Şehir Bilinci Nedir?

Şehir, sahip olduğu maddi zenginlik, sosyal organizasyonlar sayesinde bireysel becerilerin ortaya çıkmasına imkân verir. Bireysel beceriler kolayca tahmin edilebileceği gibi bilim dışında sanat ve spor alanlarında da temel ve kurucu unsurlardır. Bireysel beceriler, ancak uygun koşulların sağlanmasıyla gelişebilir ve ortaya çıkabilir. Bu koşullar maddi ve sosyal yapı dışında iletişim ve ulaşımla da yakın ilgi içindedir. Bu çerçevede hukuki yapıyı ayrıca dikkate almak gerekir. Hukuk, bireylerin haklarını güvence altına alabilmenin temel koşuludur. Bireylerin haklarının yasalarla korunmadığı yerde, birey haklarının yasalarla güvence altına alınamadığı bir toplumda, bireysel becerilerin ortaya çıkması beklenemez. Bireysel becerilerin güvencesi sadece ve ancak yasalardır.

“Şehir nedir?” sorusu geniş bir açıdan cevaplandırılabilir. Bu özellikler aynı zamanda bir şehrin bilincinin oluşmasına olanak veren temel unsurlardır. Çünkü, aşağıda da ayrıca işaret edeceğim gibi, şehir bilincinin maddi dayanakları bu gibi unsurlardır; fakat ne var ki ‘bilinç’in, fiziksel bir özellik olmadığı da ortadır.

Her şehir kendi bilincine sahiptir. Şehrin bilinci bireylerin bilincini belirler; ama şehir bilinci bireylerin bilincinden bağımsız değildir.

Birey bilinci tamamen bireyin kendisiyle ilgilidir; yani kişiseldir. Fakat şehir bilincini bireye aktarır; yani onun bilincini biçimlendirir. Dolayısıyla bilinç, bireysel olmasına ve yalnızca birey ile varlık kazanmasına karşılık, şehir ile özel bir ilişki içinde bulunur.

Mekan, duyguların taşıyıcısıdır: çünkü her türlü duyguyu bir yerde yaşarız. Doğduğumuz yer, çocukluğumuzun geçtiği yer duygularımız içinde ayrıcalıklı birer yere sahiptirler.

İşte bu yüzden şehir, ama özellikle doğduğumuz veya bizde belirli bir hatırası olan şehir, bilincimizin ve kişiliğimizi biçimleyen, oluşturan bir mekandır.

Doğduğumuz şehri terk etmiş olabiliriz. Çok farklı yerlerde yaşamış ve hayatımızı bir gezgin gibi farklı yerlerde geçirmiş de olabiliriz. Ne var ki doğduğumuz yer bizi asla terketmez; o hep peşimizden gelir.

Doğduğumuz yer elbette bir şehir olmayabilir, fakat sonuç değişmeyecektir. Çünkü böyle bir durumda, bir şehir olarak değil, bir köy veya kasaba olarak, ama sonuçta bir mekan olarak doğduğumuz yer bizi etkileyecektir.

Şehrin bu açıdan sunduğu veya sunabileceği olanaklar, “şehir nedir” sorusu vesilesiyle işaret etmiş olduğum sosyal, kültürel, ekonomik olanakların ve fiziksel açıdan sahip olduğu çeşitli özelliklerin ayrılmaz bir parçasını oluşturur.

Şehir organize olabildiği ölçüde sahip olduğu olanakların kullanılmasına izin verir. Organize bir şehir daima daha geniş bir bilince sahip olacaktır ve ancak bu sayede bireylerin bilincini daha geniş bir çerçevede etkileyip biçimlendirebilecektir.

Şehri diğer yerleşim birimlerinden ayıran özellik, duygularımızın daha büyük ve geniş ölçekte yaşamamıza olanak vermesidir. Bu durum bir üstünlük anlamına gelmeyebilir; ama üzerinde durulması gereken bir farktır. Bireylerin bilinci üzerine etki yapan bir özelliktir. Bir şehir, sahip olduğu olanaklarla orantılı olarak bireylere daha geniş bir özgürlük kazandırabilir. Mekan, bireyi özgürleştirir. Bireyin sadece duygularının değil yeteneklerinin de gelişmesine ve ortaya çıkmasına daha geniş ölçüde katkı sağlayabilir.Şehir bilincinin bireyin bilinciyle olan iletişimi de bu noktada kurgulayabiliriz. Her şehir kendine öz bir bilince sahiptir ve bu da ancak bireylerin bilincinde gözlenebilir. Her birey şehrin bilincini kendine göre biçimler.

Sokaktaki bir ağaç elbette benden bağımsızdır; ama çocukluğu o sokakta geçmiş insanların bilincinden bağımsız değildir. O ağaç her bireyin bilincinde o bireye göre bir varlık kazanır. Bir nesneye ilişkin hatıralarımız ve duygularımız ne kadar çok ise o nesnenin bilincimizdeki yeri de o oranda büyüktür. Dolayısıyla da her şehir sahip olduğu olanaklar çerçevesinde bireylerin bilincinde varlık kazanacaktır. Daha doğrusu her birey o şehre kendi bilincinde farklı boyutta ve derinlikte varlık kazandıracaktır.

Şehir bilinci, ancak ve sadece insan bilincinde ortaya çıkabilir. Her şehir kendine özgü bir bilince sahiptir ve bu ancak bireyin bilincinde görülebilir. Şehrin bilinci, insan bilincinde varlık kazanabilir. Her birey, şehrin bilincini kendi bilincine çevirir, kendisi açısından yorumlar, kendine göre anlamlandırır. Şehrin bilincini somut bir dil ile ifade edemeyiz. Şehrin mimari yapısını, şehrin sosyolojik özelliklerini, kültürel, tarihi özelliklerini somut bir dil ile anlatabiliriz. Fakat şehrin bilincini somut bir dil ile anlatamayız. Çünkü şehrin bilinci, her bireyin bilincinde, o bireye özgü bir şekilde, farklı bir şekilde gerçekleşir. Benim bir sokağın başındaki ağaç ile olan ilgim, aynı sokakta, aynı şehirde, aynı şekilde yaşamış insanların bilincinden farklıdır. Şehrin bilinci, bu tek tek nesnelerin tamamıdır; ve şehir bana benim hatıralarım ölçüsünde bir değer katar. Yaşananlar farklıdır ama çevre aynıdır. Binalar, parklar, caddeler aynıdır ama orada yaşananlar, bireylerin orada yaşadıkları, anıları farklıdır.

Benim nesnelerle olan ilişkim benim bilincimin bir parçasıdır. Eğer bilinç benim hareketlerimi, karakterimi, davranışlarımı yönlendiren bir özelliğim ise, fiziki çevre hiç kuşkusuz bu yönlendirmede öncelikli bir konumda bulunacaktır. Çünkü aslında beni asıl yönlendiren, benim hatıralarımdır, benim anılarımdır. İşte bunlar belli bir coğrafi bölgeye aittirler ve bu coğrafi bölge, bir mekandır, yani bir şehirdir.

Şehir bilinci dediğim zaman, işte bu anlamda benim bilincimi biçimleyen unsuru kastediyorum. Caddeler, sokaklar, evler, spor alanları insan olmadan bir anlam ifade etmezler. Ben onlardan yararlanırım. Şehir, sunduğu olanakları ölçüsünde zengindir. Bu olanaklar benim kişisel yaşantımın bir parçası oldukça, o nesnelerle ve nesnelerle ilgi içindeki hatıralarım ortaya çıktıkça bilincimin kurucu unsurları haline gelirler.

Bir bakıma şehir, caddelerden, ağaçlardan, evlerden ibarettir; ama herkes o şehirde kendine özgü bir bilinç, yani kendi bilincini oluşturur. Şehrin bilinci, sunduğu olanaklarla ilişkilidir. Bir şehir ne kadar çok maddi olanaklara sahipse benim yaşantım da o oranda zenginleşecektir; benim yaşantımı, benim bilincimi o oranda genişletecektir. Bireyler bilinçlerini genişlettikçe, yaşantılarını zenginleştirdikçe medeniyetten pay alabilirler. Dolayısıyla şehir ile bireyin bilinci arasındaki ilişki, biraz evvel de işaret ettiğim gibi, şehrin sunduğu olanaklarla doğrudan ilişkilidir. Şehir bu çerçevede benim için varlık kazanacaktır.

Bütün bunlardan sonra şu soruyu tekrar sorabiliriz: “Şehir ne?” Şehir o kadar çok şeyi gizler ki ve şehir o kadar çok şeyi yalnızca bana fısıldar ki…

Şehir benimle O’nun arasında kurulan gizli bir dildir. Şehrin bilincini yalnızca ben anlarım. Şehrin bilinci, yalnızca bana bir şey söyler. Şehrin bilinci bana ne kadar çok şey söylerse onun bilinci de o kadar çok gelişmiş olacaktır. Ve bu bilinç hiç şüphesiz o şehir’in kültürel ve tarihi yapısının eşsiz bir sentezidir.

Şehir bilincinden söz etmek çok spekülatif, çok havada kalan bir kavram olabilir. Ama benim bilincimde varlık kazanan ve benim bilincime varlık kazandıran bir başka nesneden, “şehir bilinci” dışında bir başka nesneden söz etme olanağımızın olabileceğini hiç sanmıyorum.

Bir noktaya özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. Hatıralar, umutlar, umutsuzluklar, hayaller, mutluluklar, kırgınlıklar hep bana aittirler, yani bireyseldirler. Ben olarak ve benimle birlikte varlık kazanırlar. Beni var kılan değerlerdir, tamamen benimdirler ve benimle mevcutturlar. İşte bu anıların toplamı, bu benim bilincimi oluşturan tek tek anıların toplamı, fizik varlığımın çok ötesinde ve çok dışında bir özelliği ifade eder. Ben, fiziksel özelliklerimle mevcut olabilirim; ama asıl anlarım bana varlık kazandırırlar. Benim kişiliğim, benim bilincimin bir parçasıdır. Şehir bu bilinci oluşturan en önemli etkendir. Ve eğer şehrin bir bilinci olmasaydı, benim bilincim de oluşamazdı. Şehrin bilinci, benim bilincimi kurgulayabildiği ölçüde değer taşır, önem taşır, derinlik taşır. Şehir, benim anılarımı belirlediği, bana sunduğu olanaklarla karakterize olabilir. Şehir, bireyi suça iter. Şehir, bireyi mutlu kılar. Şehir, sahip olduğu bilinç ile insanları biçimler. Organize olmuş, geniş olanaklara sahip, duygularımızı gerçekleştirmeye olanak veren şehirler, insanları mutlu eden şehirlerdir. Birtakım kültürel etkinlerin gerçekleştirilmesine veya şiddetin yaşanmasına izin vermek, yine şehrin özelliklerinden birisidir.

Bireye baskı, bireyler üzerine şehrin kuracağı baskı, şehrin bir başka yönünü teşkil eder. Bireyler, şehrin baskısı altında kaldıkça bunalırlar ve o bireylerin kişilikleri ile bilinçleri o oranda daralır, çöker ve aynı zamanda o toplumda, o şehirde yaşayan insanları mutsuz kılar. Bu yönüyle şehir, fiziksel olgudur ama bu olguya, benim bilincim bir anlam verir, değer katar. Tarihi binaları, tarihi eserleri olan bir şehir, bana bir şey söylüyorsa, benim bir anımı saklıyorsa, beni duygularımdan uyandırarak onları bir yöne yönlendirebiliyorsa o zaman şehir, yaşayan bir şehirdir. Bazı şehirler vardır ki iletişim kurabilirsiniz, bazı şehirler vardır ki kendisini dikte eder, baskı kurar ve sizi hareketsiz kılar. Bazı şehirler var ki insanı mutlu kılar, mutlu eder, elektriğini hissedersiniz. İşte bunlar, şehrin bilincini oluşturan özelliklerdir. Bir şehir size uzak olabilir, bir paylaşımı da olmayabilir, çünkü sizinle bir anısı yoktur. Gider görürsünüz fakat onu görmüş olmanın dışında bir duyguya sahip olamazsınız. Bazı şehirler sizi içine alır. İşte bu nokta şehrin bilinci ile sizin bilincinizin temas noktalarından birisidir. O şehrin bilincini dışardan birisi olarak paylaşabilirsiniz, onunla kendi yaşantınız arasında bir ilişki kurabilirsiniz.

Hangi duygumuzu bir mekandan bağımsız olarak yaşayabilir ve gerçekleştirebiliriz? Her yaşantı bir yere aittir. Yaşantı soyuttur, kişiseldir, benimle vardır ama hep somut bir şeye ve bir yere aittir.

Yaşantılar sadece geçmişi değil, geleceği de ilgilendirir. Hayatımızı aslında bir yönünü gelecekteki yaşantılar üzerine kurarız. Tatil planları, dinlenme ve eğlenme planları, hep bir duyguyu yaşama isteğidir ve hep bir yerde gerçekleşirler. Duygularımızı, beni ben yapan duygularımı, bireyi birey kılan duyguları hep bir yerde gerçekleştirmek isteriz. İşte şehir, ne kadar çok duyguların gerçekleştirilmesine olanak tanırsa, onları özgürce ve baskı altına almadan gerçekleştirilmesine olanak tanırsa, o oranda geleceğe ait olabilir. Şehrin bilinci de o oranda geleceği biçimleyebilir.

Büyük şehirler, her türlü duyguyu en karmaşık şekliyle, en karışık şekliyle, olumlu ve olumsuz özelliklerini bir arada bulunduracak şekilde sunarlar. Sürprizlere açıktırlar, büyük şehirler. Her an umulmadık bir sürpriz, acı veya tatlı bir sürpriz sizi bekler. Bütün bunlar aynı zamanda duygularınızı bir şehirde gerçekleştirme olanağını bize sunan fırsatlardır.

Her birey, o şehirdeki anılarıyla o şehrin bilincine bir şey katar ve o bilinçten pay alır. Fakat bu anılar her bireyde aynı derecede yoğun olmayabileceği gibi, olumlu özellikler de taşımayabilir. Şehir, bireylerde şiddet duygusu da oluşturabilir ve bir şehir her bireye aynı “yakınlık”da olmayabilir.

Bir şehrin bireylere (mümkün olduğunca) aynı yakınlıkta olabilmesinin temel koşulu, organize olmasıdır; bu da o şehri ulaşılabilir kılar. Her birey şehrin sahip olduğu olanaklara ulaşabilmelidir. Bunlar olmadığı takdirde bireyler şehri “ötekileştirir”. Birey o şehri kendi dışına atar, kendini şehire ve şehiri kendine yabancılaştırır. Bu koşullar altında birey, o şehirin bilincine olumlu bir katkı yapamayacaktır; çünkü bu konuda kendi bilinci yeteri bir düzeye ve derinliğe ulaşamamıştır. Şehir bilinci ise tam da burada karşımıza çıkar; bir anlam ve varlık kazanır.

Şehir, insanı kendisiyle yüzleştirir.

Şehir, insanı kendi kendisine ulaştırır.

Şehir, insanı, kendisine ulaşılabilir kılar veya kendisinden uzaklaştırır.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)