkını kaçıran bir ülke olarak, “traş olurken suyu kapatmak” bu kaybın birazcık üstünü örtmek oluyor. Bunun tamamen devlet politikası olması gerekir, şehir alt yapılarının yenilenmesi, bir şekilde yağmur sularının toplanması, kentsel dönüşümlerde bunun zorunlu hale getirilmesi gerekiyor. Yol kenarlarındaki yeşil alanlar için asfalttan suyu toplamak kadar basit bir şey yok, basit bir mühendislik işi ama biz bunu bile yapmıyoruz maalesef.
İnsan sağlığına ve çevreye duyarlı malzemelerin tüketiciler tarafından kabulü konusunda ve Türkiye’deki durumu ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz? Sizin kullanmayı en çok tercih ettiğiniz doğal yapı malzemeleri hangileri?
Bir ofis, konut alırken ya da bir projeye bakarken malzemeler konusunda çok bilinçli değiliz, ama kullanılan malzemenin ne olduğu bilgisinin ilk sırada yer alması gerekiyor. Çevreye duyarlı malzeme zaten insan sağlığına da duyarlı oluyor.
Biz ahşap kullanmayı çok seviyoruz; zor, çalışan, yaşayan bir malzeme. Bir yere monte ettiğinizde onu doğru tespit edemezseniz, bükülüyor, eğiliyor, yaşadığı, doğal olduğu, nefes aldığı için. İmitasyon, kaplama, ahşap görünümlü plastikler bunları kesinlikle kullanmıyoruz. Doğayla iç içe malzemeleri kullanabilmek için aslında yapının da doğaya uygun olması lazım, yüksek katlı bir bina yaptığınız zaman ne kadar doğal malzeme kullanabileceğiniz tartışılır.
Son dönem projelerinizden biraz bahsedebilir misiniz?
Projelerimiz ağırlıklı olarak otel projeleri ve bu projelerin sürdürülebilir olmasına çok dikkat ediyoruz. Genelde otel markalarının gri su kullanımı, rezarvuarlardaki su tüketimleri, enerji ile ilgili konulara olan ilgileri büyük ve bizim de gündemimizde olan konular bunlar.
Florya’da dört katlı, iki yüz yirmi odalı bir kent oteli yapıyoruz; gün ışığını tamamen içeri alan büyük bir atriumu var, İstanbul’a baktığımızda böyle bir yapıya rastlayamadık. Bu projemizde sürdürülebilirlik adına ciddi çaba sarf ediyoruz; ışığı orta kısımlardan aldığımız için ortak alanda enerji harcamamız minimuma inecek ve rezarvuarlarla ilgili de ciddi mekanik çalışmalarımız var ve kullanacağımız ısıtma soğutma cihazlarına çalıştığımız mekanik mühendisleri çok dikkat ediyorlar. LEED sertifikası ile ilgili de görüşmelerimiz başladı; dolayısıyla yaptığımız bu otelin sürdürülebilir olmasını istiyoruz ve mimari tasarımında bunu çok önem verdik.
Adana’da da bir projeye başladık ve proje alanını kazdığımızda 8 metre sonra büyük bir suyun olduğunu gördük ve hemen arazinin bütün zemin etütlerini, su ile ilgili analizlerini istedik ve bütün soğutma sistemlerini mevcut suyu kullanarak su soğutmalı bir sisteme dönüştürmeye karar verdik. Mevcut suyun soğukluğunu alıp cihazlarda kullanacağız sonra o suyu hiçbir kayıp olmadan yeraltına tekrardan vereceğiz; fakat şu anda görüşmelerimiz devam ediyor.
Konut projelerinde ise yatırımcının, işverenin bunu bizden talep etmesi gerekiyor. İşverenin sürdürülebilir bir proje yaptığında daha çok rağbet göreceğini bilmesi gerekir, burada devletin duruşu çok önemli.