Sertifikalı Binalar İçin
"Sertifikalı Binalar İçin "Kale" Gibi Ürünler"
1957 yılında Çanakkale Seramik ile temelleri atılan Kale Grubu, Türkiye’de seramik sektörünün kuruluşuna öncülük etmiş ve bu alandaki yatırımları ile ülkemizde ve dünyada seramik sektöründe büyük başarılar kazanmıştır. %100 özel sermayeli Türk şirketi olan Kale, 100 ülkede, 400’ü aşkın noktada Kale markalı ürünlerini tüketicilerle buluşturmaktadır. Kale Grubu, geliştirdiği çevreci proje ve uygulamalarıyla ülkemizde çevre konusundaki hassasiyetlerin artmasına katkı sağlamış, üretimini yaptığı çevreye duyarlı ürünler ve üretim tesislerindeki enerji verimli uygulamalar ile sektöründe liderlik misyonunu üstlenmiştir.
Kale Grubu’nun Yapı Ürünleri Grubu Pazarlamadan Sorumlu Başkan Yardımcısı İhsan Karagöz ile görüşerek, Kale Grubu’nun çevreci yaklaşımı ile ilgili merak ettiklerimizi sorduk...
Ana faaliyet konunuz olan seramik sektöründe Türkiye’de pazar lideri, dünya pazarında ise önemli bir paya sahip olduğunuzu kurumsal beyanlarınızdan izliyor ve gururla takip ediyoruz. Kale Grubu’nun bu başarısının altında yatan stratejiler nelerdir? Kısaca bahsedebilir misiniz?
Kale Grup olarak çok geniş bir yelpazede çalışmalar gerçekleştiriyoruz. Sormuş olduğunuz soruyu yapı grubuna indirgeyerek cevaplamak istiyorum. Yapı grubunda yıllardır seramik sektörüne odaklandık. Bir noktadan sonra kapsamı banyo ve kaplama malzemeleri olarak genişlettik. Sonrasında biraz daha genişletip içine mutfağı da aldık. Kale’nin 56-57 yıllık yolculuğunun bu kadar uzun sürmesinin nedeni sürekli kendi iş alanına ve doğru yatırımları yapmasıdır. Düzgün ve düzenli olarak hem büyüme hem de iyileşme yatırımları sayesinde bugün dünya çapında iddalı bir şirket haline geldik.
Bugün Dünya’nın 12. büyük seramik şirketi olmamız, tek çatı altındaki dünyanın en büyük seramik tesisi olmamız bir tesadüf değil. Çanakkale Seramik Fabrikaları A.Ş ve Kalebodur Seramik Sanayi A.Ş., “Kaleseramik, Çanakkale Kalebodur Seramik Sanayi A.Ş” ismiyle 2000 yılında tek çatı altında birleştirilerek tek bir alanda üretim yapan dünyanın en büyük seramik üreticisi konumuna gelmiştir. Kazandığını yine işine yatırım yaparak, Dünya’nın en iyisi olmayı hedefleyerek hareket eden Kale’nin bu konuma gelmesi tesadüf değildir.
Yeşil, sürdürülebilir, ekolojik gibi kavramlar son yıllarda hayatımıza yoğun olarak girdi ve farklı mecralarda bir çok şekilde tartışılıyor.
Ülkemizde yapılan çalışmalarda bu kavramların doğru algılandığını ve uygulandığını düşünüyor musunuz? Kale grubu olarak bu kavramları kurum stratejisinde nasıl konumlandırıyorsunuz, bu konularda gerçekleştirdiginiz çalışmalar hakkında bilgi verebilirmisiniz?
Türkiye’nin hızla büyüyen ekonomisi içindeki en önemli lokomotif aslında inşaat sektörü. Yıllardır böyleydi, böyle de olmaya devam edecek gibi. Çünkü önümüzde yapılacak daha çok iş var; köprüler, yollar, kentsel dönüşümler... Gerçekten günümüzde yeşil, sürdürülebilir, ekolojik gibi kavramlar önem kazandıkça yapılan binalarda aranan sertifika sistemleri de çok önemli hale geldi. LEED, BREEAM sertifakası alan yada almak üzere olan bina sayısı gittikçe artmakta. Binaların yeşil bina sertifikası alabilmesi için, inşaatta kullanılacak malzemelerin de belli kriterlere sahip olması gerekiyor. Kale olarak biz bu anlamda cesur adımları piyasadan önce atmayı başardık. Örneğin, tüm ürünlerimize EPD sertifakası alarak bunu ilk yapan firma olduk. Ve bu konunun önemini anlatmak için, duyurmak için çalıştık. Seramik üretimi tabiki enerji yoğun bir üretim. Basit olarak baktığımızda aslında toprağı alıyoruz, estetik katıp, pişirip sunuyoruz. Pişirme aslında en önemli ham maddemiz... Bu ne demek?.. Doğalgaz demek, elektrik demek yani enerji demek... Dolayısıyla enerji yoğun bir sektörden bahsediyoruz. Ve burada enerjiyi doğru kullanmak önemli bir unsur haline geliyor. Biz geçen sene Sanayi Bakanlığı’nın verdiği enerji verimliliği ödülünü almaya hak kazandık. Neden bu ödüle layik görüldüğümüzü rakamsal verilerle açıklamak daha doğru olacak. Standart seramik üretiminde 30 kg/m2 ham madde kullanırken bizim ürettimizde 8.5 kg/m2 kullanıyor.
Enerji açısından değelendirdiğimizde; standart seramik üretimi metrekare başına 1.73 cm3 enerji tüketirken Sinterlex üretiminde sadece 0.51 cm 3 kullanılıyor. Standart üretimde metrekare başına 50 litre su tüketilirken, bizim üretimimizde sadece 8 litre su kullanılıyor. Geçen sene tesisimizdeki aydınlatma armatürlerini hepsini enerji verimli olanlar ile değiştirdik ortaya çıkan enerji küçük bir hidro elektrik santralinin harcadığı elektrik miktarına denk geldi. Tesiste tükettiğimiz enerjinin %80’ini kendi kojenarasyon tesislerimizde üretiyoruz. Yani, fırınlarımızda yanan doğalgazın ortaya çıkardığı atık enerjiyi, geri kazanarak elektrik enerjisi elde ediyoruz ve bu geri kazanılmış enerji tesisimizin elektrik ihtiyacının %80’ini karşılıyor. Bu sebeplerle insana, çevreye ve doğaya saygılı bir tesis olabiliyoruz. Dolayısıyla tesisimizde üretilen ürünler de çevreye ve doğaya saygılı oluyor. Kısacası biz toprağı alıp seramik üretiyoruz. Sonuçta hammademiz toprak ve enerji... Ürettiğimiz ürün ise %100 porselen, saf ve temiz...
Yapı ürünleri grubu olarak kurumunuzun en önemli müşterilerinin mimarlar olduğunu söylemek mümkün, ürünlerin çevreci özellikleri satınalma kararı esnasında ne derece de etkili oluyor. Bu konudaki yaklaşımı nasıl buluyorsunuz?
Ürünlerimiz bazında baktığımızda bir yeni yapı pazarı var, bir de yenileme (restorasyon) pazarı... Yeni yapı pazarında karar verici mimar oluyor elbette, yenileme pazarında ise karar vericiler kadınlar... Türkiye’nin seramik pazarı 150-160 milyon m2 civarında. Bu pazarın %60’ını kadınlar yönetiyor. Geri kalan %40’ı ise inşaatlar. Konut, AVM, Stadyum, Metro, v.b inşaatlarda karar vericiler ağırlıklı olarak mimarlar. Müteahhit yada işin sahibi çok fazla müdahele etmiyor. Hemen hemen her mimarın arkasında durmayı şart kabul ettiği, alternatifini düşünmediği bazı noktalar var. Bu noktalardan en önemlisi de çevrecilik, sürdürülebilirlik, yeşil ürünler vs. Maalesef tüketici tarafında aynı duruşu göremiyoruz. Su kullanımı İstanbul’un nispeten zenginleşen su kaynakları nedeniyle gündemden düştü ve son yıllarda su kesintileri yaşamadığımız için de konuyu yeterince önemsemez olduk. Ancak Dünya’da ciddi bir su krizi yaşanacağı biliniyor. Nüfusun artmasıyla beraber su krizi daha büyük boyutlara ulaşacak ve biz kurumsal olarak konuyu gündemde tutmaya devam ediyoruz. Ürünlerimiz ile de su tasarrufunu sağlamaya yönlendiriyoruz kullanıcıları...
Ekoyapı Dergisi olarak bu sayımızda ilk kez Biyoyapı kavramını gündeme taşıyoruz. Bu kavram alıtnda yapıların insan sağlığı üzerindeki etkilerini inceleyeceğiz. Kale Grup olarak ürünlerinizde bu konudaki hassasiyetlerden bahsedebilir misiniz?
Çok güzel ve kapsamlı bir konuya değinmişsiniz. Bu ve benzeri konuların Türkiye’de daha çok tartışılması gerekiyor. Gerçekten çok önemli bir görevi yerine getiriyorsunuz. Aslında bu soruya Türkiye’de mimar ve mimarinin yeriyle başlamak gerekiyor belki de. Ne yazık ki Türkiye’de mimari günlük hayatın bir parçası haline yeterince gelemiyor, gündemin bir parçasını oluşturamıyor. Ancak Gezi Parkı yıkılıp yerine AVM yapılması gündeme geldiğinde; mimari, şehir planlama v.s konular konuşuluyor. Emek Sineması, Atatürk Kültür Merkezi (AKM) yıkılmaya kalkıldığı zaman aklımıza geliyor bazı şeyler... Öncelikle bizlerin mimariyi hayatımızda daha doğru bir yere konumlandırmamız gerekiyor. Bu konuda Kalebodur olarak biz elimizden geleni yapıyoruz. Örneğin Salt Galata ile birlikte ‘Yerelde Modernler’ ismiyle bir sergi açtık. Amacımız insanların hayatlarında mimariyle ilgili konuştukları bir konu olsun, bu tür konuları da biraz hayatımıza entegre edelim.
Yine iki sene önce Le Corbusier’in Türkiye doğu seyahatinin 100.yılı anısına bir çalışma yaptık. Geçen sene AKM binasının – binanın orjinalinde Kalebodur kullanılmıştır- planlarını, yapılış hikayesini anlatan bir sergiye sponsor olduk. Yine Kalebodur olarak ‘Mimarlar Konuşuyor’ etkinliğini düzenliyoruz. Bu etkinlik kapsamında her seferinde bir başka konu üzerine değerli mimarlarımızı bir araya getirerek paylaşım ortamı oluşturuyoruz. Bütün mesele mimari ile ilgili konuları toplumun gündemine taşımak ve yaşam kalitemizi artıracak unsurların keşfedilmesini sağlamak. Aslında ‘biyoyapı’ kavramı bunun bir adım sonrası. Önemli olan mimariyi gündemin bir parçası haline getirmek ve mimarları da kendi aralarında konuşan bir grup olmaktan çıkarıp toplumla beraber konuşan bir grup haline getirmek. Toplumun buna ihtiyacı var. Böyle ulvi bir misyon edindik kendimize.