​Şehirler için Mavi-Yeşil Altyapılar

Prof. Herbert Dreiseitl
Rambøll Yaşanabilir Şehirler Lab. Direktörü, UberlIngen, Almanya &
Singapur Ulusal Üniversitesi Misafir Öğretim Üyesi

Kendi deneyimlerime de bakarak 80’li yıllarda sürdürülebilirlik üzerine çok az insanın bir şeyler söylediğini gayet iyi hatırlıyorum. O dönemden beri vatandaşların temel ihtiyaçları üzerine büyüyen bir farkındalığı ve genişleyen bir tartışmayı gözlemleyebiliyoruz. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan ve esnek olmayan gelişim devri, tekil olarak ekonomik ve tüketici bazlı büyümeye odaklandı, bu da şehirlerde büyük çaplı problemlere hatta bütün şehir sistemlerinin çöküşüne sebebiyet verdi.

Bu problemlerin arasında en sert olanları; nehirlerden, enerji kıtlığından ve atık dağlarından açıkça görülebileceği üzere; motorlu bireysel taşımanın egemenliği, kötü sosyal altyapı, doğal kaynakların tüketimi, ağır kirlilik ve çevrenin yok oluşu. Bu dönemden kalma deneyimlerden ortaya çıkan soru şu: şehirleri tek fonksiyonlu cansız makineler yerine sürekli öğrenen organizmalar olarak ele alacak, onları daha dayanıklı, dinamik, yaşanabilir yapacak gerçekçi ve ümit veren bir yaklaşım var mıdır?

Ben kariyerime bir çeşit sona ulaşmak ya da sabit bir statüye erişmek yerine; süreçlere, katılıma kafa yoran bir sanatçı olarak başladım. Örnek olarak; bir mimar yağmur suyunu kullanan, bahçesinde çocukların oynadığı, ailelerin kapı basamağının önünde buluştuğu yapıları nasıl yaratır? 

1980’li yıllarda başlayan ilk projelerimden beri yaklaşımım, suyu yerin altına saklayarak varlığını reddetmek yerine bu yönde bir görüşü takip eden yeni yerleşimler yaratmak oldu. Serbest, yerel su kaynaklarını kullanan, ani sağanaklardan sonra yağmur suyunu tamponlayan, yol akışlarını temizlemek ve kirletmek yerine yakınlardaki akarsuları beslemek için yaratıcı çözümler üreten, kısacası; yağmur suyunu materyal odaklı ele alan projeleri gerçekleştiren ilk kişi ben oldum diyebilirim.

Biz doğal filtreleme, arıtım ve arttırılmış biyolojik çeşitlilik için su biyotopları yarattık ve bu yolla birçok bitki ve hayvan türü için yaşama ortamı oluşturduk. İsviçre’deki Echallens köyünde bulunan “Hameau de la Fontaine” projesi hem köylüler hem ziyaretçiler için huzurlu bir yer oldu ve çevre akarsularının su kalitesini muhafaza etmesini sağladı. Bu pilot projenin arkasındaki konsept İsviçreli ve Alman mühendisler tarafından olduğu gibi hükümetler tarafından da kısa zamanda keşfedildi. İlgi çok büyük oldu, fikirlerimi ve ilkelerimi birçok konferansta ve gezide açıklama fırsatı buldum.

Bana ve takımıma, yeni yapılmış şehir su manzarası ile Berlin’in Potsdamer Plaza’sındaki şehir hidroloji projesi ya da Hannover’deki EXPO 2000 ile birlikte yapılmış Kronsberg’deki yeni konut alanının yeşil-mavi altyapısı gibi son derece büyük şehirlerde çok daha geniş ölçekli görevler verildiğinde; çok fonksiyonlu görevlerin geniş disiplinlerden çeşitli uzmanlara ihtiyaç duyduğunu çabucak anladık.

Peyzaj mimarlarını, mühendisleri, şehir planlamacılarını; bizimle çalışmaları ve bizimle birlikte yeni bir kültür ve dil ortaya koyup, müşterilerimize amaçlarımızı açıklayacak yeni anlatılar yaratmaları için davet ettik.

Berlin’in Potsdamer Plaza’sı hakkında bugün nasıl bir görüşe sahip olursanız olun, 1990’lı yıllarda bir şehir merkezinde mavi-yeşil altyapıya ciddi olarak odaklanmış en büyük ve en gelişmiş oluşumdu. Peyzaj mimarları, sanatçılar ve mühendisler olarak başlarda çeşitli binalar yapan uluslararası ünlü, yıldız mimarlar kadar nüfusumuz olmasa da, maksadımızı şehre başarılı olarak iletmeyi ve müşterilerimizi çevreci ve şehirci ilkelerimize duyarlı hale getirmeyi başardık; çatılarda çinko ya da bakır kullanmadık, şehrin su kaynaklarına doğal, yeşil, kendini temizleyen biyotoplar entegre ettik, şehirdeki su kaynaklarına basamaklar ve teraslar yaptık, kafeler ve bistrolar ile halkı su bölgesinin tadını çıkarmaya davet ettik.

Mimarları projemize dahil etmek için tasarımın estetiğinin oldukça cazip olması gerekiyordu - mühendisler bunu bazen unutabiliyorlar- hem şehir, hem halk, hem sermayeci, hem planlamacı hem de çevre kazançlı çıktı. Nihayetinde bütün bunlar insanlar ve hayal gücü ile alakalı. Mavi-yeşil ve topluma dayalı altyapıları başarılı bir şekilde yaratmak için; tasarımcılar ve mühendislerin, kullanıcıları tasarımın hem fonksiyonel hem de estetik özelliklerine ikna etmesi gerekmekte. Portland, Oregon’da bir yarışmayı kazandıktan sonra Tanner Springs adlı yeni bir park için fikir üretmek üzere kamuya açık bir seminer düzenleme imkanı buldum. Bu kamu iştiraki projesi sanata, hayal gücüne ve insanların tartışmak istediği uzun süreli vizyona verdiği odaktan dolayı özellikle başarılı oldu. Bu seminere özel sektör yatırımcıları dahil olmak üzere bütün çıkar gruplarından temsilciler katıldı. Sonuç olarak “mavi-yeşil ve sosyal” aynı zamanda finansal başarı anlamına da gelmektedir: Tanner Springs Parkı’nın yanına yapılı apartmanlar ve binalar yüksek bir finansal değere sahip olacak, bölge sakinleri şehrin diğer kısımlarına kıyasla daha az yer değiştirecek. Şehrin sahip olduğu parkı gönüllüler idare ettiği için Portland’daki diğer parklara göre bakım ihtiyacı ve vandalizm düzeyi oldukça düşük.

Şehirlerin hızlıca büyüdüğü yerlerde kamu alanı baskısı çok büyük olmakta. Bu özellikle alanın dar olduğu, çeşitli işlevleri yerine getirmek zorunda olan Asya şehirlerinde ortaya çıkan bir durum. Günün, ayın ya da yılın farklı zamanlarında farklı işlevler, hareketli alanlar yaratabilmek yeni fikirler gerektirmekte. Singapur’da alan oldukça kısıtlı ve şehir küçük bir ada üzerine kurulu. Ancak Singapur’un politikası bir “Su ve Bahçe Şehri” olmak için gayret etmek üzerine. Bishan-Ang Mo Kio Parkı için yaptığımız tasarımda mavi-yeşil ve sosyal altyapıya odaklandık.

Şehrin muson nehirlerini dengelemek üzere yerel bitkiler için biyomühendislik yoluna gitmek gibi çeşitli yenilikçi metotlar ve teknikler uygulamamızın yanı sıra, yerel hükümet kurumları ile yeni bir işbirliği şekli bulmamız gerekti. Bu türde geniş ölçekli ve çok boyutlu bir projenin peşinde koşmanın tek yolu ,ortak amacımıza birlikte ulaşmak için farklı şehir kuruluşlarını seferber etmek oldu. En önemli öğrenme deneyimlerimizden biri ve başarımızın önemli faktörü ise; disiplinlerarası takımımızın günlük çalışmalarının yanı sıra tasarım sürecinin ılımlı oluşudur.

Bugün entegre mavi-yeşil ve sosyal yaklaşımı en uygun yaklaşımdır ve Singapur’daki yeni Kallang nehri kenarı ve Almanya’daki Offenbach Limanı gibi çeşitli projeler halihazırda gerçekleşmektedir.

Açık alanlarda entegre yağmur ve sel suyu yönetimine yönelik bütün çalışmalarımız, kaliteli park tasarımları gibi insanların buluşup geniş çaplı çeşitli aktivitelerde bulunabileceği, iç açıcı ve çok fonksiyonlu alanlar sağlamak üzerinedir.

Şu anda geniş ağında peyzaj mimarları, şehir planlamacıları, mimarlar, inşaat mühendisleri ve iktisat ve çevre üzerine bilim insanları ve uzmanlar bulunduran çok uluslu bir danışmanlık firması olan Rambøll Grup ile ekip oluşturmaktayız. Bu Rambøll/Dreiseitl organizasyonu içinde küçük birimlerde pilot projeler yapmaya devam ederek, peyzaj ve su tasarımı çalışmalarını sürdürüyorum.

Hedefim; temel ihtiyaçları büyük ölçeklerde amacına ulaştırmak ve şehirlerin mavi-yeşil ve sosyal altyapılar geliştirmesine yardımcı olmaktır.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)