Teknolojiye Esir Olursak Mimariden Zevk Alamayız
Mimar Ali Yapıcıoğlu röportajı SCHUCO sponsorluğunda hazırlanmıştır.
YÖNÜMÜZÜ KAYBETMEMELİYİZ. TEKNOLOJİYİ NE KADAR SEVSEM DE, KATKILARININ OLDUĞUNU GÖRSEM DE, VERDİĞİ RAHATLIK HİSSİ İNSANLARI DÜŞÜNMEMEYE VE ÖĞRENMEMEYE İTİYOR. EĞER TEKNOLOJİYE ESİR OLURSAK MİMARİDEN GEREKEN ZEVKİ ALAMAYIZ.
Ofisinizin kuruluşu, ekibiniz, iş yapış biçiminiz, güncel projeleriniz hakkında kısaca bilgi alabilir miyiz?
Ben Kıbrıs’lı bir ailenin oğluyum ama babam İstanbul’da çalışırken 1966’da orada doğdum ve babamın işi tamamlanınca Kıbrıs’a döndük. Üniversiteyi Yıldız Teknik Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra Kıbrıs’a döndüm ve yüksek lisans için okullarla iletişime geçtim. Kansas’ta daha fazla uygulamalı (hands-on) öğretim veren bir okul buldum, Türkiye’deki 4 senelik eğitimi kabul etmediklerinden orada 2 yıllık bir eğitim daha aldım ve ardından yüksek lisansa başladım. Bu okuldaki profesörümle birlikte inşaatlarda inşaat işçisi olarak çalışıyordum. Binanın tasarımını ve inşaatı biz yapıyorduk. Sıvacı da, betoncu da, elektrikçi, marangoz da bizdik. Onlarla 10 sene çalıştım. Ardından New Mexico’ya taşındık. Orada yine felsefesi mimarlıkla elin birleştiği işler olan küçük bir stüdyoda başladım. İki yıl sonra eşim Kanada sınırında bir üniversitede işe girince oraya taşındık.
2000 yılında bulunduğumuz bölgede çalışan bir mimar arkadaşımla birlikte kendi ofisimizi açtık, ofisin ismini “in site architecture” koyduk. Proje konumundan esinlenen/doğan mimariyi anlatması için bu ismi tercih ettik. 2000 yılında işe başladığımızda hem ben hem ortağım bir üniversitenin mimarlık fakültesinde öğretim görevlisiydik. İlk birkaç sene ofisimiz olmadığı için kendi evlerimizden çalışıp üniversitede buluşuyorduk. O zamanlar web kameraları yeni çıkmıştı, onlar sayesinde birbirimize çizimleri, maketleri gösteriyorduk. Aramızda 2 saatlik mesafe olmasına rağmen teknoloji sayesinde işleri sorunsuz yürütüp müşterilerle üniversitede veya kafelerde buluşuyorduk. Ofisimiz üniversite olmuştu. İşler arttığı zaman bir ofis kiraladık ve ofiste birinin kalması gerekliydi. Ortağım öğretim görevlisi olarak devam etti ve ben ofiste kaldım. 2010 senesinde ikimizde tam zamanlı ofiste çalışmaya başladık. İşlerimizin artmasıyla ekibimizde yeni mimar arkadaşlar çalışmaya başladı.
OFİSİMİZDE FELSEFE OLARAK ÖNEMSEDİĞİMİZ İLK ŞEY “KONUM.” KONUMUN BİZİMLE KONUŞMASI VE BİZİM ONU DİNLEMEMİZ LAZIM. TOPRAĞI, RÜZGÂRI HİSSETMELİYİZ.
Ofisimizde felsefe olarak önemsediğimiz ilk şey “konum.” Konumun bizimle konuşması ve bizim onu dinlememiz lazım. Toprağı, rüzgârı hissetmeliyiz. Şehir içinde ve dışında yaptığımız bütün projelerde bu felsefeyi benimsiyoruz. Ofisimiz Kuzey Amerika’da çok küçük bir köyde, insandan fazla inek var bölgede ve dolayısıyla süt endüstrisi çok gelişmiş durumda. Benim inşaat deneyimimden güç alarak bu bölgede bir inşaat şirketi kurduk. Küçük şehirlerdeki şehir merkezlerinde terk edilmiş binaların restorasyonu ve rehabilitasyonu işine başladık.
Daha önce yaşanmış ve atıl durumda olan binaları tekrar hayata kazandırıyoruz. Bu sürdürülebilirlik bakış açımızın ilk maddesi. Bu yöntemle; temeli, duvarı ve başka öğeleri hazır olan binanın yapımında fazla enerji harcamıyoruz. Bu sayede projeye %30 önde başlamış oluyoruz, enerji ve malzemeden tasarruf ediyoruz. Şehir merkezinin tamamının düzenlenmesi projelerinde o bölgeye uygun belli bir tipoloji seçiyoruz ve bunun nasıl olacağıyla ilgili bir proje tasarlayıp belediyeye sunuyoruz. Çalıştığımız şehir merkezlerinin çoğunun temeli 1800’lü yıllara dayanıyor. Modern bir ofis olmamıza rağmen projelerin geçmişe uyumlu tasarlanması sürdürülebilirlik anlayışımızı besliyor. Ofisteki herkes bütün projelerde çalışıyor, birbirine yardım ediyor.
Dönüşüm/yenileme projeleri yaparken en çok ne gibi sorunlarla karşılaşıyorsunuz?
En büyük zorluğu ahşap yapılarda yaşıyoruz. Hemen hemen bütün yapı ahşap olduğu için böceklerle savaşıyoruz. Böceklerin zarar verdiği ahşapların yenilenmesi gerekiyor. Ahşap çok kullanıldığı için sanayisi de fazlasıyla gelişmiş. 1800’lerde kullanılan ahşapların ölçüleriyle şimdi kullanılan ahşabın ölçüleri birbirine çok yakın. Bunları yenilemek çok daha kolay. Amerika’da 1800-1900’lerde kullanılan malzemeler hâlâ üretiliyor. Böyle olunca dönüşüm çok daha kolay oluyor. Mesela tuğlaların birebirini bulabilirsiniz eğer bulamazsanız fabrika size aynısını üretebiliyor. Bunu Kıbrıs’ta veya Türkiye’de yapmak çok mümkün değil. Geçen sene Kıbrıs’ta döşediğimiz seramiğin aynısını bu sene bulamıyoruz. Amerika’da olsa seramiğin kodunu verdiğinizde hemen temin edebilirsiniz. Bu yüzden Amerika’da restorasyon işleri çok daha kolay. Şirketler uzun ömürlü ve aynı üretime devam ediyorlar. Eski teknolojiyle yapılanları günümüz teknolojisinin ürettikleriyle ve öğrettikleriyle yeniliyoruz. Önceden tuğlanın üzerine ahşap çivi ile sabitleniyordu ve çivi 50 sene sonra çürüyordu. Şimdi onu galvaniz olan malzemeyle, hava boşluğuyla birlikte yeniliyorsunuz. Ölçüler içinde yenilemeye izin veriyor devlet. Böylelikle malzemenin ömrü uzuyor, binanın dayanıklılığı artıyor. Bunlar yeni teknolojiler fakat elektronik olarak değil, yapı bilimi açısından yeni teknolojiler.
Tasarım felsefeniz hakkında bilgi alabilir miyiz?
Bizim çok büyük ölçekli projelerimiz yok. Ofisimiz için büyük projeler fakat başka ofislere göre küçük ölçekli sayılabilir. Ben, ortağım ve bizim dışımızda 4 ayrı mimar arkadaşımız var. Biz orta ölçekli projelere yöneliyoruz çünkü büyük ölçekli projelerde benimsediğimiz felsefemizi idame ettiremeyeceğimizi biliyoruz. Çok büyük ölçekleri konuştuğumuzda detaylandırma niteliğimizi yitirebiliriz diye korkuyoruz. Belki yapabiliriz ama öyle bir sınır belirledik ve bu ölçekten memnunuz, daha fazla büyümek istemiyoruz. Yaptığımız projelerden memnunuz ve zevk alarak yapıyoruz.
Madagaskar da yaptığımız Araştırma Merkezi örneğinden bahsetmek isterim. Projeyi ilk aldığımızda bölgeye 2-3 defa gittim ve ilk olarak konumu ziyaret ettim. Sonra konum yeterli kalmadı. Ve çevre köyleri ziyaret gezdik, oradaki yaşamdan ilham almak istedik. Köy yaşamına çağdaş bir bakış açısı getirmek isterken yaptığınız bina, orada yaşayan halka kendisini dışlanmış hissettirebilir. Bu yüzden mevcut köy planlarını inceledik ve bunlardan esinlendik. Düşüncemiz bina içinde bir köy meydanı ve etrafında kulübeleri olan bir tasarım yaratmaktı. Bunlar için hangi malzemeleri kullandıkları, kullandıkları malzemeleri çağdaş bina sistemine nasıl dönüştürebileceğimiz konusunda araştırma yaptık. İlk olarak mevcut malzemeyle ilgili projede çalışacak yerli halkı eğittik. Projenin bir diğer unsuru; dışarıdan işçi getirmemekti. Etraf köylerdeki insanları eğitip onların inşaatla ilgili yeti sahibi olmasını istedik. Böylece bizde uyguladığımız yöntemleri birebir göstererek mevcut malzemelerin nasıl modern zamana uygulanabileceğini öğrettik. Zamanla bu bölgede gösterdiğimiz yapı tekniklerinin kullanıldığını gördüm ve bu beni çok mutlu etti. Biz eğitimcilikten geliyoruz ve bunun geri dönüşünü görmek bizim için gurur verici oldu. Sadece mimari bir bölgeyi etkilemiyor, eğitimle etkinin nasıl yayıldığını görebiliyorsunuz. Madagascar projemiz AIA-American Institute of Architects’den ödül almaya hak kazandı.
Günümüzde bu bakış açısına sahip olmak çok değerli, siz bunu nasıl kazandınız?
Benim bu düşüncelerim ailemden başladı. Soyadımız “Yapıcıoğlu”, ailemin hepsi inşaat ustalığı ve müteahhitlik yaptılar. Ben 17 yaşıma kadar Kıbrıs’taydım, yazları hep inşaatlarda çalıştım. Kıbrıs ada olduğu için oraya malzeme gelmesi çok zor oluyordu. O zamanlar kalıpçılar kalıpları sökerken ben arkalarında dolaşarak çıkarttıkları çivileri kovaya topluyordum. Eğri çivileri çekiçle düzeltip tekrar kullanıma hazırlıyordum. Benim ilk hatırladığım geri dönüşüm buradan başlıyor. Her şey tekrar tekrar kullanılıyordu. Amerika’ya gittiğimde inşaat işçisi olarak çalıştığım için malzemenin nasıl kullanıldığını, nasıl sarf edildiğini gördüm. İnşaatta beraber çalıştığım ve benim gibi öğrenci olan kişilerle, sarf edilen malzemelerle nasıl yapılar üretebiliriz konusuna kafa yorduk. Çok fazla geri dönüşüm malzemesi kullandık. Amerika’da tuğladan yapılmış ve terk edilmiş çok fazla fabrika binası var. Artık yeni fabrika gereksinimlerine adapte olamayıp boşaltılmışlar. Yıkılan bu binalardan ahşap ve tuğlaları toplayarak, boyutlarına göre ayırıp, elimizdeki malzemeye göre tasarım yapıyorduk. Bu bana malzemeyi, malzeme dokusunu öğretti. Her tuğlaya, sıvaya, ahşaba dokunduğumda onları hissediyorum.
BİZ EĞİTİMCİLİKTEN GELİYORUZ VE BUNUN GERİ DÖNÜŞÜNÜ GÖRMEK BİZİM İÇİN GURUR VERİCİ.SADECE MİMARİ BİR BÖLGEYİ ETKİLEMİYOR, EĞİTİMLE ETKİNİN NASIL YAYILDIĞINI GÖREBİLİYORSUNUZ.
Ben ofiste detaycı ve malzemeciyim. Tüm malzeme seçimleri ve detaylandırılması benden geçer. Yeni şeyler öğrenmek çok önemli ve artık daha kolay. Teknoloji bu konuda çok yardımcı oluyor. Her ne kadar geri dönüşümcü olsak da malzemelerin döneme ve koşullara entegre edilmesinde teknolojinin yardımı çok fazla. Örneğin ahşap; ahşabın 2021 de kullanımı nasıldır? hangi havalandırma kullanılmalı? bunlar çok önemli. Tasarımda iklimlendirme çok önemli. Mesela Kıbrıs’ta yaz için tasarım yaparsınız, Amerika’da, bizim olduğumuz bölgede kış için tasarım yaparsınız. Koşullara göre bilgi dağarcığınızı geliştirmeli ve malzeme seçimini buna göre yapmalısınız. Bu şekilde mimarlık yapmaktan çok zevk alıyorum. Hâlâ kalem ve T cetveli kullanıyorum. Bana çizim yollanır ben onun üzerinde karalama yaparım, detay çizerim ve ofisteki arkadaşlar bunları dijitalleştirirler. Kalemle çizimin bence büyük bir öğretme gücü var. Çizdiğiniz çizgiyi bilinçli olarak çizip, aldığınız ölçüyü bilinçli olarak alıyorsunuz. Bilgisayardan bir ölçü çıkartıyorlar ve bu ölçü nereden geldi diye sorduğumda sistemin verdiğini söylüyorlar. Fakat ölçü inşa edilebilir bir ölçü değil. Çizerken bu nasıl inşa edilir diye düşünmek lazım. Aksi taktirde müteahhit bunu uygulayamaz.
Hızla gelişen teknolojinin mimarlık disiplininde meydana getireceğini değişimi değerlendirebilir misiniz?
Bence mimarlık çok hızlı gelişen bir disiplin. Teknolojiye bağlı olduğumuz sürece bu ilerleme devam edecektir. Teknolojiyi kötü bir şey olarak görmüyorum. Eve gelmeden önce telefon aracılığıyla bir şeyler söylüyorsunuz ev size bunu geri veriyor. Eve gelmeden fırını çalıştırıyorsunuz, klimayı açıyorsunuz, televizyonu açıyorsunuz vs. Bu bizim insanoğlu olarak bina ile etkileşimimizi azaltıyor. Biz pencereyi açmayacaksak ve kendisi otomatik olarak açılacaksa biz pencerenin o fonksiyonunu unutmuşuz demektir. Bu güzel bir şey olabilir fakat sürdürülebilirlik felsefesine uymayabiliyor. Nostaljik duygulara girebiliyoruz, örneğin bir köy evine gittiğimizde pencereleri açıyoruz temiz hava almak için fakat 100 katlı bir binada pencerenin açılma fonksiyonu yoktur. Bina ile iletişimi yok edebiliyor. Bu etkileşim ne kadar çoğalırsa sürdürülebilirlik düşüncesinin içinde yer alabiliriz. Aksi taktirde binada bir kadeh gibi nesne olarak var oluruz. Binanın içindeki insan olabilmemiz için bina ile birlikte yaşamamız gerekiyor. Güneşin geldiği yönü düşünüp ona göre perdeleri ayarlarsak binayla birlikte yaşamış oluruz. Yönümüzü kaybetmemeliyiz. Teknolojiyi ne kadar sevsem de, katkılarının olduğunu görsem de, verdiği rahatlık hissi insanları düşünmemeye ve öğrenmemeye itiyor. Eğer teknolojiye esir olursak mimariden gereken zevki alamayız.
in site architecture olarak proje bölgeleriniz nereler? Türkiye’de proje yaptınız mı?
Türkiye’de henüz hiç projemiz yok. Amerika, Kanada, Madagaskar ve Kıbrıs’ta projeler yapıyoruz. Daha fazla kırsal bölgelerde çalışıyoruz. Tercih olarak şehirlerde proje yapmıyoruz. Şehirlerde park projelerinin yarışmalarına katılıyoruz. Onların duyarlı projeler olduğunu düşünüyorum. 10.000-80.000 nüfuslu, şehirlerin ana arter/ şehir merkezi projelerimizi gerçekleştiriyoruz.
Sürdürülebilir mimarlığı nasıl değerlendiriyorsunuz? Mimarlığın ekolojik boyutları ile ilgili görüşleriniz neler? Yeşil Bina Sertifika sistemleri hakkındaki düşünceleriniz nasıl?
Bence bir bina veya bina topluluğu kendi başına sürdürülebilir olamaz. Onlar yeşil bina, akıllı bina olabilirler. Sürdürülebilirlik sadece bina ile olmaz. Kullanıcı, köy, şehir, belediye bu eşitliğin içinde olmalı. Sürdürülebilir mimarlık diye bir şey bence yok. Bunun sürdürülebilir olması için ilk önce toplu biçimde bunun ele alınması lazım. Eğer kullanıcı gece pencereyi açmıyorsa, sabah kapatmıyorsa, güneyden gelen güneşte perdesini çekmiyorsa siz istediğiniz kadar binaya güneş paneli koyun yine kazanılan elektrik boşa harcanıyor. Bu bir felsefedir ve genel kullanıma uygulanmalıdır.
BENCE BİR BİNA VEYA BİNA TOPLULUĞU KENDİ BAŞINA SÜRDÜRÜLEBİLİR OLAMAZ. ONLAR YEŞİL BİNA, AKILLI BİNA OLABİLİRLER. SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK SADECE BİNA İLE OLMAZ.
Birçok binaya yeşil bina, akıllı bina gibi isimler veriliyor, fakat bunu kim denetliyor, ben mimar olarak yeşil bina yaptım diyebilirim ama denetleyen yok. Sertifika sistemlerinin gelişmesini olumlu buluyorum. Konuların belli standartlara taşınıp, bu standartların zorunlu tutulması sayesinde güzel binalar ortaya çıkıyor. Artık benim gibi geri dönüşümü çocukluğundan beri görenler değil yeni mezun olan mimarlar da geri dönüşüm konusuna kafa yoruyor. Kullanılan malzemenin %60’ı geri dönüştürülebilir olursa benim puanım yükselir diye düşünüyor ve uğraşıp araştırıyorlar. Ne gibi malzemeler kullanılabilir? Nerelerden bulunur? Şehir içinden temin etmek mümkün mü? Yoksa başka bir yerden mi bulunur? Böylelikle mimar proje bölgesi içindeki malzemeleri kullanmaya yöneliyor. Dolayısıyla petrol ürünlerinin tüketimi azalıyor. Hem yakıttan hem taşıma parasından tasarruf ediliyor. Binanın karbon ayak izi (carbon footprint) azalıyor ve asıl amaca hizmet ediyor. Sertifika sistemlerinin yeni mimarlar için eğitici tarafı çok fazla.
Malzeme konusu hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Malzemeyi bilmek çok önemli ve ben bunu her zaman öğrencilerime anlatırım. Malzeme bilmezseniz mimarlık yapamazsınız, detayınızı doğru çizemezsiniz. Malzemenin ölçüsünü, dokusunu, fiziğini ve kimyasını öğrenmek çok önemli. Ben ayrıca malzeme fiziği ve kimyası üzerine dersler aldım kendimi geliştirmek için. Sıcak bir iklimde malzeme seçiminde nelere dikkat edilmeli, onunla kullanılacak boyanın nasıl olması lazım, boya nefes alabilir mi, eğer üzerine nefes almayan boya uygularsak malzeme buna nasıl tepki verir… Böyle bir merakım da vardı ve bunu online kurslarla geliştirdim.
Malzeme konusu çok derin, ben her zaman seçimlerimi doğal ve geri dönüşebilen malzemelerden yana yapmak isterim. Bu tercih biraz da projenin ölçeğiyle ilişkili, çok büyük ölçekli projelerde geri dönüşüm malzemesi bulmak çok zor. İçinde geri dönüşüm malzemesi bulunan çelik veya ahşaplar kullanılabilir. Küçük ölçekli projelerde ise %60’ını geri dönüşümlü malzemeden yapabilirsiniz.
Bir malzemeyi hissetmeden o malzemeyi kullanamazsınız. Bir kavanozun içine koyduğunuz toprağın üstüne eklediğiniz su ile 24 saat sonunda toprağın içeriğini analiz edebilirsiniz. Buna göre malzemeyi nasıl kullanabileceğinizi öğrenirsiniz. Veya ahşabın özelliklerini öğrenmek için kesip içine bakmanız gerekir. Bir dönem binalarda vinil kaplamalar çok tercih ediliyordu. Fakat vinilin yapımında harcanan petrol ve bacalardan çıkan CO2 çok zararlı. Bu nedenle binalarımızda bu kaplamalar yerine doğal malzemeler tercih ediyoruz.
BİR MİMARIN FELSEFESİ OLMALI. MİMAR EĞİTİM ALARAK, ARAŞTIRARAK KENDİNİ VE UYGULAMALARINI GELİŞTİRMELİ. GENÇ MİMARLARA MALZEME ÖĞRENMELERİNİ TAVSİYE EDERİM.
Yaşadığımız pandemi sürecinin mimariyi de yeniden şekillendireceği konuşuluyor. Bu sürecin mimariye yansımasının nasıl olacağını ön görüyorsunuz?
Pandeminin mimaride yol açacağı değişim şimdiden kendini gösteriyor aslında. Eskiden aktif kullanılan odalar açık alanlara doğru evriliyor. Bahçe düzenlemesi ve peyzaj daha fazla düşünülür oldu. Pandemi boyunca dışarıyla temas azalınca, kendi alanında bu tip düzenlemeleri yapmak isteyen kişi sayısı oldukça arttı. Duvarlar yıkılıyor, odalar büyüyor ve dış mekâna açılıyor. Küçük ölçekli projelerde bu talepleri almaya başladık. Büyük ölçekte bunu görmek zor, ancak şehircilik ölçeğinde değişimler yaşanıyor, park projeleri ve kamusal açık alanlar artıyor, ısıtılan açık alanlar daha önemli hale geldi. Eskiden içeride olan aktiviteler artık açık alanda devam ediyor. Açık marketler ve pazarlar var, her iklimde bu uygulamalar değişecek, daha büyük açık alanlara talep artacak. Biz sosyalleşen hayvanlarınız ve 1,5 senede kaybettiğimiz bu duygumuzu beslemek için kendimizi dışarıya atıyoruz. Artan bu talep mimaride de karşılığını bulacaktır.
Genç mimarlara ve mimar adaylarına ne söylemek istesiniz?
Bir mimarın felsefesi olmalı. Mimar eğitim alarak, araştırarak kendini ve uygulamalarını geliştirmeli. Malzeme çok önemli. Genç mimarlara malzeme öğrenmelerini tavsiye ederim. Farklı malzemeleri kullanmaktan ve detaylandırmaktan korkmasınlar, kendilerine göre bir yöntem bulsunlar. Geleneksel mimaride kullanılan malzemeler elbette çok güzel, ama o malzemeyi kendi ortamında kullanmak mimariyi çok daha zenginleştiriyor. Bu detaylar mimarın özelliğini ortaya çıkarıp, bir dil yaratmasını sağlıyor. Baktığınızda diyebilmelisiniz ki bu detay, şu mimarındır.θ